Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Her gül için bir gün/Kültür - Sanat/milliyet blog




Gizlilik Tercihi Merkezi
Herhangi bir web sitesini ziyaret ettiğinizde site, tarayıcınızdan genellikle tanımlama bilgileri biçiminde olmak üzere bilgiler alabilir veya depolayabilir. Bu bilgiler; siz, tercihleriniz ya da cihazınız hakkında olabilir veya siteyi beklediğiniz şekilde çalıştırmak üzere
 kullanılabilir. Bilgiler çoğunlukla sizi doğrudan tanımlamaz ancak size daha kişiselleştirilmiş bir web deneyimi sunabilir. Bazı tanımlama bilgisi türlerine izin vermemeyi seçebilirsiniz. Daha fazla bilgi edinmek ve varsayılan ayarlarımızı değiştirmek için farklı kategori başlıklarına tıklayın. Bununla birlikte, bazı tanımlama bilgisi türlerini engellediğinizde site deneyiminiz ve sunabildiğimiz hizmetler bu durumdan etkilenebilir.

Onay Tercihlerini Yönet
Zorunlu Tanımlama Bilgileri
Her Zaman Etkin

Bu tanımlama bilgileri, web sitesinin çalışması için gereklidir ve sistemlerimizde kapatılamaz. Bunlar genellikle yalnızca sizin işlemlerinizi gerçekleştirmek için ayarlanmıştır. Bu işlemler, gizlilik tercihlerinizi belirlemek, oturum açmak veya form doldurmak gibi hizmet taleplerinizi içerir. Tarayıcınızı, bu tanımlama bilgilerini engelleyecek veya bunlar hakkında sizi uyaracak şekilde ayarlayabilirsiniz ancak bu durumda sitenin bazı bölümleri çalışmayabilir.

Performans Tanımlama Bilgileri
Performans Tanımlama Bilgileri

Bu tanımlama bilgileri, sitemizin performansını ölçebilmemiz ve iyileştirebilmemiz için sitenin ziyaret edilme sayısını ve trafik kaynaklarını sayabilmemizi sağlar. Hangi sayfaların en fazla ve en az ziyaret edildiğini ve ziyaretçilerin sitede nasıl gezindiklerini öğrenmemize yardımcı olurlar. Bu tanımlama bilgilerinin topladığı tüm bilgiler derlenir ve bu nedenle anonimdir. Bu tanımlama bilgilerine izin vermezseniz sitemizi ne zaman ziyaret ettiğinizi bilemeyiz.

İşlevsel Tanımlama Bilgileri
İşlevsel Tanımlama Bilgileri

Bu tanımlama bilgileri, videolar ile canlı sohbet gibi gelişmiş işlevler ve kişiselleştirme olanağı sunabilmemizi sağlar. Bunlar, bizim tarafımızdan veya sayfalarımızda hizmetlerinden faydalandığımız üçüncü taraf sağlayıcılarca ayarlanabilir. Bu tanımlama bilgilerine izin vermezseniz bu işlevlerden tümü veya bazıları doğru şekilde çalışmayabilir.

Hedefleme Amaçlı Tanımlama Bilgileri
Hedefleme Amaçlı Tanımlama Bilgileri

Bu tanımlama bilgileri, sitemizde reklam ortaklarımız tarafından ayarlanır. Bunlar, ilgili şirketler tarafından ilgi alanları profilinizi oluşturmak ve diğer sitelerde alakalı reklamlar göstermek için kullanılabilir. Benzersiz olarak tarayıcınızı ve cihazınızı belirleyerek çalışırlar. Bu tanımlama bilgilerine izin vermezseniz farklı sitelerde size özel reklam deneyimi sunamayız.

Sosyal Medya Tanımlama Bilgileri
Sosyal Medya Tanımlama Bilgileri

Bu tanımlama bilgileri, içeriğimizi arkadaşlarınız ve ağınızla paylaşabilmenizi sağlamak için sitemize eklenen çeşitli sosyal medya hizmetleri tarafından ayarlanır. Diğer siteleri kullanırken de tarayıcınızı izleyip ilgi alanı profilinizi oluşturabilirler. Bu durum, ziyaret ettiğiniz diğer sitelerde gördüğünüz içerikleri ve mesajları etkileyebilir. Bu tanımlama bilgilerine izin vermezseniz bu paylaşım araçlarını kullanamayabilir veya göremeyebilirsiniz.

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Aynalar puslanmadan/Kültür - Sanat/milliyet blog



Efendim Atasözleri bir milletin aynasıdır. Onlarda kendimizi görürüz. Bir hayatın tamamını iki güzel sözde toplayabiliriz. Her bölgenin kendi hayat şartlarının getirdiği o asuyane sözler damla damla dökülmüştür yüreğimize. Ülemizde buna benzer birçok atasözleri vardır. Bunlardan bazılarını irdelemeye çalışacağız.

"Esnafsan azdan başla, hayvancıysan dağda kışla" . Her şeyin yerinde ve zamanında olması gerektiğini belirtir. Yapacağımız bir işi yavaş yavaş büyütmeyi işi öğrenerek damlaları artırarak yapmamızı belirtmektedir. Evin altında hayvan bakmakla hayvancı olunmayacağını hayvancılık yamak isteyenin dağlarla dost kalacağını belirtir.

"Oğul oğul olursa katar yer, oğul oğul olmazsa satar yer" yetiştirilen çocuklarımızın durumun anlatan bir atasözüdür.. Bir ağız iki kulak, bir söyle iki dinle. Birlik olmazsa dirlik olmaz. El atına binen çabuk iner. Kocana göre bağla başını, horandana göre pişir aşını. Kızını çok seven kocasından , oğlunu çok seven hocasından eder..

Daha böyle birçoğunu bildiğimiz atasözleri hayatın içinde pişmiş tuğla gibi hayat apartmanımızı birer birer örmektedir. Bunları dikkatle incelediğimizde bir sarsıntı anında yıkılmadan ayakta kalabilecek daireler, köprüler gibi ayakta duracağımızı hissedebilmektir. Dağ bölgemiz de sıkıntılar içerisinde yaşayanlar olarak bir kayanın içerisinden gül yetiştirmeyi, insanlarımıza birlik olmayı, toplu ve organize bir toplum olmayı anlatalım. Hikâyeler ve atasözleri toplumları ayakta tutmak birlikteliği sağlamak içindir.

Hayat şartlarının ağırlaştığı günümüzde birlikteliğe daha çok ihtiyacımız var.

