Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Tiyatrosuz bir yaşam, Yaşamsız bir tiyatro olmaz!/Kültür - Sanat/milliyet blog




Bir sahne düşünün içinde bir sürü insan, bir yerden bir yerlere koşuşturan.Birbirlerini anlamı yetisinden uzak, yapancı... Çarpışma esnasında birbirlerini görmeyenler kolonisi desek kısaca. Hani o kadar uzak...Bir sahne düşünün yine bir yığın insan ama gözlerinin içine bakmaktan çekinmeyen, bir
 ‘pardon’demesini esirgemeyen yığınlar... Daha yakın demek yanlış kaçmaz sanırım. Peki şimdi soruyorum ben size : Hangi sahnede olmak isterdiniz?

Ben kendi fikrimi söylersem; ikinicisi. Çünkü küresel dünya projesiyle öyle yapancılaşmaya başıyoruz ki birbirimize, korkarım yakında sevdiklerimizi bile tanımayacağız. Her gün gazete manşetleri bir sürü ölümsel haberler ile dolu. Hayat giderek zorlaşıyor. Kimse kimseye iyilik yapmak istemiyor. İşte o zaman diyoruz ki ‘ Kim biliyor, kim yapancı, kim değil bu dünya da’... Tam da böylesi bir yumağın içinde kaybolurken, direnmemiz gerek diye düşünüyorum nefes alabilmek için. Sanatı unutmayalım. Diyorum. Yapancı olmamamız, başkalarını ötekileştirmememiz için. Onlarla ile bizler arasında fark sadece sözcükler ve tanımlardır. Bu zinciri kırmamızda sanat devreye girer, derim ben. Ne iyi etmiş eskiler, kişileri sahneye atmakla ve hayatı sahneleştirmekle. Belki böylece gözden kaçırdığımız olayların içine girmesini öğrendik. Öğrettiler bize. Güldürdüler, ağlattılar ve en önemlisi de düşündürdüler bizi. Bir de sahnenin ne denli etkiliyici ve vazgeçilmez olduğunu yaşattılar, yani her sabah yeni bir güne gözlerimizi açtığımız hayatın ne vazgeçilmez olduğunu tattırdılar.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününü kutluyoruz bugün, perdeler hep açılsın, ve yine diyelim ki, 27 Mart Dünya Yaşam Günü kutlu olsun...

İyi seyirler!

Nil Görkem

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Tiyatro - Oyun: İzle de olma koyun!/Kültür - Sanat/milliyet blog




Tiyatro-oyun çeşitlemeleri

Oyun: Sahnedeki oyuncuların çabalarını saygı ve sevgiyle seyredin; güzelliğe doyun.

Oyun: Kötülüğü, çirkinliği çöpe koyun; güzelliği, iyiliği koruyun.

Oyun: Tiyatroya gitmezsen, sanatı önemsemezsen ot gibi yaşarsın; bir karış büyür boyun!

Oyun: Tiyatrodan zevk almazsan, müzik, resim ve edebiyatla ilgilenmezsen olursun bir koyun...

Oyun: Kimi sanatçılar(!) için tiyatro, sinema gündeme gelmek, gündemde kalmak için bir bahane, bir oyun. Kendini zora sokma, soyun güzelim soyun!

Oyun: Onunla gelişir duygu ve düşüncelerin, onunla değişir huyun.

