Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Yerdeki ışıklar/Kültür - Sanat/milliyet blog



Her insan, aydınlanmayla ilgili, kişisel ifade biçimleri, özgün anlayışlar ortaya koyabilir. Çünkü her insan, değişik etkiler altında, değişik boyutlardaki pencerelerden bakıyor. Görüyor ya da göremiyor.
Kimileri, derin kuyunun içinde mutlu olduğunu sanıyor ve o bulunduğu noktayı aydınlanmış kabul ediyor. Kimileri, gelen ışıktan çok rahatsız. Kimileri, aydın kimliği altında vatan hainliği yapıyor. Kalemini satanlar, geçmişine tecavüz edenler, maddi kazançlar uğruna ruhunu terk edenler.

Yukarıdan bakmayı seven, çevresindeki yoksulları görmezden gelip sürekli ülkenin yoksulluğunu anlatmaktan hoşlanan, makyajlı, klasik ezbercilere tanık oluyoruz zaman zaman. Devletin hastalıklarını, toplumun kurtuluşunu, içki masalarında, müzik eşliğinde belirlemeyi seviyorlar. Farklılık kabul ediyorlar bu alışkanlıklarını.

Bir kandırmacadır gidiyor, büyük güneşi izlemek adına.
Duyarlı insanlara da üzülmek düşüyor.

AYDIN İNSAN KİME DENİR ( özetle )

Doğmatik duygulardan kurtulmuş ya da kalıtsal olarak bu yapıda olmayan,
kendisi uygulasa da uygulamasa da yeniliklere açık olan,
bir sorunun nedenlerini araştıran,
bilgi toplayan,
öğrendiklerini çevresine yaymaya çalışan,
düşüncelerini her koşulda özgürce savunan,
baskıcı ve çıkarcı idari sistemlere uygarca ve cesurca karşı koyabilen,
erdemlerden yoksun egemen güçlere direnebilen,
toplumun çıkarları için kendi çıkarlarından ödün verebilen,
keşfettiği kaynaklardan edindiği bilgilerle doğru varsayımlar oluşturarak yargıda bulunabilen,
yeni bilgilerin ışığında, kazanmış olduğu eski ya da yanlış düşüncelerini, tavırlarını değiştirebilen,
insanların psikolojik özelliklerine, iç dünyalarına, duygularına ve özel yaşam biçimlerine hoşgörülü yaklaşabilen,
doğadaki tüm varlıkların fiziksel ve ruhsal alanlarını incitmeksizin onlarla sıcak diyaloglar kurabilen insan: Aydındır.

TYRANNOS Edebi Ürünler

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

İnsan olmak/Kültür - Sanat/milliyet blog



Ufkuma titizlikle dizdiğim: Yaşamımı nasıl sürdürüyorum. Neyin, ne kadar farkındayım gibi soruları seviyorum. Yorgunluğuma yenilip uyusam, kendimi akıntılara bırakarak yaşasam, yaşama en küçük bir anlam katamam.

J. J. Rousseau diyor ki: En çok yaşayan insan: En çok yıl geçirmiş olan değil, yaşamı en çok hissetmiş olandır. Yaşadığım coğrafya,
 dostlarım ve deneyimlerim önemli. Duygularım çok önemli. Fakat doğanın güçlü pençelerinin, benden büyük parçalar koparıp, yüreğime kaya tuzu dökmesini nasıl önleyebilirim ? Mümkün değil. Bildiğim çemberin çevresinde bekleyen yüksek duvarları aşmak kolay değil.

İşte yaşamın sıcak çemberlerinde büyük savaşlara giren özel kişiliklerin, her biri üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken sözleri. Okuduğumda titredim. Kaçamadım.
- Üstün insan kendinden verir. Sıradan insan başkalarından alır.
Konfüçyüs

- Tuttuğun her şeyden ziyade, yüreğini koru. Çünkü hayatın kaynakları ondandır.
Hazreti Süleyman

- Hayat geriye doğru anlaşılabilir. Fakat ileriye doğru yaşanmalıdır.
Soren Kierkekaard

- Bir savaşçı; yalnızca bir insandır, alçak gönüllü bir insan.

- Sözcüklerin kusuru; kendimizi her zaman aydınlanmış hissetmemizi sağlamalarındadır, oysa dönüp dünyayla yüzleşmeye kalkıştığımızda bizi daima ortada bırakırlar ve her zaman olduğu gibi; dünyayla, aydınlanmadan yoksun olarak yüzleşmek zorunda kalırız.

- Öğrenmek için yola çıkan insanın işi çok zordur; üstelik öğrenebileceği şeyler kendi yaratılışıyla sınırlıdır. Bu yüzden, bilgiden söz edip durmanın hiç anlamı yoktur. Bilgiden korkmaksa doğaldır, hepimiz yaşarız bunu ve yapabileceğimiz bir şey yoktur. Öğrenmek ne denli korkunç olursa olsun, bilgisiz bir insan kadar korkunç olamaz.

- Sıradan bir insan; insanları sevmek ve onlar tarafından sevilmek ile çok fazla ilgilidir. Bir savaşçı ise; sever, hepsi bu. Neyi ve kimi isterse onu sever.
Don Juan

- Yaşam yolunun sırlarını kimse açıklayamaz. Her yolcunun tökezlemesi gereken taşlar vardır.
- Her insan kendi boyunduruğunu taşır.
Goethe

- Her zaman yaptığın şeyleri yapmaya devam ettiğin sürece,
her zaman elde ettiğin şeyleri elde edersin.
H. J. Brown

- Yanlış trene binmişseniz, koridorda ters yöne yürümenizin yararı yoktur.
Dietrich Bonhoeffer

- Akıl, yeryüzünden tamamen yok olsa bile, hiç kimse cahilim demez.
- Arslan mağarasında can verir, köpeğin ağzından artanı asla yemez.
- Kuş bakışı bakmak güzeldir; fakat kuş gibi bakmamak şartıyla.
Şeyh Sadi

- Gerçeği her zaman her yerde savun.
Anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun.
Herbert George Wells

- Halk büyük yalan söylemediği için: Devletin söylediği büyük yalanları doğru zanneder.
Adolf Hitler

- Doğada insan kadar kötü, vahşi ve zalim bir başka yaratık yoktur.

- Toplumda doğru ya da aptalca, kötü bir işin yapılıp yapılmaması sistemden değil, bireylerin durumundan kaynaklanır.

- Trajediler asla önlenemez, çünkü bunlar gerçek felaketler değildir, karşıt dünyaların birbirine toslamalarıdır.

- Yazarın Görevi: izlenecek yolları göstermek değil, o yolların izlenmesine özlem duyulmasını sağlamaktır.

- Birbirlerine ne kadar yakın bulunurlarsa bulunsunlar, insanlar arasında yine de her zaman bir uçurum ağzını açmış bekler, bu uçurumun iki yakasını geçici köprüyle de olsa, yalnızca sevgi bağlayabilir.

