Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

MANTIĞIN İÇİNDEKİ KİŞİ

Konu : Mantıkta kaplamsal tanım denilen bir kavram vardır . Öznenin herhangi bir tür tanımını yaparken yeni bir bilgi vermeyecek şekilde bir tanım yapılırsa , bunun adı mantıkta kaplamsal tanım olmaktadır . Buna totoloji de denilebilir . Örneğin “ A , A ‘ dır . “ şeklindeki bir tanım bu kalıba uyar . “ Su , sudur . “ , “ Hava , havadır . “ dersek bunu anlatmış olabiliriz .

MANTIĞIN İÇİNDEKİ KİŞİ

Mantık , kişilerin doğru düşünme yetenekleriyle alakalı bir konudur . Mantık olmadan düşünme kurallarına ulaşamayız . Mantık , insana ait zihni verileri kullanarak doğru düşünmeye dair bilgi ve sonuç ortaya koyan bir bilgi dalıdır .
Mantığın tanım yapma konusunda verdiği veriler şöyle söylenebilir :  Tanım , bildiri kipinden ifadelerdir . Bir yargı bildirirler . Bazen tanımlar , içerikleri itibariyle bize yeni bir bilgi vermeyebilirler .
“ Ahmet , Faruk değildir . “ demek bize bir bilgi verir . Çünkü ifadede aradaki fark anlatılıyor . Ancak kimi zaman ifadeler çok farklı şeyleri anlatmazlar . Zaten bilinen şeyler hakkında o şeyin anlamının tekrarıdır bu ifadeler . Mesela “ Ahmet , Ahmet ‘ tir . “ ya da “ Türkiye , Türkiye ‘ dir . “ ifadeleri bize yeni bir ifade sunmazlar . Aksine zaten bilinen bir kavramı tekrarı olarak önümüzde dururlar .
“ Kamyon , kamyondur . “ , “ Ilık hava , ılık havadır . “ gibi ifadelerde de aynı durum anlatılmaktadır .  
Tanımların içerisinde işte bu tür tanımlara “ kaplamsal tanım “ denilir . Bu tür tanımlar bizim o andaki bilgi verme isteğimizi yansıtırlar .


Tür tanımı , genel bir kavramın alt tabakasında bulunan başka bir kavrama dair özellik belirtmektir . Yani bu konuda olduğu gibi “ A , A ‘ dır . “ dersek bir kavramı başka bir nitelikle belirtmeye çalışmış olabiliriz . Ancak burada farklı bir bilgi verilmiyor . Nitelik aynı .
Bazen yaptığımız bir iyiliğin büyüğünün ve küçüğünün olmadığını anlatmak için “ İyilik , iyiliktir . “ deriz . Yani yapılan iş aynı durumu tekrar etmek demektir .
Kaplamsal tanım , mantık içerisinde bu şekilde tanımlanırken matematikte de geçen bir terim de bu kavram için kullanılabilir : Totoloji.
Benim görüşüm şudur : “ Mantığın kullanım alanları içerisinde felsefe geniş yer tutuyor . Felsefeyi yaparken nesnelliği veri olarak almak gerekiyor . Bilimin verilerini felsefe için bir temel olarak kullanmak en önemli konu olarak karşımızda duruyor . Bu gün itibariyle mantık , doğru düşünme ile ilgili kuralları oluşturan bir disiplindir . Mantığı kullanırken kendi yaşantımızı düzene sokmayı amaçlamaktayız . Mantık , bilime yardım eden bir bilgi dalıdır . Yaşamımızda yaşanan teknik gelişmelerin mantıkla çok sıkı bir ilgisi bulunuyor . Mantık her türlü bilimin anlayışına yardım eden bir teknik konudur . Bunu anlamak her bilim insanı için önemli bir konudur . “
20/10/09

E – postam : dussunce@yahoo.com


Yazan : Tarık Tümlü adlı bir deli .

