Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

3 Top Metabolism Myths

There are a number of misconceptions about metabolism and calorie burning. Here are the top 3 myths ...

Myth 1: Cardio workouts are the best activities for increasing metabolic rate.
FACT: Running for 30 minutes will burn more calories than 30 minutes of weight training workout. However, weight training can maintain metabolism for longer period of time because it builds your muscle mass. As many studies and researches had shown that if your body has more muscle, you will have higher metabolism also.

Myth 2: Thin people can burn calories faster because they have a fater metabolic rate.
FACT: If you have a bigger body size, your body will burn more calories than a slimmer because you need more energy to move extra pounds in your body.

Myth 3: You will get fatter as you get older.
FACT: Although it's true that our metabolism will get slower as we age. However, this natural change of metabolic rate is very small, only about 4 percent per decade if we continue to exercise regularly. The reason why people gain weight as they age is because they are sedentary most of the time. So, if you want to keep those extra pounds off, stay active to maintain your muscle mass as you age!

Hope you find the above information useful. HAPPY NEW YEAR and have a SAFE HOLIDAYS!

Studies on Winifred Lamb

For work in Greece and Anatolia during the 1920s and 1930s see:

Butcher, K., and D. W. J. Gill. 1993. "The director, the dealer, the goddess and her champions: the acquisition of the Fitzwilliam goddess." American Journal of Archaeology 97: 383-401.
Gill, D. W. J. 1999. "Winifred Lamb and the Fitzwilliam Museum." In Classics in 19th and 20th century Cambridge: curriculum, culture and community, edited by C. Stray, pp. 135-56. Cambridge Philological Society supplementary volume, vol. 24. Cambridge: Cambridge Philological Society.
—. 2000. "‘A rich and promising site’: Winifred Lamb (1894–1963), Kusura and Anatolian archaeology." Anatolian Studies 50: 1-10.
—. 2004. "Winifred Lamb (1894-1963)." In Breaking Ground: Pioneering women archaeologists, edited by G. Cohen and M. S. Joukowsky, pp. 425-81. Ann Arbor: University of Michigan Press.
—. 2006. "Winifred Lamb: searching for prehistory in Greece." In Travellers to Greece, edited by C. Stray, pp. 33-53. London: Classical Association.
—. 2007. "Winifred Lamb: her first year as a student at the British School at Athens." In Archaeology and women: ancient and modern issues, edited by S. Hamilton, R. D. Whitehouse, and K. I. Wright, pp. 55-75. Walnut Creek (CA): Left Coast Press.

Studies on the BSA

Key overviews for the BSA can be found in:

Macmillan, G. A. 1910/11. "A short history of the British School at Athens. 1886-1911." Annual of the British School at Athens 17: ix-xxxviii.
Waterhouse, H. 1986. The British School at Athens: the first hundred years. British School at Athens supplementary volume, vol. 19. London: Thames & Hudson.
Huxley, D. Editor. 2000. Cretan quests: British explorers, excavators and historians. London: British School at Athens.
Calligas, E., and J. Whitley. Editors. 2005. On site: British archaeologists in Greece. Athens: Motibo.

Yeni yılınızı Sağlıkla geçirmeniz dileğiyle...

Atatürk Hakkında bilgiler..

1."ATA" LAFINI SEVMEZDI"
Ataturk" hitabini ilk kez donemin Turk Dil Kurumu Baskani bir konusmasinda kullanmis, Mustafa Kemal de cok begenerek soyadi olarak almisti. Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hic hoslanmazdi.

2.EN SEVDIGI YEMEK
Manastir Askeri Lisesi yillarindan kalan bir aliskanlikla hayati boyunca en sevdigi yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldi. Tatliya duskun degildi ama cani istediginde cok sevdigi gul recelini tercih ederdi.

3.EN BUYUK HAYALI DUNYA TURUNA CIKMAKTI
Omru yetseydi bir dunya turuna cikip Turk dili ve tarihi uzerindeki calismalarini genisletmek en buyuk hayaliydi.

4.BASUCU KITABI "CALIKUSU" YDU.
Binlerce kitabi vardi. Ama bunlarin arasinda bir tanesini hayati boyunca hatta cephede bile basucundan ayirmadi. Resat Nuri Guntekin'in unlu "Calikusu" romanini hep yaninda tasir, her gun rastgele bir yerinden acar, birkac sayfa okurdu.

5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU
Atlardan sonra en sevdigi hayvan kopekti. "Fox" adini verdigi kopegi, Gazi`nin yataginin ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara duskunlugu o dereceydi ki bir gun misafirlerinin de gorebilmesi icin yeni dogmus bir tayla annesinin Cankaya Kosku kabul salonuna getirilmesini bile emretmisti.

6.TAM BIR SALON ADAMI
En sevdigi dans valsti. Muzik zevki cesitlilik gosteriyordu. Klasik Bati muzigi disinda Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

7.GOMLEKLERININ TUMU BEYAZDI
Gomleklerinin hepsi beyazdi. Bu gomlekler ilk yillarda Isvicre`de ozel olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasina onculuk edebilmek icin Beyoglu`nda bir terziye diktirilmeye baslanmisti.

8.DOLABINDA LACIVERTE YER YOKTU
Takim elbiselerinin tasarimlarini hep kendisi cizerdi. Lacivert takim giymeyi sevmezdi.

9.OLCULERI
Boyu 1.74 idi. Hayatinin son donemlerine kadar 76 olan kilosu hastaliginin ilerlemeye baslamasiyla 46'ya kadar dusmustu. 43 numara siyah rugan ayakkabi giyerdi.

10.RUMELI SIVESI
Ozenli ve temiz bir Turkce konusurdu. Ancak bazi kelimeleri Rumeli sivesiyle telaffuz ederdi.

11.HAZIN BIR HIKAYE
Hayatinda bir donem cok onemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatina trajik bir sekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarinin nerede oldugu bilinmiyor.

12.CUMHURBASKANLIGINDAN SIKILIYORDU.
Hayatinin cogunu gecirdigi savas cephelerinden sonra Cumhurbaskani olarak gecirdigi yillar ona bir tecrit yasantisi gibi geliyor, cok sevdigi halkindan ve sade bir vatandas yasamindan uzaklastigini dusunuyordu.

13.PAPA`NIN TEMSILCISINE ELBISE
Kiyafet Kanunu cercevesinde tum din adamlarinin dini kiyafetleriyle sokaga cikmalari yasaklaninca, Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milasli eliyle bir koleksiyon hazirlatti.

14.KENDISI TIRAS OLMAZDI.
Sabah kahvaltilariyla arasi hic hos degildi. Yataktan kalkar kalkmaz odasindaki divanin uzerine bagdas kurarak oturur, gunun ilk kahvesini sigarasini icerdi. Bir ozelligi de kendi kendine tiras olmamasiydi.

15.DUZEN TAKINTISI VARDI
Evinde, cevresinde hatta konuk oldugu evlerde bile egri duran esyalari duzeltmeden rahat edemezdi.

16.HOSGORULU LIDER
Koylunun birinin gazete kagidina sardigi tutunu icmeye calisirken eli yanmis,"Alin bunu kendi icsin" diyerek Ataturk`e kufretmisti. Mahkemeye cikarilacakti. Ataturk olayi dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceginize dogru durust sigara icmesini temin edin" dedi.

17.SIGARA PAZARLIGI
Hastaliginin baslangicinda kendisini muayene eden Dr.Fissinger gunde kac paket sigara ictigini sormus, Ataturk "sekiz" demisti. Doktor bunu gunde bir pakete indirmesi gerektigini soyleyince gulumseyerek cevap vermisti: "Ben zaten bir paket iciyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacagim".

18."BU NASIL HALKCILIK?"
Bir sabah milletvekilleri ile trene binmisti.Konduktorun milletvekillerinden bilet parasi almamasina sasirmis nedenini sormustu. Trenin milletvekillerine bedava oldugunu ogrenince epey sinirlenmis, "Ne de guzel halkcilik ama" demisti.

19."LAIKLIK ADAM OLMAKTIR!"
Ilk mecliste bir oturum sirasinda uyelerden biri laikligin ne manaya geldigini anlamadigini soyleyince Gazi cok sinirlenmis ve elini kursuye vurarak bir din bilgini olan uyeye cevap vermisti: "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!"

20.KURBANLARI BAGISLARDI
Gittigi yurt gezilerinde kendisi icin kurban edilen hayvanlara bakamaz boyle durumlarda sirtini doner ya da kesilmelerini engellerdi.

21.YABANCI DILE MERAKI
Askeri lisede ogrenmeye basladigi Fransizca'yi sonraki yillarda gelistirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardi. Konusurken araya Fransizca sozcukler de eklerdi.

22.FASULYESINE POKER
Kumardan hoslanmaz ama arkadaslariyla fasulyesine poker oynardi. Oyun sonunda kazandiklarini iade ederdi.

23.KAN GORMEYE DAYANAMAZDI
Cephelerde dusmanla gogus goguse savasmis biri olarak en ilginc ozelligi savas meydanlari disinda kan gorunce fenalasmasiydi.

24.KULAKLARI DUYAN TEK KISI.
Fransiz tarihcisi Herriot Ankara`ya geldiginde Gazi`nin kulaklarinin duyuyor olmasina sasirmis anilarinda bunu espirili bir dille anlatmisti: " T.C`de bir tane kulaklari duyan kisi var onu da Cumhurbaskani yapmislar".

26.BILARDO VE YUZME
Sportmen kisiligi vardi. Her gun at biner , yuzmeye gider ve bilardo oynardi.

27.EN BASARILI DERS.
Egitim hayati boyunca en basarili dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayati boyunca surdu.

28.YAGCILARA GECIT YOK
Yagcila cok kizardi Bir aksam sofrasida kendisine gereksiz sekilde iltifat eden Abdulhak Hamit`e mudahale etti.

29.SON YILBASI GECESI
1937`yi 1938`e baglayan son yilbasi gecesini Disisleri Bakani Tevfik Rustu Aras ile bas basa gecirmisti. O gece dolabindaki bazi elbiseleri bakana hediye etmisti.

30.KOSKTEKI GUVERCINLIK
Kuslari cok severdi. Cankaya Kosku`nde ozel bir bakicinin ilgilendigi guvercinligi vardi.

Mısır Pramid 'leri kaçırılmış... !!!

