Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

inkılap tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
inkılap tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İNKILAP TARİHİ KİTABI YORUMLARI – 1

İNKILAP TARİHİ KİTABI YORUMLARI – 1 -

İlk ünitemizde, devletlerin neden ve nasıl oluştuklarını gördük. Yeniçağ
ortalarına kadar devletlerin başında bulunan ve hukuk düzenini kurup yürüten
kişilerin bu güçlerini dinden aldıklarını da söyledik. Devlet gücünün bu biçimde
algılanışı evrensel bir tarih gerçeğidir. Dünyanın en eski uluslarından biri olan
Türkler de pek çok ülkede kurdukları devletleri inandıkları dinlerin esaslarına
dayandırmışlardı.
İslâm dinini kabul etmeden önce Ortaasya’da yaşayan Türkler, İsa’nın
doğumundan bin yıl kadar önce güçlü devletler kurmuşlardı. Buyruklarındaki çeşitli
ve çoğu akraba kavimlerden oluşan kabileleri birleştiren Türkler, oluşturdukları
devletlerin başına “hakan” veya “kağan” adını verdikleri birini geçiriyorlardı. Eski
Türk dinsel inanışına göre kağan ailesine “Gök Tanrı” egemenlik, yani devleti
yönetme, buyurma yetkisini vermişti.
Böyle bir yetkinin bilimsel açıklaması yapılabilir mi?
Gök Tanrı’nın kağan ailesine egemenlik gücü vermesi bir inançtı. Aslında kağan
ailesi mevcut Türk boylarının en güçlüsünün yöneticisi konumunda olan bir ögeydi.
İşte Türkler -o çağın bütün devletlerinde olduğu gibi- kağanın yönetim gücünü
kamu vicdanında geçerli kılabilmek için bu yola başvurmuşlardı. Gök Tanrı
egemenlik gücünü kağan ailesine verdiği için, o aile içindeki bütün erkeklerin
devleti yönetme hakları vardı. Bu bakımdan aile içinden kimin kağan seçileceğini
boyların şefleri saptarlardı. Kağan seçilen prens, ülkenin yönetimini, kendisi gibi
egemenlik hakkına sahip diğer kardeşleri ve yeğenleri ile birlikte yürütürdü. Bundan
dolayı Türklerin kurdukları devletler kısa sürede parçalanabilirdi; buna karşılık bu
devletler çok büyük alanlarda genişledikleri için Türklüğün yayılmasını
kolaylaştırıyorlardı.
Ortaasya’da yarı göçebe kabileler birliği biçiminde gelişen Türk devletleri dinamik
yapılı idiler. Toplum çok hareketli idi. Bu hareketlilik içinde kadınlar da pek çok işi
erkeklerle birlikte görüyorlardı. Gerçi kağan olamazdı kadınlar; ama kabile şeflerini
temsil ederek, kağan seçimine katılabilirlerdi. Kağan yanında hep “hatun” denilen
eşini tutar, elçiler bile birlikte karşılanırdı.
Kaynak : Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi Açıköğretim kitabı 1. bölümü / 2. ünite  ; Yazar : Prof . Dr. Ahmet Mumcu
Yorum :
Devletler !... Devletler nasıl oluşur acaba ? Toplumsal bir uzlaşıyla tabii ki … Uzlaşı olmadan ulus olunmaz ki devlet olabilsin ? ! … Tarihin ilk dönemlerinden beri devletlerde bir uzlaşı arayışı olmuştur demek yanlış olmazdı sanırım . Devletin üç öğesi vardır :
1.      Ülke
2.      Millet
3.      Egemenlik