Bugün ekonomik sıkıntı ile insanlar kültürlerini, geçmişlerini unutmaya yüz tutmuşlardır. İnsan önce karnını doyuracak ki ondan sonra kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılım olacak maalesef ne zaman Türkiye ekonomik anlamda biraz düzlüğe çıksa bir darbe veya terör faaliyetleri ile ekonomik sıkıntılar başlıyor. O zaman bu durum insanımızın her alanda büyümesini engelliyor. İşte böyle zamanlarda içte ve dışta bizim birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyenlere karşı daha çok milli ve kültürel değerlere sahip çıkmalı, atasözlerimizi, türkülerimizi, fıkralarımızı, el sanatlarımızı, bibi biz yapan değerlerimizi korumalı ve onlara sahip çıkmalıyız.

Bir atasözü ile “Koca çınarın gürlemesi dalı budağı ile” derler bizlerde dal ve budaklarımıza sahip çıktığımız takdirde birlik içinde gürleyip harlayacağız. İşte o zaman dağ yöremiz ve bu güzel ülkemiz varacağı hedefleri önceden aşacaktır. Aynalar puslanmadan kendi aynamızı kendi kültürümüzü korumalı ve sahip çıkmalıyız. Ayna puslandıktan sonra nemlenir, bozulmaya başlar ondan sonra aynadan yararlanamayız. Yitip giden değerlerimiz bizden kopan organlarımızdır. Organlarımız olmadan yarım baş ile ne yapılabil inir ki

Kendimizi kandırmadan daha düzenli bir hayat için bir sistem sahibi ekip çalışması içinde olan küçük hedefleri değil büyük hedefleri hayal eden bir düşsel yapı içinde olmalıyız. Bu sistemde bütünlük çok önemlidir. Bir alanda alınan bir karara bütün ekip uyduğu müddetçe başarı gelecektir. Eğer bir organ görevini yapmazsa yenisi ile değiştirilecek ve sistem bütünlüğü bozulmadan çalışmalara devam edilecektir.

Atasözlerimiz bize toparlayıcı örf adetler gibi ekip ruhuna yön vermeli, toplum hayatında örf ve adetlerin yerini aldığı gibi güzel hasletleri ön plana çıkarmalıdır. Dağ yöresinin insanı olarak küreselleşen dünyada sen ben kavgası yerine ayakta durabilmeyi, adam gibi yaşayıp adam gibi kalabilmeyi sağlamalıyız.

Verilen sözler ve vaatler sonuna kadar durabilecek beyinler arasında alınır. Beyni kendisinin olmayanların vermiş olduğu her hareket, çivisi çıkmış keser gibidir. Kime savrulacağı belli olmaz. O halde fırtınalara karşı hep birlikte ayakta duralım. Dostlar arsındaki kötü izleri kuma yazalım ki rüzgâr veya yağmur yağdığında silsin. İyi hasletlerimizi de kayalara yazalım ki iyilikler hiç kaybolmasın sürekli hatırlansın.

Bu amaçla atasözlerimiz bizim için kayalara yazılmış birer iyi hal kâğıdı gibidir. Bunlarla ayakta kalıp bunlarla kendimize yön vermeli her türlü fırtınada kaybolmayan, bizleri yıkmayan, daha çok kaynaştıran bu izlere bakıp birbirimize daha çok destek olmalıyız.? Atasözlerimize, organlarımıza, bölgemize ve ülkemize sahip çıkmalıyız.

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Leyla ile Mecnun oyunu/Kültür - Sanat/milliyet blog



Sen yalnız geceleri yanarsın ey mum, bense yanarım gündüz ve gece;

Sen yaş dökerek anlatırsın macerayı, bende hersey bir bilmece....

Fuzuli'nin ünlü eseri Leyla vü Mecnun'dan yola çıkarak İskender Pala'nın yazdığı, Yalçın Tura'nın müziklerini yaptığı ve Ali Taygun'un yönettiği müzikli oyun bu sezon İstanbul Şehir tiyatroları tarafından sahneleniyor.
 Minyatürlerden, Brecht'ten ve P.Sills'ten etkilenerek bir nevi masal tiyatrosu oluşturulmuş.

Biri soprano, biri oyuncu, diğeri de dansçı 3 Leyla çıkıyor karşımıza ve 3 de Mecnun. Biri şarkı söylerken, diğeri konuşuyor, bir diğeri de dans ediyor.Leyla ile Mecnun hikayesinde birbirini çok seven ve örneğine günümüzde pek rastlanmayan iki genç çıkıyor karşımıza. Leyla'nın ailesi, onu Kays'a vermeyince Kays öyle bir duruma düşüyor ki halk ona Mecnun adını veriyor. İşte bu gençlerin ölümsüz aşkı sahnede bize gösterilmeye çalışılıyor.

Normal bir tiyatro izleyicisinin uzun ve sıkıcı bulması normal olmakla birlikte opera ve müzikal sevenlerin beğeneceğini düşündüğüm bir oyun. Sahneler genelde karanlık ve kasvetli ama bu da zaten konunun özünde var.

Kalabalık bir kadronun rol aldığı oyun için büyük emek harcandığı kesin.Ayrıca müzikler canlı çalınıp söyleniyor, playback yok. Bu arada Basbakanimiz, 14 Şubatta eşiyle birlikte bu oyunu izlemiş. Kavuşamayan sevgililerin hikayesi, günün anlamına pek uymasa da sevgili, sevgilidir, değil mi??

Kısaca ;öznesi insan, fiili aşk olan bu dünyada yaşamak ne güzel şey.

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Kehribar ve odası 2/Kültür - Sanat/milliyet blog




Efsaneye göre, ''Güneş Tanrısı Helios’un oğlu Phaeton, bir gün babasını ziyarete gider. Babasından azgın atların çektiği arabasını ister. Helios bu hediyeyi vermek istemez. Çünkü bir ölümlünün bu arabayı sürmesi çok tehlikelidir. Denizden tepelere çıkan yol, çok dik ve yalçındır. İniş yolu daha da zordur, hele o
 azgın atlarla…Merak ettiği burçlar boğa, aslan, akrep, yengeç gibi O’nu öldürmeye çalışacak korkunç yaratıklarla doludur.

Başka ne dilerse yapabileceğini, ama arabadan vazgeçmesini ister. Phaeton ısrar eder. Babası arabayı getirtir. Oğluna dizginleri sımsıkı tutmasını tembih edip, tekerlek izlerinden ayrılmamasını öğütler.