Mısır Pramidleri binlerce yıllık tarihi yapılar. Bununla ilgili kamera şakası gibi bir ropörtajı aşağıda izleyin ve kararı siz verin. Bu bloğumun içeriği tarih olduğu için buraya koydum.

Aslında Mizah bloğumda yayınlanacak bir video.


Women at the BSA

One of the strands of this history will be the contribution of women at the BSA from Eugénie Sellers Strong onwards. In the pre First World War period most of the women had studied at Girton College, Cambridge - and then Newnham College. The work of Winifred Lamb who excavated between the wars at Mycenae, Sparta, Thermi, Antissa and then in Anatolia will also be explored.

For some of the women at the BSA see "Breaking Ground: Women in Old World Archaeology".

Türkçe= Zeka

Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. M. Kemâl Atatürk”
Türkçe, son yıllarda dünyada üzerinde en çok araştırma yapılan dillerden bir tanesidir. Türkçenin gramer yapısının mantığa uygunluğu, dilin ezber metodu ile değil, mantık yürütülerek öğrenilmesi bilim adamlarını Türkçenin mükemmelliği konusunda hayrete düşürmektedir.
Amerika’da, Viskansın Üniversitesinde görev yapan Prof. Dr. Kemal Karpat Amerika’da dil bilim ile ilgili bölümü bulunan bütün üniversitelerde Türkçeye büyük önem verildiğini, gramatikal yapısının büyük bir hayret ve beğeni ile incelendiğini ve bir dilin nasıl bu kadar sağlam bir mantığa, mükemmeliyete sahip olabileceği düşüncesinin Türklere ve Türkçeye karşı bir hayranlık (yanı sıra kıskançlık) uyandırdığını belirtiyor.
Bu ilgi ve hayranlık yalnızca Amerika’ya mahsus değil. Avrupa’da da Türkçe husûsunda ciddi çalışmalar var. Geçmiş yıllarda üç yaşına kadar olan çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada Ana dili Türkçe olan çocuklarda, bu yaş grubunda diğer milletlerin çocuklarına göre zekâ seviyesi, kavrayış kabiliyeti olarak daha önde oldukları tesbit edilmişti. Çocuğun gelişiminde ilk üç yaşın önemi, çocuğun hayatı boyunca kat edeceği mesafenin önemli bir kısmını bu dönemde aldığı göz önünde bulundurulduğu zaman bu durumun hakikaten bir avantaj olduğunu düşünebiliriz.
Bu çocuklarının annelerinin genellikle kültür seviyesinin düşük olması, okuma alışkanlığının olmaması ise çocukların üç yaşına kadar elde ettikleri ilerleme hızını ileriki yıllarda gösterememesine sebep olan etkenler. Daha sonra yapılan çalışmalarda Türk çocuklarının zekâ açısından ilk yıllarda kat ettikleri mesafede en önemli faktörün dil olduğu kanaatine varılıyor.İnternational Association for he Study of Child Language (Uluslar arası Çocuk Dili Araştırmaları Derneği) adlı kuruluşun Almanya’nın başkenti Berlin’de yapılan onuncu kongresinde, Türk çocuklarının 2, en geç 3 yaşına kadar kendi dillerini dil bilgisi kurallarını da yerli yerinde kullanarak mükemmel biçimde kullandıklarını ispatlıyor. Bu kabiliyet Alman çocuklarında 5, Araplarda 12 yaşına kadar uzayabiliyor.
Dil bilimi profesörü Klan Delius, Türk dilinin kolay öğrenildiğini belirterek, “Türkçenin şahıs ve zaman belirleyen ekleri düzenli. Lego taşlarının yan yana dizilmesi gibi tespitini yapıyor. Yine ilim adamlarının ulaştığı bir diğer sonuç; Türkçenin ezberlenerek değil mantık ve muhakeme yoluyla öğrenilen bir dil olmasından dolayı Türk çocuklarında günlük hayatta gerekli pratik zekâ ve muhakeme kazanımı da diğerlerine oranla daha önde.Ve bu araştırma sonuçları Avrupa ülkelerinde Türklerle evli Avrupalı annelerde çocuğuna Türkçe öğretme ve evde Türkçe kullanma isteğini teşvik ediyor. Bu istek ve gayreti ile anne bir avantaj daha elde ediyor. Çünkü, kurallı bir dil olan Türkçe şuurlu ve iyi öğrenildiği takdirde diğer dilleri de daha kolay ve kısa zamanda öğrenme yeteneğini kazandırıyor.Bizler hiçbir mantıklı izahı olmayan tuhaf bir kompleksle başka dil ve kültürlerin kucağına balıklama atlayıp kendimizi kaybederken bizde mevcut değerleri bir gün başka ellerde görürsek hiç şaşırmamalı. Yarının Türkiye’sini İngilizce, Almanca vs. Batı dillerini konuşan Türkler buna mukabil Avrupa’yı Türkçe konuşan Avrupalılar doldurabilir. Türklerle ilgili en detaylı araştırmalar Batı’da yapılıyor, bizim değerlerimizi onlar keşfedip dünya kamuoyunun gündemine sunuyorlar.
Ne kadar farkındayız bilmem ama Türkçeyi kullanan kişiler olarak çocuklarımız doğuştan şanslı, dilimizin kurallarını daha iyi öğrenerek, uydurukça vb. bir takım şahısların kendi keyfî yönlendirmelerine kapılmayarak; kazanılmış müşterek anlaşma vasıtamız olan kelimeleri feda etmeyerek; okuyarak bilgi ve kültürümüzü genişleterek doğuştan gelen bu avantajları kat be kat artırmak bizim elimizde.
Çocuklarımız gayret ve fedakârlığın her türlüsüne değmez mi?..