Tabii bu öğeler içerisinde uzlaşıya yer vermek de gereklidir , değil mi ? Her öğede bir uzlaşı kavramı mutlaka bulunmaktadır . Şöyle düşünelim ; devlet kuruldu diyelim ; bu konuda çekişmeler devam ederse o devlet uzun ömürlü olamaz . İlk dönem Türk devletlerinde devletin egemenlik öğesinin kaynağı “ tanrı “ dır . Ya da “ Gök Tanrı “ dır . Egemenliği kağan ailesine o vermektedir . Kağan ailesinin içinde boy beyleri devleti yönetecek kişiyi seçmektedir . İlk dönem Türk devletleri bu tarz bir yönetim içerisinde yönetilmişlerdi . Toplum bunu kabul etmişti . Aslında bu güne göre yanlış olan tanrı kaynaklı egemenlik o gün için doğruydu . Çünkü uzlaşı bu temel üzerinde sağlanıyordu .
Devletin yönetilmesinde kağanın kardeşleri de söz sahibi idiler . Bu , ne demektir ? Bu , şu demektir ; Devleti kağan idare edemezse kardeşler devlet yönetimine karışma hakkına sahiptiler . Mesela kağan ; devleti idarede bir hata yapmış olsun ; hemen kardeşler yönetimi ellerine geçirmeye çalışırlardı .
Devleti yönetmek birazcık sabır ister . İlk hatada devlet yönetiminin el değiştirmesi bu günkü şu duruma benzemektedir : Türkiye ‘ de referandumla kabul edilmeden önce genel seçimler 5 senede bir yapılırdı . Ancak 1982 anayasasından beri bunun böyle devam ettiğini gören kişi azdır kanaatindeyim . “ Seçim ekonomisi “ kavramı işte sabırsız iktidar ve muhalefet partilerinden ötürü 4 senede bir hortlamaktaydı . Devlet yönetiminde istikrar sağlanamazsa boşuna seçim yapmaya gerek yok demektir . İşte yap boz mantığı ile devletin yönetilmesi eski Türklerde de bu günkü yönetimde de karışıklığa neden olan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktaydı  .
Devleti yöneten kağanın kardeşlerini katline cevaz vermesi Osmanlı ‘ da Fatih kanunnamesi ile geçerlilik kazanmış bir durumdur . Demek ki Fatih , “ Başka çare yok !  “ diye düşünmüş olacak ki bu giden istikrarsızlığa son verme girişiminde bulunmuş sonuçta .
İster Gök tanrı egemenliği versin ister millet versin en sonunda “ uzlaşı “ kavramıyla karşı karşıyayız demektir . Burada şunu söylüyorum ister ülke , ister millet olma isterse egemenliğin verilmesi konularında olsun bir konsensüs sağlanmadan bir devlet yönetilemez . O zamanın şartları altında gök tanrı egemenliği veriyordu . Bu gün de millet veriyor . Ama zihinlerde bir anlaşma ortamı yaratılmazsa hiçbir seçim kâr etmez . Örneğin İran ‘ da bu yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri . Seçime hile karıştırıldığı iddiası ortaya atıldı . Ve bu iddia kabul görmeyince ortalık toz duman oldu . Demek ki demokrasiye inanmak ve bu günün şartları altında bunun kabul edilmesi devlette istikrarın temel şartıdır .
Devletin yönetilmesinde kadınlara da iş düşmektedir . İlk Türk devletlerinde kadın , “ hatun “ olarak yönetime katılabiliyordu . Hatun , kağanın eşi demektir . Yani devletin başı yetkisi olmasa bile kadın , gerek elçilerin karşılanmasında gerekse seçimlerde devlette aktif rol alabilmekteydi . Bu günün kadınının Avrupa devletlerinde aktif siyasi rolü Türkiye ‘ de fazla yoktur . TC. tarihinde ilk kez bir kadın Milli Eğitim Bakanı olarak Nimet Çubukçu iş başına gelmiştir . Böyle güzel örneklerin çoğalması en büyük arzumdur .
03/07/09