- İnsanlar güven ve sevgiyle ödemede bulunmak yerine, bunu para ve mülkle yapmayı tercih ederler.

- İyi insanlar, güven içinde yaşayan, yaşama inanan ve yarın ya da öbür gün onaylamayacakları hiçbir adımı atmayan insanlardır ki, duygularıyla davranışlarının kapsam ve sonuçlarını açık net kestirebilirler.
Hermann Hesse

- İnsan, Evrenin en güzel nesnesi olduğu için ; dışarıda aradığı güzelliğin örneğini kendi içinde bulması gerekir. Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve olabildiği kadar kendisine yaklaşanı sever. Sevmeye başlayınca eskisinden bambaşka bir insan olduğunu anlar.
Pascal

- Her şey insanın kafasında biter.
Arnold Palmer

- İnsan; hayatında bir an gelir, kapı ve pencereler kapalıysa, duvarı delip geçmek zorunda kalır.
Bernard Malamud

- İnsanlar yalnızca görmeye hazır oldukları şeyleri görürler.
R . Waldo Emerson

- Söz söylemeyi öğrenmek, kılıç kullanmayı öğrenmekten daha zordur.
Ahmet İbşihi

TYRANNOS Edebi Ürünler

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

İç mimari/Kültür - Sanat/milliyet blog



Mutluluk; her insanın farklı algıladığı, farklı yorumladığı bir kavram.

Kimi insan; zenginliğiyle, elde ettikleriyle, hayalleriyle, boş hevesleriyle, yedikleri - içtikleriyle, ilişkileriyle mutlu sayıyor kendini.

Kimi insan; üretmeden yaşaması, sessizlikte rahatça uyuması, sık sık kahkahalarla gülmesi, yoğun cinsel paylaşımları nedeniyle mutlu olduğuna inanıyor.

Kimi ince ruhlu insanlar için mutluluk: Ahlaklı olmak, sağlıklı olmak, deniz kıyısında dolaşıp temiz havayı solumak, güneşin doğuşunu - batışını izlemek, Tanrı’ya ibadet etmek, masum - saf düşünceler taşımak, karşılıksız sevmek, elinden geldiğince iyilikte bulunmak, yakın çevresini mutlu etmek, doğru bilgilere ulaşmak, yüce duyguları yaşatmak biçimlerinde düşünülüyor.

Felsefeci Feuerbach diyor ki: İnsanlar arasındaki bütün sorunlar aşkın gücüyle çözülebilir. Aşkı kutsallaştırmak gerekir. İnsan, yalnız aşkta ve duyguda mutlak değere sahiptir. Varoluşun başka belgesi yoktur.

Her insan; ufkunu yaratıyor ve yolunu seçiyor. Hayatı dolu yaşamak denilen durum ise; ancak duyarlı ve farkında olan insan için geçerli. Paranın kışkırtmasıyla, yıldırım hızıyla gelip insanın dünyasına yerleşen tüketim maddeleri ve mantar gibi çoğalan iyi gün dostlarıyla, seyahat etmekle, maceradan maceraya koşmakla, barlarda sabahlara kadar eğlenmekle, dolu yaşama olayını karıştırmamak gerekiyor. Bilerek ya da bilmeyerek karıştırılıyor. Belki hoşumuza gidiyor. Pardon bazı insanların hoşuna gidiyor. Diğer yandan entelektüel bir çizgi izleyip; çok görmek, çok okumak, çok bilmek elbette varlığımıza bir şeyler katar ama önemli olan; yüreğimizle nasıl baktığımız ve bulunduğumuz noktada nasıl yaşadığımız.

Duyarlı bir insan; arabası, villası, yatı, teknoloji araçlarıyla bütünleşmez. Bunların, günü geldiğinde terk edilecek, silinip gidecek şeyler olduğunu bilir. Kendi kişiliğini oluşturan asıl şeylerin, dışında sıralanmış maddeler değil, dünyasına özgü nitelikler olduğunu bilerek yaşar. İnançları, vicdanı, temiz duyguları hep öndedir. Olayların çıkışındaki, bütün iç ve dış nedenleri düşünür. Yeni bilgilere, yeni görüşlere açıktır. Yozlaştırıcı etkilere direnir. Geçen zamanın farkındadır. Benimsediği, katıldığı değerlerin yanında, kendi yarattığı değerler, mekanlar vardır.

Çok önemli başka bir konu: İnsanın düşündüğü, hissettiği her şey, sinir hücrelerinin elektrik ağından diğer hücrelere yayılıyor. Hücreler bütün düşüncelere, duygulara yanıt veriyorlar. Örneğin, endişe anında vücutta baş dönmesi ya da bulantı başlıyor, mutlu anlarda endorfin salgılanıyor, depresif dönemlerde laktik asit üretiliyor. Güzel düşünmek ve mevcut düşüncelerimizi olgunlaştırmak zorundayız.

Tarih, ilgilenenler açısından mükemmel bir alan. Büyük savaşlara giren, büyük değişimlere imzasını atan ünlülerin yaşamlarında; dikkate değer, yadırganacak davranışları da saptayabiliyoruz. Örneğin Büyük İskender, ordusuyla Ortaasya dönüşünde Babil’e geliyor ve çıktığı yüksek bir tepeden kente bakıp ( o tarihteki görünümü, günümüz Paris’i gibi büyüleyiciymiş ) yanındaki komutanlara hitaben: Burada bulduğumuz altınları üç kuşak hiç çalışmasak yine de tüketemeyiz diyor. Bu beklenmedik, basit ifadeye oradaki yaşlı bir adam müdahale ederek, - Çok yanlış düşünüyorsunuz diyor. İskender’i uyarıyor. Çünkü yeni devletin, çalışma ve sevgi temeline dayandırılarak kurulması gerekiyor. Emeksiz kazanılan maddi servet çok kısa sürede tükenebilir. Köle olunur.

Alman düşünür, Marksizmin kurucusu Karl Marx (1818 - 1883 ) derin düşünceleriyle, odasında fikirler üretiyor. Amacı: Ekonomik sorunların çözümü, insanlığın mutluluğu. Fakat aile içinde, babasına karşı hırçın, saygısız yaklaşımları nedeniyle kırıcı oluyor. Babası üzülüyor ve bir doktor dostuna anlatıyor, ne yapması gerektiğini soruyor. Doktor, her şeye rağmen hoşgörü ve sabır göstermesini öneriyor.

Bu tür şeyleri öğrendiğimde çok etkileniyorum. Işık içinde uyusunlar. Yaşıyor olsalardı, isimlerine ters düşen şeyleri nasıl yapabildiklerini mümkünse açıklamalarını isterdim. Bilmiyorum zaaflarına ya da komplekslerine dair hassas, özel detayları bana samimiyetle anlatırlar mıydı? Yüzlerinde, kendi geçmişlerini yumuşakça kucaklayan acı tebessümleri izleyebilirdim herhalde.

