Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Osmanlı Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Akl-ı Selim Bir Sultan: “İbrahim Han”



Akl-ı Selim Bir Sultan: “İbrahim Han” Günümüzde insanların büyük bir çoğunluğu; her alanda, hemen hemen her konuda yorum yapar, fikir sunar, bildiklerinin doğruluğundan emin olmadan, savundukları hususlarda ısrar ederler. Spor konusunda, tıp konusunda olduğu 

gibi tarih ilminde de konuşur, hiç kitap okumadan internetten öğrendiği üç beş bilgi ile tarihi yorumlar, hatta şahsiyetleri yargılamaktan çekinmezler. Tarih cahilleri çoğu kez ezbere konuşur, bilmedikleri konularda ısrar eder, yazılanların gerçek olup olmadığını araştırmadan savunmaya geçerler. İşin en acı ve garip yanı da; bahsi geçen kişiyi sevmiyorlarsa, ya da sevmek işlerine gelmiyorsa; belgeye, kaynağa bakmaksızın hakaret ve iftira dolu cümleleri sıralamakta bir mahsur görmezler.

Vakanüvislerimiz bizlere sadece tarih ilmini değil, tarihi şahsiyetlere hakaret etmemeyi de öğrettiler. Velev ki düşmanımız olsun! Önce edeb, illâ edeb! Osmanlı sultanlarına; ayyaş, deli, aptal, züppe, kadın düşkünü, enayi vb. lakaplar (20.yy başlarından itibaren) takıp, ardından onlara lanet okumak da nedir? Ben söyleyeyim; oryantalistlerin attıkları iftiraların sınırlarını zorlamak, edebin zerresine sahip olmamak ve haddi aşmaktır. Bizim her birine dua edip, arkalarından rahmet okuduğumuz Osmanlı Sultanları kendi düşmanlarına bile hakaret etmemiş, edeni hoş görmemişlerdi.

Bugün Ayasofya Camii avlusunda medfun olan ve Osmanlı sultanlarının içinde en çok iftiraya maruz kalan isimlerden biri de Sultan İbrahim Han’dır. Sultan İbrahim Han kendi dönemi dahil, birçok iftiraya maruz kalsa da, ona atılan “deli” iftirası için çok uzağa gitmeye gerek yok. Nitekim bu iftiranın atıldığı tarih daha bir asırı bulmadı. Devlet-i Aliyye’yi, dolayısıyla Osmanlı sultanlarını kötülemek ve onları millete kötü göstermeyi meslek edinen insanlar her bir Osmanlı sultanına lakaplar taktılar. Bunları yaparken yabancı eserleri kaynak gösterdiler. En zayıf rivayetleri bile en güvenilir kaynaklar olarak göstermeyi de ihmal etmediler.

İşte bu iddia ve iftiralardan en bilineni Sultan İbrahim Han’a takılan “deli” lakabı idi. Bu iftira önceleri ders müfredatlarında yerini buldu, daha sonra abartılı romanlara konu oldu… Ardından; 1968 yılında hayal mahsulü bir film çekildi. Adı “Anjelika ve Deli İbrahim” idi. Bu film o kadar abartılıdır ki, bu konuda yazılan oryantalist kitapları geride bırakır. Bu filmi İslam düşmanı Avrupalılar yapmadı, yerli dediğimiz Yeşilçam yaptı! Baştan sona tek bir doğrusu olmayan ve hayal mahsulü olan bu film; tarihe, tarih sevenlere ve ecdadına saygı duyan insanlara büyük bir hakarettir.

Sultan İbrahim Han’a atılan iftiralar ne zaman başladı?

Daha saltanatının ilk senesinde Emir Güneoğlu meselesi ortaya çıkmıştı. Sultan İbrahim Han’ın ağabeyi Dördüncü Murad Han; 1635 yılındaki İran-Revan seferinde, Revan kalesini fethedip, kale kumandanı Emir Güneoğlu (Mirgünoğlu) Yusuf Paşa’yı esir olarak İstanbul’a getirmişti. Burada Dördüncü Murad Han’dan af dileyen Mirgünoğlu, mezhep değiştirerek Osmanlı safına geçtiğini söylemiştir. “Tahmasb-kuli-Han” ismi “Yusuf Paşa”ya çevrilen Mirgünoğlu, şiilik propagandaları yapmaması şartı ile Emirgan’da kendisine bir konak verilerek serbest bırakıldı. Bugün Boğaz’da Emirgan olarak bildiğimiz yer, ismini Emirgüneoğlu’ndan almıştır. Bu Mirgünoğlu, sefahate düşkün bir adamdı. Sultan İbrahim Han dönemine kadar, biraz da sıkıyönetim korkusundan faaliyete geçmeyerek bekledi.

