Ünlü yazar Dostoyevski diyor ki: İnsan, her şeye alışan varlıktır. F. le Dantec ise anlatımlarında: İnsan, özgürlük düşleri gören bir kukladır diyor. Afşar Timuçin’in eserlerinde kısaca insan: 1) Yeryüzünün en gelişmiş hayvan türü, toplumsal düzende yaşayan bir memeli. 2) Gelişmiş bir dil ve düşünce dizgisine sahip canlı olarak ifade ediliyor.
İnsan, yaşamın karmaşık görünümlerini izlerken, dürtülerinin etkisiyle, isteklerini gerçekleştirmek uğruna değişik konumlara giriyor. Sadece egolar için yaşamak doğaya yapılan büyük saygısızlık. İnsanın kendi varlığını anlamasına engel olacağı gerekçesiyle bütün kutsal kitaplarda ve öğretilerde; şehvet ve gurur gibi tehlikeli duygulara bazı sınırlar getiriliyor. Bu sınırlar; temelde insana yakışan erdemlerin sarsılmaması gerektiği fikrini anımsatan uyarılar. Çünkü ahlak eksikliği kişinin felaketini hazırlar. Sorumluluklarımızın farkına vararak bir şeyler yapmamız elbette güzel. Yaptıklarımız toplumdaki diğer insanlar tarafından anlaşılmayabilir ve çok istediğimiz bazı şeyleri elde edemeyebiliriz ya da hiç istemediğimiz şeylerle karşılaşabiliriz.
Olgun insan; yaşadığı dünyayı doğru algılar, tepkilerini saldırmadan ortaya koyar ve girdiği bütün mekanları estetik amaçları doğrultusunda kullanır. Bu eylemlerini aklıyla, vicdanıyla gerçekleştirir.
Bilimin ilerlemesiyle, organizmamızın; yalnızca moleküllerden oluşan fiziksel bir yapı olmadığı, kimyasal ve manyetik enerji alanlarından oluştuğu artık biliniyor. Vücudumuzdaki enerjiyi zayıflatan, tüketen en önemli nedenlerden biri, duygusal tablolar. Çünkü karşılaştığımız her olayda, bilgilerimizden önce duygularımız devreye giriyor ve maalesef bizi yönlendiriyor. Yaratıcı ya da tüketici duygular altında kalan insan zaman içinde gelişebiliyor ya da hasta olabiliyor.
Duyguların gücünü yükseltmek, yaşam biçimi olabilir. Resim, heykel, müzik, edebiyat gibi güzel sanatlarla uğraşmak, duyguların daha keskin ve sıcak yol alması demektir. Böylece enerji alanları genişliyor. En kötü koşullar altında, bir hücrede tutukluyken, elinde bir malzeme yokken, ruhunun kasırgalarını ve özgün saptamalarını, kanıyla, dışkısıyla duvarlara yansıtan sanatçılar çıkmış tarihte.
21. yüzyılın mükemmel teknoloji araçları ve konforuyla buluşan insan, başkalarından almayı daha çok tercih eder oldu. Fakat bu tembelliğinin, bu kolay yollardan elde etme yönteminin, iradesini zayıflatacak kadar riskli olabileceğini hesaba katmadan.
Televizyon akşam önümüze bir haber getiriyor. Getirme değil, dayatma. Görüntülere kasıtlı olarak eklenen müzikle tansiyonumuz değişiyor. Hemen anında refleks gösteriyor, sağlıksız yorumlarda bulunuyoruz. Gösterilen şey, görmemiz gereken şeyleri kapatıyor. Oysa o haber: Bilmediğimiz gizli bir güç merkezinin, bilmediğimiz başka noktalara gönderdiği özel bir mesaj. Gizli yürütülen bir projenin, parçasının parçasının parçası. Programlarda öne çıkarılan, hedef gösterilen isimler; saniyesinde nefretimizi kazanan figüranlara dönüşüyor. Yönetmen, senarist bilinmiyor, çünkü ortada yoklar. Papa, Ladin, Saddam, Öcalan, Ağca muhatap alınıyor yanlışlıkla. Sanki bu oyuncuları doğuran ve halen kullanan emperyalist İngiltere’nin, Amerika’nın sonsuza kadar geçerli dokunulmazlık belgeleri var. Egemen ve zengin olmaları, bütün çirkin davranışlarının diğer ülkelerce görmezlikten gelinmesini zorunlu kılıyor. Onları yargılayacak bir üst makam yok.
Sorumsuzluğumuza dair, günlük yaşamdan başka bir örnek: Sanal yazışmalarda dilimize açık düşmanlık yapılıyor. Bilgisayar ekranında sözcükler düzgün yazılmayarak, kesilip biçilerek, katledilerek sürdürülüyor iletişim: Slm, nbr, ok, okı, çk tsk edrm, kib, by gibi.
Bir akşam, günün sunduğu oyalamacalardan kendimizi soyutlayarak, duygu - düşünce dünyamızı da kontrol ederek, uzak kentlerde, yabancı ülkelerde yaşayan o güzel dostlarımıza mektuplar yazmıyoruz artık. Yazamıyoruz. Savunmalar üretiyoruz yazamadığımız için. Canım telefon var şimdi, ne gereği var filan. Dolmakalemle romantik mektuplar zaten yazılmıyor. En yüce duygu olan aşk; geri itiliyor, baygın ve boynu bükük kimsesiz çocuklar gibi. Telefon görüşmeleri duygusal açıdan verimsiz ve edebi ağırlığı hiç yok. Yüreğimiz atıyor, parmaklarımız sağlam, çok güzel masalar da var yazmak için.
Zihnimizi hep temiz, hep dinamik tutmak elimizde. Yıpratıcı, acı veren durumların bizi ne kadar olgunlaştırdığını fark etmek bizim elimizde. Çizgimizi bilmek, duygularımızı eğitmek ciddi bir iş. Çaba istiyor ki, diğer işlerimizin arasına sıkıştırmakla olmaz. Bu görevi gerçekten benimseyen insan, bunu yaşamında birinci sıraya koymaya çalışacaktır. Çünkü yaşam önemsiz şeylere harcanamayacak kadar kısa. Kısa olduğu gerçeğini kabul edeceğiz sonunda.
Rahmetli, felçli babacığımın elini sıkı tutuyordum. Biliyordum günün birinde mutlaka ayrılacağız ve bu ayrılık ikimizi çok incitecek. Mutlu olacağı şeyleri, elimden geldiğince yerine getirmek için çırpınıyordum. Çünkü dünyaya gelmem onun sayesinde gerçekleşti. Çünkü saygımı, sevgimi sunmakla her şey bitmiyor. Üzerimdeki haklarını geri ödeyip kurtulmam kolay değil. Vicdan taşıyorsam içimde, o duygumla işbirliği yapmamdan daha anlamlı ve keyifli ne olabilirdi ki ?
Babamın zamanı doldu, bir kuş gibi uçup gitti ama sıcaklığı hiç kaybolmadı.
Claudius
Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli,Okunacaklar, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,