Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Erhan Tığlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erhan Tığlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dünya çevre gününüz kutlu olsun ama.../Kültür - Sanat/milliyet blog



Çevre bize kızıyor, kızgınlığını doğal afetlerle dile getiriyor. Depremler, sel felaketleri, toprak aşınması, kuraklık, çoraklık, kirlilik birbirini izliyor. Gölleri kuruttuk, akarsuları kirlettik, denizlerin maviliği aldı başını gitti. Doğanın renklerini soldurduk, her yeri kimyasal atıklarla doldurduk. Kara bulutlar hiç eksilmedi gökyüzümüzden, benliğimizden.

Ozon tabakasında kocaman bir delik açıldı sayemizde. Bu yaptıklarımız bir çeşit delilik ama farkında değiliz hiç. Kendimizi akıllı sanıyoruz. Yarını düşünmüyor, günü gününe yaşıyoruz. Günümüzü mahvettiğimiz yetmiyor, geleceğimizi de karartıyoruz. Bu dünya bize atalarımızın emanetidir. Emanete hıyanet ediyoruz oysa hiç utanıp sıkılmadan.

Kâr hırsıyla bahçeli evleri bozuyor, yerlerine gökyüzüne hançer gibi saplanan, güneşimizi tutuklayıp doğamızı har vurup har vurup harman savuran çiçeksiz bloklar, siteler, apartmanlar dikiyoruz. Doğayı doğallığından çıkarmaktan adeta bir zevk duyuyoruz. Gün ışığını görünce dışarı çıkarak yararlanacağımıza, içeriye ışık girmesin diye pencerelerimizi kalın perdelerle örtüyoruz. Sonra hasta olunca niye hasta olduğumuza şaşırıyoruz. Atalarımızın, “Güneş girmeyen eve doktor girer”, “Ne ekersen onu biçersin”, “Rüzgâr eken fırtına biçer”, “Bakarsa bağ olur, bakmazsan dağ olur” gibi özlü sözlerine kulak vermiyoruz. Damlaya damlaya göl oluyor; O, çöp atıyor, bu kirletiyor, şu tükürüyor derken doğa, doğanın güzelliği buhar olup uçuyor. Sorunlar dağ gibi yığılıyor...

***

Çiçekler yeryüzünün yıldızı, yıldızlar gökyüzünün çiçekleridirler ama gören yok bu güzellikleri. Plazalarda, “center”larda aval aval dolaşıyoruz, yapay, sanal güzellikleri hayranlıkla seyrediyoruz. Karıncalar kadar olamıyoruz, arılar gibi bal yapamıyoruz, kelebeklerin, böceklerin güzelliklere güzellik ekleyen şirinliklerinin farkına bile varamıyoruz. Verimli topraklara fabrika kondurmayı, her tarafı filtresiz fabrika bacalarıyla donatmayı, kirli atıklarımızı akarsulara, denizlere akıtmayı marifet sanıyoruz. Kalkınıyoruz, ilerliyoruz diye burnumuz Kaf dağında, göğsümüzü gere gere dolaşıyoruz. Oysa kuşların ötüşü, rüzgârın esişi, çiçeklerin açışı kadar güzel değil sanatımız. Bilim kötüye kullanılıyor. Eski güzelliklerin gittikçe kaybolduğunu, yozlaştığını göremiyoruz. Bakar körüz çünkü, gönül aynamız kir pas içinde. Seyretmeyi seviyoruz, olup biten çirkinliklere seyirci kalıyoruz. Burnumuzun dikine gidiyoruz. Doğayı kendi çirkinliğimize benzetiyoruz. İşin kötüsü bu yozluğa, nobranlaşmaya alışıyoruz, katkıda bulunuyoruz!

***

Unutmayalım ki, çevreyi hor gören güzellikleri zor görür. Ne yaparsa yapsın, özlediği cennete kavuşamaz, tüm umutları suya düşer, kendi cehenneminde çürür. Bir gün bu güzel dünyayı bırakıp gitmek zorunda kalınca bir avuç toprak bulamaz, demire, betona gömülür, tüm çirkinliğiyle. Şiirsizliğe mahkûm olur benliği, masala döner kişiliği...