***Erhan Tığlı***

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Sevgi üzerine bir demet/Kültür - Sanat/milliyet blog




Sevgi ve saygı kelimeleri üzerine yığınlarca yaprak harcanmış, düşünceler ortaya konulmuştur. Sevgi üzerine düşünceler insanlar arsındaki bağı düğümleyen ilmiklerdir. Her ilmik, bağı kuvvetlendirmiştir. Yaşanabilir bir dünya için, içinde insan sevgisi olan bir hayat çemberi gereklidir. İskender Pala’nın “sevginin varlığı insanın içini kapladığı zaman sevgiliden başkasına karşı şuuru kaybolur, akıl fena bulur… gün geçtikce maddeleşen dünyada açık tutmamız gereken gönüllerimizi birkaç kat sevgi ile örmemiz gereklidir demektedir.(1)

Geçmiş dönemlere baktığımızda Anadolu insanı bunu sevdiğinde göstermiştir. Sevdiği kimi zaman eşi, çocuğu, ailesi olmuş kimi zaman yaşadığı çevre, evi, işi, hayatı olmuştur.en önemlisi Allah sevgisi olmuştur.

Toplumları ayakta tutan değerlerden biri ve en önemlisi de kültürdür. Bizim kültürümüzün özelliği insanımızın, sevdiklerine içindeki sevgilerini sunmalarıdır.bakın geçmişin izlerine, kültürel zenginliğimize, evlerimize. Eski evlerdeki el işçiliğine mimarisine, içinin özenle döşenişine, düzenine… her biri içindeki sevgi ve estetiği özel alanına yaymış ve yansıtmıştır. Bir kapı kolundaki sanat, çeşmeler pencereler , önlerindeki çiçeklikler, çay içme takımları, işlemeler ve daha neler neler. Bunun yanında idman ilişkileri daha estetik daha mükemmel, gösterişten uzak, birbirini kucaklayan samimi bir yapı. Böbürlenme, kibirlenme olmayan güzellik ve bunları besleyen kaynak sevgi ve sayı bir Yunus, bir Mevlana, bir Hacı Bektaş-ı Veli olgusu… gözlere zarar vermeyi hor görüp çevreyi temiz tutma alışkanlığını hoş görme, televizyonun sesini kısarak izleme ve dinleme, derste arkadaşını derste rahatsız etmeme tedirginliği hep sevgi ve saygı ölçüsü içinde olacaktır. Toplumumuzda “Aferin oğlum ne kadar terbiyeli, yardımsever” sözleri sevgi ve saygı anlayışının, düşüncesinin dışarıya yansımasının bir sonucu değimlidir.

Mevlana’nın;

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol

Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol

Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol

Hoşgörülükte deniz gibi ol

Ya olduğun gibi görün, yada göründüğün gibi ol

Sözlerinde sevgi ve saygı kelimelerinin içini dolduran öğütler vardır. Son yıllarda iyice yozlaşan toplumumuzda bu kelimeleri özler olduk.sözde güzelliklerin değil özde güzelliklerin yaşanacağı bir dünya içinde sevgi ve saygı demetlerinin birer birer açılması gerekmektedir.

Geçmişine sevgi ve saygı duymayan, kültürüne sahip çıkmayan toplumlarda sosyal sorunlar, aile içi şiddet hızla artacaktır. Toplumda ekonomik değerlerin ön plana çıkarak halkın sosyal statüsünün önüne geçmesi, geri dönülmez yaralar ortaya çıkarmıştır. Bunu telafi edecek eğitim ve insana sevgidir. Sevgi ve saygının olmadığı yerde şiddet ve terör hızla büyüyecektir.

Mevlana Sen sen ol testileri sevgi uğruna hele bir kır, sular oradan yol tutup gelecektir. Senin testinin içinde ne varsa dışarıya o sızacaktır diyor

Lale devrinde Şair Nedim bir şiirinde diyor ki ey sevgili sana hediye ettiğim gülün dalında yaprağıyla beraber dikenleri de varya onların sana gölge olmalarından korkuyorum sen benim için o kadar değerlisin sana bir zarar gelmesini istemiyorum diye düşünen bir zihniyet arıyoruz insanlara zarar verecek düşüncelerden dahi sıyrılmış aklı ve kalbi iyiliklerle dolu bir dünya. Çok mu zor insanoğlundan bu sevgiyi istemek. Herhalde istemek değil de sevgiyi oluşturmak, korumak, yaşatmak daha zor. O halde yaşatmak için zahmet çekmek gerektir. Kerem ile Aslı Leyla ile Mecnunlar daha çok olmalıdır bu ülkede. Sevgi için açan kalpler yorulmamalıdır. Her birimiz Mevlana gibi Yunus Emre gibi olmalıdır. İyilikler deryasında yüzen gemiler gibi olmalıdır. İyilikle kalkıp iyilikle yatmalıdır. Yolunun açık kalbinin sevgi dolu olması dileğiyle..

