Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Dresden Bombardımanı Nedir? Neden Yapıldı? Neler Oldu? Sonuçları?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Dresden Bombardımanı Nedir? Neden Yapıldı? Neler Oldu? Sonuçları?
Dresden Bombardımanı Nedir? Neden Yapıldı? Neler Oldu? Sonuçları?
Dresden Bombardımanı Nedir?
 Neden Yapıldı?
Neler Oldu?
Sonuçları?
Dresden Bombardımanı ile ilgili merak edilen herşeyi bizler burada sizlerle paylaştık. Dresden Bombardımanı Nedir? Neden Yapıldı? Neler Oldu? Sonuçları?

Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Almanya, Fosfor Bombaları, Amerika, İngiltere, Katliamlar, Soykırımlar, Dresden Borbardımanı, Borbardımanlar,

Dresden Bombardımanı

Amerikan’ın ve Birleşik Krallığın hava kuvvetleri 13 Şubat ve 15 Şubat 1945 tarihleri arasında Almanya’nın Dresden şehrini bombalamıştır. Bu olayı en özel kılan şey ise bu bombardımanda “fosfor bombası” kullanılmasıdır.

Dresden Bombardımanı II. Dünya savaşının en tartışmalı olaylarından biridir.


Saldırının Amacı

II. Dünya savaşının sonlarına yaklaşırken Ruslar Berlin’e doğru ilerliyordu. Müttefiklerin genel komutanlığı Rus işgalini kolaylaştırmak adına Berlin ve Dresden’e bomba atma kararı aldılar. Berlin anlaşılabilirdi fakat Dresden’in pek stratejik bir önemi yoktu bu hedef ilk aşamada garip göründü.

Saldırı 13 Şubatta başladı ve 15 Şubatta sona erdi. Saldırı sona erdiğinde görünürde muazzam bir tahribat yoktu. Fakat Dresden’e atılan bombaların arasında fosfor bombası da vardı.

Fosfor Bombası


Fosfor bombası dumanının teneffüs edilmesi ciğerlerde ani yaralar oluşturur ve teneffüs eden kişinin havasızlıktan boğulmasına yol açar.

Sonraki aşamada insan vücudu içten dışa doğru yanmaya başlar. Genelde, beyaz fosforla yanan kişinin elbiselerinde fazla iz görünmez, yanma reaksiyonu vücut içinden cilde kadar sürer.

Beyaz fosfor kullanımı sonrasında çekilen fotoğraflar şunu gösterir, insanlar kemiklerine kadar yanmış, ancak elbiseleri pürüzsüz duruyor. Fosfor etkisiyle yanma reaksiyonu bir kez başladığında durdurulamaz.

Sonuç

Saldırıdan sonra Dresden günlerce yandı ve tahrip oldu. 28.410 binadan 24.866'sı yok oldu. Dresden tarih komisyonu 5 yıl boyunca konuyla ilgili araştırma yaptı ve 2010 Mart’ta raporu yayınladı. İnsan kaybı 25.000’in üzerindeydi.

Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Almanya, Fosfor Bombaları, Amerika, İngiltere, Katliamlar, Soykırımlar, Dresden Borbardımanı, Borbardımanlar,

Büyük Buhran | Kara Perşembe Nedir? Neler Oldu? Sonuçları?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Büyük Buhran | Kara Perşembe Nedir? Neler Oldu? Sonuçları?
Büyük Buhran | Kara Perşembe Nedir? Neler Oldu? Sonuçları?
Büyük Buhran | Kara Perşembe Nedir?
Neler Oldu? Sonuçları?

Büyük Buhran diğer adıyla Kara Perşembe hakkında merak edilen her şey burada.
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Ekonomik Krizler, Amerika, Büyük Buhran, Kara Perşemde, Ekonomik Olaylar

Büyük Buhran

Tarih:  24 Ekim 1929

Yer: Amerika Birleşik Devletleri

Olay: Borsa dibe vurdu, binlerce şirket ve banka battı. Milyonlarca insan işsiz kaldı. 24 Ekim 1929 tarihe KARA PERŞEMBE olarak geçti ve büyük buhranın başlangıcı oldu.