MANTIĞIN TANIMI VE TÜMDENGELİMLE İLGİLİ SÖZLER

MANTIĞIN TANIMI VE TÜMDENGELİMLE İLGİLİ SÖZLER

MANTIKTA MI KALACAĞIZ ?
Önermeden çıktık yola !... Önerme abimizden bir iyilik isteyelim şimdi . Mantık benim işim mi diyenlere bir hediyem olsun bu şarkı !...
Mantık , önermeleri içerecek kadar önemli midir ki acaba ? Bu kadar lafazan girişten sonra konuya başlamak … İşte bir mesele !!!
Mantık , Arapça ‘ daki “ nutk ( nutuk ) “ kelimesiyle ilgilidir . Bir de logos kelimesi var tabii ki … Nutk ; söylemek , konuşmak anlamındadır . Logos ise Yunanca bir kelimedir ve akıl yürütme anlamına gelir . Logos ile insanın aklı söz konusu edilir . Böylece mantık hem düşünme hem de konuşma üzerine olan bir bilim olarak belirtilebilir .
Peki nedir önerme ? Önerme bir fikir bildiren ifadedir . Örneğin “ Mustafa hasta durumdadır .” gibi bir ifade bir önermedir . Mantık da bu tür ifadelerle ilgilenir .
Tümdengelim nedir peki ? Sonucun öncüllerden zorunlu olarak çıktığı bir akıl yürütmedir . Öncül , ön önermelerdir . Sonuç ise bunlara bağlı bir önermedir . Örneğin “ Bütün insanlar ölümlüdür . “ , “ Pisagor insandır . “  o halde “ Pisagor ölümlüdür .” akıl yürütmesinde ilk ikisini öncül , diğerini sonuç olarak adlandırmak mümkündür  .
Tümdengelime geçerli bir örnek : “ Bütün kuşlar uçar . Serçe bir kuştur . O halde serçe uçar . “
Mantıkta öncüllerin doğru olması ve sonucun bunlardan zorunlu olarak çıkması gereklidir . Öncüllerin doğru olması bilim insanının işidir . Mantıkçı ise ikinci durumla ilgilenir .
Sonucun öncüllerden zorunlu olarak çıkmasına “ geçerlilik “ denir . Her geçerli akıl yürütme sonucun doğru olduğunu bildirmez . Sonucun öncüllerden zorunlu olarak çıktığı , geçerli tek akıl yürütme demin de dediğim gibi tümdengelimdir .
Geçersiz bir tümdengelim örneği : “ Bazı böcekler kanatlıdır . Bütün kuşlar kanatlıdır . O halde bazı kuşlar böcektir . “
Tümdengelime “ dedüktif “ akıl yürütme de denilir .
Mantık , doğru düşünme ve konuşma bilgisi olarak belirtilebilir .
Mantık , doğru ya da yanlış olabilen önermelerle ilgilenir . Önerme de zaten bir doğruluk ya da yanlışlık değeri taşıyan bir ifadedir .
İlkumut Yayınları sağolsun ! 20. sayfasındaydım en son . Güzel şeyler öğrenmişim , değil mi ?
29-Eki-09

E – postam : dussunce@yahoo.com

Yazan : Tarık Tümlü adlı bir düşünür …

Özel hakların türleri ve mahiyetleri

Konu : Özel hakların türleri ve mahiyetleri

ÖZELİM ÖZELSİN ÖZELDİR !


Özel hakların ne olduğuna dair bir rivayet vardır … Evet , nedir bu rivayet ?
Özel haklar , kamu haklarından farklı bir durumdur …
Kamu hakları , devlet ile kişiler arası veya iki devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallarla ilgilidir .
Özel haklar da özel hukuk kurallarından doğan bir hak türüdür .
Özel hakların içerisinde mutlak haklar , nisbî haklar , mal varlığı hakları , kişilik hakları , devredilebilen haklar , devredilemeyen haklar , yenilik doğuran haklar , alelade haklar ayırımı yapılmaktadır .
Mutlak haklar içerisinde ayni haklar , telif hakkı , mülkiyet hakkı örnek gösterilebilir .
Ayni hak , maddi mal üzerindeki hak demektir . Hukukta maddi mala eşya ( Arapça karşılığı ayn ) denir . Bu bakımdan hukukta maddi mal hukuku sözü yerine eşya hukuku sözü tercih edilir .