Phaeton atların hızla ileri atılmasıyla yola çıkar. Sürücünün acemi olduğunu anlayan atlar şimşek gibi yol almaktadır. Hızla yokuşu tırmanan arabada Phaeton dehşet içinde kalır ve heyecandan dizginleri elinden kaçırır. Bunun üzerine başıboş atlar çılgıncasına yeryüzüne inmeye başlar. Arabanın güneşten getirdiği sıcaklık yüzünden tepeler tutuşur, vadiler ateşin ısısıyla buharlaşır. Bunu gören Zeus, eline yıldırımı alıp Phaeton’a fırlatır. Yıldırımın çarptığı delikanlı, arabadan düşüp ırmağın sularına gömülür, ölmüştür. Kızkardeşleri Heliadlar üzüntü ve korkuyla ağlamaya başlarlar. Ağlaya ağlaya ağaçlara dönüşürler. Gözyaşları o ağaçlardan sızan reçinelerdir, kehribara dönüşene kadar ağlamaya devam ederler. Yıllar sonra deniz hala o kehribar gözyaşlarını kıyıya getirmektedir.''

Bu, kehribarın oluşumuna dair anlatılan efsanedir. Yantarni Müze'de(Kehribar Müzesi) gerçekten, akan gözyaşına son derece benzeyen örnekler de gördük. Başparmak iriliğindeki kehribar örnekleri efsaneyi doğrularcasına gözyaşı damlaları şeklinde idi.

Kehribarın, gerçekte ağaç reçinesinin 40-50 milyon yıllık fosili olduğunu önceki yazıda anlatmıştım. Bu etkileyici cevherin en ilginç hikayesi, Yantarni Komnata’nın (Kehribar Odası) tarihçesidir. Günümüzde St. Petersburg - Çarskoe Selo’daki yazlık Katerina Sarayı’nın en dikkat çekici bölümü olan Kehribar Odası, 2003 yılında ziyarete açıldı. Bu yeniden yapılmış haliydi. Orijinali, en son 1945 yılında Königsberg’de (bugünkü Kaliningrad) görüldü. Ondan sonra sırra kadem bastı. Hala da nerede olduğu bilinmiyor.

Fikir, ilk defa Prusya Kralı 1. Frederick’ten çıkmıştı. Satranç takımından piposuna kadar pek çok eşyasını bu materyalden yaptırırdı. O kadar meraklısıydı ki, neden çalışma odasının duvarlarında da işlemeli kehribarları görmesindi? 1701 yılında mimarını panellerin yapımı ile görevlendirdi. Müfrezeleri dört yıl boyunca Baltık kıyılarında mücevher değeri taşıyan kehribar aradı, topladı. Kaba kütleler, dilimleniyor, parlatılıyor, işlemeye hazır hale getiriliyordu. Sanatçılar tarafından rölyeflerle bezenen parçalar, parlaklığı artsın diye arkasından gümüşle kaplanıp mozaik panellere yerleştiriliyordu. 1712 yılında kısmen tamamlandığında, o sırada Prusya’yı ziyaret eden Çar Büyük Petro odayı gördü ve işçiliğine hayran kaldı.

Bir yıl sonra 1. Frederick ölmüştü. Yerine geçen oğlu, 1. Frederick William, babasının kaprisi uğruna daha fazla para harcamak istemedi, panellerin sökülüp paketlenmesi emrini verdi.

1716 yılında İsveç’e karşı yapılan Rusya-Prusya antlaşmasının hatırası olarak da bu panelleri törenle Çar’a hediye etti. Paneller, bir yıl sonra, o sıralarda Büyük Petro tarafından yeni başkent olarak yaptırılmakta olan St. Petersburg’a götürüldü. Karşılığında Çar, Prusya Kralına 248 asker, bir torna tezgahı ve kendi yapıtı olan bir şarap kadehi hediye etmişti. Buna rağmen panellerle ilgilenmedi ve bir depoya koydurttu. Muhteşem panellerin tekrar gün ışığına çıkması için aradan 30 yıl geçmesi gerekti. Çariçe Elizabeth, panellerin Saray Mimarı Rastrelli’den Kışlık Sarayın çalışma odasında sergilenmesini isteyene kadar.

Çariçe 1755 yılında panelleri 2.Dünya Savaşına kadar kalacakları Çarskoe Selo’daki yazlık saraya taşıttı. İşte efsanevi oda, Katerina Sarayı olarak bilinen bu sarayda tamamlandı. Çalışmaları 20 yıl sürdü. Orijinali 36 m2 idi, 48 m2 daha ilave edildi. Yüksek oda duvarları 7.5 mt’ye kadar kehribarla kaplandı. Tamamı kırmızı, kahverengi, sarı, turuncunun tonlarında; küçük heykeller, çiçek desenleri, hanedan armaları, küçük taşlar ve kabuklarla işlenmiş, son derece gözalıcı bir ortam yaratılmıştı. Döşemede duvarlar kadar muhteşem girift işlemeli ahşap işi kullanılmıştı. Tavanda Rus saraylarında sıkça gördüğümüz resimlerden biri yer alıyordu.

1770 yılında tamamlandığı açıklanana kadar Königsberg’li (bugünkü Kaliningrad) beş usta çalışmıştı. Oda, diğer kehribar sanat eserleri ve imparatorluk hazinelerinin de sergilendiği bir yer olmuştu. Çariçe, yabancı konuklarını etkilemek için bu çok sevdiği odayı düzenli kullanır oldu. Sonraki imparatorlar da bunu devam ettirdi. Dekorasyona en son eklenen obje, 1913 yılında son Çar, 2. Nikola tarafından satın alınan kehribar taç idi.

İnanılmaz bir şekilde 170 yıl dayanan paneller, Bolşevik Devrimi’nde de bozulmadı. Arada restore edildiği yıllar oldu. 1940 larda geniş kapsamlı bir restorasyon planlandığı için panellerin fotoğrafları çekilmişti. Ama ne var ki, 1941’de Alman birlikleri Sovyetler Birliği’ni istila etti. Eylülde, Katerina Sarayı da dahil olmak üzere Leningrad (bugün St.Petersburg) civarındaki sarayları ele geçirdiler.

Rusların üç yıl boyunca karşı koyduğu Alman kuşatması sırasında şehirdeki sanat eserlerini koruma fedakarlıkları her türlü takdire şayan bir olaydır. Kum torbalarına sararak yer altına, toprak altına sakladıkları paha biçilmez sanat hazineleri, bugün Dünya’nın en büyük müzelerini onlara kazandırmış durumdadır.

Katerina Sarayı’ndan taşınabilir objeler Almanlardan kaçırılabilmiş. Ne yazık ki Kehribar Odasının panelleri yerlerinden sökülememiş. Aceleyle üzeri bir kat duvar kağıdıyla kapatılan kaplamalar, Almanların gözünden kaçmıyor. Hitler, Kehribar Odası’nın esas yeri olduğunu düşündüğü Königsberg’e iade edilmesi emrini veriyor. (O yıllarda Königsberg henüz bir Alman şehriydi.) Altı kişi 36 saat uğraşarak panelleri yerinden söküyor. Titizlikle sandıklara yerleştirilen yirmi ton kehribar kamyon ve trenlerle batıya yollanıyor. Alman gazete haberlerinde çıkan ‘’Kehribar Odası evine döndü’’ haberleriyle Königsberg Kalesi’nde monte edilmiş ve Nazi müzeleri arasında en popüleri olmuş.