Mustafa DOĞRU

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

5 Picasso/Kültür - Sanat/milliyet blog




Bu sabah başağrıları içinde bir kabusla uyandığımda, İstanbul’daki Picasso sergisine gitmediğim için mahkemede yargılanıyordum. “Picasso sergisine gitmedim ama Leonardo sergisine gittim, yetmez mi” diye kendimi savunurken uyanmışım.

Son günlerde sık sık Picasso ile karşılaşıyordum ve onları not almıştım, birgün yazarım diye. Dün akşam yazmaya niyetlenmiştim, başka şeylerle uğraşınca yazamamıştım, demek aklımın bir köşesinde kalmış, sonra kabus olmuş.

Beynelmilel filminde 12 Eylül’den sonra kapatılan Halkevini bir eğlence yeri yaparlarken duvardan indirdikleri Picasso resminin altındaki adı “Pic-asso” diye okuduklarında pek gülmüştük

Titanic filminde Picasso adında genç bir ressamdan sözediliyordu, gemide resimlerinin olduğu söyleniyordu.

Mavi Gözlü Dev filminde Nazım Hikmet’e annesi bir gazete getirmişti, Picasso’nun Nazım’a özgürlük kampanyasına katıldığını söylüyordu.

Hatırla Sevgili dizisinde 1966 yılında geçen bölümde sanat dersinde Picasso’nun bir resmini duvara yansıtmışlar, onun üzerinde konuşuyorlardı.

Hayat Dergisinin 1966 yılına ait bir sayısında karşıma çıktı. Picasso o zaman daha hayattaydı. Yazı şöyle başlıyor “Hitler ondan nefret ederdi. 1943 yılının 27 Mayıs gecesi bütün ışıkları karartılmış Paris’i alev alev yanan bir odun alevi aydınlatıyordu. (...) Odun yığının üzerinde tanınmış ressam Pablo Picasso ve çağdaşlarının 500-600 kadar eseri yakılıyordu. (...) Olaydan 20 yıl sonra Almanya’nın Stuttgart ve Munich müzeleri satın aldıkları Picasso tablolarının her birine dörtbuçuk milyon lira ödemek zorunda kaldılar.”

Picasso heryerde karşıma çıkıyor.

Fotoğraf: Hayat Dergisi (1966)

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Gülten Dayıoğlu ile ilk buluşmam/Kültür - Sanat/milliyet blog



9 Mart Cuma günü. Ülkemizin en sempatik, en ünlü ve bir o kadarda yaşlı yazarıyla buluşma imkanım oldu. İsterseniz konuya gireyim. TÜYAP 5. Bursa Kitap Fuarına gitmiştim. Önüme

 bir yer çıktı ve bu fuarda iki adet salon olduğunu belirtiyordu. Ben hemen salon 1'e girdim. Pek fazla ilgimi çeken birşey olmadı.

Daha sonra salon 2'ye girdim. Sonra bir tarafta bir kalabalık gözüme göründü. Altın Kitaplar diye bir stand gördüm aman Allahım karşımda birde kimi göreyim etrafında en az 30 kişi birikmiş olan saygıdeğer Gülten Dayıoğlu. Hemen tokalaşmak ve kitap imzalatmak ayrıca fotoğraf çektirmek için sıraya koyuldum. Önümde 2 kişi kaldı ama beni heyecan bastı. Daha sonra 1 kişi ve sıra bana geldi.