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

İlke ve sorumluluk/Kültür - Sanat/milliyet blog



Ünlü yazar Dostoyevski diyor ki: İnsan, her şeye alışan varlıktır. F. le Dantec ise anlatımlarında: İnsan, özgürlük düşleri gören bir kukladır diyor. Afşar Timuçin’in eserlerinde kısaca insan: 1) Yeryüzünün en gelişmiş hayvan türü, toplumsal düzende yaşayan bir memeli. 2) Gelişmiş bir dil ve düşünce dizgisine sahip canlı olarak ifade ediliyor.

İnsan, yaşamın karmaşık görünümlerini izlerken, dürtülerinin etkisiyle, isteklerini gerçekleştirmek uğruna değişik konumlara giriyor. Sadece egolar için yaşamak doğaya yapılan büyük saygısızlık. İnsanın kendi varlığını anlamasına engel olacağı gerekçesiyle bütün kutsal kitaplarda ve öğretilerde; şehvet ve gurur gibi tehlikeli duygulara bazı sınırlar getiriliyor. Bu sınırlar; temelde insana yakışan erdemlerin sarsılmaması gerektiği fikrini anımsatan uyarılar. Çünkü ahlak eksikliği kişinin felaketini hazırlar. Sorumluluklarımızın farkına vararak bir şeyler yapmamız elbette güzel. Yaptıklarımız toplumdaki diğer insanlar tarafından anlaşılmayabilir ve çok istediğimiz bazı şeyleri elde edemeyebiliriz ya da hiç istemediğimiz şeylerle karşılaşabiliriz.

Olgun insan; yaşadığı dünyayı doğru algılar, tepkilerini saldırmadan ortaya koyar ve girdiği bütün mekanları estetik amaçları doğrultusunda kullanır. Bu eylemlerini aklıyla, vicdanıyla gerçekleştirir.

Bilimin ilerlemesiyle, organizmamızın; yalnızca moleküllerden oluşan fiziksel bir yapı olmadığı, kimyasal ve manyetik enerji alanlarından oluştuğu artık biliniyor. Vücudumuzdaki enerjiyi zayıflatan, tüketen en önemli nedenlerden biri, duygusal tablolar. Çünkü karşılaştığımız her olayda, bilgilerimizden önce duygularımız devreye giriyor ve maalesef bizi yönlendiriyor. Yaratıcı ya da tüketici duygular altında kalan insan zaman içinde gelişebiliyor ya da hasta olabiliyor.

Duyguların gücünü yükseltmek, yaşam biçimi olabilir. Resim, heykel, müzik, edebiyat gibi güzel sanatlarla uğraşmak, duyguların daha keskin ve sıcak yol alması demektir. Böylece enerji alanları genişliyor. En kötü koşullar altında, bir hücrede tutukluyken, elinde bir malzeme yokken, ruhunun kasırgalarını ve özgün saptamalarını, kanıyla, dışkısıyla duvarlara yansıtan sanatçılar çıkmış tarihte.

21. yüzyılın mükemmel teknoloji araçları ve konforuyla buluşan insan, başkalarından almayı daha çok tercih eder oldu. Fakat bu tembelliğinin, bu kolay yollardan elde etme yönteminin, iradesini zayıflatacak kadar riskli olabileceğini hesaba katmadan.

Televizyon akşam önümüze bir haber getiriyor. Getirme değil, dayatma. Görüntülere kasıtlı olarak eklenen müzikle tansiyonumuz değişiyor. Hemen anında refleks gösteriyor, sağlıksız yorumlarda bulunuyoruz. Gösterilen şey, görmemiz gereken şeyleri kapatıyor. Oysa o haber: Bilmediğimiz gizli bir güç merkezinin, bilmediğimiz başka noktalara gönderdiği özel bir mesaj. Gizli yürütülen bir projenin, parçasının parçasının parçası. Programlarda öne çıkarılan, hedef gösterilen isimler; saniyesinde nefretimizi kazanan figüranlara dönüşüyor. Yönetmen, senarist bilinmiyor, çünkü ortada yoklar. Papa, Ladin, Saddam, Öcalan, Ağca muhatap alınıyor yanlışlıkla. Sanki bu oyuncuları doğuran ve halen kullanan emperyalist İngiltere’nin, Amerika’nın sonsuza kadar geçerli dokunulmazlık belgeleri var. Egemen ve zengin olmaları, bütün çirkin davranışlarının diğer ülkelerce görmezlikten gelinmesini zorunlu kılıyor. Onları yargılayacak bir üst makam yok.

Sorumsuzluğumuza dair, günlük yaşamdan başka bir örnek: Sanal yazışmalarda dilimize açık düşmanlık yapılıyor. Bilgisayar ekranında sözcükler düzgün yazılmayarak, kesilip biçilerek, katledilerek sürdürülüyor iletişim: Slm, nbr, ok, okı, çk tsk edrm, kib, by gibi.

Bir akşam, günün sunduğu oyalamacalardan kendimizi soyutlayarak, duygu - düşünce dünyamızı da kontrol ederek, uzak kentlerde, yabancı ülkelerde yaşayan o güzel dostlarımıza mektuplar yazmıyoruz artık. Yazamıyoruz. Savunmalar üretiyoruz yazamadığımız için. Canım telefon var şimdi, ne gereği var filan. Dolmakalemle romantik mektuplar zaten yazılmıyor. En yüce duygu olan aşk; geri itiliyor, baygın ve boynu bükük kimsesiz çocuklar gibi. Telefon görüşmeleri duygusal açıdan verimsiz ve edebi ağırlığı hiç yok. Yüreğimiz atıyor, parmaklarımız sağlam, çok güzel masalar da var yazmak için.

Zihnimizi hep temiz, hep dinamik tutmak elimizde. Yıpratıcı, acı veren durumların bizi ne kadar olgunlaştırdığını fark etmek bizim elimizde. Çizgimizi bilmek, duygularımızı eğitmek ciddi bir iş. Çaba istiyor ki, diğer işlerimizin arasına sıkıştırmakla olmaz. Bu görevi gerçekten benimseyen insan, bunu yaşamında birinci sıraya koymaya çalışacaktır. Çünkü yaşam önemsiz şeylere harcanamayacak kadar kısa. Kısa olduğu gerçeğini kabul edeceğiz sonunda.

Rahmetli, felçli babacığımın elini sıkı tutuyordum. Biliyordum günün birinde mutlaka ayrılacağız ve bu ayrılık ikimizi çok incitecek. Mutlu olacağı şeyleri, elimden geldiğince yerine getirmek için çırpınıyordum. Çünkü dünyaya gelmem onun sayesinde gerçekleşti. Çünkü saygımı, sevgimi sunmakla her şey bitmiyor. Üzerimdeki haklarını geri ödeyip kurtulmam kolay değil. Vicdan taşıyorsam içimde, o duygumla işbirliği yapmamdan daha anlamlı ve keyifli ne olabilirdi ki ?