1944 de Königsberg müttefikler tarafından bombalanmaya başlıyor. Panellerin küçük bir kısmı hasar görüyor. Ondan sonra olanlar belirsiz. Sovyet ordusu Königsberg’e yaklaşırken kehribar panelleri sandıklanıyor ve Saksonya’ya gönderilmek üzere yol çıkarılıyor. Sandıklar son defa nisan 1945 de görülüyor. Yapıt böylece ortadan yok oluyor. 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler ve Nazilerin, Dünya çapında pek çok sanat eserini, işgal ettikleri ülkelerden yağmalayarak ya özel mülklerinde saklamış ya da Güney Amerika ülkelerine kaçırmış oldukları biliniyor. O zamandan beri ortaya çıkmayan pek çok hazine gibi, Kehribar Odası’nın akibeti de bugün hala meçhuldür.

Ben bu aralar Kaliningrad’da yaşıyorum. ‘’Königsberg’’, Rusya’ya ilhakından önceki ismi... Kehribar Odası’nı St. Petersburg’daki Katerina Sarayı’nı gezerken görmüştük. Kaliningrad’daki Kehribar Müzesi’nde ise bu tarihçe ve bazı siyah beyaz fotoğraflar var sadece…Burada anlattığım hikayesini ise ben de yeni öğrenmiş bulunuyorum. Bizim gördüğümüz ‘’oda’’ 2003 yılında açılanıydı. 1940 lardan önce restorasyon niyetiyle çekilen orijinal oda fotoğrafları rehberliğinde yeniden yapılmışıydı. Saray gezimizde oda duvarlarına bakarken epey etkilenmiştik. Bu geçmişi o zaman biliyor olsaydım daha da ilgi çekici olacaktı. Şans eseri uzun süreler kalma imkanı bulduğum iki Rus Şehri bu hikayenin ana ekseninde yer alıyorlar. Son günlerde okuduğum Steve Berry’nin ‘’Kehribar Odası’’ isimli romanı da cabası oldu.

Yurtdışına sadece gezi amaçlı çıkma adeti bizde ne yazık ki pek fazla değil. Ama hasbelkader gidilen yer hakkında edinilen bu tür bilgiler, oranın tadını almakta çok faydalı olabiliyor. Kaliningrad, Türkiye’den turistik amaçlı gelinecek bir yer değil, ama St. Petersburg’a bizden pek çok tur gidiyor. Yolunuz düşerse Kehribar Odası’nı muhakkak görmenizi öneriyorum.

-‘’Amber is trying to communicate with us, but we are still unable to understand and discover all its secrets.’’(Kehribar bizimle iletişim kurmaya çalışıyor, fakat biz onun bütün sırlarını anlamak ve keşfetmekten hala uzağız.) -The Bakken Museum web site

Kaynakça…Kehribar Müzesi (Kaliningrad), Kehribar Odası (Steve Berry romanı), Skylife Dergisi, The Bakken Müzesi web sitesi.

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

ODTÜ - Demirel - 1965' te yayımlanan bildiri ve imzalar/Kültür - Sanat/milliyet blog




Tarih çok şeyler öğretiyor insana. Geçmişten günümüze ve geleceğe tarih bilmek önemlidir.

İşte bir örnek. Eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, 27 Mart 2007 salı günü, Bilkent Üniversitesi'nde katıldığı bir söyleşide kendisine sorulan bir soru üzerine özetle:

"ODTÜ'lü öğrenciler nerede?", diyerek gündemde olan bazı sorunlara neden tepkilerini getirmediğini sormuştu.

Bu sorunun yanıtı tarihte var.

10 Ekim 1965 günü genel seçimler yapılmış ve çoğunluğu Adalet Partisi almıştı.

Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel'e hükümet kurma yetkisi verilmiş ve Süleyman Demirel Başkanlığında bir hükümet kurulmuştu.

Duyarlı Türk vatandaşları, yeni kurulan hükümetin dış politikası konusunda ne gibi tavır belirlemesi yönünde görüşlerini belirten bir bildiri yayımladı.

Bildiri 1965 yılında yayımlandı ve o günkü sorunları yansıtıyordu.

Örneğin:

1965 yılında ABD, Vietnam'da soykırım yapıyordu.

2007 yılında ABD, Vietnam'a benzetilen Irak'ta yine soykırım yapıyor.

Turhan Feyizoğlu

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne mensup 38 profesör, doçent ve asistan, 28 KAsım 1965 günü, ortak bir bildiri yayınlayarak, Türk dış politikasının, bağımsızlıkları için savaşan ulusların karşısında değil, yanında olması gerektiğini belirtmişler, Vietnam savaşına Türkiye’nin tepki göstermemiş olmasını eleştirmişlerdir.

Bildirinin metni şudur:

“Kıbrıs konusunun Birleşmiş Milletler önünde tartışılmakta olduğu şu günlerde, gelişmekte olan ülkelere karşı Türk dış politikasıyla ilgili aşağıdaki gerçekleri kamuoyuna açıkça bildirmek isteriz.

Batının Uydusu

Herşeyden önce Türkiye, bağımsızlığı için savaşan ulusların karşısında değil, tamamen yanında yer alan bir dış politika izlemelidir. Oysa ilk kurtuluş savaşını vererek bütün esir milletlerin saygısını kazanmış olan memleketimiz, bağımsızlığına kavuşmak için İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana birer birer savaşmağa başlayan uluslara gereken ilgiyi göstermemiş, yavaş yavaş onların saygısını yitirmiştir. Hele kurtuluş savaşlarının özellikle yoğunlaştığı son yıllarda, Türk dış politikası, bu uluslara karşı tamamiyle kayıtsız kalan, yurdumuzu batının bir uydusu gibi gösterecek kadar aşırı batı taraftarı bir dış politika olmuştur.