Türkçenin Güncel Sorunları

İnsanın yaşamında ve kişilik gelişiminde ana dilinin çok önemli bir yeri vardır. Dili yeterli düzeyde olan kişiler genellikle daha sağlıklı ilişki kurarlar, hayatta daha çok başarılı olurlar. Kendi dilini iyi bilip düzgün kullanmanın önemli bir yararı da yabancı bir dili öğrenmeyi kolaylaştırmasıdır. Gerçekten, etkili bir yabancı dil öğretiminin altyapısını, iyi bir ana dili eğitimi oluşturur.Türk edebiyatının tanınmış şairlerinden Yahya Kemal’in “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” diyerek yücelttiği, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ise “Türkçem benim ses bayrağım” diyerek hem yücelttiği hem de kutsallaştırdığı dilimize bugün gerekli özeni gösteriyor muyuz? İnsanlarımızda bugün Türkçe sevgisi, ana dili duygusu, dil bilinci ve duyarlığı yeterince var mı? Bu soruların iyice düşünülmesi, sürekli göz önünde tutulması gerekir.Dil öğrenimi beyni, dolayısıyla düşünceyi değiştirir, biçimlendirir. Sosyal yapının iç dokusunu ana dili oluşturur. Oysa Türkçemiz giderek zayıflıyor, güdükleşiyor. Bugün Türkiye’de çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi, siyaset kirlenmesi gibi çeşitli kirlenmelerin yanı sıra, bir de “dil kirlenmesi” vardır. Dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından görülen eksikler, Türkçenin geleceği için ciddî bir tehlikedir.
BAŞLICA SORUNLAR
Bugün Türkçemizle ilgili başlıca güncel sorunları şöyle sıralayabiliriz: Özensizlik ve yanlış kullanım, yabancı sözcük tutkusu, yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimi birbirine karıştırma, Türkçenin bilim dili olmadığı görüşü, Türkçe öğretimindeki yetersizlik, sözcük ve terim üretimindeki yetersizlik, öğretmen faktörü.
Özensizlik ve Yanlış Kullanım
Dilimizin sözlü ve yazılı kullanımında akıl almayacak yanlışlar yapılıyor. Kurallarına uygun, doğru ve düzgün kullanılmıyor Türkçe. İlköğretimden yükseköğretime kadar okullarımızda görülen Türkçe yetersizlikleri, üniversite öğrencilerimizde bile sık sık göze çarpan sözlü ve yazılı anlatım kusurları, bozuk cümleler ve söyleyiş yanlışları, bir dilekçe yazarken yapılan yanlışlar, resmî yazışmalarda göze batan anlatım kusurları, basın yayın organlarındaki akıl almaz özensizlikler, sokak ve caddelerde bulunan tabelalardaki yabancı sözcük hastalığı... Türkçemizin geleceği için önemli bir tehlike oluşturmaktadır.Radyo dinlerken, televizyon izlerken insan bazen şaşırıp kalıyor. Osmanlıcadan gelme sözcüklerin yanlış telaffuzları, damıtık dilin giderek argo dile dönüşmesi, vurguların ve tonlamaların ürkünçlüğü, görüntülü yayınlarda sunucuların garip el kol hareketleri, konuşma sırasındaki tuhaf jestleri, Türkçeyi sevenleri üzüyor.Bazı özel ve yerel TV kanalları ile radyoların, daha kendi adlarından başlayarak Türkçeye karşı alabildiğine saygısız ve sorumsuz tutumları yürekler acısı. Son yıllardaki moda deyişle medyada, özel ve yerel TV kanallarında yeni tip sunucular, haber ve spor spikerleri de moda oldu. Oysa sunuculuk ve spikerlikte dili düzgün ve pürüzsüz kullanma, fizikî güzellikten önce gelir, önce gelmelidir. Dil bilinci ve sevgisi onlara özellikle kazandırılmalıdır. Ekran sorumluluğu bunu gerektirir. Sunucu ve spiker adayları, öncelikle dili doğru ve düzgün kullanma konusunda ciddî bir eğitimden geçirilmelidir. Çünkü onlar her gün milyonlara sesleniyor, milyonlarla yüz yüze geliyor. Örnek olma, model olma gibi bir sorumluluğu da var onların.Türkçeye karşı özensizlik, sorumsuz davranışlar, bu dili yanlış kullanma, ne yazık ki dar ve sınırlı bir çerçevede görülmüyor. Bu gevşeklik, devlet adamları, çeşitli mesleklerdeki aydınlar ya da aydın olması gerekenler, öğretmenler, her öğretim kademesindeki öğrenciler için de söz konusu.İnsanlarımıza özellikle doğru konuşma, düzgün yazma, duygu ve düşüncelerini pürüzsüz anlatma becerisi kazandırma konusuna özenle eğilmek zorundayız. Çünkü üniversitede okuyan gençlerimizin büyük çoğunluğunda bile önemli dil ve anlatım kusurları ile karşılaşıyoruz.
Yabancı Sözcük Tutkusu
Günümüzde Türkçe, neredeyse ana dilimiz olduğunu unutturacak ölçüde yabancı sözcüklerle dolduruluyor, kendi sözcüklerimiz acımasızca dışlanıyor.Sorunların belki de en önemlisi, dilimizin kamuoyu önündeki kullanımında görülen “Türkçeden kaçış” diyebileceğimiz süreçtir. Ülkeyi yönetenler, basın-yayın kuruluşları ve bir kısım aydınlar, çok güzel Türkçe karşılıkları bulunsa da yabancı sözcükleri kullanmaktan sanki olağanüstü bir zevk alıyorlar. Türkçe konuşmaktan kaçan bir kamuoyu oluşmuş görünüyor. Bu durum dilimiz için büyük tehlikedir.Bugün de benzeri durumlara sık sık tanık oluyoruz. Güzelim uzlaşma yerine concencous, yoğunlaşma yerine consantrasyon, kontrol yerine çek etme dedik mi kültürlü kişi oluyoruz. İstanbul Taksim’deki görkemli bir otelin adı The Marmara, Hilton’daki sergi merkezinin adı Exibition Center.Kentlerimizde caddeler, yabancı adlar nedeniyle işgal altındadır. Kendilerine “entel” denilen bir kısım aydınlar, kendi yurduna yabancılaşmayı evrensellik sanıyor.Konuşmada veya yazıda aralara yabancı sözcük sıkıştırmak, bağımsızlık gururunun nasıl törpülendiğini gösteren acı bir örnek değil midir? Neredeyse, ana dilimizin Türkçe, anavatanımızın Türkiye olduğunu unutuyoruz.Yabancı dil ne kadar önemli olursa olsun, insanın ana dili daha da önemlidir. Temel görevimiz, gençlerimizi düşünen, eleştiren ve düşüncelerini düzgün ifade edebilen bireyler olarak yetiştirmektir. Öğrencinin kendi dilini ikinci sınıf, yetersiz bir iletişim aracı olarak görmesi çok sakıncalı bir durumdur. Böyle bir öğrenciden kendi diline ve kültürüne, ana diline saygı duyması nasıl beklenebilir?1930’lardan 1980’e kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 21. maddesi, Türkçeyi koruyucu hükümler taşıyordu. Son yıllarda görülen yabancı dil işgali nedeniyle, ilgili Devlet Bakanlığınca 1997’de hazırlanan “Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin Kanun Tasarısı” Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştu. Böylece Türkçeyi yozlaşmalardan koruma, yabancı dillerin inanılmaz baskısından kurtarma amaçlanıyor.Nitekim Fransa’da 1994 yılında hükümetin önerisi ile Fransızcayı İngilizcenin akınından korumak için “Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin Yasa Tasarısı” adlı bir tasarı hazırlanmış ve yasalaşmıştır. Fransızcayı korumaya yönelik yasanın bizim için de büyük önem taşıyan 9. maddesi şöyledir:“Eğitim, sınavlar ve yarışmalar ile kamuya ya da özel sektöre ait eğitim kurumlarında yapılan tezler ve bilimsel yazılar için kullanılacak dil Fransızcadır.”Bu akılcı yaklaşımla gerçekçi uygulamadan alınacak dersler bulunduğu çok açıktır.
Yabancı Dil Düşkünlüğü
Ülkemizde özellikle 1980’den sonra görülen büyük yanlışlardan biri, yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimin birbirine karıştırılmasıdır. Günümüz dünyasında yabancı dilin ve yabancı dil öğrenmenin önemi elbette ki tartışılamaz. Her türlü ilişki, iletişim ve gelişme için yabancı dil elbette ki çok gerekli. Ama ülkemizde özellikle son zamanlarda düşülen önemli bir yanılgı, yabancı dilin araç değil amaç olarak görülmesidir. İşte bu nedenle, yabancı dille öğretim yapan okulların ve üniversitelerin sayısı hızla artmaktadır. Oysa yabancı dil amaç değil araçtır.İşin en acı ve düşündürücü yanı da, yabancı dille öğretim yapan kurumlarda okuyan Türk çocuklarının Türkçeyi ihmal etmeleri, giderek unutmaları, özellikle yazılı anlatım yetersizlikleri içine düşmeleri ve kendi dillerini küçümseyip hor görmeleridir. İşte en büyük tehlike de burada yatıyor. Ana dilinin yetersiz olduğu inancı ile yetiştirilen bir genç, kendi diline ve kültürüne nasıl saygı duyacaktır?O hâlde öncelikle yapılması gereken şey, yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimi birbirine karıştırmamaktır. Çok gerekli olan yabancı dil öğretimini bütün okul kademelerinde en etkili ve verimli bir şekilde gerçekleştirelim. Bunun yollarını arayalım. Ama çok gereksiz olan ve ülkemizin geleceği, kültürü açısından büyük tehlikeler taşıyan yabancı dille öğretim tuzağından kurtulalım. Bunun için de her şeyden önce ana dili duygusu, duyarlığı ve dil bilinci gerekir.Ülkemizde nitelikli insan yetiştirmek istiyorsak, başkalarının diliyle değil, kendi dilimizle, kendi kültürümüzle yetiştirmeliyiz. Çünkü kendi kültürünü dışlayan bir toplum, varlık nedenini yadsıyor demektir.Çağdaş ülkelerin hiçbiri yabancı dilde eğitim yapmıyor. Bu durum, sadece az gelişmiş ülkelerde ve sömürgelerde görülüyor.Bazı okullarda eğitim yabancı dille yapılırsa Türkiye’nin dış dünya ile daha kolay anlaşacağı, Türkçenin bilim dili olmadığı, İngilizce ile daha iyi bilim yapılacağı yolundaki görüşler yanlıştır. Bu görüşler, emperyalizmin sömürge ülkelere dayattığı anlayışın sonucudur. Her ülkede bilim ancak o ülkenin kendi diliyle yapılabilir. Yabancı dille eğitim, eğitim bilimine de aykırıdır. Çünkü bir insan, dünyayı en sağlıklı biçimde ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak istediğini de en güzel kendi diliyle anlatabilir.Ülkemizin tanınmış üniversitelerinden biri olan ve eğitimi İngilizce yürüten ODTÜ’de yapılan bir araştırmada, öğrencilerin yabancı dille eğitimden memnun olmadıkları, buna karşı çıktıkları görülmüştür. İngilizce eğitim yapılan Boğaziçi Üniversitesinde de benzer görüşler öne sürülmekte, eğitim dilinin Türkçe olması savunulmaktadır.
Türkçenin Bilim Dili Olmadığı Görüşü
Türkçenin bilim dili olarak yetersiz olduğu öne sürülüyor. Eksik yanları elbette vardır ve bu, her dil için söz konusudur. Peki, böyle bir durumda yapılması gereken şey, dilimizi tümüyle bir kenara atmak mıdır, yoksa kendi olanaklarıyla onu geliştirmeye ve zenginleştirmeye çalışmak mı? Yetersiz ve eksik diye dilimizi kendi kaderine bırakırsak, Türkçe bir bilim ve kültür dili olarak nasıl ve ne zaman gelişecektir?İşte hiç düşünülmeyen ve gelecek açısından büyük tehlike oluşturan sorun burada. Eğer dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından sorumsuzluk böyle sürerse, Türkçe 14. yüzyıldaki durumuna düşecektir. O zamanlar ve Selçuklular döneminde aydınlar arasında bilim dili Arapça, kültür ve sanat dili Farsça idi. Türkçe sadece halk arasında konuşuluyor ve halk edebiyatı sanatçıları tarafından kullanılıp yaşatılıyordu. Ve dilimizin bu acı serüveni, yaşam savaşı, Tanzimat dönemine, özellikle 20. yüzyıl başlarındaki Millî Edebiyat Akımına kadar sürdü. Şimdi ise tehlike daha çok batı dillerinden gelmektedir.Büyük ihmale uğramış olan Türkçenin durumuna çok üzülen 14. yüzyıl divan şairi Âşık Paşa günümüz diliyle şöyle dert yanıyordu:Türk diline kimse bakmaz idiTürklere hiç gönül akmaz idiBeş yüzyıl sonra aynı sıkıntı ve sorunları yaşamak zorunda mıyız? Bunları yeniden yaşamamak için gerekli özeni göstermek, bilinçli davranmak zorundayız. “Tarih tekerrürden ibarettir.” sözü akla geliyor ama aslında bu söz yanlıştır. Tarih kendisinden ders almasını bilmeyenler için tekerrürden ibarettir.1933 reformunu yaşayan İstanbul Üniversitesine gelen yabancı bilim adamlarından 3 yıl içinde Türkçe öğrenmeleri ve bu sürenin sonunda derslerini Türkçe vermeleri istenmişti. Amaç ne? Amaç, Türkçenin bilim dili olarak kullanılması ve geliştirilmesidir. Çünkü cumhuriyeti kuranlar, dilin bir ulusun kimliği ve o ulusu yarınlara taşıyan en önemli öge olduğunu çok iyi biliyorlardı. Düşünülmesi gereken bir soru şudur: Sanki Türkçe 1933’te bilim diliydi de şimdi mi yetersiz duruma düştü?