Babamın zamanı doldu, bir kuş gibi uçup gitti ama sıcaklığı hiç kaybolmadı.

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Korkunç kuşatma/Kültür - Sanat/milliyet blog



Dünya, bencilliğin ve duygusuzluğun altın çağını yaşıyor. Saygı eksikliği, geçmiş yıllara göre daha yoğun hissediliyor. Varlığımıza, büyüklerimize, geçmişimize, geleceğimize saygısızlık gibi bağışlanamaz davranışların içindeyiz. Kabalığın, nankörlüğün gölgesinde yürüyoruz. Kabuklar, ön yargılar ve
 eğitimsizliğin de etkisiyle, insanı bağlayan en önemli konular, gözlerdeki bakışlar buluşmadan konuşuluyor ve böylelikle geçen diyaloglar yapmacık oluyor. Ayrıca, her yerde, gelişigüzel, tekrarcı papağanların sarfettiği gibi: Aşkım, Canım benim, Seni seviyorum demekle, kişiden kişiye sevgi enerjisi iletilmiş olmuyor maalesef. Dolayısıyla samimi olmayan davranışlar uyum getirmiyor. Davranışların samimi olması; sevgi enerjisinin kapasitesine uygun biçimde ortaya dökülmesine bağlı. Bunun pratikte gerçekleşmesi için, fedakarlık denilen duygunun mutlaka yüksek seviyelerde bulunması gerekiyor.

Duyguların ölçülmesi kolay değil. Bir insanın, başka bir insanı ne kadar sevdiğini ya da sevdiği bir insanı kaybettiğinde ne kadar acı duyduğunu belirlemek kolay değil. Yüzlerdeki maskelerin, ne zaman, nasıl kırılacağını bilemiyoruz.

Bilinçli her insanın; acıya direnme, mutlu olma potansiyeli var. İçindeki bu potansiyele rağmen, dışında gelişip ufkunu saran sorunlar nedeniyle, yaşamının bir döneminde, yolculuk yaptığı geminin, umutsuzluk denizlerinin hırçın fırtınalarında parçalanmasıyla, ıssız bir adada Robinson Crusoe olabilir. Robinson; yalnızlığı ve depresyonu nedeniyle, sürüklendiği sevimsiz adayı çok çekici bulabilir.

Mutluluk için maddi olanaklarına güvenen kişi, ruhunu oyalamış, aldatmış oluyor. Birçok zengin insanın, zaman içinde kendini soyutlanmış ve amaçsız görmeye başlaması düşündürücü. Ebeveynler yüreklerindeki sevgilerini kanıtlamak adına, çocuklarını paraya, paranın satın alabildiği şeylere boğduklarında, aslında onların gelecekleri için küçük küçük mutsuzluk tohumları ekiliyor.

Arşivlerden 1960’lı yılların gazetelerini bulup incelediğimizde; dünyanın en zengin adamının Yunanlı Onassis olduğunu öğrenebiliriz. Uluslar arası taşımacılık alanındaki şirketlerin sahibi olan bu kişi; yaşamdan keyif alamadığını içtenlikle itiraf ediyor. Çünkü çok sevdiği oğlu, kendisine armağan edilen özel uçakla kaza yapıp genç yaşta yaşamını yitiriyor. İşte bu derin acı, işadamının dengesini alt üst ediyor. Ağlamaktan gözleri deforme oluyor.

En basit örnek: Yeryüzündeki her bitkinin sağlıklı büyüyüp meyve verebilmesi için; uygun toprağa, yeterli suya ve uygun iklime gereksinimi var. Benzer biçimde, insanın dinamiğini, mutluluğunu önemli ölçüde etkileyen koşullar: Fizik ve ruh sağlığı, saygın bir meslek, beslenme, barınma mekanları, üretim, gerçek dost, gerçek sevgilidir. Bu saydığımız koşulların mutluluğa katkısı asla tartışılamaz. Büyük olasılıkla, arka planda daha anlamlı, daha kutsal etkenler var. O etkenlerle buluşmak istediğimizde, felsefecilerin görüşlerinden yararlanabiliriz.

Bazı düşünürler, doğada gerçek ve kalıcı mutluluk olmadığını, olumlu bir mutluluk sağlanamayacağını iddia etmişlerdir. Acıları hafifletmeye yarayan olumsuz mutlulukları değişik açılardan sorgulayıp yorumlamışlardır. ( Arthur Schopenhauer )

Bugün biz onların özel bakış açılarına katılmak zorunda değiliz. Fakat hepimizin, iyimserlikle, huzur ve mutluluğu yanlış zeminlerde aradığımız dönemler olmuştur. Yanlış zeminlerdeki yanlış enerjiler, bizim enerjimizi tüketmiştir.

Kategorisindeki ilginç bir tip, mutsuzluğuyla mutlu olduğu izlenimini veriyor. Dünyasındaki pencereleri sıkıca kapatıyor. Dışarıdan zayıf bir ışık geldiğinde, hafif bir ses duyduğunda dengesi bozuluyor. Kendisine uzanan sıcak ele kuşkuyla bakıyor. Eleştirilmeyi zaten istemiyor. Tüm güçlüklere rağmen, bunalımdaki o insana ulaşmayı denemeli ve mümkünse enerji gereksinimini karşılama inceliğini göstermeliyiz. Çöküş yaşayanların acılarına elimizden geldiğince ortak olmalıyız. Birbirimize muhtacız. Evrendeki her şey, başka şeylere muhtaçtır. İnsan olduğumuza inanıyorsak; dostluğun, yoldaşlığın hakkını vermeliyiz.

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Yolu bilmek/Kültür - Sanat/milliyet blog



Bugünkü mutsuzluğumuzun nedenleri üzerinde çok durmak zorundayız. Albert Camus isimli felsefeci: İnsanın tek başına mutlu olması utanç vericidir diyor. Çok doğru. Hepimizin yüzü gülmelidir.

Kritik zamanlar yaşıyoruz. Politikacılar samimi değiller. Dış dayatmalar, yaptırımlar karşısında gücümüzü toplayamıyoruz. Yoksulluğumuzu yenemiyoruz. Gençlerimizin psikolojileri iyi değil.

Güvenilir kaynaklardan ( bilge kişiler ya da kitaplar ) sağladığımız doğru bilgileri, yeri - zamanı geldiğinde kullanmamız gerekiyor.

Kuşkusuz bir insan, bilmediği için yapmadığı ya da bilmeyerek yaptığı davranışlarından dolayı sorumlu tutulamaz.

