Bir sanatçının “sanat için soyunurum” ifadesi, bilinçsizce sarfedilmiş bir cümle gibi gelmiştir bana çoğu zaman.
Soyunmanın sanat için olanı; temelde, varolan asıl kimlik ve kişilikten soyunarak, farklı perspektiflere sahip olabilme ve bunu yansıtabilme yetisi olmalı oysa. Sanat için soyunurum ifadesi de, bunu kastediyor olmalı.
Yarattığı her bir karakteri farklı yönleriyle, yansız, onların gözü ve diliyle yansıtabilmek için, kendi kimliğinden gerçek anlamda soyunabilen yazarlardır romanlarını hayranlıkla okuduklarım.
Yüreğimde bir köşeye, beynimde bir hücreye dokunan müzik eserleri; farklı insanların, farklı şartlar altındaki duygularını, farklı olaylara karşı tepkilerini, üstün empati yeteneklerini kullanarak melodilerle ifade edebilen sanatçıların eserleri olmuştur hep.
Bir oyuncunun da “sanat için soyunması” , öncelikle, oynadığı her farklı oyunda, oynadığı her farklı kimliğin ve bu kimliğe ait duyguların özünü yansıtabilmesi olmalı.
Çıplaklık, yadsınamayacak bir gerçeklik ve doğallık olmasına rağmen, gerçeklik duygusunu ve doğallığı yansıtmanın tek yolu olarak gösterilme haksızlığına uğramamalı.
Örneğin; Schindler’in Listesi’nde Spielberg’in toplama kampından insan manzaralarını, bu eleştirinin tamamen dışında tutmak gerek. Ancak, insan yüzünde yalnızca mimik yapmakla görevli 28 ayrı kas varken ve bu kasların çeşitli kombinasyonlarda kasılmasıyla, binlerce yüz ifadesi yansıtılabiliyorken; bir sanatçının “sanat için soyunmak”tan kastının, doğal çıplaklık hali olmasını, çoğu zaman -sanat için soyunduğu- oyunlarını izlediğinizde, ancak “ticari kaygılarla” açıklamak mümkün olabiliyor. Ya da kişinin sanatsal yeteneklerinin sınırları hakkında şüphe uyandırıyor böyle bir demeç, ki bu da sanatçı olduğunu iddia eden birinin üzerinde ciddiyetle düşünmesi gereken bir husus.
Tecavüze uğrayan bir kadının yaşadığı -içinde bulunduğu çevresel şartlar ve kişiliği ile de şekillenen- dehşet, korku, utanç ve öfkeyi, yüzüne odaklanmış kameraya yansıtabilen aktrisi ayakta alkışlarım.
Tacizin başladığı anda, kısa bir süre kararan sahnede attığı çığlıkta, boğuk yakarışta verdiği vurguyu; sahne aydınlandığında vücut dilinin becerisi ile perçinleyerek bana duygusunu aktarabilen aktöre hayranlık duyarım.
Diğer taraftan, bedensel çıplaklığı, sanatın kuralsızlığına bağlayan oyuncuların yoğunlukla kadın oluşu da dikkat çekici. Sebebi, kitlesel beklentiler sonucu kadınlar üzerinde yoğunlaşan –soyarak izleyici kazanma- eğiliminin gönüllü işbirlikçiliği olsa gerek.Ne muhafazakarlık, ne bilmişçe bir eleştiri; bu tamamen, kadın bedeni ve dişiliğini, üzerinden rant sağlamak için kullanan, bunu “sanatsal ve estetik” söylemi ile cazip hale getirmeye çalışan ticaret adamlarına, üzerinde düşünmeden açık çek veren kadınlar adına, bir birey olarak duyduğum rahatsızlık.
Gerçek sanatçı; çıplaklığı, sanat yoluyla diğerlerine vermeye çalıştığını, kendi kimliğinden soyunarak yapabilen olmalı.
Gerçek oyuncu; çıplaklıktan kastı, gerçek sanatçı olmakla ilgili olan olmalı.
Bireyin hayal gücünü hiçe sayarak, çırılçıplak ortaya serilen tüm gerçeklik yansıtımları kadar itici geliyor başka türlüsü.
Hele soyunmak fiilini, fiziksel çıplaklığa indirgeyerek ropörtaj veren ve hatta reklam konusu yapan; sanatın kuralları olmadığını savunarak görüşüne haklılık kazandırdığına inanan oyuncuların varlığı, sanat adına endişe verici.
Oysa keskin çizgilerle belirlenmiş sınırların, yaratıcılığa zarar verebileceği düşüncesi doğru bir düşünce olmasına rağmen; bu düşüncenin, sanatın sanat olmaktan çıkarılması için kullanılması da, olmaması gerektiği savunulan sınırlarla aynı derecede tehlikeli bir yaklaşım.
21.07.2005
Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,
0 Comments:
Yorum Gönder