Sultan İbrahim Han tahta geçer geçmez bölücü ve yıkıcı faaliyetlerine başladı, çevresine adamlar toplayıp devlet ve sultan aleyhinde konuşmaya da devam ediyordu. Bu adamın şiilik propagandaları, sefih ve ahlaksız hareketleri tespit edildi ve 15 Temmuz 1641’de idam edildi. Sultan İbrahim Han’ın bu hareketi Mirgünoğlu taraftarlarını kızdırdı, ona ve eşi Turhan Sultan’a birçok iftiralarda bulundular. Mirgünoğlu’nu da “Kesik baş Evliya” diye propagandasını yaptılar.

Sultan İbrahim Han’ı “Deli” ve “Gaddar” lakabı ile anan ve adının öyle yayılması için çalışanlardan büyük bir kısmı da, İbrahim Han’ın, memleketin huzuru için öldürttüğü İranlı şii Kesik baş Mîrgünoğlu’nun adamlarıdır.

Yazımızın başında belirttiğimiz gibi 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde takılan deli lakabı zayıf rivayetlerden ve mesnetsiz iddialardan faydalanarak takılmıştı. Örneğin; Mirgünoğlu hadisesinde, Şiilerin iddia ve iftiraları muteber midir?

Gerçekleri araştırmak ve bulmak yerine, deli olmasına kanıt arayan, kılıfına uydurmak isteyen o kötü niyetlilerin bir diğer faydalandıkları kaynak ise: “Zeyl-i Ravzat-ül Ebrâr” isimli kitaptır. Kitabın müellifi de Sultan İbrahim Han’ı tahttan indirenlerin başında gelen Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’dir. Tahttan indirmek için bir takım bahanelere ihtiyaç vardı. Yoksa hangi gerekçe ile, sekiz sene koca devleti yöneten bir sultanı tahttan indirip şehit edeceklerdi? Halka bu nasıl yansıyacaktı? İşte bu kitapta da, tahttan indirilmesine bahane olarak; rahatsız olduğu ve devlet yönetiminde zayıflıklar gösterdiği yazar. Fakat bunu, yani akli muvazenesinin bozuk olduğunu iddia eden tek kitaptır.

Evliya Çelebi; seyahatnamesinde, Sultan İbrahim Han için “Şehit Sultan İbrahim Han” diyerek bahseder. Peki, son yüzyılda atılan iftiralardan, ona takılan deli lakabından ve nesillere yanlış anlatıldığından bahsetmişken, bizim arşivlerimiz, kaynaklarımız, eserlerimiz bu konu hakkında ve Sultan İbrahim Han hakkında ne yazıyorlar, bir de buna bakalım. Osmanlı’nın ilk resmi tarihçisi; “Mustafa Naima Efendi” eserinde anlattığı hususlar bize onun bir deli değil, tam aksine akl-ı selim ve milletini düşünen bir sultan olduğunu kanıtlıyor. Örnek verecek olursak;

“Sultan İbrahim Han’ın devlet işlerini yürütmekte ağabeyi Sultan Murad kadar hiddetli olmayıp bazı konularda olayların iç yüzünü öğrenmeye çalıştığı görülür. Mesela Yusuf Paşa ile Sadrazam Sultanzade Mehmed Paşa arasındaki anlaşmazlıklara her ikisini de huzura alıp dinlemiş ve kararını ondan sonra vermiştir.” (Naima, c.4, s.1719.)

     Mustafa Naima efendinin yazmış olduğu bu hadise bile Sultan İbrahim Han’ın ne derece aklı başında olduğunun ve mantıklı kararlar verdiğinin bir kanıtı değil midir? Burada olayın iç yüzünü öğrenmek için her iki tarafı da dinlediği ve kararını daha sonra verdiği aktarılıyor…

Gayet aklı başında bir insana “deli” lakabını takmak için bambaşka bahaneler de bulmuşlardı. Bunlardan biri Sultan İbrahim Han’ın “Samur Kürk” merakının olması. Dönemin koşullarını, saray halkının ve toplumun giydiği kıyafetleri bilmeyenler bu tuzağa kolay düşmektedirler. Önce dönemin çok sert geçen kışı ve insanların çektikleri sıkıntıları bir anlatalım…

1621 yılında, Sultan İbrahim Han o zamanlar altı yaşında iken yoğun bir kar yağışı günlerce sürmüş, şiddetli kış hayat şartlarını olumsuz yönde etkilemişti. Öyle ki; 9 Şubat günü İstanbul Boğazı donmuş, insanlar Eminönü’nden Üsküdar’a yürüyerek gidip geliyorlardı. Bu şiddetli geçen kış sonraki yıllarda da devam etti. Gerek sarayda, gerek toplumda samur kürke rağbet artmış, insanlar için bu artık ihtiyaç haline gelmişti.  1655-1656’da Türkiye’yi gezen J. Thevenot gördüklerini kaleme aldığı seyahatnamesinde; “İstanbul’daki insanların manto üzerine kürk giydiklerini ve orta halli olanların dahi samur bir kürke sahip olmak için seve seve dört veya beş yüz kuruş sarf ettiklerini” yazmıştır.