Türkçe Öğretimindeki Yetersizlik
Okullarımızda, hemen her meslekte ve üniversitelerimizde Türkçe yetersizlikleri ile ne yazık ki sık sık karşılaşıyoruz.Dil eğitiminin temel amacı, kişilerin düşünme ve iletişim becerilerinin geliştirilmesidir. Dille iletişimin bir yönünü anlatma, öteki yönünü anlama oluşturur. Bu nedenle bütün ülkelerin eğitim sistemlerinde, dil eğitimine, özellikle ve öncelikle ana dili eğitimine büyük önem verilir. Yetişmekte olanlara dilin çok iyi bir şekilde öğretilmesi için çalışılır. Çünkü dil, kültürün temel ögesidir ve insanları birbirine yaklaştıran en güçlü araçtır.Dil eğitiminde asıl hedef; dört temel beceri olan dinleme, konuşma, okuma, yazma becerilerinin hedef kitleye kazandırılması ve geliştirilmesidir. Ana dili dersi bir bilgi kazandırma değil, beceri kazandırma dersidir.
Sözcük ve Terim Üretimindeki Yetersizlik
Bir dilin gelişip zenginleşmesi, çağın gelişmelerine ayak uydurabilmesi için sözcük ve terim üretimi de çok önem taşımaktadır.Almanya, Fransa, Macaristan gibi ülkeler dillerini yabancı dillerin istilasından kurtarabilmek için dil gümrüğü adını verebileceğimiz bir uygulama başlatmışlardır. Bu uygulamaya göre, yeni bir buluş yapıldığı ya da yeni bir alet icat edildiği zaman, herhangi bir gecikmeye fırsat vermeden bu kavrama uygun yeni bir sözcük türetilmektedir. Böylece yabancı sözcükler dile girip yerleşmeden karşılıklar bulunmakta ve dilin yozlaşması önlenebilmektedir. Türkçede ise yabancı sözcükler dilimize iyice yerleştikten sonra karşılıklar bulunmaya çalışılmaktadır. Ülkemizin gümrük birliğine girmesinden sonra bu konu çok daha önem kazanmıştır.Türk Dil Kurumu ile Çağdaş Türk Dili dergisinin son yıllarda başlattığı yabancı sözcüklere karşılık bulma çalışmaları çok olumlu çabalardır. Bu konuda bazı yanlışlar yapılsa, tartışma götürür öneriler olsa bile bu tür iyi niyetli adımlardan geri dönülmemeli. Ayrıca bu konuda yazılı ve sözlü basın-yayın organlarının desteği sağlanmalı. Aksi takdirde yabancı sözcükler Türkçeye hızla dolmaya devam edecek, dilimiz gelişip zenginleşemeyecek ve yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulamayacaktır.Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşamasını, gelişip zenginleşmesini istiyorsak, üretelim, türetelim, yaratalım ve Türkçe karşılıklar bulmaya çalışalım. Bunun herhangi bir ideolojiyle, sağcılıkla-solculukla, ilericilikle-gericilikle, tutuculukla, dindarlıkla-dinsizlikle bir ilgisi yoktur.
Öğretmen Faktörü
Türkçe eğitiminde yer alan ögelerin etkili olabilmesi için okul binaları, donatım, program, araç-gereç önemli olmakla birlikte, bunları kullanıp programı uygulayacak olan öğretmenin bilgi ve becerisi hepsinden daha önemlidir. “Bir okul, ancak, orada çalışan öğretmenler kadar iyidir.” denilebilir. Görülüyor ki her derste olduğu gibi ilköğretimden üniversiteye kadar dil eğitiminde de en büyük görev öğretmene düşüyor. Özellikle ilk ve orta öğretimde. Aslında dil kusurlarına yalnızca Türkçe öğretmenlerinin ve öğretim elemanlarının değil, ders veren herkesin dikkat etmesi gerekir. Bu nedenle, öğretmenlerin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimleri büyük önem taşımaktadır. Hele Türkçe öğretmenlerinin hem kendilerini çok iyi yetiştirip eksik yanlarını gidermeleri, hem de öğrencileri iyi eğitmek için yorulup usanmadan çaba göstermeleri şarttır. Bu konuda öğretmen yetiştiren kurumlara da büyük görevler düşüyor.İşte bu noktada karşımıza, çözümü gerekli önemli bir sorun çıkıyor: nitelikli öğretmen sorunu. Unutmayalım ki nitelikli ve başarılı öğretmen yetiştirmek için, her şeyden önce nitelikli adaylar gerekir.Üniversiteye giriş sınavında düşük puan alan adayların, öğretmen olmayı hiç aklından bile geçirmemiş adayların nitelikli öğretmen olmaları beklenemez. O hâlde yapılması gereken şey, öğretmenlik için geniş tabandan nitelikli adaylar seçme yoluna gitmek, bu adayları hizmet öncesinde çağdaş değerler doğrultusunda yetiştirmek, bütün dallardaki öğretmen adaylarına dil bilinci ve Türkçe sevgisi kazandırmaktır. Bu yapılırsa, yalnızca Türkçe eğitimi ve öğretimi için değil, öteki dersler için de nitelikli ve başarılı öğretmenler yetişecek, mesleğin ve Türkçenin saygınlığı daha da artacaktır. Bu konuda 1959’da kurulan Yüksek Öğretmen Okulu modeli ve 1970 öncesi eğitim enstitüleri göz önüne alınabilir.Şu nokta herkes tarafından çok iyi bilinmelidir ki öğretmenlik, her üniversite mezununun yapabileceği bir meslek değildir.Öğretmen adayının ve öğretmenin her şeyden önce genel kültür, özel alan bilgisi, öğretmenlik meslek bilgisi bakımından çok iyi yetişmiş olması gerekir. Bunun yanı sıra mesleğe uygun kişilik özellikleri, meslek sevgisi, öğrenci sevgisi, mesleğe karşı ilgi ve yetenekler, meslekî yeterlikler, düzgün konuşma, Türkçeyi doğru ve düzgün kullanma gibi temel ölçütler de gereklidir öğretmenlik için.SONUÇSonuç olarak, Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması, varlığını sürdürebilmesi için ana dili konusunda bireysel ve toplumsal duyarlık kaçınılmazdır. Bu konuda tek tek bireyler ve toplum olarak dil bilinci taşımak, bilinçli çabalar içinde olmak zorundayız.Dilimize karşı her türlü özensizliği ve yanlış kullanımları alışkanlık hâline getirmekten kaçınmak, yabancı dil hayranlığı ile yabancı sözcük tutkusundan kurtulmak, yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde eğitimi kesinlikle birbirine karıştırmamak, Türkçenin bilim dili olmadığı görüşüne karşı çıkmak, Türkçe öğretimindeki yetersizlikleri görüp gerekli önlemleri almak, dil gümrüğü uygulamasına girişmek, sözcük ve terim üretimine hız vermek, nitelikli ve yeter sayıda öğretmen yetiştirmek, Türkçemizin varlığını sürdürebilmesi için büyük önem taşımaktadır.
ÖNERİLER:
Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması, gelişip zenginleşmesi için şunlar önerilebilir:
1. “Önce Türkçe!” sloganı kafalara ve gönüllere yerleştirilmeli, herkesi güzel Türkçe öğrenmeye ve kullanmaya özendirmeliyiz.
2. “Önce Türkçe!” konusunda bireysel ve toplumsal duyarlık, dil duygusu ve ana dili bilinci oluşturulmalıdır. Bu konuda herkese görev düşer. Asıl sorumluluk ise, örgün ve yaygın eğitim kurumlarına; yazılı, sözlü ve görüntülü kitle iletişim araçlarına, sanatçılara, yazarlara, aydın kesime düşmektedir.
3. Özellikle aydın kesim, yabancı hayranlığı ile yabancı sözcük düşkünlüğünden kurtarılmalıdır.
4. Yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimin çok farklı şeyler olduğu kafalara iyice yerleştirilmelidir. Okullarımızda hâlen yürütülmekte olan yabancı dil öğretiminin çok verimsiz olduğu göz önüne alınarak, verimli ve etkili yabancı dil öğretimi için gerekli önlemler hiç zaman geçirmeden alınmalı, yabancı dilde öğretime ise son verilmelidir.
5. Verimli bir yabancı dil öğretimi için, yüksek öğretim kurumlarında ilk yıl küçük gruplar hâlinde ve nitelikli okutmanlarla etkili bir “yabancı dil hazırlık sınıfı” uygulaması, daha sonraki yıllarda “meslekî yabancı dil” dersleri önemli bir çözüm yoludur. Ankara Üniversitesinin TÖMER kanalıyla yürütmekte olduğu hazırlık sınıfı uygulaması esas alınabilir.
6. Bütün öğretim kademelerinde Türkçe eğitiminin yeterince etkili, verimli yapılabilmesi için gerekli duyarlık ve özen gösterilmelidir. Bu önemli konu, gelip geçici olan bakan ya da hükümet politikası olarak değil, sıkı ve değişmez bir devlet politikası olarak görülmelidir. İşin özü, etkili ve bilinçli ana dili eğitiminde yatmaktadır. Şunu hiç unutmayalım ki iyi bir yabancı dil öğretimi için de iyi bir ana dili eğitimi ön koşuldur.
7. Çok kolay olmamakla birlikte dil gümrüğü uygulamasına bir an önce geçilmeli, baskın dile/dillere karşı koyabilmek için sözcük ve terim üretimine yeterince önem verilmeli, çeşitli dallardan uzmanları da devreye sokarak bu konuda yoğun çalışmalar yapılmalıdır.
8. Dil alanında en etkili kesimlerin başında eğitimciler, öğretmenler geldiğini göz önünde tutarak, öncelikle Türkçe ve edebiyat öğretmenleri olmak üzere, bütün öğretmenlerin ana dili duyarlığı ve bilinci ile yetiştirilmelerine büyük önem verilmelidir.
9. 1930’lardan 1980’lere kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 21. maddesi, çeşitli işyerlerinin kapılarına asılacak levha ve tabelaların Türkçe olmasını şart koşuyordu. Bu yasanın uygulamadan kaldırılmış olması ve değişen şartlar durumu tersine çevirmiştir. Adı geçen yasaya yeniden işlerlik kazandırılması uygun olur.
10. Türkçenin yozlaşmaktan korunması ve kurtarılması için genel ve yasal bir düzenleme amacıyla hazırlanan “Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin Kanun” tasarısı, dil-anlatım ve konuya yaklaşım bakımından gerekli düzeltme ve düzenlemeler de yapılarak bir an önce yasalaşmalıdır.
11. Bir ülkenin kültürü ve dili tek başına ele alınamaz. Dil ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik yapısı ve özellikleri ile iç içedir ve onlardan ayrı düşünülemez. Eğer bir malı veya aracı kendimiz üretmiyor da dışarıdan alıyorsak, sadece onu değil, onun adını ve onunla ilgili terimleri de almak zorundayız demektir. O hâlde, ekonomi ve teknoloji başta olmak üzere her alanda üretmeden tüketmek çılgınlığına karşı çıkmak da ulusal bir görev ve sorumluluktur. Çünkü üretimi bir yana bırakarak sadece tüketim toplumu olmakla hiçbir yere varılamaz. Bu şekilde olup da tarihten silinen toplum ve ülke sayısı az değildir.
Görüldüğü gibi en çarpıcı ve can alıcı noktalardan biri, dili bir bütünün parçası olarak görmek, önce o bütünü geliştirmektir.
Prof. Dr. Cahit KAVCARAnkara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
KAYNAKLAR
1. AKÜNAL Okan, Zühal; “Yabancı Dilde Eğitim mi? Yabancı Dil Eğitimi mi?”, Cumhuriyet, Bilim Teknik Dergisi, 1 Mart 1997, sayı 519.2. ALAYDIN, Ethem; “Öğrenim Türkçe Olmalı”, Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi, 21 Aralık 1997, sayı 509.3. Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin Yasa Tasarısı, Türk Dili, 1994, sayı 514.4. HENGİRMEN, Mehmet; “Anadili Bilincinin Geliştirilmesi”, AÜ TÖMER İzmir, Ana Dili Dergisi, 1996, sayı 1.5. KAVCAR, Cahit; “Türkçe Eğitimi ve Sorunlar”, AÜ TÖMER Dil Dergisi, 1998, sayı 65.6. KAVCAR, Cahit; OĞUZKAN, Ferhan; SEVER, Sedat; Türkçe Öğretimi, Türkçe ve Sınıf Öğretmenleri İçin, Ankara 1995.7. KEPENEK, Yakup; “Bilim Dili Türkçe”, Cumhuriyet, 4 Kasım 1996.8. KORKMAZ, Zeynep; “Batı Kaynaklı Yabancı Kelimeler ve Dilimiz Üzerindeki Etkileri”, Türk Dili, 1995, sayı 524.9. KORKMAZ, Zeynep; “Türk Dilinin Yabancı Dillere Karşı Korunması İçin Alınması Gereken Önlemler”, Türk Dili, 1995, sayı 528.10. SOYSAL, Mümtaz; “Çifte Edilgenlik”, Hürriyet, 8 Mayıs 1994.11. TAŞDEMİRCİ, Ersoy; Belgelerle 1933 Üniversite Reformunda Yabancı Bilim Adamları, Ankara 1992.12. Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin Kanun Tasarısı, Türk Dili, 1994, sayı 514

