Aman Tanrım!..Ne kadar az şey biliyormuşum meğer. Birkaç gün önce bu gerçek bir tokat gibi indi yüzüme. İnsan sorularla karşılaşmayınca bazen es geçebiliyormuş gerçeği. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesini gezerken hiç böyle hissetmemiştim. Çünkü yanımda her gördüğünü soran birisi yoktu.
Oğlumun tatil, benim izin günlerimin sonuna yaklaştığımız günlerde, gene rahat ve özgürce zamanı kullanmanın tadını çıkararak keyifli bir kahvaltının ardından attık kendimizi dışarıya. Bu sefer de tarihin tozuna toprağına, taşına çömleğine karışalım istedik.
Yolumuz İzmir Tarih ve Sanat Müzesi’ne düştü. Üç ayrı bölümden oluşan müzenin kapısından girerken, oğlumun tepkisi hakkında hiçbir fikrim yoktu. İlgisini çekecek miydi, sıkılacak mıydı saatlerce içeride gezinmekten, ürkecek miydi o kendine has sessizliğinde ve havasında, sevecek miydi acaba çok uzaklardaki insanlarla ve olaylarla tanışmayı. Onun hayatına yeni pencereler açmaktı, ufkuna farklı gökyüzleri eklemekti bu gezi. Böyle anları, onun hayatına dair beraber attığımız bu ilk adımları seviyorum. Çünkü o kendini keşfederken, ben de iyi bir gözlemci olup, oğlumun gelişimine tanık oluyorum. Onu bu değişimin içinde kaybetmeden, yenilenmiş bir adım daha gelişmiş haliyle tanıma fırsatı buluyorum.
Taş Eserler Bölümünün girişinde iki kocaman aslanın arasında ihtişamlı bir erkek heykeli karşılıyordu kapıdan girenleri. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra, dalmıştık kendimizce tarihin sayfalarına. İşte tam da bu noktada başım belaya girmeye başlamıştı. Hiç beklemediğim şekilde detaylara dalıyordu oğlum ve her gördüğü büstü, heykeli, yazıtı, mezarı soruyordu(bilseydim biraz tarih çalışır giderdim). “ Yazıt ne anne? Apollon kim anne? Afrodit kim anne? Tanrıça ne demek anne? Sağlık tanrısı da ne oluyor anne? Lahit ne anne“ Aman tanrım bu soruların sonu gelmeyecek mi?
Hangi birini cevaplayacağımı şaşırmış halde bildiğim kadar, dilimin döndüğünce anlatıyordum. Bir zamanlar insanların bir çok tanrı olduğuna inandığını ve onların heykellerini yapıp tapındıklarından kısaca bahsedip geçmeye çalışıyordum. Bu sefer de baş tarafı insan gerisi hayvan olan kabartmaları görüp soruyordu “bunlar insan mı, hayvan mı? “diye. Şimdi de evrim teorisi bilgilerine kısa dalış yapmak zorunda hissediyordum kendimi. Bu küçücük beyinlerde, bunları anlamanın ne kadar zor olduğunu oğlumun bakışlarında görmüş ve olayı daha çok büyütmeden geçiştirmeyi başarmıştım.
Benden bağımsız dilediğince gezmesine özen gösterdiğim oğlum, olimpiyat oyunlarının resmedildiği bölümü es geçmişti. Sporla bu kadar ilgili bir çocuğun bu bölümü es geçmesi ilginç geldi. Özellikle ilgisini çekmek istemiştim ta o dönemde bile insanların spor yapmış olduklarına. Ama sonra anladım ki, insan figürleri çıplak olarak resmedilmişti bu bölümde. Disk atıyorlar, koşuyorlar, güreşiyorlardı ama üzerlerinde hiçbir şey yoktu, ne kadar da doğaldılar. O kısacık anda ne çok şey düşündüm insanların gelişimine dair. Beraberce bu bölümü gezip, gladyatörlerin anlatıldığı bölüme geldiğimizde, gladyatör kelimesinin anlamını öğrenir öğrenmez, oğlum Truva filmine gönderme yaparak hafızasında kalanları anlatıyordu. O zaman filmlerin öğrenmede ne kadar etkili ve önemli olduğunu düşündüm.
Bu bölümdeki taşları oymadaki işçilik bayağı insanın kafasını karıştırıyor doğrusu. Çağlar öncesinde hangi alet, edevatla taşlar bu kadar özenle oyulmuştu. Kimi dönemlerde daha taş ve topraktan başka hammadde bile bilinmiyordu. Ya o insan figürlerinin muntazam suratları inanılmazdı. Gerçi oğlum Afroditi beğenmedi, şimdi daha güzelleri var dedi ama olsun, hakkını yememek lazım güzeldiler. Bütün bu muhteşem eserler insanda inanılmaz beyin fırtınaları estiriyor doğrusu.
İkinci bölüm olan Seramik Eserler Bölümüne girdiğimizde, burada amforaları öğrendik. Amforalar, kıyılarda gemi ticaretinde değiş tokuşu yapılan malların taşındığı altı sivri küplerdi. Gemilere daha iyi istiflenip, daha çok mal taşıyabilmek için altları sivri yapılırmış. Buradaki kandiller, tabaklar, tavalar bir sürü düşünceye salıyor insanı. Ticarette en çok ilgi gören ürünler; tahıl, zeytin, zeytinyağı, parfüm diye kalmış aklımda.
En son bölüm ise, Kıymetli Eserler Bölümü idi. Bu bölümde artık sikkeler tarih sayfasında boy göstermeye başlamışlardı. Hanımlar o zaman da süslülermiş :) Takıları görünce bu anlaşılıyordu. En az zamanımızı alan bu bölümden çıktığımızda, oğlum şunları söylüyordu “en çok ilgimi çekeceğini ve en çok zamanı alacağını sandığım yer en az ilgimi çekti ne ilginç” Evet bu yorum ilginçti. Ben de, oğlum demek ki maddiyata gerektiğinden fazla değer ve zaman vermeyecek diye umut ettim geleceğe dair. : -)
Müzenin o gizemli havasında, kendi bildiğince eserlere dalmak, o sessizlikte onların sesini dinlemek çok farklı bir duygu. İnsan nasıl da ben merkezcilikten kurtulup, evren üzerine düşüncelere dalıyor..