Görüldüğü üzere samur kürk alımı merak veya gösterişten değil, mecburiyetten idi. Topkapı Sarayı; İstanbul’un, birinci ve en önemli tepesinde bulunmaktadır. Sarayburnu kıyısından yükselen tepenin üzerinde, yoğun kış şartlarında, rutubetli bir ortamda yaşamak anlatıldığı gibi basit değildir. Ayrıca Sultan İbrahim Han Samur kürklerin tamamını kendisi için değil, saray halkı için aldırmıştı. Bu kürk olayını da deliliğine bağlayacak kadar akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar var ne yazık ki…


Deliliğine kılıf arayanların diğer bir iddiası da ortalığa para saçması idi. Bu Avrupalı toplumlarda deliliktir. Biz de ise bir merasimdi ve bu merasim sadece Sultan İbrahim Han’a has bir durum da değildi. Sultanların birçoğu bu adeti yerine getirmişti. Sefer dönüşünde, sünnet ve düğün merasimlerinde sultanlar para saçarlar, öğrenciler yerlerden bu paraları toplarlardı. Bu bizim kültürümüzde, yani toplumda da var olan bir uygulamadır. Damatlar da düğünlerinde para saçarlar, çocuklar o paraları yerlerden toplar… Tabii kültürümüzden uzaklaşıp Avrupalı gibi yaşadığımız bu zamanlarda, bu tarz güzel uygulamaları da yavaş yavaş unutuyoruz ne yazık ki…

Bir de günümüzde çok konuşulan bir husus var. Neymiş efendim? Sultan İbrahim Han ve Birinci Mustafa Han akli dengeleri bozuk olduğundan Ayasofya’nın vaftizhanesine defnedilmişler. Bunu ilk duyduğumda epey bir gülmüştüm. 1453 yılında camiye çevrilen bir mabedin içinde vaftizhaneden bahsedilir mi? Ayasofya Camii kapısının yanına defnedildiğini söylemek daha doğru olur. Üstelik diğer Osmanlı Sultanları arasında Ayasofya gibi bir mabede en yakın defnedilen iki sultandır.

Sultan İbrahim Han kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre çok cömert; adil ve merhametli bir sultandı. Milletini düşünür, haksızlıklara karşı asla sessiz kalmazdı. Topkapı Sarayı’nın Haliç’e bakan avlusuna bir “Kameriye” yaptırıp, eşi Turhan Sultan ile birlikte iftarını açacak kadar nazik, düşünceli bir insana atılan deli iftirası ve bu iftiralara arka çıkarak savunanlar nasıl hesap vereceklerini bir dakika olsun düşünmüyorlar mı?

Biz üzerimize düşeni yerine getirip akl-ı selim ve adil bir insan olan Sultan İbrahim Han’ı size kısa da olsa anlatmış olduk. Lütfen ön yargılı düşüncelerimizden, batının bize dayattığı palavralardan ve kaynaksız konuşmaktan artık vazgeçelim…

Selam ve muhabbetlerimle…

Osmanlı sultanlarına; ayyaş, deli, aptal, züppe, kadın düşkünü, enayi mi? Değil mi?

Vakanüvislerimiz bizlere sadece tarih ilmini değil, tarihi şahsiyetlere hakaret etmemeyi de öğrettiler. Velev ki düşmanımız olsun! Önce edeb, illâ edeb! 

Osmanlı sultanlarına; ayyaş, deli, aptal, züppe, kadın düşkünü, enayi

 vb. lakaplar (20.yy başlarından itibaren) takıp, ardından onlara lanet okumak da nedir? Ben söyleyeyim; oryantalistlerin attıkları iftiraların sınırlarını zorlamak, edebin zerresine sahip olmamak ve haddi aşmaktır. Bizim her birine dua edip, arkalarından rahmet okuduğumuz Osmanlı Sultanları kendi düşmanlarına bile hakaret etmemiş, edeni hoş görmemişlerdi.

Sultan İbrahim Han’a Atılan iftiralar, Emir Güneoğlu Sorunu, Emirgan Semti Adını Nerden Alır? Kesik baş Evliya Kimdir?