1929 Dünya Ekonomik Bunalımı

I.Dünya savaşının ardından Amerika Birleşik Devletleri süper güç haline gelmişti. Amerika artık Avupa’nın en büyük alacaklısıydı. Bunun yanında dünyaya en çok kredi veren ülke ünvanını kazanmıştı. Amerika’nın herkesten alacağı vardı ve Avrupa’dan alacaklı olduğu savaş tazminatlarını altın olarak istiyordu.

Kapitalizm çok popüler bir hale gelmişti. Hisse senetleri sürekli artıyordu. Ekonomi müthiş bir ivme ile büyüyordu. Ford otomobil sektöründe devrim yaptı, seri otomobil üretimine geçti ve işçi ücretlerinde ciddi bir artış oldu. İşçi sınıfı artık paralıydı, tatile çıkıyordu, gayrimenkul alıyordu. Özellikle Florida gibi güneydeki bölgelerin geleceğin turizm cenneti olacağına inanılıyordu ve büyük bir hızla gayrimenkul alımı başladı. Bu talep de gayrimenkul fiyatlarının ciddi oranda şişirilmesine olanak sağladı. Bölgedeki tarlalar bile servet değerinde fiyatlara satılıyordu. Şirketler büyüdükçe büyüyor bankalar çoğalıyordu.

İşler umulduğu gibi olmadı bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. İnsanlar servet ödeyerek satın aldıkları evleri daha sonraları değerinin çok altında fiyata bile satamadılar. Gayrimenkulden kaçan insanlar borsaya yöneldi. Hisse senetlerine yoğun bir talep oldu bu talep hissenin aşırı yükselmesine sebep oldu ve en sonunda 24 Ekim 1929 günü New York borsası  %12,8 düştü O gün; 1929 yılı fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar yok oldu. Binlerce banka ve şirket battı.

Büyük Buhran Neden Oluştu?


O dönem ABD’nin başında Herbet C. Hoover bulunuyordu. Hoover yönetiminin ekonomik alandaki tecrübesizliği büyük buhranın oluşumunu hazırlayan etkenlerden biriydi.
Hoover yönetimi liberal ekonomiyi savundu ve bunun sonucu olarak devlet ekonomiye ve şirketlere müdahale etmeyecek dedi. Bankaların rezervlerini, kredi oranlarını, sermaye bileşenlerini denetleyen bir kurum yoktu. Bu nedenle bankalar özgürce kurulup kredi dağıttılar. Fakat dağıtılan kredileri geri alamadılar.
Amerika’daki 200 büyük şirket tüm ülke ekonomisinin %50’sine sahipti. Bu o kadar riskli bir durumdu ki bu şirketlerin birinin iflası ülkede kriz oluşturabilirdi.
Amerika savaş tazminatı alacaklarını altın olarak almakta ısrar ediyordu ve altına bağlı olmayan para basımını kabul etmiyordu. Fakat dünyadaki altın stoğu yetersizdi ve var olan stoğu da zaten Amerika yönetiyordu. Bu nedenle Almanya, İngiltere gibi ülkeler borçlarını ödeyemediler. Piyasada reel para dönmüyordu kağıt üzerinde uçuşan paralar krediler gerçekte yoktu.
Amerika tüm dünyaya kredi dağıtıyordu. Umarsızca dağıttığı bu kredileri geri toplayamadı.
Borsanın çöküşü binlerce bankanın ve şirketin batmasına yol açtı. İnsanlar bankadaki paralarını geri alamadılar. O günün parasıyla 4,2 milyar dolar ortadan yok oldu. Bu durum insanların güvenini sarstı ve insanları minimum tüketime zorladı. Piyasada para dönmeyince buhran dönemi başladı ve kısa zaman içerisinde tüm dünyaya yayıldı. Amerikan bunalımı artık dünya ekonomik bunalımıydı.