Eser hakkı , fikir ve yetenek ürünü olan şiir , beste , heykel gibi şeyler üzerindeki mutlak haktır .
Mutlak hak , herkese karşı ileri sürülebilir .
Mutlak hakların içinde kişiler üzerindeki mutlak haklar da vardır .
Kişi , hakkın sahibidir . Bu bakımdan kişiler üzerinde mutlak haklar ilk planda olmaz . Ama kişinin kendi kişiliği üzerinde ve vesayet ile velayet hakları denilen başkaları üzerindeki haklar bu durumu değiştirir .
Mal varlığı hakları , maddi ve ekonomik değeri olan şeyler üzerindeki , miras yoluyla mirasçılara geçebilen haklardır . Bir kişi , herhangi bir hukuki işlemle ancak mal varlığı ya da mamelek denilen haklarındaki potansiyel kadar sorumludur .
Sorumluluk , bir kişinin herhangi bir hukuki işlemde borcunu yerine getirmediği takdirde mal varlığına el atılabilmesi olgusudur .
Kişilik hakları , kişinin maddi , manevi ve ekonomik varlığını koruyan ve ona sıkı sıkıya bağlı , mirasçılara geçemeyen , kişinin ölümüyle sona eren haklardır .
Peki kişilik hakları ne zaman kazanılır ?
Bir ceninin sağ ve tam doğumu ile kişi , kişilik hakkı kazanmış olur . Hak ehliyeti , özel hukuktan doğan hak ve borçlara sahip olabilme ehliyetidir . Bu bakımdan hak ehliyeti ile kişilik kavramı çakışır .
Bu arada şunu da söylemek gerekir ki tüzel kişilerin kişilik hakkı kazanması için kanunun öngördüğü şeklin bulunmuş olması gerekir .
Nisbi haklar , herkese karşı ileri sürülemeyen haklardır . Örneğin alacak hakkı veya nafaka hakkı …
Devredilebilen haklar , başkalarına devir yoluyla geçebilen haklardır .
Devredilemeyen haklar da bunun tersi durumdaki haklardır .
Yenilik doğuran haklar , yeni bir durum yaratan , o durumu değiştiren veya kaldıran haklardır .  Alelade haklar da bu sıfatları taşımayan haklardır .
Alelade haklara örnek olarak vesayet hakkı verilebilir .
Yenilik doğuran haklara satım sözleşmesi , kira sözleşmesi ile ilgili olarak kişilere düşen haklar örnek verilebilir .
Burada şunu eklemek isterim ki özel haklar ya da medeni haklar , kamu hukukundan farklı olan özel hukuktan doğan haklardır . Yani vergi hukuku , anayasa hukuku , ( kısmen ) iş hukuku , ceza hukuku gibi hukuk kollarından farklı olan medeni hukuk , ticaret hukuku ve devletler özel hukuku kurallarıyla ilgili olarak ortaya çıkmış olan haklardır bunlar .

11/01/2009
E postam : dussunce@yahoo.com
Yazan : Tarık Tümlü nün delirmiş hali .

TÜRKİYE ‘ DE LAİKLİĞİN VARLIĞI İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER

Konu : Laiklik , din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır . Vicdanların serbest olması laikliğin özünde vardır . Osmanlılarda laiklik yoktu . İlk laik anlayış Türk devletinde cumhuriyetle birlikte kuruldu . 1924 anayasasına göre “ devlet , dini esasları da uygulayacaktı . “ Ancak Türkiye ‘ de 1928 ‘ de laiklik kuruldu . 1937 ‘ ye kadar da pekiştirilerek devam etti .

TÜRKİYE ‘ DE LAİKLİĞİN VARLIĞI İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER

Laiklik , Batı ‘ da Amerikan ve Fransız devrimleriyle birlikte başladı . Amerikan Anayasası ( 1787 ) ile birlikte laiklik başlamış oldu .
Laiklik bir kültür meselesidir . Din ve devlet esaslarının ayrıştırılması her toplumun dini anlayışına göre değişir . Ne ölçüde sınırlandırılacak buna o toplumun kendisi karar verecektir .
Laiklik , dilimize Fransızca ‘ dan gelmiş bir sözcüktür . Batı ‘ da “ bir meslek sınıfının dışında kalanlar “ anlamına gelir . Bizde de “ din hizmetlilerinin dışında kalanlar “ anlamına gelmektedir .
Aslen eski Yunanca ‘ dan gelmiş bir sözcüktür laiklik . “ Laikos “ kelimesi ile başlar bu köken .
Türk devletinde 1920 yılının 23 Nisan ‘ ında laiklik kavramı henüz yerleşmemişti .
Esas amaç halifeyi ve saltanatı kurtarmaktı .
1924 anayasasına göre de “ devlet dini esasları uygulayacaktı “ .

