Ne kadar uzun zaman oldu bloguma içimi dökmeyeli. Neden yazmıyorum diye hiç sormadım kendime, ama ne zaman içimden yazmak gelse anlayamadığım bir içgüdü durdurdu beni, ta ki Bülent Bey mesaj atana kadar. Sanki birinin beni harekete geçirmesini bekliyormuşçasına bir an evvel akşam
olmasını istedim. Çünkü ne zaman yazmaya başlasam huzur doluyor içime, o yüzden de saatlerin geçmemesini, bir an için zamanın durmasını istiyorum. Vakit bu vakittir diyorum ve başlıyorum naçizane fikirlerimi sizinle paylaşmaya :)
İstanbul Modern Sanat Müzesi'ndeki "Magnum Fotoğrafları ile Türkiye" sergisi harikaydı (maalesef 20 Mayıs'ta bitti). 16 Magnum fotoğrafçısının 1940'lardan bu zamana farklı zamanlarda çektikleri Türkiye fotoğraf karelerini içeriyordu. En çok Ara Güler'in fotoğraflarını beğendim ben :) Ama farklı segiler de var ve kütüphanesi muhteşem tasarlanmış, eğer yolunuz Kabataş-Fındıklı istikametine düşerse mutlaka uğrayın.
Söz ve Müzik isimli romantik komedi filmini vizyona girdiği ilk günlerde izledim ve öyle keyif aldım ki anlatamam. Zaten, Hugh Grant ve Drew Barrymore'u çok severim, ne kadar da çok yakışmışlar birbirlerine, tam bütünlük sağlanmış yani. Yine tüm maharetlerini ortaya koymuşlar ve süper bir film çıkmış ortaya. Bir de o kadar şekerler ki, tanısaydım ancak bu kadar yakınlık duyardım herhalde. İzleyin ve imkansıza yakın olan bir şeyi nasıl da başardıklarını görün, şimdiden iyi seyirler :)
İlk defa AKM'de İstanbul Modern Folk Müzik Topluluğu'nu (çok sesli halk müziği konseri) dinledim. Neler mi çaldılar; Fincan'ın Etfafı (Diyarbakır), Sevdan Olmasaydı (Orta Anadolu), Dostum Dostum (Sivas), Evlerinin Önü Mersin (Isparta), Niksarın Fidanları (Tokat)... Toplam 18 türkü, bir de ısrarlarımıza dayanamayıp söylediler, onunla beraber 19 türkü oldu :) 1, 5 saat nasıl da geçti, doyamadan bitti konser, nasıl da muazzamdı, canlı orkestra çok farklı oluyor inanın, tadı damağınızda kalıyor, çünkü aniden bitiveriyor :) iletişim: ist_dev_mod_folk@yahoo.com.tr
Gelelim tiyatroya -sanki tüm sanat dallarını icra ediyorum :P- Dünyanın Ortasında Bir Yer isimli oyunu, DT Taksim Sahnesi'nde güneşli bir cumartesi günü 15:00'de izlemeye başladım. Buraya kadar her şey normal gibi :) Oyuna ara vermeye 5 dakika kala aniden her yer karardı, oyuncular sahnede 5 dakikadan fazla öylece kaldılar, kimse açıklama yapmayınca biz de ne olduğunu anlayamadık. Sonra yavaş yavaş perdeler kapandı, herkes hareketlendi ama kimseden doğru düzgün açıklama gelmedi. Sonunda bir görevli buldum ve elektriklerin gittiğini o yüzden oyunun yarıda kesildiğini öğrendim ve inanamadım. Nasıl olur böyle bir şey, jenaratörde mi yok kocaman tiyatroda, inanılır gibi değil doğrusu! Yaklaşık 35 dakika bekledikten sonra salona toplandık ve bir beyefendi açıklama yaptı "Elektrikler kesildiğinden dolayı oyunumuza devam edemiyoruz, herkesten özür dileriz, isterseniz paranızı alabilir veya başka bir oyunla biletinizi değiştirebilirsiniz." Şaka gibi değil mi? Peki paramı verdiniz, benim tiyatroya ayırdığım zamanı nasıl karşılayacaksınız? AKM'yi yıkmak istiyorlar ya -arsayı satıp otel inşa edeceklermiş- önce diğer birimlere jeneratör alsınlar!!! Çok acı, çooook!!! (Paramı hesabıma iade etmişler, iletiyle de haber vermişler; eyvallah) Yani oyundan bir şey anlamadım :((
Leyla ile Mecnun'u izledim ve ağladım! Muhteşem bir gösteriydi, herkes harika oynadı harika, o kadar kalabalıktı ki sahne, özellikle kıyafet ve koreografilere bayıldım. Yüreklerine sağlık hepsinin, nasıl içten oynuyorlardı, nasıl da yüreklerini koymuşlar bu yola tüylerim diken diken oldu çoğu zaman! 3 tane Mecnun, 3 tane Leyla yeterdi bence, fazla olmuş sanki :) Tabii bilemem, takdir onların...
Sezon kapanışını, Yetkin Dikinciler'in de oynadığı Müfettiş isimli oyunla ve ısrarla Taksim Sahne'sinde izledim -bu sefer elektrikler gitmedi- ve bir kez daha tiyatrocularını ayakta alkışlıyor olmanın gururunu yaşadım. Oyun harikaydı, bir sonraki sezon mutlaka izleyin, özellikle anlatmıyorum ki izlerken sefasını sürsün herkes. Oyun çok zekice yazılmış ve çok güzel betimlemeler yapılmış, tek kelimeyle harikulade. O yüzden de şiddetle tavsiye ediyorum :D
Eğer İstanbul'dan biraz uzaklaşmak isterseniz Cam Ocağı Vakfı'na gidip doğayla başbaşa kalabilir, hem de camın -tabii ilgi alanınıza giriyorsa- ne tür evrelerden geçtiğini gözlerinizle görebilirsiniz :) Beykoz'dan, Öğümce'ye giden otobüslere biniyor ve hemen kapısında iniyorsunuz. Riva Nehri'nin kıyısında haftasonu mangal yapıyorlar, çok keyifli oluyor :) Orada çok şeker bir Ahmet Hoca var, 13 yaşından beri cam ile uğraşıyormuş, nasıl da işini severek yapıyor, zaten oradaki eserleri görünce anlıyorsunuz herşeyi. Bir de elinizi uzattığınız her yer cam; havuzdaki balıklar, bahçedeki çiçekler, dış kapının kolu, kafedeki peçetelik, balonlar...
Yedi yıl önce Paşabahçe'nin yeriymiş mekan, kapanınca Cam Ocağı Vakfı olmuş. Üfleme cam yapımını da izliyorsunuz, her ürün doğduktan sonra alkışlamayı unutmayın sakın :)
Zaman öyle hızlı geçiyor ki yakın zamanda yaşadıklarımın bazı karelerini hatırlamakta zorlandım :)
Anı yaşayın lütfen, yarın olmayabilir, sabah uyanamayabiliriz.
Sevgilerimle.
Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,
0 Comments:
Yorum Gönder