Daha saltanatının ilk senesinde Emir Güneoğlu meselesi ortaya çıkmıştı. Sultan İbrahim Han’ın ağabeyi Dördüncü Murad Han; 1635 yılındaki İran-Revan seferinde, Revan kalesini fethedip, kale kumandanı Emir Güneoğlu (Mirgünoğlu) Yusuf Paşa’yı esir olarak İstanbul’a 

getirmişti. Burada Dördüncü Murad Han’dan af dileyen Mirgünoğlu, mezhep değiştirerek Osmanlı safına geçtiğini söylemiştir. “Tahmasb-kuli-Han” ismi “Yusuf Paşa”ya çevrilen Mirgünoğlu, şiilik propagandaları yapmaması şartı ile Emirgan’da kendisine bir konak verilerek serbest bırakıldı. Bugün Boğaz’da Emirgan olarak bildiğimiz yer, ismini Emirgüneoğlu’ndan almıştır. Bu Mirgünoğlu, sefahate düşkün bir adamdı. Sultan İbrahim Han dönemine kadar, biraz da sıkıyönetim korkusundan faaliyete geçmeyerek bekledi.

Sultan İbrahim Han tahta geçer geçmez bölücü ve yıkıcı faaliyetlerine başladı, çevresine adamlar toplayıp devlet ve sultan aleyhinde konuşmaya da devam ediyordu. Bu adamın şiilik propagandaları, sefih ve ahlaksız hareketleri tespit edildi ve 15 Temmuz 1641’de idam edildi. Sultan İbrahim Han’ın bu hareketi Mirgünoğlu taraftarlarını kızdırdı, ona ve eşi Turhan Sultan’a birçok iftiralarda bulundular. Mirgünoğlu’nu da “Kesik baş Evliya” diye propagandasını yaptılar.

Sultan İbrahim Han’ı “Deli” ve “Gaddar” lakabı ile anan ve adının öyle yayılması için çalışanlardan büyük bir kısmı da, İbrahim Han’ın, memleketin huzuru için öldürttüğü İranlı şii Kesik baş Mîrgünoğlu’nun adamlarıdır.

Sultan İbrahim Han ve Samur Kürk Olayı, Sert ve Soğuk Kış, İstanbul Boğazı Ne Zaman Donmuştur?

Sultan İbrahim Han’ın “Samur Kürk” merakının olması. Dönemin koşullarını, saray halkının ve toplumun giydiği kıyafetleri bilmeyenler bu tuzağa kolay düşmektedirler. Önce dönemin çok sert geçen kışı ve insanların çektikleri sıkıntıları bir anlatalım…

1621 yılında, Sultan İbrahim Han o zamanlar altı yaşında iken yoğun bir kar yağışı günlerce sürmüş, şiddetli kış hayat şartlarını olumsuz yönde etkilemişti. Öyle ki; 9 Şubat günü İstanbul Boğazı donmuş, insanlar Eminönü’nden Üsküdar’a yürüyerek gidip geliyorlardı. Bu şiddetli geçen kış sonraki yıllarda da devam etti. Gerek sarayda, gerek toplumda samur kürke rağbet artmış, insanlar için bu artık ihtiyaç haline gelmişti.  1655-1656’da Türkiye’yi gezen J. Thevenot gördüklerini kaleme aldığı seyahatnamesinde; “İstanbul’daki insanların manto üzerine kürk giydiklerini ve orta halli olanların dahi samur bir kürke sahip olmak için seve seve dört veya beş yüz kuruş sarf ettiklerini” yazmıştır.

Görüldüğü üzere samur kürk alımı merak veya gösterişten değil, mecburiyetten idi. Topkapı Sarayı; İstanbul’un, birinci ve en önemli tepesinde bulunmaktadır. Sarayburnu kıyısından yükselen tepenin üzerinde, yoğun kış şartlarında, rutubetli bir ortamda yaşamak anlatıldığı gibi basit değildir. Ayrıca Sultan İbrahim Han Samur kürklerin tamamını kendisi için değil, saray halkı için aldırmıştı. Bu kürk olayını da deliliğine bağlayacak kadar akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar var ne yazık ki…

Sultan İbrahim Han ve Para Saçma İftirası

Deliliğine kılıf arayanların diğer bir iddiası da ortalığa para saçması idi. Bu Avrupalı toplumlarda deliliktir. Biz de ise bir merasimdi ve bu merasim sadece Sultan İbrahim Han’a has bir durum da değildi. Sultanların birçoğu bu adeti yerine getirmişti. Sefer dönüşünde, sünnet ve düğün merasimlerinde sultanlar para saçarlar, öğrenciler yerlerden bu paraları toplarlardı. Bu bizim kültürümüzde, yani toplumda da var olan bir uygulamadır. Damatlar da düğünlerinde para saçarlar, çocuklar o paraları yerlerden toplar… Tabii kültürümüzden uzaklaşıp Avrupalı gibi yaşadığımız bu zamanlarda, bu tarz güzel uygulamaları da yavaş yavaş unutuyoruz ne yazık ki…