***

Kendisine ettiğimiz bunca eziyetlerden, işkencelerden sonra, çevre bizi dövse evire çevire, doğa yüzümüze tükürse yeridir.

Çevreyi kirleten, doğaya saygı göstermeyen kişi ne kadar ilerici geçinse de geridir, geri kalmış biridir. Böyleleri övüneceklerine yerinmeli, yerin dibine girmelidir.


Erhan Tığlı

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Gez, güzellikleri gör, gerçekleri sez/Kültür - Sanat/milliyet blog



Atalarımız, “Çok okuyan değil, çok gezen bilir” demişlerdir. Gezelim ama bilinçli gezelim. Gezip dolaşacağımız yer hakkında önceden bilgi edinelim, kitap, broşür karıştıralım, yoksa boşuna zaman kaybederiz;

Oraya mı gideyim, burayı mı göreyim derken saatler geçer, gezimiz hiçbir işe yaramaz. Gezeceğimiz yerin özelliklerini, güzelliklerini iyi bilmeli, ona göre gezmeliyiz. Turistler bilinçli gezdikleri için bizi bizden daha iyi biliyorlar ne yazık ki. Bu yazıyı yazdıktan bir süre sonra Didim’e gideceğim. Oradan Bodrum’a, Marmaris’e uzanmak istiyorum. Didim deyince aklıma geldi. Didim’de yazlığı olan kişilere sordum. Yollarının üstündeki harabeleri, Apollon mabedini gezmemişler, merak etmemişler. Yine o civardaki Milet, Efes gibi tarih kokan yerlere okul gezilerinde gitmişler ancak. Oysa oraları her mevsim turist kaynıyor!..

Bir de şu var: Avrupalılar yurdumuza gelince tarihi, turistik yerlere akın ederler, bizimkiler Avrupa’ya gidince alışveriş etmeye koşarlar. Avrupa malı diye Türk malı alıp gelenlere ne dersiniz?

Ne olursa olsun severiz biz gezmeyi, eğlenmeyi. Gezmek kökünden gezenti, gezgin, gezinti gibi sözcükler türetmişizdir. Kendimiz gezdiğimiz gibi göz gezdirmek de isteriz! “Gez dünyayı, gör Konya’yı” deriz. Bir de “tebdili mekânda hayır var”, deniliyor. Yani üzüntülerden, dertlerden kurtulmak için gezip dolaşmak öneriliyor. Eskiden padişahlar tebdili kıyafet ederek(kıyafet değiştirerek) gezip dolaşırlar, halkın düşünce ve duygularını bilip öğrenmek isterlermiş Günümüzde de politikacılar seçim gezisi yapıyorlar. Başbakanımız da gezmeyi çok seviyor. Dünyada gezip dolaşmadığı ülke kalmadı gibi.

Gezmek çeşit çeşit. Hayal dünyasında gezmek daha çok romantik kişilerin, şair ve yazarların işi. Siz hiç gönlünüzün bahçesinde gezindiniz mi? Bir şarkıda şöyle deniliyor:

“Bugün yine gönlümün bahçesinde gezindim/ Sana baktım ay kadar, güneş kadar güzeldin.”

Aval aval gezenleri, boşta gezenleri, boş gezenin boş kalfalarını da unutmayalım. Şu maniye kulak verin de ona göre gezin: “Lale sümbül ezdirir/ Tatlı candan bezdirir/ Sevip sevilmeyenler/ Bir kuru can gezdirir.”