E – postam : dussunce@yahoo.com


Yazan : Tarık Tümlü .

İNKILAP TARİHİ YORUMLARI – 2 -

İNKILAP TARİHİ YORUMLARI – 2 -


Osmanlı Devletinde hükümdar eşlerinin siyasal bir rolleri var mıydı?
İsterseniz bu sorunun yanıtını birlikte verelim. Osmanlı Devleti hükümdarlarının
-ilk padişahlar ile II. Osman dışında- yasal eşleri yoktu. Haremdeki cariyeler
(kadın köleler) içinde padişaha çocuk,özellikle erkek çocuk doğuranlar bir çeşit
eş gibi kabul edilirlerdi; ama hiçbir siyasal yetkileri bulunmazdı. Halkın içine de
giremezlerdi. Şu küçük örnek bile size bazı önemli düşünceler esinlendirebilir.
Türkler İslâmiyeti kabul edinceye kadar, böyle bir toplumsal-siyasal yapı içinde
Ortaasya’da önemli roller oynamışlardır. İslâmiyet 7. yüzyılda Arap Yarımadasında
belirdi. Hz.Muhammet’in (570-632) bir yandan İslâmiyeti yaydığını, bir yandan da
darmadağınık ve düzensiz bir biçimde yaşayan Arap kabilelerini birleştirip, bir
devlet düzenine geçirdiğini biliyorsunuz. İslâmiyetin bütün insanları kucaklayan
evrensel karakteri, Peygamberin ölümünden sonra, bu dinin hızla yayılması
sonucunu verdi. İlk dört halife döneminde (632-658) İslâm Devleti Arap
Yarımadasından taşarak, doğuya,batıya ve kuzeye doğru görülmemiş bir hızla
yayıldı. Öyle ki, Emeviler dönemi (661-750) başladığı zaman, bir yandan İspanya,
öbür yandan İran tamamen fethedilmişti. Arap orduları İran üzerinden Türk illerine
ilerlemeye ve İslâmiyeti zorla yaymaya çalışıyorlardı. Böyle bir zorlamaya alışık
olmayan ve o zamana kadar diledikleri bütün dinlere rahatça giren Türkler
Emevilere karşı koydular. Onları Batı Türkistan sınırlarından ileriye geçirmediler.
Emevi saltanatının yıkılıp, yerine Abbasi Devleti’nin kurulması, durumu değiştirdi.
Emeviler tam bir Arap ulusçusu gibi davranmışlardı. Abbasiler ise İslâmiyetin
evrensel değerini ve yüceliğini kavradılar. Büyük imparatorlukta Müslümanlığı
kabul eden herkes eşit koşullar altında yaşamaya başladı. Türkler üzerindeki zorlama siyaseti de bırakıldı. Bunun üzerine Türk illeri ile Abbasi ülkeleri arasında
canlı bir ticaret yaşamı başladı. Ticaret sayesinde İslâmiyetin güzel ve akılcı
kurallarıyla tanışan Türkler bu yeni dini zorlama olmadan, kendiliğinden kabul etme
yoluna girdiler. Böylece 10. yüzyılda ufak bazı topluluklar dışında Asya’da yaşayan
Türkler, İslâm uygarlığını benimsediler ve kısa süre içinde bu dinin en önemli
koruyucuları ve yayıcıları durumuna geldiler.
İslâmiyetin kabulü ile Türkler İran’a, ardından Ortadoğu’ya aktılar. Bunlar genellikle
Oğuz Türkleriydi. Gittikleri yerlerde Türk-İslâm devletleri kurdular. Bunların içinde
en önemlilerinden biri, 11.yüzyılda kurulan “Selçuklu Devleti”dir. Selçuklular, 1057
yılında Abbasi Halifesini, Şiilerin elinden kurtardılar ve ondan “Doğunun ve Batının
Hükümdarı” sıfatını aldılar. Böylece Selçuklu Türkleri, İslâm dünyasının siyasal
egemeni oldular. Bu arada Anadolu’yu da Türk yurdu yaptılar. Türk ve İslâm kültürü
üzerinde yükselen yepyeni bir uygarlık kurdular. Ama bu uygarlık 13. Yüzyılda bir
tayfun gibi ortalığı silip süpüren Moğollar tarafından çok hırpalandı. Gerçi Moğollar
bir süre sonra durulup, İslâmiyeti kabul ettiler; fakat yaptıkları tahribat kolay
giderilemedi. Anadolu’daki Selçuklu Devleti de sona erdi; kültürünün izleri uzun bir
süre kaldı.