Türkçe düşünmek

Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe sormak için dilimizi iyi kullanmamız gerekir. Bunun için dilimize sahip çıkmalıyız. Bu blog tüm Türkçe sevdalılarının yeri olacaktır.

Osmanlıya yapılan iftiraların sebebi ... (Mehmet Oruç, 27-28 Kasım 2007)

27.11.2007
Yıllardır belli aralıklarla, Osmanlı Devleti'ni kötülemek, padişahlarını; hainlikle, zevk safa içinde olmakla, içki içmekle daha nice akıl almaz ithamlarla aşağılamak gelenek halini aldı. Osmanlı Devleti'nin kendi milletine ve diğer milletlere hizmeti, dünya barışınını, huzuru, güveni sağlamaktaki katkıları ortadayken; Padişahların, yukarıda iddia edilen hususlarla uzaktan yakından ilgileri olmadığı tarihi bir gerçek iken bu rutin saldırıların sebebi neydi?

Öğrencilik yıllarımdan beri hep bu sorunun cevabını aradım. Sonunda buldum. Sorunun cevabını zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel, Osmanlı'nın 700. Yıl kutlamaları münasebetiyle 4-8 Ekim 1999 tarihleri arasında yapılan XIII. Türk Tarih Kongresinde veriyordu. Sayın Demirel yıllardır merak ettiğim sorunun cevabını özetle şöyle veriyordu:

"Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Osmanlı kötülendi. Bunun bir sebebi vardı. Din kuralları ile idare edilen bir devletin yerine, Batı hukukunun esas alındığı Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Yeni devleti oturtmak, sağlamlaştırmak için böyle yapılmak mecburiyeti vardı. Artık Cumhuriyet oturdu. Tehlike kalmadı. Hala Osmanlıyı kötülemeye devam etmenin bir manası kalmadı. Bunun kimseye faydası yok... "

"Hâşâ sümme hâşâ!"

Bu cevaba paralel bir hadiseyi de haneden mensubu rahmetli Fethi Sami Bey'den birkaç yıl önce bizzat dinlemiştim.

Fethi Sami Bey ve ailesi, 1922 yılında kendi istekleri ile yurt dışına çıkarlar. Babası Sami Bey, bir Osmanlı zabiti. Avrupa'da iken, Türkiye'de hanedan mensuplarına çok ağır suçlamaların yapıldığını üzüntüyle takip ederler.

Kırklı yıllarda, zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras bir toplantı için Almanya'ya gider. Sami Bey aynı zamanda sınıf arkadaşı olan ve kendisi çok yakından tanıyan Tevfik Rüştü Bey'i bir toplantıda yakalayıp herkesin duyabileceği tonda bir sesle, " Tevfik Rüştü Bey, sen benim çocukluk arkadaşımsın. Beni ve mensubu olduğum hanedanı çok yakından tanırsın. Herkesin huzurunda sana soruyorum: Ben ve babam hain miydi, dayım Sultan Vahidettin hain miydi?" diye sorar. Dışişleri Bakanı T. Rüştü Aras şöyle cevap verir:

"Haşa, haşa, sümme haşa! Ne siz hainsiniz, ne de diğer hanedan mensupları. Asırlarca Türk milletine hizmet etmiş çok değerli bir hanedansınız. Ancak şunu unutuyorsun Sami Bey. Biz bunları söylemeyip de sizi methetseydik, bize demeyecekler miydi, " Bunlar madem bu kadar iyi insanlardı, niçin yurt dışına gönderdiniz? Niçin yeni bir devlet kurdunuz?" Özür dilerim, yeni devleti kabul ettirebilmek için bunları söylemek zorundayız."

Hanedan mensupları bunun farkındaydılar. Asırlarca, halkına, hatta bütün milletlere hoşgörü ile yaklaştıklarından, başlarına gelen bu hadiseye de hoşgörü gösterdiler; tevekkülle karşıladılar. Ömürleri boyunca, Türkiye Cumhuriyetinin aleyhinde en ufak bir faaliyette bulunmadılar.

Sabah Gazetesi yazarlarından Murat Bardakçı'nın Şahbaba'da verdiği şu vesika, Cumhuriyetimizin kurucularının da farklı düşünmediğini göstermekte: "Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Suat Bey'in "Vahideddin'in füc'eten vefat ettiği şimdi haber alınmıştır" yazan telgrafı Ankara'ya geldiği sırada, Reisicumhur Adana'daydı...Telgraf hemen Adana'ya ulaştırıldı. Reisicumhur dostlarıyla yemeğe oturmuştu... Haberi işitince, 'Çok namuslu bir adam öldü' dedi... "İsteseydi Topkapı'nın bütün cevâhirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki..."

Sayın Ecevit bile vicdanının sesine kulak verip ahir ömründe, Osmanlıyı methedip, Vahideddin Han'ın vatan haini olmadığını söylemişti.

Bu samimi itirafta bulunanlar kimler: Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı...

Yeryüzünün Salih kulları

Artık toplum olarak geçmişimiz ile barışma zamanı geldi. Çünkü hepimizin Osmanlıya şükran borcumuz var. Bugün, üzerinde oturduğumuz bu topraklar ve mensubu olduğumuz İslamiyet onların hediyesidir. Bunun için, onları her zaman hayır ile yadetmemiz herşeyden önce bir insanlık vazifemizdir.

Osmanlı sultanları sıradan insanlar değildi. Vatanseverlikleri, dindarlıkları, dürüstlükleri, idarecilikleri, ileri görüşlülükleri tarihi bir gerçektir. Sıradan insanlar olsalardı, devletin ömrü 623 yıl sürmezdi. "Yeryüzünü salih kullarıma miras bırakırım " ayet-i kerimesinin Osmanlı sultanlarını övdüğünü, büyük âlim Abdülgani Nablüsi bildirmektedir.

Böyle bir ecdad ancak hayır ile, dua ile anılır. Aksini yapmak, insafsızlık olur. Akli selim insana yakışmaz!

-----------------------------------------

Osmanlı padişahlarının faziletleri 28.11.2007

Osmanlı İmparatorluğu, on dördüncü asrın başından yirminci asrın ilk çeyreğine kadar hüküm süren dünyâ târihinde şerefli ve en uzun ömürlü bir hanedân devletidir. Hem de, Asr-ı seâdet ve Hulefâ-i Râşidîn devirlerinden sonra Hak ve adâlete riâyette en üstün seviyeye yükselen bir devlet.

Böyle bir üstünlük, fazilet her devlete nasip olmamıştır. Bunda, devletin ilk kurucusunun ve sonra sultanların iyi niyetlerinin, samimiyetlerinin ve ihlaslarının büyük payı vardır. Bir şeyin temeli iyi niyetlerle ve sağlam olarak atılırsa ömrü de o kadar uzun olur.

Osman Gâzi

daha işin başında, niyetini ve temel prensiplerini ortaya koymuş, kendisinden sonra gelenlere de devletin anayasası olarak kabul edilmesi için şu vasiyeti yapmıştır:

Kuru kavga değil!

"Allahü tâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini İslam ulemâsından sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana, itâat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya ri'âyet eyle ki, din işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, din ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Ve maksâdımız Allah'ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!"

Bütün Osmanlı padişahları bu vasiyete aynen uymuşlardır. Bütün dünyayı bu prensiplerle idare etmeyi hedeflemişlerdir. Fatih Sultan Mehmed Han'ın, "Dünyâda tek bir din, tek bir devlet, tek bir pâdişâh ve İstanbul'da cihanın payitahtı olmalıdır." sözü bunu göstermektedir.

Ömrünü bu davada tüketmiş, hiçbir engel onu bu yoldan alıkoyamamıştır. Örneğin, Bir seferinde Zigana Dağlarını yaya geçmek zorunda kalmış ve bu sırada büyük güçlük ve sıkıntılarla karşılaşmıştı. Sefer sırasında yanında bulunan Uzun Hasan'ın annesi onun çektiği bu eziyetleri gördükten sonra kendisini seferden alıkoymak kasdıyla; "Ey Oğul! Bunca zahmete değer mi?" deyince yüce Hakan; "Hey ana, bu zahmet din yolunadır. Zahmeti ihtiyar etmezsek bize gâzi demek yalan olur." diye cevap vermiştir.

"Velî" tabiatlı olan Pâdişâh, Bâyezîd Han'da, yaptırdığı câmiinin inşâsı bitince; "Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemişse ilk Cumâ namazında o imâm olsun." demiş, bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, hazerde ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kıldırmıştı.