Türk medeni kanununun 266. maddesine göre

1.        Dini eğitime veliler karar verecekti .
2.        Reşit dinini seçmekte özgürdü .
Reşit ; aklen düzgün olan ve 18 yaşını doldurmuş herkestir .
Devlet ; dini eğitimi velilere bırakıyordu .
Bu , önemlidir çünkü eğitim dini temelli değildi .
Şimdiki 1982 anayasasına göre dini eğitimi okullarda devlet zorunlu olarak veriyor ancak bunu bir dini benimsetmek için değil rasgele dini eğitim verilmesin diye yapıyor .
1928 ‘ de yapılan bir değişiklikle laiklik anayasanın bir maddesi olmuştur .
Laiklik , devletin dini inançlara göre yönetilmemesidir .
Devletin , ayin hürriyetini kısıtlamamasıdır .
Bunların siyasi gösteri şeklinde yapılmasına ise müsaade edilmemelidir .
Devlet , dini inançlara saygılı olmazsa demokrasiden söz edilemez .
1937 ‘ ye kadar laiklik , Türkiye ‘ de pekiştirilerek devam ettirildi .
Türkiye ‘ nin laik yapısı , dine ve diyanete saygıda kusur etmez .
Ancak bunların sömürü aracı yapılmamasını sağlar .
Laiklik , Fransız devrimiyle birlikte Batı ‘ da yayılmaya başladı .
Türk devletlerinde laiklik hiçbir zaman zaten olmadı .
Bizde de laiklik 1928 ‘ den itibaren başladı .
Düşünce hürriyetine saygı laikliğin temelinde vardır .
Ancak düşünce hürriyeti laikliği zedeleyemez .
Dine karşı olmak değil dini düşünce ve ayin hürriyetinin korunması laiklikte vardır .
14.06.2011 22:19
Yazan : Tarık Tümlü adlı bir sevdalı .

E – posta : dussunce@yahoo.com

KURBAN HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

KURBAN HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

1.      Kurban , nafile bir ibadettir . Kurbanı müslüman , hür , misafir olmayan , parası olan herkes kesebilir .
2.      Kurban , Allah rızası için kesilir .
3.      Kurbanı kesmek için kurbanı kestirecek olan şahıs vekalet verir ve kendisi de kurban kesilirken şahitlik eder .
4.      Sığır , manda , koyun , keçi ve deve kurban edilebilir .
5.      Koyun ve keçinin 1 yaşını doldurması şarttır .
6.      Deve 5 yaşını bitirmiş olmalıdır .
7.      Manda 2 yaşını bitirmiş olmalıdır .
8.      Kurban , Kurban bayramının birinci , ikinci ve üçüncü günü akşamına kadar kesilebilir . 4. günü kesilmez .
9.      Deve ve mandada 7 kişiye kadar ortaklık olabilir .
10.  Koyun ve keçi bir kişi için kesilir .

Yazan : Tarık Tümlü adlı bir şahıs .

07.11.2011 02:51:53

KIBLEYE DÖNME HUSUSUNDA BİLGİLER

KIBLEYE DÖNME HUSUSUNDA BİLGİLER

·         Biçimsel namazda Kabe ‘ ye dönmek esastır . Kabe , Mekke ‘ deki Mescid – i Haram adı verilen binanın yeridir .
·         Kabe ‘ nin içinde veya dışında bulunanlar , Kabe ‘ nin herhangi bir tarafına dönerek namaz kılabilirler .
·         Cemaat imamla aynı yöne dönme zaruretine sahip değildir . Sadece imamdan önde bulunulmasın ve imamla yüz yüze gelinilmesin .
·         Kıble yönü pusula ile tayin edilir . Doğu ülkelerindekilerin kıblesi batı yönüdür .
·         Kıble yönünden şüphe etmede bazı durumlar vardır .
·         Açık bir arazide kıbleyi soracak adam yoksa kıbleyi kapı çalarak sormak gerekmez . Araştırma yapılır ve kuvvetli kanaate göre namaz kılınır . Kanaat sahibi olurken güneş , yıldızlar bir etkene sahiptirler .
·         Kıbleyi ararken mescidlerin yönü belliyse kıble aramaya gerek yoktur .
·         Hayvan sırtında namaz kılınması için bir korku veya arkadaşları kaçırmak gibi bir durum olmalıdır . Hayvan kıble yönünde yürüyorsa kıbleden hayvanın dönmesi namazı bozar .
·         Gemilerde ise devamlı surette kıbleye yönelmek gerekir .
·         Nafile namazlar binek üzerinde kılınabilir .
·         Bir kör namaz kılarken kıbleye onu yöneltmek söz konusu olursa körün namazı sahih olur .
·         Kıblenin yönünü soracak kimse varsa ondan sormamak ve kendi kanaatimize göre namaz kılmak caiz değildir . Çünkü haber verme , araştırmaktan daha etkilidir .
·         Cemaat halindeyken kıblenin yönünden şüphe edilirse tek başına namaz kılınır .
·         Bir kişide abdestsizlik hali olduğu zannı uyansa ve o kişi mescidden çıksa o kişinin namazı bozulur . Ancak mescidden çıkmazsa bozulmaz .
·         Kabe ‘ ye yönelmek , gönül birliği sağlamak gibi amaçlarla Allah tarafından konulmuş bir kuraldır .
06.12.2011 02:41
Yazan : Tarık Tümlü adlı bir bilim adamı .