Kaynak : Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi kitabı / Anadolu Ünv. Yayınları / 2. ünite / Yazar : Prof. Dr. Ahmet Mumcu
Yorum :
Osmanlı , kolay gelmedi dünyaya … Bu işin içerisinde yüz türlü değişken sayılabilir aslında . Doğrusu saltanat , Batı ‘ da da etkiliydi o zamanlar . Kadın , değerini her zaman hissettiremedi Batı ‘ da da . Orada da kölelik vardı . Kadın köleler orada da bulunurdu . 2. Osman ya da Genç Osman , yasal bir eş sahibiydi . İlk zamanlardaki Osman Bey , Orhan Gazi gibi padişahlar da yasal eş sahibiydiler . Kadın , maalesef hiçbir zaman modern dünyada bile yeterli değeri görmemektedir . Ev hanımlarının yaptıkları iş parayla ölçülseydi herhalde kocalar para yetiştiremezlerdi . Kadının değerini anlayan padişahlar elbette olmuştur şu koca 600 yıllık Osmanlı ‘ da . İçlerinde iyi davrananı da vardır yeterince iyi davranmayanı da , değil mi ? Hepsini aynı kefeye koymak doğru olmaz , öyle değil mi ?
Osmanlı ‘ da kadının sarayda çocuk doğurma işlevini küçümsememek gerekir diye düşünüyorum . Bu günün şartları altında tarihi yorumlayamayız . Demokrasinin olmadığı bir ortamda sağlıklı padişah adayları yetiştirmek kolay değildi . Osmanlı ‘ nın dağılma döneminde aklını kaçıran padişahlar bile olduğuna göre sağlıklı bireyler yetiştirmek eften püften bir iş olmamalıdır diye düşünüyorum .
Peki Türklük İslam ile nasıl izdivaç kurdu ? Hz. Muhammet , 570 ‘ ten 632 ‘ ye dek Arapları aynı yarımadada bir bütün haline getirdi . İslam ‘ ı kurdu ve de ölümünün ardından İslam bir global din haline geldi . Dört halife dönemi ve Emeviler dönemiyle birlikte İslam , İran ‘ dan İspanya ‘ ya uzanan bir perspektife sahip oldu . Peki ya Türkler ? Onlar nasıl tanıştı ? Emeviler döneminde doğuda Orta Asya ‘ da Türkler ile savaşlar yapılıyordu . Bu dini savaşla yayma politikası aslında sadece kültürel değerlerin kaynaşmasını sağlamıştır . Örneğin Hz. Muhammet döneminde resim yapma , putperestlikten çıkan bir kültür için sakıncalı görülürken İran ‘ a yayılan İslam uygarlığı resmi de içine alacak şekilde bir kültürel evrim içerisine girmiştir . Yani kültür , değişmiştir . İslam uygarlığı da değişik kültürlerde farklı öğelerle birleşerek gelişmesini devam ettirmiştir .
Emeviler , İslam ‘ ı yayarken kültürel gelişime hız kattılar . Fakat Arapların ulusçu duygularını da işin içerisine kattıklarından dolayı farklı uluslar tarafından tepki gördüler . İşte Türkler , bu tepkiyle Arapları Batı Türkistan ‘ dan içeri sokmadılar . Abbasiler , kurulduktan sonra Türkleri İslam uygarlığı için bir değer haline getirdiler . Ve Türkler ile birlikte İslam , daha geniş alanlarda yer bulmayı başardı . Türkler , İslam ‘ ı kendi kültürleri içerisinde bir sentez halinde benimsediler . Örneğin İslam uygarlığı içindeki cami kültürü Türklerde farklı mimari teknikleri getirdi .
Tabii bütün Türkler İslam ‘ ı seçmedi . İçinde az bir topluluk İslam ‘ ı benimsemedi . Fakat İslam ‘ ın kültürel evriminde Türkler önemli bir rol oynadılar . İran ‘ a ve Orta Doğu ‘ ya giden Türkler , oradaki yaşam tarzlarını değiştirdiler . Selçuklu Devleti , Abbasilerin geleceğini değiştirdi . Şiiler , Abbasiler için bir tehlikeydi . Bu kurtarma karşılığında Selçuklular , “ Doğunun ve Batının lideri “ konumuna eriştiler . 13. yy. da Selçuklular , hızla Avrupa ‘ ya ve Anadolu ‘ ya gelen Moğolların yıkıcı etkisiyle Anadolu ‘ daki varlıklarını kaybettiler .
Aslında şunu söylemek gerekir ki Moğollar , göçebe bir topluluktur . Bu gün bile modern dünyadan farklı bir tarzda yaşayan halk grubuna sahiptir Moğollar . İçlerinde Orta Çağ ‘ da İslam ‘ ı benimseyenler olsa da onlar Cengiz Han ‘ ın şaha kalkan yapısıyla Avrupa ‘ daki ve Asya ‘ daki kültürlerin kaynaşmasını ve gelişmesine hizmet etmişlerdir . Bir dönem esen bir rüzgar gibi etkileri süren Moğolların sonradan cılız bir yaşam sürmeleri onların yeterli ulusçu duyguları olmadığını ispatlamaktadır demek yanlış olmaz sanırım .
İşte Türkler de o dönem esen bu rüzgardan etkilendiler ve de ne yazık ki dağılmak zorunda kaldılar .
8 Tem. 09