"Biz Allah tarafından memur olmadıkça bir sefere gitmeyiz." diyen Yavuz Sultan Selim Han ise, cihan hâkimiyeti dâvâsında çok kudretli bir sîmâdır. İki büyük meydan muhârebesiyle Memlûk Devletini ortadan kaldıran, mübârek makamlara hizmetle şereflenen ve Müslümanların Halîfesi ünvânını alan Yavuz Sultan Selim, 25 Temmuz 1518 günü İstanbul'a ulaşmıştı. Ancak İstanbul'da halkın büyük bir karşılama hazırlığı yaptığını işitince gece vakti yanında birkaç kişiyle kayığa binerek gizlice Topkapı Sarayı'na çıktı. Ertesi gün pâdişâhın sarayda olduğu öğrenilince hiçbir merâsim yapılamadı. " Biz ne yaptık ki bu kadar rağbet edilir!" diyen cihan pâdişâhı gâyet sâde giyinir, devlet işleri dışında gösterişe rağbet etmezdi. ( Osmanlı padişahlarının, her birinin buna benzer pek çok faziletleri, menkıbeleri vardır. Yerimiz sınırlı olduğu için sadece bir iki örnek verebildik. Bu konuda daha geniş bilgi için, Prof.Dr. Ahmet Şimşirgil'in, "Kayı-1", "Kayı-2" kitaplarını - Şems yayınları, 0212 2138011- önemle tavsiye ederim)

Dinin direği idiler

Osmanlı padişahları işte böyle, gayretli, cefakar, dindar yaptıkları her işi Allah rızası için yapan şahsiyetlerdi. Son devir ulemâsının büyüklerinden Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri derdi ki: "Osmanlı padişahlarının hepsi dindar insanlar idi. Dini muhafaza ettiler. Dinin direği idiler. İçlerinde bir tane kötü yoktur. Ama aralarında derece farkı vardır."

Kendilerini savunacak durumda olmayan tarihî şahsiyetler hakkında ileri geri konuşmak insana yakışmaz. Hele dedikodu ve iftirâdan kaçınmak, sadece dinî değil, herkesin uyması gereken ahlâkî bir vecibe olduğu unutulmamalıdır.

(Mehmet Oruç, 27-28 Kasım 2007)

5 Tips To Keep Losing Fat While You Are Travelling

1. Eat healthy snacks. Now, this is a commitment or decision you need to make. It's difficult to eat healthy when you're on the road. But, it you're committed, it can be done! It's all up to you. Here are the healthy snacks you should always keep in your minds: green tea, almond, apples, protein bars and of course WATER (drink plenty of it).

2. Plan and make necessary arrangement for the hotel you're going to stay. Choose hotels that have gyms inside so you can continue to do your regular workout.

3. Don't skip your exercise with an excuse that you have a busy schedule. You must take advantage of whatever time slot is available during your travels for exercise. Schedule your workouts time with as much dedication and commitment as you schedule your business activities.

4. Spend your waiting time walking. If you have stops in between your journey, take a chance to walk around the airport.

5. Travel with a "maintenance mindset". Stick to your commitments to eat nutritious foods and exercise routine. If you have a strong commitment, you will return home without gaining any pounds and losing your exercise routine.

For more workout tips to lose fat, visit Turbulence Training for Fat Loss. The time-efficient and research-proven workouts that boost muscle growth and torch body fat.











21 HAZİRANa. Kuzey Yarım Küre· Güneş ışınları Yengeç Dönencesi’ne 90°lik açı ile düşer. · Yaz mevsiminin başlangıcıdır. · En uzun gündüz, en kısa gece yaşanır. · Yengeç Dönencesi’nden kuzeye gidildikçe gündüz süresi uzar, gece süresi kısalır. · Bu tarihten itibaren gündüzler kısalmaya, geceler uzamaya başlar. Fakat 23 Eylül tarihine kadar gündüzler gecelerden uzundur. · Aydınlanma çemberi Kuzey Kutup Dairesi’ne teğet geçer. · Yengeç Dönencesi’nin kuzeyi, güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dik açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları küçülmeye başlar. · Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde en kısa gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları uzamaya başlar. *b. Güney Yarım Küre· Güneş ışınları Oğlak Dönencesi’ne 43°06' lık açı ile düşer. · Kış mevsiminin başlangıcıdır. · En uzun gece, en kısa gündüz yaşanır. · Oğlak Dönencesi’nden güneye gidildikçe gece süresi uzar, gündüz süresi kısalır. · Bu tarihten itibaren geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlar. Fakat 23 Eylül tarihine kadar geceler gündüzlerden uzundur. · Aydınlanma çemberi Güney Kutup Dairesi’ne teğet geçer. · Oğlak Dönencesi’nin güneyi güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dar açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları büyümeye başlar. · Oğlak Dönencesi’nin güneyinde en uzun gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları kısalmaya başlar.

















23 EYLÜLKuzey ve Güney Yarım Küre· Güneş ışınları öğle vakti Ekvator’a 90°lik açı ile düşer. · Gölge boyu Ekvator’da sıfırdır. · Güneş ışınları bu tarihten itibaren Güney Yarım Küre’ye dik düşmeye başlar. · Bu tarihten itibaren Kuzey Yarım Küre’de geceler, gündüzlerden uzun olmaya başlar. Güney Yarım Küre’de ise tam tersi olur. · Bu tarih Kuzey Yarım Küre’de Sonbahar, Güney Yarım Küre’de İlkbahar başlangıcıdır. · Aydınlanma çemberi kutup noktalarına teğet geçer. Bu tarihte Güneş her iki kutup noktasında da görülür. · Dünya’da gece ve gündüz birbirine eşit olur. · Bu tarih Kuzey Kutup Noktası’nda 6 aylık gecenin, Güney Kutup Noktası’nda ise 6 aylık gündüzün başlangıcıdır.

21 ARALIKa. Kuzey Yarım Küre· Güneş ışınları Yengeç Dönencesi’ne 43°06' lık açı ile gelir. · Kış mevsiminin başlangıcıdır. · En uzun gece, en kısa gündüz yaşanır. · Yengeç Dönencesi’nden kuzeye gidildikçe gece süresi uzar, gündüz süresi kısalır. · Bu tarihten itibaren geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlar. Fakat 21 Mart tarihine kadar, geceler gündüzlerden uzundur. · Aydınlanma çemberi Kuzey Kutup Dairesi’ne teğet geçer. · Yengeç Dönencesi’nin kuzeyi güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dar açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları büyümeye başlar. · Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde en uzun gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları kısalmaya başlar. *b. Güney Yarım Küre· Güneş ışınları Oğlak Dönencesi’ne 90° lik açı ile gelir. · Yaz mevsiminin başlangıcıdır. · En uzun gündüz, en kısa gece yaşanır. · Oğlak Dönencesi’nden güneye gidildikçe gündüz süresi uzar, gece süresi kısalır. · Bu tarihten itibaren gündüzler kısalmaya geceler uzamaya başlar. Ancak 21 Mart tarihine kadar, gündüzler gecelerden uzundur. · Aydınlanma çemberi Güney Kutup Dairesi’ne teğet geçer. · Oğlak Dönencesi’nin güneyi güneş ışınlarını yıl içerisinde alabileceği en dik açı ile alır. Bu tarihten itibaren güneş ışınlarının gelme açıları küçülmeye başlar. · Oğlak Dönencesi’nin güneyinde en kısa gölge yaşanır. Bu tarihten itibaren gölge boyları uzamaya başlar.


B. _DÜNYA’NIN HAREKETLERİ_


1. Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafında Dönmesi (Günlük Hareket)Dünya kendi ekseni etrafındaki dönüşünü, batıdan doğuya doğru 24 saatte tamamlar. Buna 1 gün denir.Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafındaki Dönüşünün Sonuçları· Gece ve gündüz birbirini takip eder. · Güneş ışınlarının günlük geliş açıları değişir. · Günlük sıcaklık farkları meydana gelir. Bunun sonucunda; –** Fiziksel çözülme oluşur.–** Günlük basınç farkları oluşur.–** Meltem rüzgârları oluşur.· Merkez kaç kuvveti meydana gelir. Bunun sonucunda; –** Sürekli rüzgârların (Alize, Batı, Kutup) yönlerinde sapmalar meydana gelir. –** Okyanus akıntıları (Gulf - stream, Labrador, vs.) halkalar oluşturur ve yönlerinde sapmalar olur.· Yerel saat farkları meydana gelir. · Cisimlerin gün içindeki gölge uzunlukları değişir. · Güneş doğuda erken doğar, batar ve batıda geç doğar, batar. · Dinamik basınç kuşakları meydana gelir.

















Dünya’nın Güneş Etrafında Dönmesi (Yıllık Hareket)Dünya, kendi ekseni etrafındaki günlük dönüşünü sürdürürken, bir yandan da Güneş’in çevresinde dolanır. Dünya, Güneş etrafındaki dönüşünü elips şeklindeki bir yörünge üzerinde 365 gün 6 saatte tamamlar. Buna 1 yıl denir.Dünya, 939 milyon km lik yörüngesi üzerinde saatte 108 bin km. hızla hareket eder.Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığı sabit değildir. Bazen yaklaşırken, bazen uzaklaşır. Bunun nedeni, Dünya yörüngesinin elips şeklinde olmasıdır. Dünya’nın Güneş’e en yakın olduğu 3 Ocak tarihine Perihel (Günberi) denir. Dünya’nın Güneş’ten en uzak olduğu 4 Temmuz tarihine ise Afel (Günöte) denir.*Dünya’nın Güneş Etrafındaki Dönüşünün Sonuçları· Mevsimlerin oluşmasına ve değişmesine neden olur. · Mevsimlik sıcaklık farkları meydana gelir. · Kara ve denizler arasında sıcaklık farkları oluşur. · Muson rüzgârları meydana gelir. · Gece - gündüz uzunlukları değişir. · Güneş’in ufuk üzerinde doğduğu yer ve saat ile, Güneş’in ufukta battığı yer ve saat değişir. · Güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açıları değişir. · Cisimlerin gölge boyları değişir. · Aydınlanma çemberi mevsimlere göre yer değiştirir. · Güneş ışınları yıl boyunca dönencelere bir kez, dönenceler arasına iki kez dik düşer.