E – postam : dussunce@yahoo.com

KAZAYA BIRAKILAN NAMAZLAR HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

KAZAYA BIRAKILAN NAMAZLAR HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

·         İslam ‘ da namazların vaktinde kılınması bir esastır . Kazaya bırakılan namazların vaktinde kılınmayan namaz olarak tanımlanması mümkündür .
·         Sünni mezheplere göre : Kazaya kalmış namazın yükü ağırdır . Bundan kurtulmak lazımdır .
·         Kazaya kalan namazlar sayısını bilmeden kılınıyorsa “ en son öğle ya da akşam namazının kazasına “ diye niyet etmek güzel bir hareket olur .
·         Sünni mezheplere göre : Kazaya kalmış bir namazın vakit namazını etkilemesi şöyle olabilir : Altıya varmamış namaz kazaya kaldıysa bunları bir tertibe göre kılmak güzel bir hareket olur .
·         Sünnetlerin kazası aslında olmaz . Ancak ; sabahın sünnetinin kazası güneşin doğuşundan sonra öğle vaktine kadar kaza edilebilir .
·         Kazaların nafileler yerine kılınması doğru değildir .
·         Nafilelerin nafile olarak kılınması doğru olur .
·         İmam Şafii ‘ ye göre tertibe uymak bir şart değildir , müstehaptır .
·         Kaza namazları bir günde kılınacak bir namazla kılınamazlar . Ne kadar kazası kaldığını hatırlamayanın kuvvetli görüşüne göre hareket etmesi uygun olur .
·         Kaza kılmayanın ahirette uğrayacağı akıbet hakkında : Sünni mezheplere göre bunun cezası cehennemdir .
·         Fakat şunu da unutmamalıdır ki vaktinde kılınan bir namaz kazaya bırakılan namaza göre daha efdaldir .

13 Kasım 2011 Pazar
Yazan : Tarık Tümlü adlı bir bilim adamı .

E – postam : dussunce@yahoo.com

KALPTE YAŞARSAN !

Konu : İnsan kalbinde iki kapakçık bulunur . Bu kapakçıklar , kanın kulakçıklardan karıncıklara doğru daha dengeli geçmesini sağlarlar . Kan , bu kapakçıklar sayesinde akış hızını sabit ve dengeli tutabilecek güce sahip olur .

KALPTE YAŞARSAN !


Kalp hakkında ne biliyorsunuz ? Belki bilginiz var ama şimdi söyleyeceklerimi bilmiyor olabilirsiniz . İnsan kalbinde dört odacık vardır . İkisi sağda , ikisi solda bulunur bu odacıkların . Ve bu odacıkların arasında kan akışı vardır . Kanın akış hızında bir dengesizlik olmaması için kapakçıklar bulunur . Bu kapakçıklar , üstte bulunan kulakçıklardan alttaki odacıklara kanın akışını normal seviyede olacak şekilde tutarlar .
Kanın vücutta dolaşımı için kalbin kanı pompalaması gerekir . Kalbin sağında bulunan kan ile solunda bulunan kan ayrıdır , biri kirli biri temiz kandır . Bu kanların akciğere gideni ile akciğerden geleni ayrıdır . Aort ana atardamarı kalpten çıkan temiz kanı vücuda götürür . Ana toplardamar ise kalbe kirli kanı getiren ana damardır .

Kalp yaşar … Kalbimiz temiz kana muhtaçtır . Vücudumuz da muhtaçtır . Sigaraya düşkünlükten ötürü akciğerler , kanı temizleme işlevini tam olarak yerine getiremez . Kalbin işi kirli kanı toplamak , akciğere göndermek ve temiz kanı akciğerden alıp vücuda yollamaktır .
  