Sultan İbrahim Han nereye gömüldü? Ayasofya vaftizhanesi iftirası

Bir de günümüzde çok konuşulan bir husus var. Neymiş efendim? Sultan İbrahim Han ve Birinci Mustafa Han akli dengeleri bozuk olduğundan Ayasofya’nın vaftizhanesine defnedilmişler. Bunu ilk duyduğumda epey bir gülmüştüm. 1453 yılında camiye çevrilen bir mabedin içinde vaftizhaneden bahsedilir mi? Ayasofya Camii kapısının yanına defnedildiğini söylemek daha doğru olur. Üstelik diğer Osmanlı Sultanları arasında Ayasofya gibi bir mabede en yakın defnedilen iki sultandır.

Sultan İbrahim Han’a neden deli iftirası atıldı?

20. Yüzyılın ilk çeyreğinde takılan deli lakabı zayıf rivayetlerden ve mesnetsiz iddialardan faydalanarak takılmıştı. Örneğin; Mirgünoğlu hadisesinde, Şiilerin iddia ve iftiraları muteber midir?

Gerçekleri araştırmak ve bulmak yerine, deli olmasına kanıt arayan, kılıfına uydurmak isteyen o kötü niyetlilerin bir diğer faydalandıkları kaynak ise: “Zeyl-i Ravzat-ül Ebrâr” isimli kitaptır. Kitabın müellifi de Sultan İbrahim Han’ı tahttan indirenlerin başında gelen Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’dir. Tahttan indirmek için bir takım bahanelere ihtiyaç vardı. Yoksa hangi gerekçe ile, sekiz sene koca devleti yöneten bir sultanı tahttan indirip şehit edeceklerdi? Halka bu nasıl yansıyacaktı? İşte bu kitapta da, tahttan indirilmesine bahane olarak; rahatsız olduğu ve devlet yönetiminde zayıflıklar gösterdiği yazar. Fakat bunu, yani akli muvazenesinin bozuk olduğunu iddia eden tek kitaptır

Sultan İbrahim Han Deli Değildi? Ona İftira atıldı?

Bugün Ayasofya Camii avlusunda medfun olan ve Osmanlı sultanlarının içinde en çok iftiraya maruz kalan isimlerden biri de Sultan İbrahim Han’dır. Sultan İbrahim Han kendi dönemi dahil, birçok iftiraya maruz kalsa da, 

ona atılan “deli” iftirası için çok uzağa gitmeye gerek yok. Nitekim bu iftiranın atıldığı tarih daha bir asırı bulmadı. Devlet-i Aliyye’yi, dolayısıyla Osmanlı sultanlarını kötülemek ve onları millete kötü göstermeyi meslek edinen insanlar her bir Osmanlı sultanına lakaplar taktılar. Bunları yaparken yabancı eserleri kaynak gösterdiler. En zayıf rivayetleri bile en güvenilir kaynaklar olarak göstermeyi de ihmal etmediler.

İşte bu iddia ve iftiralardan en bilineni Sultan İbrahim Han’a takılan “deli” lakabı idi. Bu iftira önceleri ders müfredatlarında yerini buldu, daha sonra abartılı romanlara konu oldu… Ardından; 1968 yılında hayal mahsulü bir film çekildi. Adı “Anjelika ve Deli İbrahim” idi. Bu film o kadar abartılıdır ki, bu konuda yazılan oryantalist kitapları geride bırakır. Bu filmi İslam düşmanı Avrupalılar yapmadı, yerli dediğimiz Yeşilçam yaptı! Baştan sona tek bir doğrusu olmayan ve hayal mahsulü olan bu film; tarihe, tarih sevenlere ve ecdadına saygı duyan insanlara büyük bir hakarettir.

Fatih Sultan Mehmet Neden Ayasofya Camisinin Mozaiklerini Sökmedi Kırmadı? İşte Gerçek Cevap

Haçlar devrildi,aziz ve azizelere ait tasvirler dışarı çıkarıldı.
Fatih’in mimarları,gözü önünde kubbedeki renkli mozaikleri sökmeye başladılar.Padişah:

“Durun! Mozaiklerin üzerini alçıyla örtün ki, müminler rahatsız olmasın! Fakat bu şaheseri parçalamayın”

– Alphonse de Lamartine, Osmanlı Tarihi

Ayasofya Camisinin Mozaikleri ve Sultan Mehmet Han Rivayetleri 1

“İlk Cuma namazını burada kılmak isteğinde bulunan Fatih üç gün içinde binada yapılması lazım gelen mihrap, minber gibi şeylerle hristiyanlığa ait olupta 

İslamda hoş görülmeyen şeylerinde ortadan kaldırılmasını istemişti.”