En önce tatlı dille merhaba dedim o da bana merhaba dedi. Sonra ismimi sordu ve kitabı imzaladı. Daha sonra fotoğraf çekindik. Ve ben yavaş yavaş salonun çıkış kapısına geldim.Çok güzel bir macera ve heyecan dolu bir fuardı.İnşallah bir daha başka bir fuarda görüşmek dileğiyle...

SEVGİLERİMLE....


Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

CD DJ BoBo - Pirates Of Dance (Megaliner Records) - 2005



 DJ BoBo - Pirates Of Dance (Megaliner Records) - 2005


INFORMAÇÕES
Selo:Megaliner Records – MLCD-0551
Formato:CD Album 
País:Russia
Lançado:2005
Genre:Electronic
Estilo:Euro House

Faixas do Álbum:
01. Pirates Of Dance 
02. Amazing Life 
03. Pura Pasion 
04. Dance Into The Light 
05. No Matter What People Say 
06. Give Peace A Chance 
07. Hey Nanana 
08. One Night In Heaven 
09. Ghost Ship 
10. Garunga 
11. I Need Your Love 
12. 1000 Miles 
13. Live Medley 

Download Link CD:

Sağır adamın köy evi/Kültür - Sanat/milliyet blog




30 mart 1746 yılında İspanya 'da bir ressam doğdu.İsmi Francisco De Goya.Tam ismini yazımı okumadan geçebileceğiniz riski için yazmak istemedim.Ama eminim şuan merak etmişsinizdir.Sanatçımızın tam adı Francisco Jose De Goya Y Lucientes...

Goya 1786' da imparatorluğun baş ressamlığına kadar yükselmeyi başarmış bir sanatçıdır.Nitekim bu ünüyle gittiği Güney İspanya gezisinde üst üste hastalıklar geçirmiş bu hastalıklar sonucunda duyma yetisini hemen hemen kaybetmiştir.Bunun üzerine Goya bunalımlı bi hayatın kapısından içeri adımını atmış oluyordu.Bünyesinde hissettiği karamsarlık hissinin sanatına yansımasıda kaçınılmaz bir hal almıştı.Sanatçımızın o dönemde ki bu bunalımlı halinin üstüne ülkede başlayan Napolyon işgali bu kötü gidişi adeta körüklemişti.Savaşın en iğrenilesi yönünü görmüş ve bu durum üzerine kendini toplumdan soyutlama kararı almıştı.Birlikte olduğu kadınla beraber Madrid dışında çok mütevazi bir eve taşınmışlardı. O yörenin insanı eve daha önceki sahibinin de sağır olması nedeniyle ''Quinta del sordo'' diyorlardı.Yani "sağır adamın köy evi" anlamına geliyordu.Goya burada hiç te iyi günler geçirmedi."Sağır adamın köy evin"i baştan başa vahşet uyandıran resimlerle döşemeye başladı o dönemde evin duvarlarına yaptığı bu resimler ileride "Kara Tablolar" ismiyle anılacaktı.Hayatının sonlarına doğru fransa' ya taşınan Goya imparatorun baş ressamlığını bıraktığını açıklamıştı.Nihayetinde 1828 yılında Fransa' da hayatını kaybetmiştir.

Goya'nın çalışmalarını yağlı boya, fresko, litograf ve fazlasıyla serbest teknikte çizimler oluşturmaktadır.Ölümünden çok sonra "sağır adamın köy evi" nin duvarlarındaki resimler tuallere geçirilerek Madrid' deki Del Prado Müzesine götürüldü. Eserlerindeki dehşet görüntüler savaşı tüm benliğiyle hissetmesinden ve sağlık sorunlarından kaynaklanmaktadır...