Şunu söyleyebilirim ; bu bahsettiğim odacıklar kirli ve temiz kanın ayrıştığı yerlerdir . Daha doğrusu temiz ve kirli kanın ayrı ayrı bulunduğu yerlerdir . Eğer bu odacıklar olmasaydı temiz ve kirli kanın ayrışamaması yüzünden yaşayamazdık .
Bu kapakçıklar , üstteki kulakçık denilen odacıklar ile alttaki karıncık denilen odacıkları birbirinden ayırırlar . Ayrıca düzenli olarak kasılıp gevşeyerek kanın akışının dengeli bir şekilde olmasını sağlarlar . Kan , ne çok hızlı ne de çok yavaş akar bu kapakçıklar sayesinde . Hem kalp de dinlenmeye fırsat bulur bu kapakçıklar ile .
İnsanın bedeni oksijene muhtaçtır . Kanın bir düzen içerisinde bütün bedene ulaşması yaşamamız için şarttır . İşte burada kapakçıklar , kanın sistemli bir şekilde odacıklar arasında gidişini sağlayarak bu bahsettiğim gereksinimi sağlamış olurlar  .
Kan , oksijen ve besin taşır . Kapakçıklar da yapmış oldukları iş ile bu taşıma görevini kolaylaştırmış olurlar  .

19.09.2008 03:42:57
E postam : dussunce@yahoo.com
Yazan : Tarık Tümlü ile onun aynadaki görüntüsü .

İSMET İNÖNÜ ‘ YÜM …

Konu : İsmet İnönü ‘ nün , Milli Şefliği döneminde tiyatroların çoğaltılması , klasik müziğin yaygınlaştırılması gibi kültürel icraatları olmuştur . 1925 ‘ te çıkarılan Takriri Sükun Kanunu İsmet İnönü ‘ nün başbakanlığı dönemine denk gelmiştir . İsmet İnönü ‘ nün demokratik olmayan tutumları eleştirilere konu olmaktadır . Demiryolu siyasetinin onun başbakanlığı döneminde geliştirilmeye çalışıldığı da unutulmamalıdır .

İSMET İNÖNÜ ‘ YÜM …

Evet , İsmet İnönü ‘ yü tutmayabilirsiniz . Ama onun yaptıklarını da görmezden gelmemelisiniz .
İsmet İnönü , 11 Kasım 1938 ‘ de oy birliğiyle TBMM tarafından cumhurbaşkanlığına seçilmiştir . Elbette o , Atatürk ‘ ün en yakın çalışma arkadaşlarından biri idi . Elbette  o , Lozan Antlaşması ‘ nda bizi başarıya ulaştırmıştı . Ondan daha iyi bir devlet başkanı olabilir miydi ? Ancak o , Milli Şef olarak yetkisini aşarak hareket etmiştir .
Şöyle ki CHP ‘ nin başında olmamasına rağmen partisinin lideri gibi davranmıştır .
Mecliste “ Müstakil Grup “ adı altında bir parti bölümü oluşturmuş fakat denetleyiciliğini yine kendisi yapmıştır .
Onun , banknotlara kendi resmini koydurması da çok ilginç bir durumdur .
Fakat onu haksız bir şekilde eleştirmek de doğru değildir .
Tiyatrolar onun zamanında çoğalmıştır .
Klasik müzik , geniş kesimlere onun sayesinde ulaşmıştır .
Yüzlerce eseri Türkçe ‘ ye o çevirtmiştir .
Ben açıkçası İsmet İnönü ‘ nün dini baskı uyguladığına inanmıyorum . Çünkü Atatürk ‘ ün anayasasında 1928 ‘ den itibaren laiklik ilkesi kabul edilmiştir . Halbuki onun şefliği 1938 ‘ den sonradır . Yani devlet dini düşüncesi ile hareket etmesi söz konusu olmamalıdır .
1925 ‘ te çıkan bir isyan sonucu yurtta geniş güvenlik önlemleri alınmasını öngören Takriri Sükun Kanunu , onun başbakanlığına denk gelmiştir . Bu durum , o dönem Türkiye ‘ nin demokrasiye henüz tam hazır olmadığını gösteriyor .
Türkiye ‘ de İsmet İnönü ‘ nün cumhurbaşkanlığı döneminde mesela Toprak Reformu ile ilgili bir yasa çıkarılmış fakat tam uygulanamamıştır .
Onun cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye 2. Dünya Savaşı ile uğraşmış ve de bu savaştan ayrı kalmanın yolları uygulanmaya çalışılmıştır .
Demiryolu siyaseti onun başbakanlığı döneminde geliştirilmiştir . 1950 ‘ den sonra unutulan ve 2003 ‘ ten itibaren hatırlanan demiryolu siyasetinin temelleri onun zamanında atılmıştır .Ülkemizde demiryolları 2. Abdülhamit zamanında yabancılar tarafından yapılmıştır . Halbuki onun zamanında demiryolları devlete geçmiş ve yeni yapılan demiryolu ağının sadece bir kısmı dışarıdan satın alınmıştır .
Türkiye için İsmet İnönü artılarıyla eksileriyle bir döneme imza atmıştır . Ve de kabri daha sonradan Anıtkabir ‘e nakledilmiştir .
İsmet İnönü , kendisi için istediğini , bence , halkı için de isteyen bir kişidir . Ve bu yönüyle tarihte hatırlanmaya devam edecektir .
26.03.2009 19:05