Dünya’nın Eksen Eğikliği
Dünya’nın elips şeklindeki yörüngesinden geçen düzleme Ekliptik (yörünge) düzlemi, Ekvator’dan geçen düzleme ise Ekvator düzlemi denir.Bu iki düzlem birbiriyle çakışmaz. Çünkü, Dünya’nın ekseni ekliptik düzleme tam dik değildir. Başka bir ifadeyle, Dünya ekseni ile ekliptik düzlemi arasında 66° 33', Ekvator düzlemi ile ekliptik düzlemi arasında 23° 27' lık bir açı vardır. İşte yukarıda, Dünya’nın Güneş etrafındaki hareketinin sonuçlarında sayılanların asıl nedeni, Dünya’nın ekseninin eğik olmasıdır. Buradan, “Dünya’nın Güneş çevresinde dönüşünün sonuçları, eksen eğikliği ile birlikte ortaya çıkar” sonucunu çıkarabiliriz.*Dünya ekseninin 23°27' eğik oluşunun sonuçları şunlardır:· Güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açısı yıl boyunca değişir. · Güneş’in doğuş ve batış saatleri ile yerleri değişir. · Aydınlanma çemberinin sınırı mevsimlere göre değişir. · Mevsimlerin oluşumuna neden olur. · 21 Aralık’ta Güney Yarım Küre’nin, 21 Haziran’da ise, Kuzey Yarım Küre’nin Güneş’e daha dönük olmasına neden olur. · Gece ile gündüz süreleri arasındaki farkın, Ekvator’dan kutuplara gidildikçe artmasına neden olur. Ekvator çizgisi üzerinde yıl boyunca gece ve gündüz süreleri değişmez. · Yıl içinde cisimlerin gölge uzunlukları değişir. · Dönencelerin ve kutup dairelerinin sınırlarını belirleyerek, matematik iklim kuşaklarının oluşumuna neden olur. MEVSİMLER ve ÖZELLİKLERİDünya’nın Güneş etrafında dönmesi ve eksen eğikliğine bağlı olarak dört önemli gün ortaya çıkar. Bu günler aynı zamanda mevsimlerin başlangıcıdır.21 Mart ve 23 Eylül tarihlerine ekinoks (gece - gündüz eşitliği) tarihleri, 21 Aralık ve 21 Haziran tarihlerine de solstis (gündönümü) tarihleri denir.


A. DÜNYA’NIN ŞEKLİDünya, kutuplardan hafifçe basık, Ekvator’dan şişkin kendine has bir şekle sahiptir. Buna geoit denir. Dünya’nın geoit şekli, kendi ekseni etrafında dönüşü sırasında oluşan, merkez kaç kuvvetiyle savrulması sonucu meydana gelmiştir.*Dünya’nın Şeklinin Sonuçları· Ekvator’un uzunluğu tam bir meridyen dairesinin uzunluğundan daha fazladır. · Ekvator yarıçapı, kutuplar yarıçapına göre 21 km daha uzundur. · Dünya’nın şeklinden dolayı, güneş ışınları yeryüzüne farklı açılarla düşer. · Sıcaklık dağılışını etkiler. Ekvator’dan kutuplara doğru gidildikçe sıcaklık değerleri düşer. · Dünya’nın şeklinden dolayı, Dünya’nın bir yarısı karanlıkken diğer yarısı aydınlıktır. Aydınlanma çizgisi daire biçiminde olur. Buna aydınlanma çemberi de denir. · Kutuplar, Dünya’nın merkezine (Ekvator’a göre) daha yakındır. Bunun sonucu olarak, yerçekimi Ekvator’da az, kutuplarda daha fazladır. · Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı Ekvator’dan kutuplara gidildikçe azalır. · Ekvator’dan kutuplara gidildikçe, paralel boyları ve meridyenler arası mesafe azalır. · Dünya’nın şeklinden dolayı, harita çizimlerinde hatalar meydana gelir. · Kutup yıldızının görünüm açısı bulunduğumuz yerin enlem derecesini verir.

Osman Bölükbaşı : Yakın Tarihimizden Renkli bir siyasetçi.

1913 Yılında doğan ve 06.02.2002 de vefat eden Osman Bölükbaşı renkli kişiliğiyle Türk Siyaset tarihinin unutulmayanları arasına girmiştir. Renkli kişiliği, dürüstlüğü ve açıksözlülüğü, hitabet gücü, nüktedanlığı, hazırcevaplığı, enerjik yapısı, heyecanlı mizacı ile halkın sevgisi kazanan Osman Bölükbaşı, Anadolu Fırtınası şeklinde anıldı.

Nüktesi ve işlek zekası, şimdilerde de anlatılır. Bunlardan birkaç alıntıyı aşağıda sunuyorum.

***
Avusturya yaptığı gezisi sırasında bir gazetecinin;
- "Atalarınızın Viyanada ne işi vardı" sorusuna
- "Haçlı seferlerine iadeyi ziyaret" cevabını verir.

***

Meclis kürsüsünde konuşurken bir milletvekili :
- "Sende erkek misin be?" der.
- "Ben erkekliğimin zekatını versem sen bile erkek olurdun". cevabını verir.

***

Ona çılgınca alkış tutanlar, Ona oy vermemişlerdir. Osman Bölükbaşı:
- “Bu halk, meydanlarda dinler, sandıkta konuşur.” demiştir.

***

Sözünü sakınmazdı. Sekiz saat konuşarak rekor kırdığı mitinglerine gelenlere de fırça atmayı ihmal etmemiştir. Kayseri’de kendisini dinlemek için toplananlara:
- “Ey, sapı uzun, tanesi kıt Kayserililer ! ” tümcesiyle seslenerek:
- “Meydanda veriminiz bol. Burada aşka gelip beni alkışlıyorsunuz, sandık başına gidince şeytana sarılıyorsunuz. ” demiştir.

***

1950 genel seçimlerinde Kırşehir’den Millet Partisi’nin tek milletvekili olarak TBMM’ye girmiştir. Birgün Mecliste bir merdivenin altında dururken yanından geçen bir milletvekili sormuş :
- "Ne yapıyorsun Bölükbaşı" demiş O da,
- "Grup Toplantısı yapıyorum" demiş.

***

Türkiye siyasetinin iki rakibi Osman Bölükbaşı ile İsmet İnönü, aynı uçakta yolculuk ederlerken Torunu İnönü’ye elindeki parayı göstererek sormuş:
- "Bunu aşağı atsam ne olur dede" ?
Paşa’dan önce Bölükbaşı:
- "Parayı atsan, bulan biri sevinir. Dedeni at ki bütün millet sevinsin," der...

***

Kızı Hürriyet doğduğunda hapishanedeymiş Bölükbaşı...Koğuştaki arkadaşlarına muştularken:
- "Hürriyet dünyaya geldi, İnşallah Türkiye’ye de gelir" ! demiş.

***

1957’de milletvekili seçildiğini hapishanedeki radyodan öğrenmiş. Pijamayla ayağa fırlayıp koğuştakilerin huzurunda milletvekili yemini etmiştir.

***

“Zengini hayırsız evlat, memuru süslü avrat, politikacıyı kör inat batırır” derdi. O yüzden politikada inat etmedi. 1973’te birbirlerini karşılıklı sevdikleri “Ulusuyla evlenemeden” siyasetten çekilirken şöyle dedi:
- "Yüzünde göz izi yok sanarak siyaset denilen Leyla’ya gönül verdim. Sonradan anladım ki, benden önce 40 bin kişinin nikâhından geçmiş".

***

Düzce’de yaptığı bir konuşma tam 8 Saat 35 dakika sürmüş. Bir kamyoncunun Düzce’den çıkarak yükünü İstanbul’a boşaltıp geri dönmesi boyunca konuşan bir politikacı Bölükbaşı...
Kamyoncu hayretle şu ifadeleri kullanıyor hatibe:
- "Beyim bu nasıl iştir! Sabah buradan kereste yükledim, konuşuyordun. Yükümü İstanbul'a boşaltıp geldim, halen konuşuyorsun".

***

Çok ihanet görüp, partisinden kopanlardan yakınan Demirel’e:
- "Üzülme....Senin bağrın henüz köy mezarlığı, benim bağrım ise Karacaahmet’e döndü." demiştir.

***

Oğlu Deniz Bölükbaşı ’nın babasın anlattığı kitab 'ından kısa bir bölüm: Bölükbaşı Beşevler-İsrail Evleri ’nde otururdu. Ava giderken veya avdan dönerken bizi evine götürürdü. Mutfağında "bazı hanımlar" görürdük. Osman Bey kulağımıza eğilirdi:
- "Kocalarını milletvekili yapayım diye, bunlar bizim hanımın dizinin dibinden ayrılmıyorlar. Ama milletvekili yaptıklarım da beni terk ediyorlar " ...

***

“Her şeye, herkese, hatta kendine bile!’’ muhalif olan Bölükbaşı'nın eleştirilerinden herkes payını almıştır. 1965 yılında TRT'ye de yönelerek kuruma ‘‘Tırt’’ ismini takar ve lakabı ‘‘Tırt Osman’’ a çıkar.

***

Ülkemizdeki iş adamlarını da eleştirir:
- "Ah benim aslan görünüşlü, tavşan yürekli büyük sermayem". diyerek...

***

Siyaseti bıraktıktan sonra gelen koltuk önerilerini,
“Bölükbaşı, hayat defterini yönetim kurulu başkanı olarak kapatmaz.”
diye geri çevirmiştir.

***

Bende saç ağarmış, gönül tüter mi,
Kül olmuş sinemde çiğdem biter mi,
Viran yerde ahu bülbül öteri mi,
Geçelim güzelim gel bu sevdadan.


Osman Bölükbaşı 'nın yazdığı; Behiye Aksoy’a adandığı söylenen, bestelenip plak olan, yukarıda ilk dörtlüğü verilen şiir bir zamanlar dillerden düşmezmiş !

Oğlu Deniz Bölükbaşı, Babası ile ilgili kitabında :

- Osman Bey, bunları Behiye Aksoy için mi yazdınız ? sorusuna, Babam şu yanıtı vermiş, diye yazıyor:
- Eli elime değmedi ama lafı anamı belledi !
Gerçekten o " şiir-şarkı " yüzünden Osman Beyin, eşiyle arası açılmış...

***

Ve Seraba Harcanmış Ömre Yanarım!” adlı şiiriyle siyasete veda etmiştir.