İnsan, kendinden daha güçlü bir irade ve zihniyetin tehditleriyle ya da vaatleriyle ortaya koyduğu davranışlardan dolayı da sorumlu değildir. Çünkü insan kendi bildiğine göre değil, o üstün gücün iradesine göre davranmıştır. Bu durumda hesap sorulması gereken taraf, insan değil, insan üzerinde hegemonya kurarak, kendine özgü yöntemlerle yönlendiren baskıcı iradedir. İnsanın yaptıklarından sorumlu tutulabilmesi için, bilerek davranmış olması gerekir.

Gezegenimizi yönetme sorumluluğunu eline almış güçler ve onların çok etkili kolları bulunmakta. Asıl kınanması, yargılanması, tutsak edilmesi gerekenler onlardır. Yani doğaya müdahale ve hakaret eden, zengin, aynı zamanda zayıfları ezerek, sömürerek yaşayan ülkeler.

Çağın akışına uyacağız derken, büyük zincirin halkalarından biri olduk. Üretici değil tüketiciyiz. Kişiliğimizi yıprattık. Önümüzde ışık olacağını sandığımız şeyler gözümüzün içine saplanıp yolumuzu görmemize engel oldular. Fakat ne olursa olsun hiç durmadan yürüyebilir, derin kuyudan berrak - tatlı suyu çıkarabiliriz. Bir taş atılmayı bekleyen durgun göllerde, yaşanacak ve yaratılacak şeyler var. Tembel olmaya hakkımız yok. Yoldan çıkıyoruz farkında olmadan.

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Kırmızı mektup/Kültür - Sanat/milliyet blog Sevgili Ingeborg merhabalar




Henüz kahvaltı yapmadım. Yazacaklarımı düşünürken önümdeki çayı da unuttum. Umarım iyisindir. İyi olmaya, moralini yüksek tutmaya çalış ve dostlarını elinden geldiğince yaşat.

Bir uçağın, hava koşulları ya da iniş takımlarının açılmaması nedeniyle, ineceği alanı sıyırıp geçmesini düşün. İnsan ilişkilerinde de bu gibi benzerlikler var.
 Önceden araştırmalar yapılarak yola çıkıldığında bile yıkımlar yaşanabiliyor, tarafların başı ağrıyabiliyor. Sakın yanlış anlama, bugüne kadar arkadaşlık etmek istediğini belirtip, hiç beklemediğim anda bırakıp giden insanlarla çok karşılaştım. Görüşmelerimizin doğal, sıcak geçmesini ikimiz de istiyorsak: Bunu hissettirmeliyiz. Meraka dayalı sorulardan çok sıkılıyorum. Konu ne olursa olsun, hayal kırıklığı yaşayacak yaşım geçti. Senin için de geçerli bu.

Dile kolay, koskoca Berlin. Orada nasıl yaşıyorsun bilmiyorum ? Bilmediğim çok şey var ama hayatın senin. Fotoğraflarını inceledim. Mesajların çok güzel. Belki günün birinde buluşuruz ama o gelecek güne yatırım yapar gibi sana iyi görünmek amacında olmadığını tahmin edebilirsin.

Yakınlarım öldüler. Devlet kademesinde, sanat çevrelerinde sevilirim. Annemi çok önceden, babamı da iki yıl önce kaybettim. Uzun yıllar, tekerlekli sandalyesinde felçli babacığıma severek baktım. Kıyamadım yanından ayrılmaya. İsveç’e gidecektim, gitmedim. Bazı öğretim üyeleri: Arkadaşım lütfen git, buralarda değerin bilinmez, sefil olmanı istemeyiz diye sevgilerini gösterdiler. Olmadı. Olmadı diye yakınmıyorum. Ülkemi, toprağımı seviyorum.

Yaklaşık beş yıl önce bir balerin vardı. Sigara içeceğim. İçim tuhaf oldu. Kaybettim. Filmlerdeki gibi arabasıyla uçuruma düşmüş. Alkol alırdı, depresifti ama içi güzeldi.

Dışarıdan hoş görünümlü biriyle tanışmak için uzun uzun düşünüyorum. Güzellik, estetik yalnızca görüntüyle ölçülemez. Yanılgı yaşanabilir. Bir zaman, içimden geldi; sabaha kadar masajlar yaptım, arkadaşın yoğun tedavilerde iyileşmeyen ağrıları kayboldu, yorgunluğu kalmadı. Kendisi de çözemedi. Şiirlerimi dinlerken hortuma kapılıp gökyüzüne yükseldi. Dünyadan çıkıp gitti. Bir zaman, içimden geldi; deniz kıyısında oturduk bütün gece öpüştük, üstümüzde yağmur. Hayatımın kadını sandım. Fakat çok geçmedi, bencil yapısı, kompleksleri açığa çıktı. Beni değil, tüketimi seviyordu. Birini tüketerek ayakta kalıyordu. Bencilliğine dayanamadım, uzaklaştım.

Aşkı - fedakarlığı isterken, doğru insan mı acaba kaygısını duyuyorum ? Belki yapayalnız ölür giderim, bir çok insanda görüldüğü gibi. Olabilir. Belki seninle görüşmek beni hep rahatlatır. Günlük hobiler teselli edici. Asıl önemli olan: İnsanın kendini gerçekleştirebileceği ve kendi içindeki güzelliği paylaşabileceği birini yaratması. Gerçek bir dost yaratmak yani. Masum çocuğa benzettiğim yüreğimi, usulca kucağına bırakabileceğim insanı arıyorum. Bulurum ya da bulamam. Bulduğum insan, kucağındakine nasıl davranır, kendinden ne verir, bilemem ?
İrade, mantıkla birlikte kararlar alıyor ve bu kararlarda bilinçaltı da etkili. Bu akşam yalnızca salata yedikten sonra yaklaşık beş kilometrelik bir yürüyüşe çıkacağım. Gözlerim gökyüzündeki yıldızlarda dolaşacak ve çok şey düşüneceğim. Sana sayfalar dolusu yazsam da beni uzaklardan anlayabilir misin ? Sen bana, dünyandan sevgi ışıkları gönderen küçük kırmızı bir fener olabilir misin ? Uzun sürecek arkadaşlık, özel sözlerle başlar. Duygudan soyutlanmış: Nasılsın iyi misin, Günlerin nasıl geçiyor sözleriyle, ne sen ne ben kurtuluruz. Benim aradığım: Gerçek dostluk, duyguların aktarımı, hayallerin paylaşımı ve gerektiğinde kendini adama ( en son, en uzak aşama ). Sevgili Ingeborg, bu görüşümün altını çiziyorum: Adama olayı çoğu insanı aşar. Çünkü seksin de ötesinde bir eylemdir ve her insan başaramaz. Erdemlere sahip, güzel bir insan: Sever, iyilikte bulunur, ziyaretine gider ama kendini bütünüyle adayamaz. Doğuşundan varolan egoları engeldir. Aklıma geldi: Eski dönemlerde Moskova’da yaşayan sanatçı bir çift, aşırı yoksullukları nedeniyle ekmek ve şarap alamadıklarında, erkek demiş ki ( alçak ses tonuyla, biraz da korkulu ): Hiç bir şeyimiz yok şu an. Saçlarını kesip satabilir miyiz, kabul eder misin ? Kadın hiç düşünmeden evet demiş. Başının saçsız kalması hiç önemli değil, asıl önemli olan sonsuz bağlılıklarıymış.

