Bir süredir bloglarda boy gösteriyor kendimce yazılarım. Bir şeyler söylemek istediğimde, kafam bozulduğunda bazen de sadece canım sıkıldığında kağıdın üstüne dökülen kelimelerimi yazıp yazıp atardım önceleri. Sonra sanal dünyada "blog" diye bir şey keşfettim. Bir çeşit "Hyde Park" oldu blog yazarlığı benim için. Kimselerin okumadığı bir köşede içimi döker gibi, söylenir gibi
biriktirdiğim cümleleri yayınlamaya başladım. Hayatını yazı yazarak kazanan biri olarak, yazmaktan çok okumayı sevsem de, hoşuma gitmeye başladı kimseciklerin karışmadığı, tek "sansürün" vicdanım olduğu bir mecrada yazmak. Hiçbir zaman da yazılarımı "edebiyat" olarak düşünmedim. Sonuçta ben bir "yazar" değildim, sadece "yazan"dım. Taaa ki son yazımı Milliyet blog editörleri red edene kadar.
Aslında olması gereken öfke, üzüntü olmalı herhangi bir "hayır" cevabı karşısında. Hele bu "hayır" bir yazıya karşı söyleniyorsa. Fakat posta kutuma gelen red gerekçesini okuduğumda üzüntüm yerini sıcacık bir neşeye bıraktı. "Şiir gibi özgün edebi yazılara yer veremiyoruz" diyordu editör yayına almama gerekçesinde. Oysa klavyenin başına oturup herhangi bir "yazan" gibi düşürmüştüm kelimelerimi sanal kağıdıma.
Başucunda sadece şiir kitapları olan, şiiri edebiyatın en üst noktası olarak gören ama kendisi yazamadığından içten içe şairleri kıskanan birine verilebilecek en güzel "hayır" gerekçesiydi ve hayatımda duyduğum birçok "evet"ten daha çok mutluluk verdi. Yayınlayamasam da, yazarken şiir olduğunu bilmesem de, yazıma niye şiir payesi verildiğini anlayamasam da umurumda değil. Artık benim de bir şiirim var. Teşekkürler sayın editör.
Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,