Üstad Yahya Kemal, yıllar önce, yazdığı bu enfes şiirin, Üstad Münir Nurettin tarafından besteleneceğini, bu besteyi bir yarışmada yarışmacılardan birinin okuyacağını, jüri üyeleri arasındaki bir zat-ı muhteremin de bu dev şaheseri dinlemekten yoruldum diyeceğini sanki görmüş...
Geçtiğimiz pazar gecesi, Star TV ekranlarında “Popstar Alaturka” adlı yeni bir müzik yarışması programı başladı. Adından da anlaşılacağı üzere, konsept olarak Türk Sanat, Türk Halk ve arabesk-fantezi müzik türlerinden seçilen şarkı ve türkülerle, yarışmacıların performanslarını sergiledikleri programda yapımcı-sunuculuğu her zaman olduğu gibi Osmantan Erkır yapmakta.
Programın yarışma jürisine baktığımızda; bu tür heyet-i umumiyelerin gedikli azası Armağan Çağlayan’ı saymaz isek cidden ağır toplardan kurulu olduğunu görüyoruz. Tarz-ı hayatını, geldiği, getirdiği çizgiyi beğenir ya da beğenmezsiniz size kalmış ancak Türk Sanat musikisine olan tartışmasız hakimiyeti, müthiş ses rengi, repertuarında bulunan binin üzerindeki –ki ilk dönem klasik eserler de vardır bunların içinde- Türk Sanat müziği şarkısı ve Klasik Türk Müziği eseri ve son derece güçlü diyaframı ve nefes ve gırtlak yapısı ile Bülent Ersoy gerçek anlamda bir ağır top, bir divadır.
Diğer bir jüri üyesi ise bu tür programlarda ilk defa gördüğümüz, yine bir büyük müzik üstadı Orhan Gencebay’dır. Nev-i şahsına münhasır ve kesinlikle arabesk olmayan müzikalite anlayışı, sayısını bilemediğim yüzlerce söz ve bestesi, son derece orijinal ve eşsiz ses rengi, her şeyden önemlisi de her anlamda gerçek bir sanatçı portresi ile nam-ı diğer “Orhan Baba” programa ciddi anlamda bir seviye getirmiştir.
Son olarak, Bülent Ersoy’un sık kullandığı ve Armağan Çağlayan’ın da söz ve mimikleri ile dalga geçtiği tabirle, heyet-i umumiye azalarının dördüncüsü olarak, Türkiye’nin en güçlü nefesine ve ses aralığına sahip bayan vokallerinden birisi olan Ebru Gündeş’i görmekteyiz. Ebru Gündeş de Bülent Ersoy ve Orhan Gencebay gibi iki dev ismin yanında son derece dikkatle davranmakta ve işin doğrusu, duruşu ile hiç de sırıtmamaktadır.
Bu tip yarışmalara son derece mesafeli durmuş olan bendeniz, tesadüfen takıldığım kanaldan program sonuna dek ayrılamadım. Müziğe ve özellikle de Türk Sanat Musikisine olan düşkünlüğüm, yukarıda saydığım jürinin genele yansıyan yüksek hasletleri cidden haftaya pazarı da iple çektirir hale getirdi.
Pazar gecesi gerçekleşen ilk programda öyle bir olay yaşandı ki bizler gibi kendisine; müziği, sanatı, kültürümüzü, bizleri biz yapan değerleri ve bu değerlerin sembolleşmiş, bayraklaşmış isimlerini son derece sayan ve korumacı, yüceltici sonsuza dek yaşatıcı misyonlar yüklemiş insanlarımızı derinden yaraladı.
Yarışmacılardan bir bayan; edebiyatımızın büyük üstadı, abidevi kişilik Yahya Kemal Beyatlı’nın müthiş şaheseri Endülüste Raks adlı şiirini, yine Türk kültürünün, musikisinin son dönemlerde yetiştirdiği en ulu isimlerinden birisi olan Üstad Münir Nureddin Selçuk’un akıl almaz bir melodik ve harmonik yapı ile besteleyerek bizlere kazandırmış olduğu dev eserini seslendirdi. Şarkı, müthiş zor bir şarkı idi ve yarışmacı bayan gerçekten de benim de beklemediğim bir performansla nerdeyse hatasız okudu.
Tabi bu durum üzerine ilk sözleri alan ve oradaki otoriteleri tartışmasız kabul edilmesi gereken Ersoy ve Gencebay, hem yarışmacıyı tebrik ve takdir ettiklerini ifade ettiler hem de söz ve beste ile ilgili, bu kültüre aşık, tutkun olan herkesin göstermesi gereken saygının yansıması olan sözler sarfettiler.
Yorum bildirme sırası Sayın Armağan Çağlayan’a geldiğinde, önce görüş bildiren jüri üyeleri gibi benim ve tüm izleyenlerin kanı dondu adeta. Sayın Çağlayan, bu eseri dinlerken, kendi tabiri ile “yorulmuştu”. Tabi ağır toplar, haklı tepkilerini vermekte çekinmedi ve gecikmediler. Çünkü hepimiz gibi onların da kanına dokunmuştu.
Son sözü alan, Ebru Gündeş daha usturuplu ve bence de en doğru yorumu yaptı. Gündeş, şarkıyı dinlerken duygu ve elektriği tam olarak alamamıştı sanatçıdan. Bu söze de kimse itiraz etmedi zaten. Bence de yarışmacı; bu son derece zor, icra edilmesi meşakkatli, maharet, bilgi ve kabiliyet isteyen dev eseri hatasız seslendireceğim derken –ki bunu da başardı bana göre ve Ersoy’la Gencebay’a göre- şarkıya ruhunu katmayı unuttu ya da başaramadı. Çünkü tüm enerjisi şarkıyı hatasız yorumlamak üzere kanalize olmuştu. Laf aramızda, bu işi de öyle dört dörtlük yapmak, böylesine dev isimlerin önünde ve milyonların karşısında her babayiğidin harcı olmasa gerek. Söylenen şarkı, “arabadan in, arabaya bin, gıdıkla yavrum gıdıkla” olsa neyse. O zaman Armağan Bey’de yorulmazdı zaten.
Üstad Yahya Kemal, yıllar önce, yazdığı bu enfes şiirin, Üstad Münir Nurettin tarafından besteleneceğini, bu besteyi bir yarışmada yarışmacılardan birinin okuyacağını, jüri üyeleri arasındaki bir zat-ı muhteremin de bu dev şaheseri dinlemekten yoruldum diyeceğini sanki görmüş de bakın neler yazmış:
“Çok insan anlayamaz eski musikimizden.
Ve ondan anlamayan hiçbir şey anlamaz bizden.”
Bu tip olaylar, bu eserler, şiirler, şarkılar, operetler, resimler, müzikaller, tiyatro oyunları ve bir toplumun kültür yapıtaşlarına dair ne varsa, sosyokültürel hayatın mihenk taşlarıdır. İnsanlar, bunların önlerinde, çıkarlar tartıya ve herkes kaç karat olduklarını işte böyle anlar.
Nur içinde yat Üstad Yahya Kemal, nur içinde yat üstad Münir Nurettin, yüreğinize ve dilinize sağlık Bülent Ersoy ve Orhan Gencebay!