Aramızdaki iletişim çoğalır ya da eksilir. Kimse kimseye muhtaç değil ama güzel olanı yaşatmak gerekir insan olarak. Hoşça kal. Mutlu kal.

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Sözün gücü ve etkisi/Kültür - Sanat/milliyet blog



İnsanlar, ruhlarındaki dinamiklerini ve üretimlerini sözlerle ifade ederler. Her insan; yaşamındaki bütün tasarımlarını sözler aracılığıyla gerçekleştirir. Her insan; hangi ülkede, hangi dili konuşursa konuşsun, kafasındaki düşüncelerini sözler aracılığıyla aktarır. İnsandaki duygular, varlığına ait özel bilgiler, ancak sarf ettiği sözlerle sağlıklı
 anlaşılabilir. Söz; yalnızca duyulan bir ses ya da okunan bir yazı değil, insanın doğada, toplumda kendisini direkt ifade etme ve iletişim sağlama gücüdür. Sözcüklerle düşünüyoruz, anlatıyoruz, soruyoruz. Sözcüklerle yaşamımızda değişik tepkiler, olaylar yaratıyoruz. Evrenin herhangi bir noktasında ya da metafizik alanda söz; insan olarak sahip olduğumuz en güçlü araçtır ve silahtır aynı zamanda. İki yanı keskin kılıca benzeyen sözler vardır, anında bir yüreği dilim dilim edebilir. Bu; sözün kötüye kullanımıdır. Örneğin: Asil - onurlu insanlara dayatılmış işkence sayılabilecek, iftira, hakaret ya da karalama gibi çirkinlikler. Sözün diğer kullanımı; keyif, güzellik, sevgi ve mutluluk oluşturur. Sonuçta, nasıl kullanıldığına bağlı olarak söz; insanın ufkunda bir özgürlük zemini açabilir ya da insanı mahkum edebilir. Başta büyüklerimiz olmak üzere, bize hep sevgisini sunmuş fedakar insanlara hitabederken, onları yücelterek konuşmak zorundayız. Kutsal bir görevdir zaten. Tarihte görülen en etkili konuşmacılar; Tanrı elçileri yani peygamberler ve filozoflardır. Bazı sözler öylesine güçlüdür ki; kısa bir tek cümle, milyonlarca insanın yaşamını değiştirebilir, onları topluca yok edebilir. Tarihe baktığımızda; 1930 ’lu yıllarda Almanya’da yönetimi ele geçiren bir diktatör, sözü mükemmel biçimlerde, mükemmel tonlarda kullanarak, tüm halkı koşullandırmış, kışkırtmıştır. Dolayısıyla bu derin etki, ülkesini malum ikinci dünya savaşının içine itmiştir. Çok sayıda insan, korkunç boyutlarda şiddet uygulanmasına ikna edilmiştir. Psikiyatri penceresinden, bu gibi askeri ve politik olayları sorguladığımızda; Adolf Hitler, nutuklarındaki o sözleriyle, direktifleriyle, halk adına halkın korkularını harekete geçiren, gerçekten çok yetenekli bir insandır. Giderek yayılan yangın gibi tüm dünyada cinayetler, kıyımlar yaşanmıştır. İmal ettirdiği, dünyanın en büyük topunun üzerinden, rakip gördüğü devletlere rest çekmesi, Alman ırkının, dünyanın en üstün ırkı olduğu iddiası, yeryüzünü temizleme ve insanlık için yeni bir düzen kurma planları düşündürücüdür. Aslında halk kandırılmış, insafsızca harcanmıştır. Ülkelerin ülkelere, insanların insanlara saldırması, her birinin diğerinden korktuğu içindir. Her birinin diğerinin ideolojisine tahammülü olmadığı içindir. Hitler’in korku çıkışlı inançlara dayanan propagandaları dikkatle, ibretle incelenmelidir. Bilimsel açıdan, insan beynini; sürekli bazı tohumların serpildiği verimli toprak alanına benzetebiliriz. Burada en önemli, en kalıcı tohumlar ise; düşünceler, fikirler ve kavramlardır ama çoğunlukla bu verimli alana korku tohumu serpilir. Her insanın zihni verimlidir, berraktır. Asıl önemli olan; oraya ne tür bir tohumun ekilip üretildiğidir. Konuyla ilgili olarak ele aldığım Hitler’in; halkın bilinçaltına gönderdiği, korku ve savaşın gerekliliği isimli tohumlar çok hızlı büyümüş, ardından bilindiği gibi kitlesel ölümler gelmiştir. Çoğu insan, gerçekte bir ruh hastasının hastalıklı fikirlerini mantıklı kabul edecek kadar değişmiştir. Sözlerin olağanüstü etkilerini anladığımızda, ağzımızdan ne tür görünmez bir enerji çıktığını da anlamış oluyoruz. İnsan zihnine kasıtlı olarak ekilmiş bir korku ya da bir kuşku, ardı ardına felaketler getirebilir. Bir söz; küçük bir çengel atarak zihnimize girebilir, mevcut doğrularımızı, ilkelerimizi ve tüm yerleşik inanç sistemimizi iyiye ya da kötüye doğru değiştirebilir. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, asla hayallere dayalı sözler söylememiştir. Sözleri, insanımızın karakterini anlatırken diğer ulusları incitmez ve saldırganlık içermez. Bir Türk cihana bedeldir derken, sadece manevi gücümüzü vurgulamıştır. Geldikleri gibi giderler derken: Barbar, işgalci ülkelere en güzel yanıtı vermiştir.

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,Soz


Gri Bulutlar/Kültür - Sanat/milliyet blog



Kültür Bakanlığı desteğiyle yapımı gerçekleştirilen, Eve Giden Yol isimli film mutlaka izlenmeli.

Bu başarılı filmde: Oyuncularımızın aldıkları rolleri mükemmel canlandırmaları bir yana, doğa ve olayların yaşandığı mekanlar çok hoş. Konular, tarihimizi yansıtıyor. Çekimler, Antakya çevresinde yapılmış: Dönemin gelenekleri,
 kıyafetleri, konaklar, kervansaraylar, devletin gün geçtikçe kendi otoritesini koruyamaması, tedirginlik, yoksulluk, cephelerdeki son çırpınışlarımız, çöllerde kavrulan insanlarımız izleyiciler açısından gerçekten etkileyici. Ben çok beğendim.