-Dr. Selahattin Tansel, “Osmanlı kaynaklarına göre FATİH SULTAN MEHMED’İN siyasi ve askeri faaliyetleri” , İstanbul 1971, s.105

Fatih Sultan Mehmet Han Rivayetler Ayasofya Mozaikleri, Solakzâde

Solakzâde;
Cuma namazından önce mihrab, minber ve mahfil hazırlandığını, duvarlarda bulunan tasvirlerin kaldırıldığını, Cuma hutbesini Akşemseddin’in irat ettiğini ve imameti de yine bu zatın yaptığını belirtir.

Ayasofya Camisinin Mozaikleri ve Fossati’lerin Çalışması

Fossatilerin restorasyonu zamanında, yani Sultan Abdülmecid devrinde mozaiklerin sıvalarının kaldırılması, Osmanlı tarihinde Ayasofya Camii içinde daha önce, hatta “MOZAİKLERİN HER ZAMAN SIVALI 

OLDUĞU” gerçeğini kanıtlamakta ve gözler önüne sermekte.

Semavi Eyice: Fossati tamiri sırasında, duvar ve tonozlarda mevcut olan mozaiklerin üzeri açılarak, Fossati bu sırada İstanbul’da bulunan Alman W.Salzenberg tarafından resimleri çizildi. [Ayasofya,s.209]

Ayasofya Camisinin Mozaikleri ile ilgili çalışmalar

İbrahim Hakkı Konyalı: Sultan Abdülmecid tamir ettirirken açıkta bulunan salib mozaiklerin üstlerine yine yağlı boya ile aynı renkte birer kol daha çektirmek suretiyle yalnız şekilleri bozdurulmuştu. [Tarih sohbetleri, Yeni Asya Gazetesi, 1 Ekim 1974]

Sabine Schlüter: Ancak yapı camii olarak kullanıldığından, figürlü tasvirlerin açıkta bırakılması sözkonusu olamaz. (Abdülmecid Han dönemi)
[Gaspare Fossati’nin Ayasofya Onarımları 1847-49 , s.62-63

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında çekilen Ayasofya fotoğraflarında ise tek bir surete ve mozaiklere rastlanmamaktadır.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın uygulamış olduğu sıvama işlemi torunları tarafından devam ettirilmiş, sıvalı halde muhafaza edilmiştir. Bu sıvaları tamamen açan ise “Bizans Araştırmaları Enstitüsü”dür.

Ayasofya Camisinin Mozaikleri Kim Açtırdı?

Fatih Sultan Mehmed Han’ın uygulamış olduğu sıvama işlemi torunları tarafından devam ettirilmiş, sıvalı halde muhafaza edilmiştir. Bu sıvaları tamamen açan ise “Bizans Araştırmaları Enstitüsü”dür.

Ayasofya Camisinin Mozaikleri Neden Kapatıldı?

Kaynaklar bizlere mozaiklerin ilk kez Fatih Sultan Mehmed Han’ın emriyle sıvandığını göstermekte. Aksini iddia edenler 16. ve 17. yüzyılda İstanbul’a gelen gayrimüslimlerin tablolarını gösteriyorlar. Fakat;

1- Tablolar Fatih Sultan Mehmed Han’ın döneminden uzun bir zaman sonra çizilmişti,

2-O dönemlerde yapılan çizimlerin bir çoğu gerçeği yansıtmamakta. Harem tabloları gibi abartılı çok fazla çalışmanın olduğunu görüyoruz,

3-Ayasofya’nın içini çizmekle birlikte yüzleri sıvayla kaplı olan mozaikleri resmetmiş olabilirler,

4-Ayasofya içinde bulunan mozaikler sadece resim değildir, İslam dinine göre şirktir. Müslümanların o mozaiklerin altında namaz kıldığına dair tek bir delil yoktur.

Ecdadımız İslam’a uyarak yaşamaya özen gösterdikleri için çalıştıkları ve ibadet ettikleri mekanların duvarlarına hiçbir zaman insan veya hayvan sureti asmamışlardı. Namaz kılacakları ortamları temiz tutmaya her zaman özen göstermişlerdi.

Ayasofya Camisinin Mozaikleri, Sultan Abdülmecid ve Fossati’ler

Sultan Abdülmecid Han döneminde Ayasofya restorasyonu için görevlendirilen Fossati’ler eskiyen sıvaları açarak mozaikleri ortaya çıkardılar.3-Fossatiler restorasyon ardından mozaikleri tekrar sıvayarak yine mekanı İslami açıdan uygun hale getirdiler ve camii tekrar ibadete açıldı.