4 Classic Excuses For Not Exercising And How To Kick Them Out


There are many good reasons for exercising but unfortunately there are just as many excuses for not exercising as well. Perhaps you've heart them all: "I have no time", "I feel tired", "I travel all the time", "I have to wait to use the equipment in the gym", and the list goes on...

These 4 excuses are the most commonly used by the working professionals for skipping their exercise routine. And here are the tips to get rid of them...

Classic Excuse #1: "I have a job and busy schedule. I don't have time to work out".

Tip To Kick It: Exercise first thing in the morning. If you normally wake up at 6AM before you go to work, set your alarm clock half an hour earlier. When the alarm goes off, get up immediately, wash your face, get changed, get on your track shoe and take a briskwalk for 20 minutes. Believe me when I say this, if you can do this every morning, you will feel that you've more energy and can concentrate better throughout the day.

Classic Excuse #2: "When I do have the time to work out, I feel that I'm too tired."

Tip To Kick It: Trick your brain and body by not thinking about being too tired. Odd as it may sound, by just not thinking about being too tired, you will start to get on your exercise gears. When you start moving, you will feel better because more oxygen are being pumped to your brain and muscles. Understand that low energy is often a result of reduced oxygen flow. Like the Nike's ad says... Just do it!

Classic Excuse #3: "I travel all the time".

Tip To Kick It: Take your exercise with you. Have a crazy travelling schedule? No problem! Just pack a resistance band with you. It's very convenient and you can do a lot of gym-like exercises in the comfort of your hotel room. You can even get a very compact but complete set of home system for as low as $40. Check out a review of Bodylastics portable home gym system here. Another option is of course use the hotel gym.

Classic Excuse #4: "Every time when I go to the gym, I have to wait for the equipment I want to use. It's such a hassle!".

Tip To Kick It: Forget about going to the gym and consider to invest the monthly membership fees in a home gym. For starter, I recommend Bodylastics Home Gym. You can get a complete set starting at $40. This home gym system is a no-brainer! And I love the fact that I can take it with me when I travel. It's so portable and easy to use. Try it, I'm pretty sure you will love it.

Using Fitness Home Gyms To Lose Weight


When it comes to losing weight, different people may have different motivation. Some are motivated the moment they notice that their bodies are no longer fitted with the clothes they wear. Others may feel that they are gaining much weight when standing on a scale or in front of the bathroom mirror.

When they have decided that they want to lose some weight, most people are tempted to join a gym. After joining, they will go to the gym on a regular basis initially. But after a while, many will lose their motivation and find themselves paying membership fees to a gym they no longer going. Don’t fall into this trap! Instead, why not try to set up a fitness home gym to lose weight. With a fitness home gym program, you can get to use the equipment you like, you also have the benefits of using it whenever you want to and use it from the comfort of your own home.

Now on to deciding the type of equipment...

After you’ve made the decision to set up a fitness home gym to lose weight, you now have to decide which types of equipment you want to buy. Here is the rule of thumb... First of all, you should determine what your goals are. If your goals are to lose weight, your fitness home gym should include some form of cardio equipment. On the other hand, if your goal is to get stronger, you should choose strength building equipment.

However, if you want to have a balanced physique, you should include both cardio and strength building types of equipment. Once you have your fitness home gym set up, perhaps the next step is the hardest one because this involves your commitment and discipline to stick with a workout routine consistently until you achieve your goals. I say this can be the hardest part because many people don't have the discipline to stick with something till the end. Many will quit half way or worst they quit when success is just one step away.

So, remember to stick with your workout routine and don't give up!

Sticking with your workout routine is crucial if you want to lose weight using your fitness home gym equipment. As with anything worth doing, you must work for it if you hope to achieve the results you want. One way to motivate yourself to stick with your routine is to make your workout fun. For example, play some music you love while you do your workouts, or watch your favorite movie as you work out in front of the television, whatever you to do, just make sure you keep it fun and interesting.

Doing that will help to motivate you to stick with your workout routine and you will soon accomplish the results you want. You can definitely use your fitness home gym to lose weight, you just need to have some patience and a never give up attitude. And also remember to drink plenty of water and stick to a healthy diets that include a lot of fresh fruits and vegetables.

"Kannada Sex Stories", "Erotic and sensual Stories", "Indian Aunties cheating"



ಕನ್ನಡದಲ್ಲಿ ಪೋಲಿ ಕಥೆಗಳಿಗಾಗಿ ಹುದುಕುತ್ತಿದ್ದಿರಾ? ಹಾಗಿದ್ದರೆ ನೀವು ಸರಿಯಾದ ಜಾಗಕ್ಕೆ ಬಂದಿದ್ದಿರ .. ಕೆಳಗಿರುವ ಕೊಂಡಿ ಗಳು ನಿಮ್ಮ ಮನಸನ್ನು ತಣಿಸಿ .. ನಿಮ್ಮ ಸಾಮಾನನ್ನು ಉದ್ರೇಕ ಗೊಲಿಸತ್ತೆ .. ಮಜಾ ಮಾಡಿ ..

The following includes adult content and should be viewed by someone above 18 years of age .. If you are below 18 years, please quit now ..




Filistin : Bir zamanlar Osmanlının adaletle hükmettiği topraklarda şimdi çaresizlik ve kan var.




Foto 'lar ve Yazı : Sn. Hayati ERÖZ


Medeniyetin hemen yanında ancak ırkçı ve din politikaları sebebiyle medeniyete çok uzak ulus olmak için çırpınan bir toplum. Haberlerde hemen her gün görüp üzüldüğümüz sonra unuttuğumuz topraklar. Bir zamanlar Osmanlının adaletle hükmettiği topraklarda şimdi çaresizlik ve kan var. Türk olduğunuzu öğrendiklerinde sevinçle karşıladıkları ve evlerinin kapılarını sizlere açtıkları topraklar. Belki bazılarımız sadece adını duyduk yerini bile bilmiyoruz. Uzaklarda ki yakın topraklar Filistin. Aşağıdaki topraklar Müslümanlara ait ancak Hıristiyanlar için çok önemli ve kutsal. Hz. İsa’nın doğduğu kilise bu torakların tam ortasında. Betlehem. Bu sebeple parçalara ayrılmış Filistin topraklarından biraz daha iyi durumda. Filistin birbirinden ayrı 3 yerleşim biriminden oluşuyor. Gazze, Ramallah ve Betlehem. Bu 3 yerin birbiriyle bağlantısı yok. Sınırlarında İsrail askerleri bekliyor. İsrail den buralara dolmuşlarla ulaşıyorsunuz. Betlehem e girişte hiç bir güvenlik noktası yok askeri arama yok pasaport kontrolü yok ancak çıkarken tüm erkekler ve genç kadınlar arabalardan indirilerek aranıyor. Cuma namazı için ise Mescid-i Aksa ya sadece özel kimliklerle giriliyor. Erkekler terörist olabilir kuşkusuyla 50 yaşını aşmış olmalı. 50 yaşından önce ise geçiş izni yok. Kadınlarda bu sınır 45.

Sn. Hayati ERÖZ 'e teşekkürlerimle.
hayatieroz@hotmail.com

7 Tips for Starting a New Exercise Routine


What does New Year mean to you? Are you looking forward to a better year ahead? Well, to me New Year is a time to reflect what I have done and achieved during the year and look forward for improvements in the year ahead. New Year provides new opportunities and new commitments to change my life for the better.

If starting a new exercise routine is part of your new year resolution to get healthier, you have come to the right place. I am going to share with you 7 tips for starting your new exercise routine, hope these tips can help you to achieve your exercise goals in the coming year.

Tip #1: If you've been sedentary for a while now, the first thing you should to is to consult your doctor before you begin any exercise program. It is really important to make sure you’re physically up for it. A doctor can advise you on how to approach a new exercise routine and tell you what signs to look for if you’re overdoing it.

Tip #2: Set smaller goals in the beginning. If you're just starting out, don't start setting a goal that can make you feel overwhelming. For example, you promise yourself to go to the gym everyday. If you have a day job and busy schedule, it's unlikely that you can achieve your goal. So, start with a small goal. For example, go to the gym one day a week for three weeks as a starter. Once you've accomplish that goal, step it up. Decide to go to the gym twice a week for another three weeks. Once you’ve accomplished that goal, step it up again. Soon you’ll be going to the gym almost every day.

Tip #3: Reward yourself. Make your goal-setting and achievements fun! When you reach a goal, whether it is a little one or a big one, reward yourself. For example, when you reach your goal of going to the gym once a week, treat yourself a good movie or get a new piece of workout clothing.

Tip #4: Make it a variety. Exercising doesn’t have to be running around a track all the time. Dancing is exercise, walking in a park is exercise, jumping on a trampoline is exercise, as is tennis, swimming, yoga, pilates etc. Find a sport that you enjoy, and reaching your goals will become easy and fun.

Tip #5: Be a bit adventurous, try out different exercises. It’s easy to get into a rut when you’re beginning a new workout routine. In order to keep things interesting and maintain your motivation, consider a few exercises or sports you enjoy. This can make it easier on your body too. For example, if you’re running two or three times a week, consider swimming, walking or riding your bike on the other days. Maybe add aerobics, pilates or yoga to keep your muscles flexible.

Tip #6: Get some friends to exercise together. Friends can motivate you to get to the gym and challenge you to push yourself just a little bit farther than you might if you were working out alone.

Tip #7: Find your best time of day for exercise. If you’re a morning person, then the best time for you to exercise is probably in the morning before going to your office. That means you need to plan to wake up very early in the morning. If you’re a night person, then try to plan your workout in the evening.

Starting a new exercise routine and stick with it consistently is a great way to feel good and healthier. So, make it as your new year resolution and improve your health.

If you're looking for some great home exercise routines that can help you to achieve results fast, check out the home Turbulence Training. I learnt a lot of new tricks that can get results fast.

Hiram Bingham 1875 - 1956 : PERU, Machu Picchu ve Vilcabamba

Hiram Bingham , Peru 'da


Amerikalı arkeolog, Yale'de profesör, senatör. Peru Andlarında ulaşılması neredeyse olanaksız olan Machu Picchu 'da İnka başkenti Vilcabamba 'yı 1911'de bulmuştur.Çocukken babasından öğrendiği dağcılık bilgisi ile, kararlılık ve cesareti birleşince bulduğu kent; İspanyol istilacıların
yüzyıllarca bulamadığı, efsanelere konu olan kenttir.





İnternetten Alıntıdır.