Filmin bazı sahnelerinde tuhaf oldum. Yalnızca gerilmekle kalmadım, oturduğum koltuktan kalkıp gitmek istedim. Çünkü görüntüler, konuşmalar, insanın yüreğine saplanan türden. Kaç kez gözlerim doldu. Dedelerimizin, güç koşullarda, inançlarını asla yitirmeden, vatana karşı sorumluluklarını nasıl yerine getirmeye çalıştıklarını görmekle çok duygulandım.

İngiltere, bütün Arap topluluklarını kandırarak, Türklere karşı kışkırtarak, Osmanlı İmparatorluğu adına o bölge topraklarını koruyan askerlerimizin imha edilmelerini sağlıyor. Bir vahşet yaşanıyor.

Çöl ortasında, çemberde direnen birliğimizin, İngilizler ve Arap destekçileri karşısında, ne yazık ki çıkışları yoktu. Su, yiyecek hiç kalmamıştı. Suya ulaşan yol kesilmişti. Kendi kaderimizle baş başa, zamanımızı doldururken, İngiliz General haber gönderip görüşme talebinde bulundu. Talebini kabul ettik. Karşılama ve bakışmalar görülmeye değerdi. İngiliz, silahlı korumalarıyla gelirken, Arap Şeyhi de onun arkasında, gönüllü sekreteri gibi davranıyordu.

Görüşme bizim çadırda, ayakta yapıldı. Sadece bir - iki dakika ve biz, gelenlere kapıyı gösterdik. Çünkü karşı taraf, kendi malzeme üstünlüğüne güvenerek ve bizi küçümseyerek: Silahlarınızı teslim edin, canınızı kurtarın, daha böyle kaç gün dayanabilirsiniz ki dedi ? Sizin intihar edecek merminiz kaldı mı acaba dedi ?

Paşa, koşullar nedeniyle üzgündü fakat ezik, umutsuz değildi. Başı dikti. Düşündü, gezindi. Düşünürken, çadırının önünde nöbet bekleyen askerin yüzüne baktı bir ara, ayakta uyuduğunu gördü. Nöbetçiye sert biçimde: Sıkı dur dedi ama aldığı sesli uyarıyla gözünü açan askerimiz yıkıldı ve oracıkta hemen öldü. Hayatta kalanlarla, son bir hamle yapılması, böylece bir grup insanımızın kurtulması düşünüldü. Bu derhal uygulandı. Düşman çemberi yarılmış oldu.

İngiliz birliklerinin, çöl ortamında kullandıkları değişik silahlardan başka, eski model uçakları vardı. Bu çok önemli. Diledikleri bölgeleri, özellikle içinde asker gönderildiği istihbaratını aldıkları trenlerimizi bombalıyorlardı. Araplar ise, yakaladıkları Türkleri, develerin arkasına bağlayıp yerlerde sürüklüyorlardı. Çöllerde can pazarı: Din kardeşi olduğu halde sırtımızdan vuranlar, kan ve şiddete doymayanlar, ahlak ve vicdan yoksunluğu, cahillik, insanın yüreğini burkan işkenceler.

Filmin başka sahnesinde: İngiliz General, içindeki düşmanlığını yenemediğinden, Selahattin Eyyubi’nin türbesine geldi. Saygısızca içeri girdi. Çizmesini, o değerli komutanın mezarına dayayarak, şöyle dedi ( alaycı, gururlu ve tehdit kokan bir tarzda ): Selahattin, sen izin vermedin ama bak biz yine geldik. ( itici, kompleksli hali hep belirgindi ).

Kalbimin atışları hızlandı. Filme iyice yoğunlaşmışım.

Mezar, her şeyin üzerinde bulunan bir makamdır, kime ait olursa olsun. Ölüyle tartışmaya girmek, büyük bir zayıflık ve çok iğrenç bir psikoloji.

Selahattin Eyyubi (1138 - 1193) bilindiği gibi, tarihte, Haçlı Seferinde oynadığı büyük rol dolayısıyla anılmaktadır. Filistin’i elde tutmak için Hıristiyanlar’a karşı mücadele etmiş, olağanüstü cesareti nedeniyle, İngiltere Kralı 1. Richard’ın da bulunduğu tüm batı hükümdarlarınca, takdir ve saygı görmüştür.

Bunlar geçmişte kalanlar. Önemli olan: İngiltere’nin, uzun vadeli planlarını yaşama geçirmesi. Ortadoğu üzerindeki egemenliği ve halen sürmekte olan denetimi. Zaten çoğu İslam ülkelerinin yöneticilerinin batı hesabına, severek çalıştıkları bilinen bir gerçek.

Günümüzde, artık gizli saklı tarafı kalmayan başka büyük tehlike: Aynı İngiltere, ABD yardımıyla Türkiye’yi parçalamak istemekte, Türkiye’yi bölünmüş gösteren haritalar yayınlamakta. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, etnik ve dini zeminlerde, iç karışıklık çıkarmayı amaçlamakta. Kukla Kürt Devleti ve Ermenistan üzerinden tansiyonumuzu yükselten projeler hazırlamakta.

Canavarlar canlandılar: Emrediyorlar ve emirlerinin kabul edileceğini sanıyorlar.

Geçtiğimiz aylarlarda, ciddi basın kaynaklarında ve yorum merkezlerinde vurgulandığı üzere: Rusya Genelkurmay Başkanı Yuri Baluyevski önemli bir açıklama yaptı. Rusya’nın, SSCB döneminde ABD ile imzalanan, Kısa ve Orta Menzilli Füzelerin İmhası Anlaşması’ndan tek taraflı olarak vazgeçebileceğini belirtti. Baluyevski: Anlaşmayı kendilerinin tek taraflı geçersiz ilan etmeleri için, ellerinde Washington’a sunabilecekleri çok sayıda kanıt olduğunu söyledi. ABD, füze kalkanı projesine devam etmektedir. Bu sistemlerin Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da kurulmasıyla ilgili hazırlanan planları biliyoruz. Birçok ülke, füzelerini geliştirmeye ve modernleştirmeye çalışıyor. Ancak Rusya, imzaladığı anlaşmaya uyarak bu füzelerin kopyası olmayan teknoloji bilgilerini sildi. Anlaşmadan vazgeçmek için en geçerli neden: Taraflardan birinin diğerine sağlam kanıtlar göstermesidir dedi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise ( Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşma ): Amerikan yönetiminin, ulusların sınırlarını değiştirmek hedefiyle, kendi sınırlarını aştığını ve bunun dünyadaki istikrarı bozduğunu söyledi.