Geçmiştwn Günümüze Ayasofya Mozaikleri

Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethinin hemen ardından mozaiklerin sıvayla kapatılarak mabedin İslami açıdan uygun olmasının ve hazırlanmasının emrini verdi.
2-Sultan Abdülmecid Han döneminde Ayasofya restorasyonu için görevlendirilen Fossati’ler eskiyen sıvaları açarak mozaikleri ortaya çıkardılar.
3-Fossatiler restorasyon ardından mozaikleri tekrar sıvayarak yine mekanı İslami açıdan uygun hale getirdiler ve camii tekrar ibadete açıldı.
4-Fossatilerin sıvaları 1932-1934 yılları arasında “Bizans Araştırmaları Enstitüsünden” Thomas Whittemore tarafından tekrar açıldı. Günümüze bu şekilde ulaştı.

Ayasofya Camisinin Mozaikleri neden kapatıldı?

Haçlar dışarı çıkarılıp mâbet birçok resimlerden, hıristiyanlar arasında mukaddes sayılan şeylerden, kısacası yerlilerin tapındıkları her şeyden temizlendi. Padişah okuduğu Latince Farsça yazılmış tarih kitaplarından

 haklarında bir fikir edinmiş olduğu kemerlerin süslemelerini, tablolarını (resimlerini) teşkil eden renkli camdan (sırçadan) mozaiklerin kesilmesine ve çıkarılmasına müsaade etmedi, fakat bunlardan olduğu gibi kalması İslamiyet bakımından hoş olmayanların gözden kaybolmak üzere ince kireç tabakası (badana) ile kapatılmalarını emretti.

İtalyan ve Rumların rivayetine göre Padişah hazretleri bu mozaiklerin sökülmesi teşebbüsünde bulunan mimarlara hitaben: “Durunuz! Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz” dedi. – Ahmed Muhtar Paşa, “Feth-i Celîl-i Kostantiniyye” s.358

Ayasofya Mozaikleri ne zaman sıvayla kapatıldı?

Ayasofya Mozaikleri Ne Zaman Sıvayla kapatıldı? Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethini müteakip girdiği Ayasofya içerisinde ki 

mozaiklerin sıvayla kapatılmasını istemiş miydi? Müslümanlar asırlarca namazlarını o mozaikler altında mı kıldılar? Bilgi kirliliği çok fazla. Bu yüzden yazımın faideli olacağı kanaatindeyim.



İnsanlar bilmedikleri tarihi meselelerde ısrarcı olmamalı. Ayasofya içindeki mozaikler fetihten sonra 2 kere sıvanmış, 2 kere sıvalar açılmıştır. Delilleri sunmadan evvel kısaca bilgi vereyim:

1-Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethinin hemen ardından mozaiklerin sıvayla kapatılarak mabedin İslami açıdan uygun olmasının ve hazırlanmasının emrini verdi.
2-Sultan Abdülmecid Han döneminde Ayasofya restorasyonu için görevlendirilen Fossati’ler eskiyen sıvaları açarak mozaikleri ortaya çıkardılar.
3-Fossatiler restorasyon ardından mozaikleri tekrar sıvayarak yine mekanı İslami açıdan uygun hale getirdiler ve camii tekrar ibadete açıldı.
4-Fossatilerin sıvaları 1932-1934 yılları arasında “Bizans Araştırmaları Enstitüsünden” Thomas Whittemore tarafından tekrar açıldı. Günümüze bu şekilde ulaştı.


Ayasofya Mozaiklerinin Sıvayla Kapatıldığına Dair Tarihi Deliller

“Haçlar dışarı çıkarılıp mâbet birçok resimlerden, hıristiyanlar arasında mukaddes sayılan şeylerden, kısacası yerlilerin tapındıkları her şeyden temizlendi. Padişah okuduğu Latince Farsça yazılmış tarih kitaplarından haklarında bir fikir edinmiş olduğu kemerlerin süslemelerini, tablolarını (resimlerini) teşkil eden renkli camdan (sırçadan) mozaiklerin kesilmesine ve çıkarılmasına müsaade etmedi, fakat bunlardan olduğu gibi kalması İslamiyet bakımından hoş olmayanların gözden kaybolmak üzere ince kireç tabakası (badana) ile kapatılmalarını emretti.