Halk ozanları diyar diyar gezerler, her gittikleri yerde ayrı bir güzellik bulurlar. Karacaoğlan gezgin bir ozandır. Bir koşmasında bu özelliğini bakın nasıl dile getiriyor:

“Çıktım seyreyledim Niğde’yi Bor’u

gezsem ala gözlüm var m’ola

Acep Güzeller durağı Tokat Engürü

Acep gezsem ala gözlüm var m’ola

Hey geri de deli gönül hey geri

Adana İlbeyi Göksün Tekiri

Otuz iki sancak Diyarbekiri

Acep gezsem ala gözlüm var m’ola”

Tekke şairi Yunus Emre, görüşlerini yaymak, kendisi gibi hak âşıklarıyla bir arada olmak için gezip dolaşır, gezdiği yerlerde kendisi gibi garip olan kişileri arar:

“Acep şu yerde var m’ola

Şöyle garip bencileyin

Bağrı başlı gözü yaşlı

Şöyle garip bencileyin

Gezdim Urum ile Şam’ı

Yukarı illeri kamu

Çok istedim bulamadım

Şöyle garip bencileyin”

Ne kadar gezip dolaşsa aradığını bulamaz ve şiirini şöyle bitirir:

“Hey Emre’m Yunus biçare

Bulunmaz derdine çare

Var şimdi gez şardan şara

Şöyle garip bencileyin”

Namık Kemal, Vatan Kasidesi’nde vatanı yaralı ve inleyen bir aslana benzeterek, “Kilâb-ı zulme(zulüm köpeklerine) kaldı gezdiğin nâzende sahralar” diyor.

Köroğlu kendini, “Ben bir Köroğluyum dağda gezerim/ Uçan kuştan hile sezerim” dizeleriyle tanıtıyor. Bâki, “Kanuni Mersiyesi”nde ilkbahar bulutunun kendisi gibi ufukları ağlayarak gezmesini istiyor.

Nedim, sevgilisini Sadabatta gezip eğlenmeye çağırıyor. “Gidelim serv-i revanım yürü Sadabada” dediği gezme, eğlence yerinde bakın neler varmış:

“Gezermiş kasrın etrafında yer yer taze mehrular( ay yüzlü güzeller)

Mükahhal(sürmeli) gözlü Şirin sözlü Leyli yüzlü âhular

Heman alkış sadasın andırırmış çağlayan sular

Ederlermiş duasın padişah-ı madeletkârın( adaletli)”

Bir manide şöyle deniliyor:

“Bülbül taşta ne gezer

Kalem kaşta ne gezer

Yâri güzel olanın

Aklı başta ne gezer”

Bir türküdeki sevgiliye seslenişe bakalım şimdi de:

“Altını bozdurayım

Gerdana dizdireyim

İpek mendil değilsin

Cebimde gezdireyim.”

Yukarıda politikacıların seçim gezilerine, sosyetemizin ve kimi devlet adamlarının bilgi ve görgülerini arttırmak için yaptıkları dış gezilere değindik. İş adamlarının iş bahanesiyle gittikleri geziler vardır bir de. Bu gezilerde işten çok gittikleri yerlerin kadınları, kızlarıyla iş pişirilir ya da sekreter diye sevgililer götürülür, tek bir bavulla gidilip üç bavulla dönülür. Geçim gezisi nedir biliyor musunuz? Dar gelirli kişiler nerede ucuz şey var diye çarşı-Pazar gezerler, ayaklarına karasular iner geze geze ama gene de kazıklanmaktan kurtulamazlar. Yorulmaları yanlarına kâr kalır!

Çayır çimen geze geze

Oldum ben bir geveze

Kızına gönül verdim

Darılma hanım teyze.


Erhan Tığlı

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Eşek arıyorum Eşek/Kültür - Sanat/milliyet blog



Eşek çilekeş bir hayvandır; yüzyıllarca insanları sırında taşımış, yüklerine hamallık etmiş ama gene de yaranamamıştır hiç kimseye. Adı hakaret amacıyla ağza alınmış, çaptan düşünce boşuna yem yiyip de bütçemize yük olmasın diye sokağa atılmış ya da kasaplara satılmış, etinden sucuk yapılmıştır. Oysa davranışlarıyla insanlara ders veren, baş
 üstünde gezdirilmesi gereken evcil bir hayvandır o. Birkaç eşek fıkrası anlatalım da anlayın değerini, önemini ve de gereğini...

İncili Çavuş sağda solda, “Benim eşeğim padişahtan daha akıllı” der dururmuş. Bu padişahın kulağına gitmiş, onu makamına çağırtıp bir güzel haşlamış, öfkeyle; “Eşeğinin benden daha akıllı olduğunu kanıtlayamazsan vurdururum kelleni!” diye bağırmış.