Goya' nın tablolarında özellikle figürlerin gözlerine bakmanızı öneririm.İşte o zaman Goya' nın yaşadığı dönemi ve yaşadığı sıkıntıları duygu yüklü kişiliğinde nasıl somutlaştırdığını görürsünüz.Her zaman bende hayranlık uyandıran Goya'nın ismini ilkkez duyduysanız size sanat adına tanışma fırsatı sunmaktan mutluluk duymaktayım...

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,



Satırarası mutluluk/Kültür - Sanat/milliyet blog




Çocukluğumuzun bugünümüzü aydınlatan pırıltıları vardır. O zamandan bu zamana uzanırlar ve aydınlattıklarıyla bizi şaşırtırlar.

Okuma- yazma ile tanıştıktan sonra en büyük merakım olmuştur yazılanlar.Ve babamın dükkândan getirdiği okunmuş gazetenin sayfaları…. Ne büyük keyifti o sayfaları
 çevirmek. Ve ne büyük keyifti resimler haricinde anlayacak bir şeyler keşfetmek… Cenaze ilânları dahil okuyabildiğim her noktasını okurdum gazetenin. Anladığım karınca kadar olsa da yılmazdım.

Şimdi o günlerden kalan bazı satırlar öyle zamanlarda ortaya çıkar ki , neredeyse gazete sayfasındaki yerini hatırlamama ben bile şaşarım.

İşte böyle bir satırdan kalan başlık öyle kazınmış ki beynime beni nerelere götürdü bilseniz…. "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?"

Ne Abidin Dino'yu, ne de Nazım 'ı bilirdim. Ama bu cümleyi yıllarca hiç unutmadım. Belki de aklıma geldikçe tekrarladım. Kimbilir….

Nazım’ın şiirini okudum tabii.Hatta ezberimdedir.

“ Sen Mutluluğun Resmini Yapabilir Misin Abidin?

İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba'nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?

Nazım HİKMET “

Mutluluğun resmini çizmek... Müthiş birşey olsa gerek..

Bu resmin yapıldığını da bilmiyordum. Sadece sözde, şiirde kalmış yapılamazın vurgusu gibi geliyordu. Abidin Dino ‘nun ressam olmasını bilmekten öte gidememişim.

Sonradan tutkunu olduğum bir resim buldum bir gün nette. Müthişti... Ne ressamını biliyordum, ne bir adı olduğunu. Ama bana mutluluğu anlatıyordu. Tüm olumsuzluklara rağmen mutlu olmayı. Birbirine sarılmayı. Birbirinin sıcaklığında ısınmayı…. Umudu belki...

Ve o resmin Abidin Dino'nun "Mutluluk" resmi olduğunu öğrenmek beni tarifsiz duygularla donadı… Bu günün dünyasından bakınca, bunun saçmalık olduğunu söylese de bir arkadaşım…

Bu duyguları paylaşmak istedim bu gün…

Mutluluk, diyordu , bir dostum, an benim için. Anlardan toplanan zaman belki de…. Belki bir yaşam…

Ya sizce ?

yaçopal / G: Ç

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Tarihin tozlu yollarında!/Kültür - Sanat/milliyet blog




Aman Tanrım!..Ne kadar az şey biliyormuşum meğer. Birkaç gün önce bu gerçek bir tokat gibi indi yüzüme. İnsan sorularla karşılaşmayınca bazen es geçebiliyormuş gerçeği. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesini gezerken hiç böyle hissetmemiştim. Çünkü yanımda her gördüğünü soran birisi yoktu.

Oğlumun tatil, benim izin günlerimin sonuna yaklaştığımız günlerde, gene rahat ve özgürce zamanı kullanmanın tadını çıkararak keyifli bir kahvaltının ardından attık kendimizi dışarıya. Bu sefer de tarihin tozuna toprağına, taşına çömleğine karışalım istedik.