E – postam : dussunce@yahoo.com

Yazan : Tarık Tümlü adlı bir tarihçi adayı 

İNKILAP TARİHİ AÇIKÖĞRETİM KİTABI 1. ÜNİTE YORUMU

İNKILAP TARİHİ AÇIKÖĞRETİM KİTABI 1. ÜNİTE YORUMU

Toplumların yaşama gelişi ilginç bir konudur . Toplumla ilgili varsayımlardan bir tanesini açıklamakla işe başlayalım . Toplum , devlet düzeni ile korunur . Devlet , belirli bir kültür düzeyine erişmiş bir toplumun ulaştığı bir düzeydir . Kültür , belirli bir toplumun spor , sanat , ekonomi , din ,…vb. alanlarda yarattığı bütün değerlerin toplamıdır . Devlet kurulmadan kültür gelişemez . Başlayacağım varsayım şudur : İlk insanlar kolektif yaşarlardı . Yani toplumun bir bireyi ve var olan bir mal toplumun tamamına aitti . Birey düşüncesi ve mülkiyet hakkı kavramı yoktu . Daha sonra bireylik düşüncesi çıktı . Kadın , çocuğunun annesi ve erkek de babası oldu . Kadın , anne olarak çocuğun ihtiyaçlarına bakmaya ve ev işleriyle ilgilenmeye başladı . Erkek ise evin geçimini ve savunmasını yapmaya başladı . Yani aile düşüncesi ortaya çıkmış oldu . Ve mülkiyet kavramı ortaya çıktı . Aile ile birlikte kolektif düzen bireyci bir anlayışa doğru yöneldi . Aileler birbirlerini tanımaya ve de aynı çıkarları kollayan aileler bir üstün güç tanımaya başladılar . Giderek kabile ya da boylar çıktı . Aileler bir şef seçiyorlar ya da üstün bir güç kendisini kabul ettiriyor ve oğulları da bunu devam ettiriyorlardı . Devlete ulaşmadaki ilk aşama aile ile sağlanmıştı . Daha sonra kabile ve kabileler aynı çıkarları olduğunu görünce de devletler ortaya çıktı . Bu devletlerin yöneticileri kral ya da hükümdar olarak anılırlardı . Ve çoğu da yönetme yetkisini tanrıdan aldıklarını söylerlerdi . Yani din olgusu meşruiyet kaynağıydı .
İnsanın var oluş zamanı ile de ilgili bir tespit vardır : İnsanların ataları bundan 1 milyon yıl önce ortaya çıktılar . Ve gerçek insanlar bundan 20 bin yıl önce var olmaya başladılar .
Din olgusu , devletlerin çoğunun egemenlik kaynağı sayılırdı . M.Ö. 3000 ‘ li yıllardaki kurulan ilk devlet olan Sümerlerin kralları aynı zamanda baş rahiptiler . Yunan kent – devletlerinde , polislerde , kralın alacağı kararları tanrıya danışmaması söz konusu bile değildi . Yunan kent – devletleri demokrasinin ilk örneği sayılırlar . Halbuki bu yaklaşım demokrasiyle çelişir . Demek ki din , hemen hemen bütün devletlerde etkilidir .
İnsanın toplumsal bir varlık olmasını sağlayan iki öğe vardır : Düşünme ve konuşma . Ne arılar , ne karıncalar ne de kurtlar veya gelişkin yapılı memeliler bu iki özelliğe sahip değillerdir . Bu özellikler insanı eşref –i mahluk durumuna getirmiştir .
Ve insan , toplum olmadan yaşayamaz . Robinson Kruzo bile o romanın yazarı tarafından bulunduğu adada bir toplum içine sokulmuştur .
Toplumu devlet korur . Devlet aşamasına gelememiş toplumlar bu gün bile vardır . Devletleşemeyen toplumlar tutsak olmaya veya dağılmaya muhtaçtırlar .
Devlet , hukuk kuralları ile toplumu korur . Hukuk kuralları herkes için eş değer olmalı ve uygulanabilir olmalıdır . 200 yıl öncesine kadar bu olgu maalesef yoktu dünyada .
Roma hukuku Kuzey Afrika ‘ da ve Batı Avrupa ‘ da bu niteliğe sahipti . Fakat M.Ö. 395 ‘ te dağılan Roma İmparatorluğu yerine bu derece güçlü bir devlet kurulamadığından ötürü bu nitelik maalesef yaşayamadı . Bu konuda Kavimler Göçü ‘ nün etkisi elbette vardır .
Roma İmparatorluğu ‘ ndan ancak bin yıl kadar sonra bu niteliğe sahip devletler Batı Avrupa ‘ da kuruldular .