İncili Çavuş, “Şimdi anlatacağım padişahım, demiş. Eşeğim geçenlerde taşlı yoldan geçerken az kalsın uçuruma düşüyordu. Bu ona ders oldu. Bir daha o yoldan geçiremedim kendisini. Oysa siz merhum babanızın geçtiği taşlı dikenli yollardan geçmeye devam ediyorsunuz. Onun başına gelenlerden hiç ders almıyorsunuz. Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin bakalım. Bu durumda eşeğim sizden daha akıllı sayılmaz mı?”

Padişah söyleyecek söz bulamamış ve çavuşu salıvermiş.

Bir başka eşek ırmaktan geçmek üzereyken akrep kendisini de karşıya geçirivermesi için yalvarmış. Eşek, “Geçirmesine geçiriveririm de, ya yolda beni sokarsan?” diye konuşmuş. Akrep böyle bir şey yapmayacağına söz vermiş ve eşeği kandırmış ama karşıya geçerlerken kıyıya varmaya az bir zaman kala eşeği sokmaya hazırlanmış. Eşek onun bu kötü huyunu bildiği için yan gözle onu gözetliyormuş. Akrebe, “hayrola, ne yapıyorsun, sen yapılan iyiliğe böyle mi karşılık verirsin?” diye sormuş.

Akrep, “Ne yapayım, huyum bu. Vazgeçemiyorum bir türlü. Kusura bakma” diye boynunu bükmüş. Eşek, “Asıl sen kusura bakma” diyerek birden suyun içine dalıvermiş. Akrep de bir şey yapamadan boğulup gitmiş.

Bu tür fıkralar, ders verici öyküler insanlarımızın aklını başına getiremiyor bir türlü. Padişahlıklarını(!) sürdürüyorlar, gittikleri eğri yoldan vazgeçemiyorlar; akrepleri sırtlarında taşıyorlar; o kadar dert yandıkları, yaka silktikleri politikacıları getiriyorlar; Rabbena hep bana diyen liderlerden medet umuyorlar. Takım tutar gibi parti tutuyorlar...

Bu yüzden onlardan umudumu kestim. İncili Çavuş’un eşeği gibi bir eşek arıyorum.

Eşek arıyorum ama sırtına binenlere izin veren, omuzlarındaki yükü gık demeden taşıyan eşeklerle işim yok ha! Onlardan bol ne var ki...

Aradığım eşek, fıkralardaki eşek gibi olsun, verilen öğütlere kulak tıkamasın, yorgan döşek yatmasın. Gözlerini kapayıp vazifesini yapacağına, gözlerini açıp gerekeni yapsın.

Böyle bir eşek bulursanız bana haber verin.

Erhan Tığlı

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Sandık/Kültür - Sanat/milliyet blog



Bir türküde, “Sandığımı açamadım/ Çeyizimi saçamadım/ Yazık olsun gençliğime/ Bir kız alıp kaçamadım” diye hayıflanılıyor. Ben de, yazık olsun vatandaşlığıma, iyi bir milletvekili seçemedim, diyerek sandıklı laflar, söz ve deyimlerle oyalanıyorum. Sandıklı diye bir ilçemiz vardır. Kızların çeyiz sandıkları ünlüdür. Bu sandığa kızların evlendikten sonra kullanacağı eşyalar konulur. Analar kullanmaya kıyamadıkları el emeği, göz nuru oyaları,
 elişlerini, nakışları sandığa kaldırırlar. Kız evlenir, çocukları olur ama bunların çoğunu orta yerde eskitmek istemez, o da kızına çeyiz olsun diye sandıkta saklar. Sandık ayrıca değerli eşyaların, malzemelerin konulduğu bir yerdir.