Yolumuz İzmir Tarih ve Sanat Müzesi’ne düştü. Üç ayrı bölümden oluşan müzenin kapısından girerken, oğlumun tepkisi hakkında hiçbir fikrim yoktu. İlgisini çekecek miydi, sıkılacak mıydı saatlerce içeride gezinmekten, ürkecek miydi o kendine has sessizliğinde ve havasında, sevecek miydi acaba çok uzaklardaki insanlarla ve olaylarla tanışmayı. Onun hayatına yeni pencereler açmaktı, ufkuna farklı gökyüzleri eklemekti bu gezi. Böyle anları, onun hayatına dair beraber attığımız bu ilk adımları seviyorum. Çünkü o kendini keşfederken, ben de iyi bir gözlemci olup, oğlumun gelişimine tanık oluyorum. Onu bu değişimin içinde kaybetmeden, yenilenmiş bir adım daha gelişmiş haliyle tanıma fırsatı buluyorum.

Taş Eserler Bölümünün girişinde iki kocaman aslanın arasında ihtişamlı bir erkek heykeli karşılıyordu kapıdan girenleri. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra, dalmıştık kendimizce tarihin sayfalarına. İşte tam da bu noktada başım belaya girmeye başlamıştı. Hiç beklemediğim şekilde detaylara dalıyordu oğlum ve her gördüğü büstü, heykeli, yazıtı, mezarı soruyordu(bilseydim biraz tarih çalışır giderdim). “ Yazıt ne anne? Apollon kim anne? Afrodit kim anne? Tanrıça ne demek anne? Sağlık tanrısı da ne oluyor anne? Lahit ne anne“ Aman tanrım bu soruların sonu gelmeyecek mi?

Hangi birini cevaplayacağımı şaşırmış halde bildiğim kadar, dilimin döndüğünce anlatıyordum. Bir zamanlar insanların bir çok tanrı olduğuna inandığını ve onların heykellerini yapıp tapındıklarından kısaca bahsedip geçmeye çalışıyordum. Bu sefer de baş tarafı insan gerisi hayvan olan kabartmaları görüp soruyordu “bunlar insan mı, hayvan mı? “diye. Şimdi de evrim teorisi bilgilerine kısa dalış yapmak zorunda hissediyordum kendimi. Bu küçücük beyinlerde, bunları anlamanın ne kadar zor olduğunu oğlumun bakışlarında görmüş ve olayı daha çok büyütmeden geçiştirmeyi başarmıştım.

Benden bağımsız dilediğince gezmesine özen gösterdiğim oğlum, olimpiyat oyunlarının resmedildiği bölümü es geçmişti. Sporla bu kadar ilgili bir çocuğun bu bölümü es geçmesi ilginç geldi. Özellikle ilgisini çekmek istemiştim ta o dönemde bile insanların spor yapmış olduklarına. Ama sonra anladım ki, insan figürleri çıplak olarak resmedilmişti bu bölümde. Disk atıyorlar, koşuyorlar, güreşiyorlardı ama üzerlerinde hiçbir şey yoktu, ne kadar da doğaldılar. O kısacık anda ne çok şey düşündüm insanların gelişimine dair. Beraberce bu bölümü gezip, gladyatörlerin anlatıldığı bölüme geldiğimizde, gladyatör kelimesinin anlamını öğrenir öğrenmez, oğlum Truva filmine gönderme yaparak hafızasında kalanları anlatıyordu. O zaman filmlerin öğrenmede ne kadar etkili ve önemli olduğunu düşündüm.

Bu bölümdeki taşları oymadaki işçilik bayağı insanın kafasını karıştırıyor doğrusu. Çağlar öncesinde hangi alet, edevatla taşlar bu kadar özenle oyulmuştu. Kimi dönemlerde daha taş ve topraktan başka hammadde bile bilinmiyordu. Ya o insan figürlerinin muntazam suratları inanılmazdı. Gerçi oğlum Afroditi beğenmedi, şimdi daha güzelleri var dedi ama olsun, hakkını yememek lazım güzeldiler. Bütün bu muhteşem eserler insanda inanılmaz beyin fırtınaları estiriyor doğrusu.