Orta Çağ ‘ da Batı maalesef uyumuştur . Ancak coğrafi keşifler , para ekonomisine geçiş , Yunan düşünürlerinin yeniden değerlendirilmesi gibi sebeplerle bir uyanış başladı . 18. yy. da başlayan bu çağa  “ Aydınlanma Çağı “ denilebilir .
Kuzey Amerika , bir İngiltere kolonisiydi . Buradakiler İngiltere ‘ nin yönetimine karşı geldiler ve bağımsızlık savaşı yaparak halk temsilcileri eliyle belirlenen bir yazılı anayasa yaptılar . Daha önceden Kur ‘ an gibi İslam devleti anayasası niteliğine sahip anayasalar da elbette vardı .
Fransız düşünürleri , egemenliğin kaynağının tanrı olmasını saçma buluyorlardı . Bu durum Fransız Devrimi ve ABD ‘ nin kuruluşunun temelini sağladı . Fransız Devrimi , bütün Avrupa ‘ yı sardı . 19. yy. da hemen hemen bütün Avrupa ülkeleri bu devrime göre yeni bir toplum modeli oluşturdular .
Fransız Devrimi ‘ nin temelinde halktaki eşitsizlik söz konusuydu . Kral ve soylular , devlet yönetiminde pay sahibiydiler . Soylular , vergi ödemezlerdi . Zengin bir burjuvazi sınıfı ise vergi öderler fakat devlet işlerine karışmazlardı . Bir de kilise sınıfı vardı . Din adamları saygı görür ve soylular gibi hakları olurdu . Yarı burjuvazi sayılabilecek toprak sahipleri ve köleler de bu toplumda vardı . Halk , zaten Fransız düşünürlerinin etkisiyle bir devrime hazırdı . 1789 ‘ da kralın beceriksiz olması sebebiyle halk bir ihtilale girdi ve yeni , eşitlikçi ve laik bir düzen topluma yerleşti .
Toplumları yönetenler , toplumlarını ileri götüremezse ancak koruma işlevini yaparlar . Fakat donan bir toplum bir süre sonra kendini yenileyemezse dağılma durumuyla karşı karşıya kalır .
Evrim , bir toplumun hiçbir zorlama olmadan kendiliğinden gelişmesidir ve istenen bir durumdur . İhtilal , donan toplumun kısa sürede zorlama ile yeni bir düzene geçmesi sürecidir . Devrim ya da inkılap ise bu geçilen yeni düzendir . Aslında günlük yaşamda bu kelimenin teknik anlamından farklı anlamlar da kullanılmaktadır . Bazen devrimi yürütenler iki kavramı aynı anlamda kullanmışlardır . Reform ya da ıslahat düzendeki köklü olmayan değişikliklerdir . Askeri bir güç düzendeki yönetimi devirir de aynı düzende bir yönetim kurarsa bunun adı darbe olur .
Türk inkılabı , eski düzene karşı ve parçalanan bir toplumun tepkisiyle yapıldı . Aynı anda hem dış düşmanla hem de yenilgiyi kabul etmiş eski devletle savaşıldı . Ve yeni Türk inkılabı ulusal bir anlayışla devlete yerleşmiş oldu . Türk toplumu , ABD ‘ nin savaşından farklı olarak yüzyıllarca yaşamış bir toplum olarak savaştı . Türk inkılabı , Fransız modelinden etkilenilerek gerçekleşti .
Devrimin önderi olabilir de olmayabilir de . Fransa ‘ da olduğu gibi halk bir düşünme zeminine sahipse devrim öndersiz de gerçekleşebilir . Fakat belli bir ideolojisi olmayan bir devrim , gerçek bir devrim değildir . Örneğin 1917 Rusya sosyalist devrimi bu durum içerisine sokulabilir  . Bu devrime temel olan görüş sosyalizmdi ve az bir kesim bu görüşü benimsedi . Temeli olmayan bir devrim yok olmaya muhtaçtır . 20. yy. ın sonuna doğru bu devrim ortadan kalktı .
Antropologlar , etnologlar ve arkeologlar insanı tanımaya çalışırlar . Etnoloji , insan ırklarının tanınmasını ; arkeoloji , kazılarla sosyal bilimlerin gelişmesini ve de antropoloji insanın doğuşunu ve gelişmesini konu edinerek insana ait bilgilerin ilerlemesini sağlar .
17.08.2009 03:25