Anadolu’nun kimi köylerinde kızlar, beğendikleri gençleri eve çağırırlarmış. Muhabbetin en tatlı yerinde bir gürültü olur, kız telaşla ayağa fırlar, “Bizimkiler geldi galiba. Seni burada görmesinler, fena olur. Çabuk şu sandığın içine gir. Ben onları geri yollayıncaya kadar sakın dışarı çıkma” dermiş. Oğlan sandığın içine girince üstüne oturur, akrabaları ve nikah memuru gelinceye kadar kalkmazmış. Sandıktan hep politikacı çıkmaz ya, arada sırada damat çıkar böyle... Sandıktan çıkmak denilince ünlü politikacı Süleyman Demirel’in, “Biz sandıktan çıktık” deyişini anımsadım. Sandıktan çıkan politikacılar kızımızla evlenmek yerine anamızı ağlatmaya çalışıyorlar nedense...

Eskiden tulumbacıların yangın söndürme sandıkları olurmuş. İşte türküsü: “Sandık sandıklar içinde sandığımız var/ Hazreti Mevla’ya yalvarmamız var/ Beyoğlu’ndan çıktım, koptu kıyamet/ Galata’ya varınca oldu selamet/ Hurşit Reis sandık sana emanet...”

Sandığın ne önemi olacak deme. Daha ne sandıklar var ne sandıklar! Emeklilerin emekli sandığı, langırt köy sandığına diye esprisi yapılan köy sandığı, ayrıca memurların çeşitli yardım sandıkları bulunur. Eski evlerdeki sandıklar bir çeşit kasa gibidirler; eşyalardan başka para, mücevher de saklanır oralarda. Kuru yiyeceklerin bile konulduğu olmuştur...

Gelelim en önemli sandığa. Seçim sandığı ortaya dört beş yılda bir çıkar ama vatandaşın kader sandıklarıdırlar. Her zaman ele geçmez kaderini değiştirme fırsatı. İyi düşünmeli, sandığa oyunu atarken dönen oyunları, çevrilen dolapları akla getirmelidir. Yoksa, “Adamı derdimize derman olur sandık, sandıktan çıkardık. Lafla peynir gemisi yürütmekten başka hiçbir iş yapmadı. Tatlı vaatlerine kandık, aldandık; bir lokma, bir hırka yaşamak zorunda kaldık. Eski günleri özlemle andık, mumla aradık, ekmeğimizi gözyaşımıza bandık. Yandık Allah’ım yandık!” diye feryat eder dururuz.

Sandık deyip geçme, sandığın işlevini küçümseme. Onun sayesinde dolar umut küpümüz, onunla akar geçim çeşmemiz.

Erhan Tığlı

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,


Seçimini iyi yap/Kültür - Sanat/milliyet blog



Seçmek çok düşünerek, ölçüp biçerek yapmamız gereken bir eylemdir. Yiyeceğimiz aşı iyi seçemezsek midemiz bozulur. Evleneceğimiz eşi iyi seçemezsek hayatımız zehir olur. Yapacağımız işi iyi seçemezsek işe giderken ayaklarımız geri geri gider ve mutlu olamayız. Milletvekili, parti seçmek de öyledir. Başkalarının yalan sözlerine, propagandalarına ya da adayların dış görünüşlerine, parlak
 laflarına aldanarak seçim yaparsak başımız ağrır. Politikacıların seçim zamanında hatırımızı sorması kara kaşımız, kara gözümüz için değil, oy içindir. Oyumuzu aldıktan sonra yüzümüze bile bakmazlar. Bunu bilelim, ona göre seçelim. Nasıl karpuzu seçerek alıyorsak bizi yönetecek milletvekillerini de öyle seçelim. Karpuzu yer geçeriz ama politikacıları seçmesini bilemezsek başımızda boza pişirirler yıllarca.

Satıcılar mallarını satabilmek için, “Seç beğen al!” ya da “Seçmece bunlar!” diye bağırırlar. Müşteri iyisini seçeyim derken farkında olmadan kötüsünü de alır.

Seçimi iyi yapma konusunda kısa bir öykü sunmak istiyorum sizlere.