Kıbrıs ve ABD

Bu politika, ne yazık ki bugün de niteliğinde herhangi bir değişme olmaksızın devam etmektedir. Oysa bugün, bağımsızlığına birer birer kavuşmakta olan bu ülkeler, uluslararası alanda ihmal edilemeyecek bir önem kazanmış bulunuyorlar. Bu ulusların esaretten kurtulma yolundaki savaşlarına Türkiye’nin aslında bir ödev olarak göstermesi gereken anlayış ve destek, aynı zamanda hem kısa, hem de uzun süreli uluslararası haklı davalarımıza, bugünkü müttefiklerimizin verdiğinden daha büyük ve daha etkili bir güç de kazandıracaktır. Örneğin müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri’nin, Kıbrıs sorunu için kendi çıkarlarına daha uygun düşen Enosis çözüm yolunu benimsediği görülmektedir. Bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş olan ülkeler ise, Kıbrıs’ın bağımsız, tarafsız, yabancı askeri üslerden arınmış ve iki milli topluluğun haklarını koruyacak federal bir devlet olmasını kolaylıkla destekleyebilirler. Bizce Kıbrıs sorunu için bulunabilecek en iyi çözüm yolu budur ve bu yol, bağımsızlığına yeni kavuşan ülkelerin sevgi ve desteğini kazanabilir. Yeter ki Türkiye, esaretten kurtulma savaşlarında bu uluslardan anlayış ve desteğini esirgemesin.

Vietnam Savaşı

Örneğin bu uluslardan biri, bütün varlığıyla bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için savaşmakta, fakat karşısında Amerika Birleşik Devletleri’nin en korkunç silahlarını bulmaktadır. Bu ulus, Vietnam ulusudur. 1954’te Fransız sömürgesi olmaktan kurtulan Vietnam’ın tarafsız, bağımsız ve ne Sovyetler Birliği’nin, ne Amerika’nın ve ne de Çin’in uydusu olmayan bir devlet haline getirilmesi yolundaki Cenevre Konferansı kararlarını Amerika Birleşik Devletleri kabul etmemiş, Güney Vietnam’daki Katolik azınlığı, Budist köylü çoğunluğa karşı desteklemiştir. Katolik azınlıkla Vietnam halkı arasındaki savaşa Amerikan askerleri aktif bir şekilde katılmış, böylece bu tarihten beri bu ülke barış yüzü görmemiştir. Güney Vietnam ile Kuzey Vietnam arasındaymış gibi gösterilmek istenen savaşa Amerika Birleşik devletleri artık resmen de katılmış, bu ülkedeki Amerikan askerlerinin sayısı 200.000’e yaklaşmıştır. Amerikan uçakları, savaşı ülkenin kuzey kesimine bulaştırarak burayı dört aydan beri insafsız bir şekilde bombardıman etmiştir. Onbir yıldanberi süregelen Vietnam savaşları, hesabı bilinmeyen ölçüde insan hayatına, tasavvurların ötesinde acıya ve gözyaşına sebep olmuştur. Bize göre Vietnam’da savaş derhal durdurulmalı, Vietnam halkının temsilcileriyle, ilgili devletler arasında yapılacak görüşmelerle 1954 Cenevre Antlaşmaları’nda öngörülen biçimde bir çözüm kabul edilmeli ve bundan sonra Vietnam’da hiç bir yabancı müdahalesine müsaade edilmemelidir.

Aydın Çevreler

Geçmişte kurtuluş savaşı veren Mısır, Cezayir ve Dominik gibi ülkelerdeki saldırılara karşı bütün uygar toplumlarda tepki gösterildiği ve son olarak Amerika’nın Vietnam’da üzerine aldığı rol, başta Amerikan toplumunun kendisi olmak üzere her yerde şiddetli tenkid ve protestolara yol açtığı halde, Türkiye’de ne hükümetler, ne de aydın çevreler bu konularda öğünülebilecek bir tutum göstermemişlerdir. Haberlerini çoğunlukla Amerika ve Avrupa haber ajanslarından edinerek halka duyuran yayın kaynakları, örneğin Vietnam sorununu hâlâ komünist tecavüzüne uğrayan bir ülkenin savunulması şeklinde göstermektedirler.

Gerçekleri Halka Duyurmak

Oysa bugün kurtuluş savaşı yapmakta olan uluslara Türkiye’nin göstereceği ilgi ve yakınlık bütün az gelişmiş toplumlar gözünde Türkiye’nin hakkı olan itibar ve saygıyı sağlayacak, ülkemizin kendi haklı uluslararası davalarını bu uluslara daha güçlü bir şekilde anlatmasına imkân verecektir.

Bizler, Üniversiteler kanunu gereğince, ‘gerçekleri halka yaymak’ görevi ile hareket eden üniversite mensupları olarak, az gelişmiş ülkelerle yurdumuz arasındaki ilişkileri yakından ilgilendiren bu sorunları kamuoyuna açıkça bildirmeyi ödev sayıyoruz.”

İMZALAR

Bildiride şu imzalar bulunmaktadır:

Orta DOğu TEknik Üniversitesi (ODTÜ) mensupları: Doç. Dr. Yorgi DEMİREL.

ODTÜ Asistanları: Şadi CİNDORUK, Ergin GÜNÇE, Metin HEPER, Selim İLKİN, Turgut VAR, Dr. Yaşar GÜRBÜZ, Hasan ÇELİK, Haluk ERLAK, Fikret GÖRÜN.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) mensupları: Prof. Bahri SAVCI, Prof. İbrahim YASA.

Ankara Üniversitesi SBF Doçentleri: Mümtaz SOYSAL, Tuncer BULUTAY, Ruşen KELEŞ, İsmail TÜRK, Haluk ÜLMAN.

Ankara Üniversitesi SBF Asistanları: Alparslan IŞIKLI, Güney AKALIN, Üren ARSAN, Vahdet AYDIN, Erdoğan GÜÇBİLMEZ, Çelik KURDOĞLU, Bilsay KURUÇ, Oğuz ONARAN, Özer OZANKAYA, Oral SANDER, Duygu SEZER ile Dr. Ahmet DEMİR, Dr. Sait DİLİK, Dr. Gündüz ÖKÇÜN, Dr. Mehmet SELİK, Taner TİMUR, Mete TUNCAY.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mensupları: Asistan Ahmet GÖKDERE, Ahmet KUMRULU, Yıldırım ÜLER, Doğu PERİNÇEK.