E – postam : dussunce@yahoo.com


Yazan : Tarık Tümlü adlı bir vatandaşın resmi .

İNKILAP TARİHİ KİTABI YORUMLARI – 1

İNKILAP TARİHİ KİTABI YORUMLARI – 1 -

İlk ünitemizde, devletlerin neden ve nasıl oluştuklarını gördük. Yeniçağ
ortalarına kadar devletlerin başında bulunan ve hukuk düzenini kurup yürüten
kişilerin bu güçlerini dinden aldıklarını da söyledik. Devlet gücünün bu biçimde
algılanışı evrensel bir tarih gerçeğidir. Dünyanın en eski uluslarından biri olan
Türkler de pek çok ülkede kurdukları devletleri inandıkları dinlerin esaslarına
dayandırmışlardı.
İslâm dinini kabul etmeden önce Ortaasya’da yaşayan Türkler, İsa’nın
doğumundan bin yıl kadar önce güçlü devletler kurmuşlardı. Buyruklarındaki çeşitli
ve çoğu akraba kavimlerden oluşan kabileleri birleştiren Türkler, oluşturdukları
devletlerin başına “hakan” veya “kağan” adını verdikleri birini geçiriyorlardı. Eski
Türk dinsel inanışına göre kağan ailesine “Gök Tanrı” egemenlik, yani devleti
yönetme, buyurma yetkisini vermişti.
Böyle bir yetkinin bilimsel açıklaması yapılabilir mi?
Gök Tanrı’nın kağan ailesine egemenlik gücü vermesi bir inançtı. Aslında kağan
ailesi mevcut Türk boylarının en güçlüsünün yöneticisi konumunda olan bir ögeydi.
İşte Türkler -o çağın bütün devletlerinde olduğu gibi- kağanın yönetim gücünü
kamu vicdanında geçerli kılabilmek için bu yola başvurmuşlardı. Gök Tanrı
egemenlik gücünü kağan ailesine verdiği için, o aile içindeki bütün erkeklerin
devleti yönetme hakları vardı. Bu bakımdan aile içinden kimin kağan seçileceğini
boyların şefleri saptarlardı. Kağan seçilen prens, ülkenin yönetimini, kendisi gibi
egemenlik hakkına sahip diğer kardeşleri ve yeğenleri ile birlikte yürütürdü. Bundan
dolayı Türklerin kurdukları devletler kısa sürede parçalanabilirdi; buna karşılık bu
devletler çok büyük alanlarda genişledikleri için Türklüğün yayılmasını
kolaylaştırıyorlardı.
Ortaasya’da yarı göçebe kabileler birliği biçiminde gelişen Türk devletleri dinamik
yapılı idiler. Toplum çok hareketli idi. Bu hareketlilik içinde kadınlar da pek çok işi
erkeklerle birlikte görüyorlardı. Gerçi kağan olamazdı kadınlar; ama kabile şeflerini
temsil ederek, kağan seçimine katılabilirlerdi. Kağan yanında hep “hatun” denilen
eşini tutar, elçiler bile birlikte karşılanırdı.
Kaynak : Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi Açıköğretim kitabı 1. bölümü / 2. ünite  ; Yazar : Prof . Dr. Ahmet Mumcu
Yorum :
Devletler !... Devletler nasıl oluşur acaba ? Toplumsal bir uzlaşıyla tabii ki … Uzlaşı olmadan ulus olunmaz ki devlet olabilsin ? ! … Tarihin ilk dönemlerinden beri devletlerde bir uzlaşı arayışı olmuştur demek yanlış olmazdı sanırım . Devletin üç öğesi vardır :
1.      Ülke
2.      Millet
3.      Egemenlik