Çok sevilen, iyimser bir insana nasıl böyle olabildiğini sormuşlar. Şöyle demiş:

“Her sabah kalktığımda kendi kendime, bugün iki seçimim var; ya havan iyi olacak ya da kötü, derim. Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü olduğunda da iki yine iki seçimim vardır; Kurban olmak ya da ders almak. Ben, başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana şikayete geldiğinde yine iki seçimim vardır; şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben ikincisini seçerim. Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır; her durumda nasıl davranacağını seçersin. İnsanların senin tavrından nasıl etkileneceğini seçersin; yani hayatı nasıl yaşayacağını seçersin.”

Yıllar sonra bu iyimser kişi soyguncular tarafından kurşunlanmış, hastaneye kaldırılmış. Kurşunlardan bazıları vücudunda duruyormuş ama o gene iyimserliğini yitirmemiş ve kendisini ziyarete gelen dostuna şöyle demiş: “Vurulup yerde yatarken iki seçimim var, diye düşündüm. Ya yaşamayı seçecektim ya da ölümü; ben yaşamayı seçtim.”

Dostu, “Korkmadın mı?” diye sorduğunda şöyle konuşmuş:

“Ambulansla gelen sağlık görevlileri bana iyileşeceğimi söylediler. Ama acil servisteki doktorların ve hemşirelerin bana bu adam ölmüş der gibi baktıklarını görünce korktum. Bir şeyler yapamazsam biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten de. Bir hemşire yanıma yaklaşıp herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu. Evet, var, dedim. Derin bir nefes alarak, kurşunlara alerjim var, dedim. Gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım; ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin, otopsi yapar gibi değil, dedim.”

Seçimi iyi yapmasını bilen kişi kısa zamanda iyileşmiş ve bu özelliği sayesinde uzun yıllar mutlu bir hayat yaşamış.

Halk filozofu Ali Molla, kahvede seçtikleri milletvekillerinden dert yanan, ağzımıza bir parmak bal çaldı ama seçilince bizi unuttu, tuzu kurularla ortak oldu diye dert yanan köylülere şöyle der: “Ben, eşeğimle yolda gelirken eşeğim durdu, hayvan pisliklerini koklamaya başladı. Ben de kokladığı pislikleri heybeye doldurup yesin diye önüne koydum.”

Köylüler gülerek, “Hayvan o pislikleri yer mi be molla dayı?” derler.

Molla başını sallayarak, “Madem yemeyecekti, niye seçti, madem seçti, niye yemiyor?” Diye konuşur. Ne dediğini, ne demek istediğini anlayamayanlara şunları söyler: “Sizinki de o hesap işte. Madem pişirdikleri yemekleri yemeyecektiniz, niye seçtiniz, madem seçtiniz, o zaman önünüze konanları neden yemiyorsunuz? Bir dahaki seçimde dikkat edin de benim eşeğimin durumuna düşmeyin.”

Molla, kendini kolla! Seçimini iyi yap; Ankara’ya gitmesi gerekenleri yolla.

Erhan Tığlı

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat

Kitap oku da güzellik doku/Kültür - Sanat/milliyet blog




KİTAP OKUMAK

Kitap okumak: İyiliğe, güzelliğe uzanan, içinde binbir renk ve desen bulunan bir halı dokumak.

Kitap okumak: Kardan, kıştan kurtulmak, bahar olmak, çiçek açmak, arıya dönüşerek; çiçeklerden bal yapacak malzeme taşımak

Kitap okumak: Sanat, bilim deryasına dalmak, yılana, yalana sarılmadan yaşamak.

Kitap okumak: Düşünce ve duygularına yeni ufuklar açmak, mutluluğun gökyüzünde güvercin uçurmak.

Kitap okumak: Özlemlerine, umutlarına kanat takmak, erdem ve özveriyle tanışmak.

Kitap okumak: Yazarlardan aldığı güçle bilgisizliğin, bilinçsizliğin karanlığını delmek, acılarını unutup gülmek, aydınlık sabahlara uyanmak; kötülere, çirkinlere meydan okumak.

Kitap okumak: Sevmenin, sevilmenin, insan olmanın değerini, önemini anlamak, uygarlaşmak, gelecek güzel günlere yelken açmak.

Erhan Tığlı

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,