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Doğunun filozofları/Kültür - Sanat/milliyet blog



Doğunun filozofları denince aklıma ilk gelen isim Ömer Hayyam oluyor nedense. Herkes onu şair olarak bilir, şiirleriyle tanır. Oysaki Ömer şairliği kadar filozof, matematikçi, astronom, doktor ve doğa bilimcisi yönleriyle de hayatın içinde olmuştur. Hayyam, doğulu bir düşünce ve şiir adamı olmasına rağmen batıda gerçek değerini bulmuştur. Yunan filozoflarıyla bir yakınlığı olduğu için mi ya da gelenekleri
 kırıp özüne inmek istediği için mi bilgin olduğu kadar bilimden kuşku duyduğundan mı yoksa… Sanırım bunda Hayyam’ın şiirlerinin kendi yazdığı orijinallerinin olmamasının ve halkın meydanın anlayacağı dille konuşmuş olmasına rağmen bu kelimelere halkın zor anlayacağı yada yanlış anlayacağı anlamlar yüklemiş olmasının da katkısı olmuştur. Yani bunda birazda Hayyam’ ı çevirenlerinde etkisi olmuştur. Fransızlar da aynı şeyi Homeros’a yapmadılar mı Homeros’u yüzyıllarca bir akademi üyesiymiş gibi konuşturmadılar mı? Ben bu çeviriler içinde Sabahattin Eyuboğlu’nun çevirisini beğenirim. Zaten Hayyam’ın dörtlüklerini ondan tanıdım diyebilirim.

Hayyam’ı sevmemin en önemli nedeni benim gibi onunda cevap aradığı sorular olmasıdır… Kimim ben? Evrendeki yerim ne? Evrende zaman neden bu kadar uzun? Neden insan ömrü çok kısa? Neden kavrayış gücüm evreni anlamama yetmiyor? Evrenin sonsuz zamanı karşısında bir göz kırpması kadar kısa olan insan ömründe neden benlik davası, mal, mülk, para, şöhret, batıl inançlar, anlamsız savaşlar peşinde koşup duruyoruz? Evet neden cehaletin karanlıklarında bir birimizle didişip duruyoruz bunu hiçbir zaman anlayamayacağım. Bu konuda söylenecek çok şey var ancak bu seferlik Ömer Hayyam’ın bir dörtlüğüyle sözlerimizi noktalarken söylenecek sözleri ileriki bir zamana bırakalım…

Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.

Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.

Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.

Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Kehribar ve odası 1/Kültür - Sanat/milliyet blog



(Alman Der Spiegel dergisinin haberine göre, kayıp Kehribar Odası bulunmuş. Bir mağaradaki değerli kalıntılara ulaşmak oldukça zormuş. Ama hazine avcıları buna çalışacaklarmış. Bir yıl önce detaylı hikayesini yazdığım bu yapıt hakkındaki en taze haber bu...)

St. Petersburg’da, yazlık Katerina Sarayı’nda bir oda vardır. 7.5 mt yüksekliğindeki duvarları tamamen işlemeli kehribarla kaplıdır. Sarayın en ilgi çekici bölümü olan bu oda 2003 yılında turistlerin ziyaretine açıldı. Yıllardır süren restorasyonu o yıl bitmişti. Orijinal yapıt 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yok olmuştur. Ziyarete açılan yer, tarihi eserin günümüz Rus sanatçıları tarafından yapılan bir kopyasıdır. Efsanevi bir sanat eseri olan ‘’Kehribar Odası’’ nı bulma çabası, günümüzde çoksatar bir romana bile konu olmuştur. Etrafında gizem dolu söylencelerle yok olan bu sanat eserini meydana getiren malzeme, rusçası ‘’Yantar’’ olan kehribardır.

Şu anda bir ‘’kehribar ülkesi!’’ndeyim. Bahsettiğim yapıtın tarihçesinde, epeyce yeri olan bu şehir Königsberg’dir. Almanca olan bu isim, şehir 1946 yılında Rusya’nın eline geçtikten sonra Kaliningrad olarak değiştirilmiştir. Baltık kıyısında yer alan bu nadide coğrafya, kehribar’ın hem çıkarıldığı hem işlendiği en büyük merkezdir. Buraya gelip gitmeye başladıktan sonra benim de çok ilgimi çeken bu cevherle ilgili, meraklısına derli toplu bir bilgilendirme notu yazmak istedim. Ayrıca oluşumuna dair Phaeton efsanesi ve Kehribar Odası’nın tarihi hikayesine de yer vereceğim. İlginç bulunacağını sanıyorum.

Kehribarı, biz, genellikle değerli bir tesbih malzemesi olarak biliriz. Son yıllarda artan miktarlarda takılarda da rastlar olduk. Bu takıların menşeinin Rusya olduğunu, görme şansı bulduğum diğer Rus kentlerindeki kehribar takı satışının yaygınlığından anlamıştım. Ama asıl merkez Kaliningrad’ mış. Bu şehirde özel bir Kehribar Müzesi var. Havaalanından başlayarak kehribar hediyelik satan dükkanlarla, büfelerle adımbaşı karşılaşabiliyorsunuz. Ayrıca kehribar işlemeciliği eğitimi veren özel sanat enstitüleri bile var. Bu cevhere ilişkin bazı inanışları da var Rusların…Boynunuzda taşıyacağınız bir kolyenin boğaz ağrıları ve guatra iyi geldiğini söylüyorlar. Sol elde tutulup, ovulacak bir parçasının vücuttaki fazla elektriği alacağına, kasaya konduğunda para çekeceğine inanılıyor. Ayrıca Aslan burcunun uğurlu taşıymış kehribar. Buharıyla meyve olgunlaştırılabilirmiş. Bu kadar özellikleri olan ve sevilen şey ne metal ne de taştır! Öyleyse nedir?

Almancası ‘’bernstein’’, İngilizcesi de ‘’amber’’ olan bu cevher, ağaçlardan sızan reçinenin fosilleşmiş halinden başka bir şey değildir…Baltık kıyılarında geniş alanlar kaplayan yüksek ağaçların milyonlarca yıl önceki atalarından yadigardır. Bu nedenle bilimadamlarının ‘’Zaman Kapsülü’’ adını da verdiği kehribar, 40-50 milyon yıl öncesini, şeffaf görüntüsüyle günümüze taşır. Jurassic Park’taki dinozorlar, bu kapsülde günümüze erişen atalarının fosillerinden elde edilen genlerle oluşturulmuştur.