İkinci bölüm olan Seramik Eserler Bölümüne girdiğimizde, burada amforaları öğrendik. Amforalar, kıyılarda gemi ticaretinde değiş tokuşu yapılan malların taşındığı altı sivri küplerdi. Gemilere daha iyi istiflenip, daha çok mal taşıyabilmek için altları sivri yapılırmış. Buradaki kandiller, tabaklar, tavalar bir sürü düşünceye salıyor insanı. Ticarette en çok ilgi gören ürünler; tahıl, zeytin, zeytinyağı, parfüm diye kalmış aklımda.

En son bölüm ise, Kıymetli Eserler Bölümü idi. Bu bölümde artık sikkeler tarih sayfasında boy göstermeye başlamışlardı. Hanımlar o zaman da süslülermiş :) Takıları görünce bu anlaşılıyordu. En az zamanımızı alan bu bölümden çıktığımızda, oğlum şunları söylüyordu “en çok ilgimi çekeceğini ve en çok zamanı alacağını sandığım yer en az ilgimi çekti ne ilginç” Evet bu yorum ilginçti. Ben de, oğlum demek ki maddiyata gerektiğinden fazla değer ve zaman vermeyecek diye umut ettim geleceğe dair. : -)

Müzenin o gizemli havasında, kendi bildiğince eserlere dalmak, o sessizlikte onların sesini dinlemek çok farklı bir duygu. İnsan nasıl da ben merkezcilikten kurtulup, evren üzerine düşüncelere dalıyor..

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Anı değerli kılan keyifler, öneriler/Kültür - Sanat/milliyet blog



Çıktığı dönemde bayağı yankılar uyandıran ve gündem konusu olan Etekli İktidar adlı kitabın yazarından “İki kişilik yalnızlık” kitabevlerinde yerini aldı. Kimden bahsettiğimize gelince, Sevgili Sinan Akyüz bu sefer bu kitabında, birbirine yabancılaşan, ve karanlığın
 dehlizlerinde birbirini kaybeden iki insanın ve yavaş yavaş çöken, iki kişilik yalnızlığını anlatıyor. Henüz kitabı alıp okuma fırsatım olmadı ama Sinan Akyüz 'ü daha önceki iki kitabından biliyor olmam ve yeni çıkardığı kitabının konusunun beni etkilemiş olması size bu kitabı tanıtmama sebep oldu.

Kendisiyle alakalı, internette kısa bir araştırma yaptım. Ve zaten bir çok kültür sanat sitesinin en son çıkan ve okunması tavsiye edilen kitaplarında olması kitap hakkında bayağı bilgi sahibi olmamı sağladı. Şöyle ki, kitap hakkında bilgilere baktığımda bayağı etkileyici bir anlatım tarzı çıkıyor karşıma.

"Yaşadığım gerçekler beni sevdiğim erkeğin peşinden sürükledi. Peşinde sürüklendiğim sevgim ise bana ihanet etti. Birçok evli kadına ihanet ettiği gibi. İçimdeki o güzelim neşeli kız çocuğu genç bir kadına dönüşemeden, çok bilmiş bir kadın oldu. Çoğu zaman bu bilmiş kadından nefret ettim. Çünkü o neşeli kız çocuğunu her defasında susturmasını bildi o çok bilmiş kadın. Sevdiğim erkeği, onunla birlikte çıktığım bir yolculukta bir süre sonra kaybettim. Daha sonra ona kızgın oldum hep. Ona defalarca söylemiştim; ne olursa olsun elimi bırakma diye. Sensizlikten korkarım diye...”