E – postam : dussunce@yahoo.com

Yazan : Tarık Tümlü adlı bir bilim insanı .

Açıköğretim Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi 30. ünite ile ilgili çıkması muhtemel soru örnekleri

Açıköğretim Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi 30. ünite ile ilgili çıkması muhtemel soru örnekleri

1.  Atatürk , Asyalı ve Afrikalı uluslara hangi yönüyle örnek olmuştur ?
a) Emperyalizmden kurtuluş
b) Kadın hakları
c) Laiklik
ç) Cumhuriyet

Cevap : a
2. Türkiye de 1923 ten beri atılan eğitim adımlarının arasına hangisi girmez ?
a) İlkokul sayısının artması
b) Üniversite sayısının artması
c) Kadın hakları
ç) Lise sayısının artması

Cevap : c
3. Türkiye de yapılan hangi iş 1950 lerden sonra gelişmemiştir ?
a) Demir çelik üretimi
b) İlkokul sayısının artması
c) Şekerpancarı üretiminin artması
ç) Demiryollarının geliştirilmesi

Cevap : ç
4. Türk devriminin Batı daki etkileri daha çok hangi alanla ilgilidir ?
a) Madencilik
b) Laiklik
c) Siyasal ve sosyal
ç) Emperyalizmden kopma

Cevap : c
5. Türk devrimi , hangi alanda gelişim göstermemiştir ?
a) Nüfus azlığı
b) Madencilik
c) Karayolları
ç) Çimentoculuk

Cevap : a
6. Türk devriminin etkileri arasında hangisi yoktur ?
a) Türkleşme sürecinin tamamlanması
b) Ekonomik bağımsızlığımızın kazanılması
c) Kadın haklarının gelişimi
ç) Nüfusumuzun tamamının okur yazar olması

Cevap : ç
7. Atatürk , hangi konuda örnek olmamıştır ?
a) Reformculuk
b) Ulusuna bağlılık
c) Totaliterlik
ç) Demokrasi

Cevap : c
8. Uygarlık ölçüleri içerisinde çağdaşlaşmak ne demektir ?
a) Batının değerlerini olduğu gibi almak
b) Batının ileri değerlerini kendi bünyemize uygun olarak benimsemek
c) Doğunun değerlerini savunmak
ç) Batının değerlerini savunmamak

Cevap : b
9. Türkleşme sürecinin tamamlanması hangi olay ile olmuştur ?
a) Lozan anlaşması Türk Yunan ahali değiş tokuşu
b) Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması
c) Sağlık bakanlığının kurulması
ç) Kapitülasyonların kaldırılması

Cevap : a
10. Türk ulusçuluğunu Türk ulusunun geniş kesimlerine kim benimsetmiştir ?
a) Rauf Bey
b) Kazım Karabekir Paşa
c) Atatürk
ç) İsmet Bey

Cevap : c

18.01.2009 01:47
E postam : dussunce@yahoo.com

Yazan : Tarık Tümlü nün fotokopicideki hali