Ağaçlardan aşağı, denize doğru akan bal kıvamındaki reçinenin içerisinde tarih öncesi zamanların sinek, böcek ve yaprak parçaları hapsolup günümüze kadar bozulmadan kalmaktadır. Belki de böyle bir özelliğinden dolayı eski Mısır’da mumyalama işlemlerinde de kullanılıyormuş. Tarihin çok eski çağlarından beri bilinen bu cevhere, Yunancada ‘’Elektron’’ adı verilmiş. Rusya’da ‘’Güneş Taşı’’ da derlermiş, ışığı yansıtmasından dolayı…

Sanatçıları kışkırtacak kadar çok rengi ve dokusu vardır. Siyah, kırmızı, kahverengi, sarı, bej renklerinin pek çok tonu yanısıra nadiren yeşil ve mavisine de rastlanmaktadır. Soğuk Baltık denizine ulaşınca donup katılaşan balın şeffaf görüntüsünden başka içinde çeşitli renk damarları barındıran masif kütleler de var. Buralarda altın gibi belli değerlendirmelere bağlı alışverişi yapıldığını söylüyorlar. Amorf külçeler olarak da satılıyor. Parça büyüdükçe birim değeri artıyor.. İçerisinde gerçek hayvan fosili bulunması ayrıca değeri yükseltiyor. Ama en büyük değeri sanatçının eli katıyor. Takı ve eşya tasarımı yarışmaları katalogları bile bulunabiliyor. Şehirde sık sık kehribar hakkında fuar, festival ve seminerler düzenleniyor. Hediyelik dükkanlarında, burada yer verdiğim fotoğraflarda da görüleceği üzere, küçük hayvan biblolarından, takılara, tablolardan, pipolara, anahtarlıklara, tesbihlere, mücevher kutularına varıncaya kadar pek çok obje satılmaktadır. Küçük şekilsiz kütlecikler halinde de tezgahlarda satılmaktadır ki, hiçbir parça diğerine benzemez. Kente yolu düşenler muhakkak bu objelerden edinmektedir.

Daha önceleri sadece takı malzemesi olarak beni cezbeden bu nadide madde, yakından tanıdıkça beni daha derinden etkiliyor. Doğal olması, tarihin derinliklerini avucunuzda tutuyor hissi vermesi, neredeyse tatlımsı ve sıcak görüntüsü, sürekli değişken hali, tarihi şahsiyetleri de etkisi altına almış. En büyük eser de bir kralın ısmarlaması olarak yapılmış, bir imparatoriçe sahip çıkmış, yüzlerce yıl dayanmış ama yeryüzünün gördüğü en büyük savaşta bir anda ortadan kaybolmuş. Bu hikayeyi ve kehribarın oluşumuna dair trajik Phaeton efsanesini, bu yazının ikinci bölümünde anlatacağım.

‘’Kehribar’’ başlıklı galerimde bu konu için kendi derlediğim görüntüleri verdim. Fotoğrafların büyük kısmı eşimin de katkılarıyla bana aittir. Yantarni Komnata (Kehribar Odası)’a ait görüntü internetten alınmadır. Bizim gezdiğimiz sırada fotoğrafa izin verilmiyordu. Birkaç görüntü de yazıda bahsettiğim çağdaş sanatçı katalogundan alınmıştır. ‘’Ağaçlı görüntü’’ müzedeki canlandırma maketinden, hediye tezgahları ise havaalanındaki dükkanlardandır. Yantarni Müze girişi fotoğrafı da görüntüler arasındadır. Ama yazısı kiril alfabesiyle oldukça da süslü olduğundan bizim için anlaşılmazdır. Kolye ve küpeler evde güneş ışığında alınmış görüntülerdir.

Kaynakça…Kehribar Müzesi, Kehribar Odası-Steve Berry, Kaliningradlılar.

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Kitap- entel- insan/Kültür - Sanat/milliyet blog




Benim çevremde gördüğüm ve gözlemleyebildiğim kadarıyla, insanlara olan güvenimizi ve bu bağlamda inancımızı tamemen yitirdiğimiz artık kaçınılmaz bir biçimde belirginleşiyor. İkili ilişkilerde de bu böyle, toplum olarak da böyleyiz. Doktora güvenmiyoruz çünkü hastanelerde yapılan yolsuzlukları, bıçak paralarını biliyoruz.
 Öğretmene güvenemiyoruz ders verdiği özel dersanelerde peşinden koşuyoruz. Mimara, mühendise inanmıyoruz depremlerde yerle bir olan ve durup dururken çöken binaları görüyoruz.

Hepsinden önemlisi de berbat bir eğitim sistemimizin olması. Her şey tamamen ezbere dayalı. Söylermisiniz bir insan herşeyi ezberleyerek ne kadar aklında tutabilir, kaç yıl böyle ezberleyerek yaşayabilir. Bir gün bir yerde mutlaka ezberinde bir yanlış olacak ve bu sistemde kendini gösterecektir. Velilerin anlamadığı veya anlamak istemediği tek şey şudur; başarı, bir öğrencinin karnesinin baştan aşağı 5 veya 10 larla dolu olması değildir. Önemli olan neyi ne kadar bildiğidir. Maalesef sağlam olmayan temeller üzerine atılan fakülte bilgileri sonra bizlere zarar olarak geri dönüyor. Okumak çok güzel bir insan için yapılması gerekli olan bir durumdur. Fakat bu kadar gözünü kapatıp ne olacağını bile bilmeden okumak kadar yanlış bir şeyde olamaz. Bütün algılarını kapatarak irade, mantık, düşünce kapalı sadece ezber açık olarak neyi ne kadar öğrenebiliriz.

En kötüsü de entellektüel kavramının içinin boşaltılarak, yine ezberci kafamızla gereksiz bilgiler edinip, gereksiz zamanlarda bir de bu bilgileri kullanmaya çalışmamız. Çok kitap okumak, çok film adı ezberlemek, araya bir kaç yabancı kelime yerleştirmek, biraz markalı giyinmek beyinlerimizi görgülü, kültürlü, bilgili yapmıyor maalesef. Yaygın kanı bu yönde değil tabiki. Para denilen kağıt parçası sihirli değnek sayılıyor. Dış görünüş cilalanıyor fakat Allahtan ki, beynimiz kafatasımızla korunduğundan dolayı şimdilik oraya öyle kolay kolay ulaşılamıyor.

Bu kadar acımasız olmak istemiyorum. Ne yazıkki yakın çevremde de bu tarz insanlar görmeye başlayınca yaşadığım şaşkınlığı görmeniz gerek. Bir arkadaşım-gerçi arkadaş kelimeside artık yanlış kullanılıyor, en iyisi tanıdığım diyeyim-evet uzaktan tanıdığım biri sürekli elinde listebaşı kitaplarla dolaşır. Nereye gitsek, ne zaman görsem çantasında bir listebaşı kitap vardır ve onu da çıkarır masanın üstüne koyar. Bir gün aklım sıra bir kaç kitap tavsiye edeyim dedim hani madem okumayı bu kadar çok seviyor!! Ne dese beğenirsiniz-sanırım samimiyetime güvenerek-''ben bunları tam okumuyorum, böyle yanımda taşıyorumki insanlar beni kültürlü sansınlar'' Yaşadığım durumu siz hayal edin artık. Yine çok süslü olan ve hep abiye giyinen bir tanıdığım bir gün çıkageldi. Hiç unutmuyorum üzerinde kot pantolon, postallar, kadife bir ceket vardı. Bana gülen gözlerle bakıp şöyle demişti ''bak ben artık entel oldum.''