Okudukça yazılanların gerçekten yaşanmış olduğunu tekrar tekrar düşünmekten, hüzün ve öfkenin sınırlarında gidip gelmekten ve “Bunlar gerçek olmamalı!” demekten kendinizi alamayacaksınız, deniliyor. Sanırım kitap bize istenilen duygu paylaşımını , o gerçekçiliği vermiş. Bu akşam iş çıkışı gideceğim uğrak noktalarından biri kitapevi olucak. Sinan Akyüz 'ün İki Kişilik Yalnızlık adlı kitabı aklınızın bir köşesinde olsun derim.

Kitabevine uğramışken almayı düşündüğüm müzik albümlerine de baksam iyi olacak. Şöyle beni anlara, yerlere, mekanlara götüren etnik müzikler ve dünya müzikleri ilk tercihim. Ve sonrasın da yerli müzik piyasına şu an bayağı renk getiren daha önceki yazımda da bahsettiğim, bize hem hüzünü hem neşeyi beraber veren şarkısı sakın sevmenin sevgili yorumcusu Doğanın albümü ve Yine bu aralar dinlediğim şarkılardan biri olan Gönlün kadar konuş şarkısıyla bildiğim Murat Mermer'in Albümüne de göz atmayı düşünüyorum. O kadar çok albüm çıkıyor ki şu aralar peşi sıra takip edemiyorum. Özellikle alternatif rock alanında artık sınırlı değil, dinlemeye değer çok tatta albümler var. Bir ara bir araştırın derim. Bense şu an sadece kulağıma çalınan ve dilime dolaşan şarkıları araştırıyorum, sonrasında müzik çalarımda albümler yerlerini almış oluyor: )söylemekten bıkmadığım gibi dinlemekten de usanmıyorum. Eh bu arada yarın malumunuz 14 şubat , bugüne dair bir söylemim ya da konuşmam olmıcak çünkü bende kayda değer bulmuyorum, ve bende bazı diğerleri gibi, gerçi böyle konuşmak da çok klişe gibi olsada içimden geçen bunları söylemek var, yani sevginin iki kişi arasında , bir günle sınırlandırılmıcak kadar özel olduğunu düşünenlerdenim bende. Bizlerinde cnm aslında bu özel zamanı bir günle sınırlandırdığımız falan yok bize her gün sevgililer günü di mi dediğini der gibi duyuyorum. Özel günlerimize bir gün daha eklensin, aşklarını güzel güzel yaşayan sevgililere bir gün armağan olsun, falan işte. Tüm dünyayada kutlanan özel ama özel ticari bir gün olarak yaşıyoruz işte. Ne mutlu bize.

Hani bizler böyle konuşmalar yaparız da, özellikle sevgilisi olanlar bu konuşmayı daha çok yaparlar ama bize hergün sevgililer günü, diğer günlerden çok da bir farkı yok benim için derler ama hediye beklerler. Olmayanlarda da garip bir hüzün yaşanır aslında her ne kadar saçma bulsalarda. Bunlardan biri vakti zamanında belki ben olduğum için böyle düşünüyorumdur kimbilir. İşte insan ne düşünürse düşünsün bazen düşünceleri çelişki oluşturabiliyor. İnsan bir çiçek bile bekliyor hale geliyor. Eski sevgiliden bir güzel söz gelse yelkenler suya incek kadar. Bu sene nasıl bir sevgililer günü beni bekler bilmiyorum ama geçen sene bir kız arkadaşımla beraber hayatımın en eğlenceli, en hoş güzel gecesini geçirmiştim. Bunu bilir, bunu söylerim.

Aşkıyla karşılaşmayı bekleyenlerin ve Aşklarını doya doya yaşayan Tüm sevgililere Sevgili Ferhat Göçer'in şu güzel şarkısı armağanım olsun.

Aşkların en güzeli
Kavuşur elim sana günün birinde
Sarılıverir beline dokunur tenim
Sana yeniden
Hangi gün taşınır dönerim
Bilinmez boş kalacak yüreğim
Söz verdim sana ölene kadar ayrılmam

Sevgiyle ,

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,