Putin’in Uyarıları Şunlardı ( özetle ):
1) Bir ülkenin tek başına hareket etmesi dünyada her zaman daha fazla acı getirdi. ABD birden fazla alanda sınırlarını aştığı gibi herkese isteklerini kabul ettirmeye çalışıyor.
2) Hiç bir ülke, kendini güvende hissetmiyor. ABD politikaları dünyada silahlanmayı teşvik ediyor.
3) Irak işgali en son çare olmalıydı.
4) Romanya ve Bulgaristan’a ABD füzeleri yerleştiriliyor.
5) İran yönetimi nükleer çalışmalarının barışçı amaçlı olduğunu açıklıyor. Bu açıklamaların dikkate alınması daha verimli olacaktır.

ABD Savunma Bakanlığı: Günümüzde kimsenin Rusya ile soğuk bir savaş istemediği, Doğu Avrupa’daki füzelerin NATO üyelerini korumaya yönelik oldukları kısa açıklamasını yaptı. Elbette bu sözler inandırıcı değildir.

Savunma Bakanı Gates’in, kısa bir süre önce Temsilciler Meclisi’nde konuşurken, Şer Ekseni içinde saydıkları: İran, Irak, Kuzey Kore gibi ülkelere, Rusya’yı ve Çin’i de eklemesi tepki görmüştü.

Dosyalar kapatılmıyor. Emperyalizm daha çok şeyler dayatacak yoksul halklara. Çünkü şirketler doymadılar.

Bize dönelim: Ufkumuza değil, doğrudan yüreklerimize saldırı var. Dağılmadan yaşamaya, ilerlemeye devam edebiliriz ( ancak üç maddeyi benimsediğimizde ): Gücümüze inanarak, birbirimizi gerçekten severek, disiplin içinde çalışarak .

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,

Çemberin içindeki kadın/Kültür - Sanat/milliyet blog



Telefonunu 24 saat açmamak üzere kapattı. Farklı bir mekanda, özellikle doğada bulunma isteğiyle, akşam saatlerinde arabasına binerek hızla kentten uzaklaştı.
Yaşadığı yerde, dekolte kıyafeti ve sıcak sözleri nedeniyle herkes onu izliyor, doğal davranışları insanlarda tedirginliğe yol açıyordu. Belki de hedef gösteriliyordu.

Daha da hızlandı. Açtığı sert müzikler ve içtiği sigaralar, ofisinden taşıdığı gerginliğini azaltmıyordu. Deniz kıyısına ulaştığında bildiği bir kayanın üzerine çıktı. Oturuş biçimiyle, galeride duran sanat eserlerine benziyordu.

Toplumun bu kadar yozlaşmasını, 21. yüzyılda insanların hala, başkalarının özel yaşamlarına müdahale etmeyi, kendileri açısından öncelikli görev kabul etmelerini üzüntüyle karşıladı. Etrafında kedi gibi dolaşan, kariyer sahibi fakat ikiyüzlü, dedikoducu ve başkaları için küçülebilen insanlara acıdı. Durgunlaştı. Aklıyla, ruhuyla uzaktaki sevgilisine kilitlendi.

Zorlu bir dönemdi. Bazı şeylerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyordu. Koşullar ne olursa olsun, ne kadar stres ve tehlike altında bulunursa bulunsun, içindeki beyaz - yumuşak umut ışığının parlaklığını koruması gerektiğini düşündü. Denize dikkatle baktığında, tanık olduğu ışıltılar, içini saran hoş bir sıcaklık duygusuna neden oldu. Fakat aynı ışıltılar, sonsuzluğun içindeki bu dünyanın aslında ne kadar küçük olduğu duygusunun da benliğini kaplamasına neden oldu.

Felsefeyi seviyordu. Anlamlı şeylerle uğraşmayı seviyordu. İnsanoğlu, bu dünyanın gerçek sahibi değil ve hiçbir zaman da olmamış. Fakat bu dünyayı kendi malı sanarak ona dilediği gibi, kendi çıkarları doğrultusunda saygısız bir tarzda davranıyor. Milliyet ve din savaşları çıkarıyor. Virüsler üretiyor. Denizleri kirletiyor, toprakları zehirliyor. Dünya, bizlerin olmayı henüz başaramadığımız kadar verici bir varlık. Hep verdi ve bizi barındırmaya, korumaya devam ediyor dedi kendi kendine.

Dün geceye döndü. Telefondaki o sevimsiz konuşmaları hatırladı. Konuşmalar uzadıkça uzamıştı. Aslında hiç gereği yoktu yaşadıkları sıkıntıları abartmanın ama yolunda gitmeyen şeyleri konuşmamak rol yapmak olurdu. Tartışma sonuçsuz kaldı.

Kalın maskeleriyle, her gün bir grup duygusuz canavar ona mutlaka ulaşıp, öfkeyle bakıyordu. Bu, yıldızlara sığınmak isteyen masum bir gece bulutunun, acımasızca bıçaklanmasına benzeyen bir şeydi. Bu, güvenlik makamlarına anlatımı güç olan bir tacizdi. Bunların sürekli hissedilmesinden doğan ciddi bir kırgınlık, ciddi bir moral eksikliği vardı. Oysa mutlu olmak, herkesten çok onun hakkıydı. Bir savaşa katılsa; aşkı çok şeyleri susturabilir, çok şeyleri kökünden değiştirebilirdi.

Son günlerde hıçkırarak ağlamıyordu, bekliyordu sadece, gökyüzüne dokunan bir anıt gibi. Beklemek zordu ama zoru başarabilirdi. Çünkü içindeki doğal mimari, dış çizgileri kadar olağanüstü güzeldi. Geceleri okuyor, notlar alıyordu. Yaşama dair, ölüme dair bulduğu ağır imgelerle sevgisini çoğaltmaya çalışıyordu.

Deniz kıyısında, yaşadıklarıyla baş başa kaldığında; dünyasını, bedenini daha güçlü sevmesi gerektiğine inanıyor, içindeki sarsıntıları böylece yenebiliyor, yaşamının anlam kazandığından emin olabiliyordu.

Buluştuğu bu kayanın çağrışımları eşliğinde nefes alıp vermesi, denediği bütün sakinleştirici ilaçlardan daha yararlı oluyordu.

Başını kaldırdı hafif gülümseyerek ve siyah gözleriyle süzülüp giden güneşe baktı. Güven vericiydi. Ufku daha çok aydınlandı. Doğanın kendisine sunduğu yüce değerlerin ruhundaki acıları hafiflettiğini hissetti. Dergiden kesip sakladığı iki sözü tekrar okudu.

Eğer aşk varsa insanın hayatında; diğer bütün şeyler yolunda gitmese de olur.
Dostoyevski

Bir kadının giyebileceği en güzel giysi sevdiği erkeğin kollarıdır.
Yves Saint Laurent

Hava karardı. Elindeki kağıdı cebine koydu. Hep dokunmak istediği yıldızlara baktı. Gözleri doldu. Onlar da yorulmuşlardı yaşamaktan.

Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,