İnsanlar gerçekten ne yapacaklarını iyice şaşırdılar. Her yer artık okumuş cahillerle dolu. Televizyonda bir röportaj izliyorum. Lanse edilen bayan, sosyotenin tanınmışlarından, yurtdışı falan görmüş, sunucunun gayet eğilip bükülerek konuştuğu biri ve beni çok sinirlendiren şu tanımlamaları kullanılıyor. Yaptığı işin o ortamda olamayacağını anlatmak istiyor (en azından ben öyle tahmin ediyorum)ve kullandığı tanımlama:''manyak gibi ortam''. Ayrıca sanırım oranın loş olması gerktiğini anlatmak istiyor, kullanılan tanımlama:''cayır cayır ışık''

Kimseyi yargılamak veya ders vermek gibi bir niyetim yok fakat artık şu banallıktan kurtulalım lütfen. Biri konuşurken, okurken, yazarken anlamaya ve dinlemeye önem verelim. Hiç kimse çok kültürlü, bilgili değildir. Herkesin birbirinden öğreneceği en az bir bilgi vardır. Çobandan koyunun dilini öğrenirsiniz, doktordan kendi beden dilinizi. Herkesin bildiği konular farklıdır. Hiçbirimiz süperman değiliz ve olamayızda. Makamlara, mevkilere göstereceğimiz saygıyı ilme ve bilme gösterelim. Şu şakşakcılığı bırakalım artık.

Nasrettin Hoca'nın ''Ye kürküm ye'' fıkrası aklıma geliyor nedense. Sakın o zamanlar ''Bakın padişahım, bir gün gelecek dünya böyle olacak'' diyerek anlatmış olmasın o fıkrayı...

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Zaman devrilir/Kültür - Sanat/milliyet blog Zaman devrilir




Efendim zaman devrilir, zaman kurulur bu devran sürer gider. Bu zaman kavramı içerisinde çınarlar dikilir büyür ve yıkılır. Bu dönemlerde her çınar kendi gölgesini yapar. Burada yaşayanlar bundan faydalanır. Çınar kendi büyüklüğünce gölgesi de o kadar büyük olacaktır. Kendi kültürümüz ulu bir çınar iken
 bu kültüre yabancılaşma ve ona küsme çınarın kollarını kırmış dal ve budakları kurumuş eski defterlerde perde perde dökülmüş kalmıştır.

Avrupa Rönesans ve reform hareketleriyle geçmişine sahip çıkarak eski yunan eserlerini düşünce ve ilim adamlarını ön plana çıkarmış, hatta Osmanlıda yetişmiş bir çok bilim adamlarının eserlerini kendi dillerine çevirerek yenileşme yaparken kendi öz kültürü ve bu kültürü besleyen kaynaklardan yararlanmasını bilmiştir. Oysa bizde ise Tanzimatla birlikte kendi öz kültürüne karşı çıkılmalar başlamış yabancı hayranlığı Fransız kültürü ön plana çıkmıştır. Bizim kalkınmamız batılılaşma ile olacak denilirken kendi kimliğimiz kaybedilmiş çınarlar birer birer yıkılmaya başlanmıştır. Öyle ki geçmişe sahip çıkma konusunda Avrupa bizden daha tutucudur.

Örneğin bu gün Avrupa ülkelerinde krallar halen vardır. Ve halk bunlara saygı gösterir. Bu krallar sembolik manada olsa da geçmişe saygı ifadesi olarak önemini korumaktadır. Bu gün dünyada ilerleme kültüre sahip çıkmakla olacaktır. Eskiden top ve tüfekle kazanılan zaferler günümüzde ekonomik zenginliklerle sağlanmaktadır. Bu gün Japon şirketleri dünya markaları haline gelmiş bu sayede dünyada söz sahibi olmuştur. Bunu yaparken de geçmişini unutmadan onu koruyarak geliştirerek yapmaktadır. Alfabesi, yemek kültürü, bunun yanında modern hayatı…

Kendine ait olanı inkâr ederek başkasına kapılanma yönelme. Önce kendisi olamama kendini tanıyamama… Yunus Emre’nin

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Ha bir kuru emektir

Dizelerinde dile getirdiği kendin olma kendisi olma önce bunun aşılması gerekiyor. Osmanlı döneminde Nizam-ı Âlem fikri önce bunu sağlamıştır. Kendisine hükmedemeyen başkasına hükmedemez. Osmanlıyı imparatorluk haline getiren bu inanç bu çalışma ve kendin olmadır. Adam olmak önemli değil adam gibi durmak önemlidir. Bu da ancak kendi kültürünü tanıma sahiplenme ve onu geliştirerek yüceltme ile olur.

O halde toplumlar geçmişleri, kültürleri ile ayakta kalacak ve büyüyecektir. Bu konuda Türk toplumu olarak da kendi kültürümüze sahip çıkma geliştirme mecburiyetindeyiz. Sadece belirli günlerde, müzelerde değil hayatın her anında zamanla göstermeliyiz.

Geçmişe ah çekerek değil aşk ile bakmalıyız.

İskender Pala (Zaman 09/12/2005)Ziya Paşa’dan

"Bil illeti kıl sonra müdâvâta tasaddî

Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın"

(Önce hastalığı teşhis eyle; ancak ondan sonra deva için çareler ara

Her merhemi her yaraya iyi gelecek sanırsan aldanırsın….)

mustafa doğru

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Kitap oku da güzellik doku/Kültür - Sanat/milliyet blog




KİTAP OKUMAK

Kitap okumak: İyiliğe, güzelliğe uzanan, içinde binbir renk ve desen bulunan bir halı dokumak.

Kitap okumak: Kardan, kıştan kurtulmak, bahar olmak, çiçek açmak, arıya dönüşerek; çiçeklerden bal yapacak malzeme taşımak

Kitap okumak: Sanat, bilim deryasına dalmak, yılana, yalana sarılmadan yaşamak.

Kitap okumak: Düşünce ve duygularına yeni ufuklar açmak, mutluluğun gökyüzünde güvercin uçurmak.

Kitap okumak: Özlemlerine, umutlarına kanat takmak, erdem ve özveriyle tanışmak.

Kitap okumak: Yazarlardan aldığı güçle bilgisizliğin, bilinçsizliğin karanlığını delmek, acılarını unutup gülmek, aydınlık sabahlara uyanmak; kötülere, çirkinlere meydan okumak.

Kitap okumak: Sevmenin, sevilmenin, insan olmanın değerini, önemini anlamak, uygarlaşmak, gelecek güzel günlere yelken açmak.

Erhan Tığlı

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,