Tabii bu öğeler içerisinde uzlaşıya yer vermek de gereklidir , değil mi ? Her öğede bir uzlaşı kavramı mutlaka bulunmaktadır . Şöyle düşünelim ; devlet kuruldu diyelim ; bu konuda çekişmeler devam ederse o devlet uzun ömürlü olamaz . İlk dönem Türk devletlerinde devletin egemenlik öğesinin kaynağı “ tanrı “ dır . Ya da “ Gök Tanrı “ dır . Egemenliği kağan ailesine o vermektedir . Kağan ailesinin içinde boy beyleri devleti yönetecek kişiyi seçmektedir . İlk dönem Türk devletleri bu tarz bir yönetim içerisinde yönetilmişlerdi . Toplum bunu kabul etmişti . Aslında bu güne göre yanlış olan tanrı kaynaklı egemenlik o gün için doğruydu . Çünkü uzlaşı bu temel üzerinde sağlanıyordu .
Devletin yönetilmesinde kağanın kardeşleri de söz sahibi idiler . Bu , ne demektir ? Bu , şu demektir ; Devleti kağan idare edemezse kardeşler devlet yönetimine karışma hakkına sahiptiler . Mesela kağan ; devleti idarede bir hata yapmış olsun ; hemen kardeşler yönetimi ellerine geçirmeye çalışırlardı .
Devleti yönetmek birazcık sabır ister . İlk hatada devlet yönetiminin el değiştirmesi bu günkü şu duruma benzemektedir : Türkiye ‘ de referandumla kabul edilmeden önce genel seçimler 5 senede bir yapılırdı . Ancak 1982 anayasasından beri bunun böyle devam ettiğini gören kişi azdır kanaatindeyim . “ Seçim ekonomisi “ kavramı işte sabırsız iktidar ve muhalefet partilerinden ötürü 4 senede bir hortlamaktaydı . Devlet yönetiminde istikrar sağlanamazsa boşuna seçim yapmaya gerek yok demektir . İşte yap boz mantığı ile devletin yönetilmesi eski Türklerde de bu günkü yönetimde de karışıklığa neden olan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktaydı  .
Devleti yöneten kağanın kardeşlerini katline cevaz vermesi Osmanlı ‘ da Fatih kanunnamesi ile geçerlilik kazanmış bir durumdur . Demek ki Fatih , “ Başka çare yok !  “ diye düşünmüş olacak ki bu giden istikrarsızlığa son verme girişiminde bulunmuş sonuçta .
İster Gök tanrı egemenliği versin ister millet versin en sonunda “ uzlaşı “ kavramıyla karşı karşıyayız demektir . Burada şunu söylüyorum ister ülke , ister millet olma isterse egemenliğin verilmesi konularında olsun bir konsensüs sağlanmadan bir devlet yönetilemez . O zamanın şartları altında gök tanrı egemenliği veriyordu . Bu gün de millet veriyor . Ama zihinlerde bir anlaşma ortamı yaratılmazsa hiçbir seçim kâr etmez . Örneğin İran ‘ da bu yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri . Seçime hile karıştırıldığı iddiası ortaya atıldı . Ve bu iddia kabul görmeyince ortalık toz duman oldu . Demek ki demokrasiye inanmak ve bu günün şartları altında bunun kabul edilmesi devlette istikrarın temel şartıdır .
Devletin yönetilmesinde kadınlara da iş düşmektedir . İlk Türk devletlerinde kadın , “ hatun “ olarak yönetime katılabiliyordu . Hatun , kağanın eşi demektir . Yani devletin başı yetkisi olmasa bile kadın , gerek elçilerin karşılanmasında gerekse seçimlerde devlette aktif rol alabilmekteydi . Bu günün kadınının Avrupa devletlerinde aktif siyasi rolü Türkiye ‘ de fazla yoktur . TC. tarihinde ilk kez bir kadın Milli Eğitim Bakanı olarak Nimet Çubukçu iş başına gelmiştir . Böyle güzel örneklerin çoğalması en büyük arzumdur .
03/07/09

E – postam : dussunce@yahoo.com


Yazan : Tarık Tümlü .