İtalyan ve Rumların rivayetine göre Padişah hazretleri bu mozaiklerin sökülmesi teşebbüsünde bulunan mimarlara hitaben: “Durunuz! Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz” dedi. – Ahmed Muhtar Paşa, “Feth-i Celîl-i Kostantiniyye” s.358


Haçlar devrildi,aziz ve azizelere ait tasvirler dışarı çıkarıldı.
Fatih’in mimarları,gözü önünde kubbedeki renkli mozaikleri sökmeye başladılar.Padişah:
“Durun! Mozaiklerin üzerini alçıyla örtün ki, müminler rahatsız olmasın! Fakat bu şaheseri parçalamayın”

– Alphonse de Lamartine, Osmanlı Tarihi


“İlk Cuma namazını burada kılmak isteğinde bulunan Fatih üç gün içinde binada yapılması lazım gelen mihrap, minber gibi şeylerle hristiyanlığa ait olupta İslamda hoş görülmeyen şeylerinde ortadan kaldırılmasını istemişti.”

-Dr. Selahattin Tansel, “Osmanlı kaynaklarına göre FATİH SULTAN MEHMED’İN siyasi ve askeri faaliyetleri” , İstanbul 1971, s.105


Solakzâde;
Cuma namazından önce mihrab, minber ve mahfil hazırlandığını, duvarlarda bulunan tasvirlerin kaldırıldığını, Cuma hutbesini Akşemseddin’in irat ettiğini ve imameti de yine bu zatın yaptığını belirtir.


Fossatilerin restorasyonu zamanında, yani Sultan Abdülmecid devrinde mozaiklerin sıvalarının kaldırılması, Osmanlı tarihinde Ayasofya Camii içinde daha önce, hatta “MOZAİKLERİN HER ZAMAN SIVALI OLDUĞU” gerçeğini kanıtlamakta ve gözler önüne sermekte.

Semavi Eyice: Fossati tamiri sırasında, duvar ve tonozlarda mevcut olan mozaiklerin üzeri açılarak, Fossati bu sırada İstanbul’da bulunan Alman W.Salzenberg tarafından resimleri çizildi. [Ayasofya,s.209]

İbrahim Hakkı Konyalı: Sultan Abdülmecid tamir ettirirken açıkta bulunan salib mozaiklerin üstlerine yine yağlı boya ile aynı renkte birer kol daha çektirmek suretiyle yalnız şekilleri bozdurulmuştu. [Tarih sohbetleri, Yeni Asya Gazetesi, 1 Ekim 1974]

Sabine Schlüter: Ancak yapı camii olarak kullanıldığından, figürlü tasvirlerin açıkta bırakılması sözkonusu olamaz. (Abdülmecid Han dönemi)
[Gaspare Fossati’nin Ayasofya Onarımları 1847-49 , s.62-63

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında çekilen Ayasofya fotoğraflarında ise tek bir surete ve mozaiklere rastlanmamaktadır.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın uygulamış olduğu sıvama işlemi torunları tarafından devam ettirilmiş, sıvalı halde muhafaza edilmiştir. Bu sıvaları tamamen açan ise “Bizans Araştırmaları Enstitüsü”dür.

Kaynaklar bizlere mozaiklerin ilk kez Fatih Sultan Mehmed Han’ın emriyle sıvandığını göstermekte. Aksini iddia edenler 16. ve 17. yüzyılda İstanbul’a gelen gayrimüslimlerin tablolarını gösteriyorlar. Fakat;

1- Tablolar Fatih Sultan Mehmed Han’ın döneminden uzun bir zaman sonra çizilmişti,

2-O dönemlerde yapılan çizimlerin bir çoğu gerçeği yansıtmamakta. Harem tabloları gibi abartılı çok fazla çalışmanın olduğunu görüyoruz,

3-Ayasofya’nın içini çizmekle birlikte yüzleri sıvayla kaplı olan mozaikleri resmetmiş olabilirler,

4-Ayasofya içinde bulunan mozaikler sadece resim değildir, İslam dinine göre şirktir. Müslümanların o mozaiklerin altında namaz kıldığına dair tek bir delil yoktur.

Ecdadımız İslam’a uyarak yaşamaya özen gösterdikleri için çalıştıkları ve ibadet ettikleri mekanların duvarlarına hiçbir zaman insan veya hayvan sureti asmamışlardı. Namaz kılacakları ortamları temiz tutmaya her zaman özen göstermişlerdi.

Umarım bu hassasiyeti taşımaya devam eder ve ecdadımızın bize bıraktığı mirasa sahip çıkarız.

Hoşgörü adı altında “dinlerarası diyalog” çalışmalarını görmeli, dur demeli ve mütemadiyen uyanık kalmalıyız.

Selam ve dua ile…

Ayasofya Camisinin Mozaiklerini İlk Kim Kapattı?

Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethinin hemen ardından mozaiklerin sıvayla kapatılarak mabedin İslami açıdan uygun olmasının ve hazırlanmasının emrini verdi.