Büyük Buhran Dönemi

Büyük buhran en çok Amerika’yı ve Amerika’ya borcu olan ülkeleri etkiledi. Amerika, İngiltere ve Almanya buhran döneminin baş ülkeleriydi. Almanya’da işsizlik 6 milyonu buldu. İngiltere de ise ihracat ve sanayi sektörü derin yaralar aldı. Zaten krizde olan Latin Amerika ülkeleri çıkardıkları hammaddeleri ihraç edemediler. Stoklayabilirlerdi fakat bunun için de Amerika’dan kredi almak zorundalardı. Amerika da kredileri kesince ekonomik çöküşe gittiler. Ülkeler bu durumdan daha az etkilenmek için gümrük vergilerini artırdılar. Yerli üretimin yine ülke çapında kullanılmasını teşvik ettiler ve yerli üretimi artırmanın yollarını bulmaya çalıştılar. Bu kendi içine yönelme hareketi dünyadaki ticaret hacminin küçülmesine yol açtı. Büyük buhrandan önce en fazla %7 düşmüş olan dünya ticaret hacmi büyük bunalım döneminde %65 düştü. 50 milyon insan işsiz kaldı, dünya çapındaki toplam üretim %40’ın üzerinde düştü. Amerikan halkı büyük buhranın faturasını Hoover’a kestiler ve ekonominin en dibe vurduğu yılda, 1933 yılında Roosevelt başa geldi.

Büyük umutlarla başa gelen Roosevelt büyük yetkilere de sahipti.  İlk defa devlet ekonomiye direkt olarak müdahale edecekti. Roosevelt ekonomik devrim gerçekleştirmek üzere gelmişti. Ekonomik programı hazırdı. New Deal adı verdiği ekonomik programını hayata geçirmeye başladı.

Roosevelt işe bankalardan başladı. İlk defa Merkez Bankası kuruldu ve mevduatlar devlet güvencesi altına alındı. 500’e yakın yeni düzenleme yapıldı ve bankacılık sektörünün kontrol altına alınması sağlandı. Çalışma saatleri azaltıldı bu şekilde işsizlik sorunu çözülmeye çalışıldı. Tarımda da birçok reform yapıldı fakat bu reformlar kısmen kendi arasında çelişiyordu. Üretici hem daha fazla üretmeye hem de üretmemeye teşvik ediliyordu. Ardı ardına gelen reformlar da krizi bir anda çözmedi. Kriz 1939 yılına kadar sürdü.

Roosevelt’in bu reformlarının ne kadar faydalı olduğu günümüzde halen tartışılmaktadır.

Büyük Buhran’ın Sonuçları

Türkiye

Büyük buhran tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye’yi de etkiledi. Türkiye'nin dış ticareti genellikle tarım ürünleri ve hammadde ihracına ve sanayi maddeleri ithalatına bağlıydı. Tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan büyük düşüşler, Türkiye'nin dış ticaret hacmini daralttı. İflaslar başladı. Ticari şirketler, sanayiciler, üretimi arttırmak üzere kredi almış çiftçiler borçlarını ödeyemediler. Özellikle ticaretin önemli olduğu İstanbul, İzmir gibi liman şehirlerinde işsizlik hat safhaya çıktı.

Almanya

Ekonomik kriz dönemini fırsata dönüştüren Nazi Partisi, Hitler liderliğinde başa geldi ve dünya tarihi değişmeye başladı. Hitler ekonomik bunalımın faturasını Yahudilere kesti. Hitler’e göre işsizliğin sebebi ırkçılık yapan Yahudilerdi. Kendilerini çok kolluyorlar, Almanlara iş sahası sağlamıyorlar yanlarında barındırmıyorlardı. Bunu koz olarak kullanan Hitler, Yahudi soykırımını gerçekleştirdi. Bununla da kalmayan Hitler savaş sonrası kurallarını bozdu, silah üretmeye başladı. 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek II. Dünya savaşını başlattı.

Altın Standartı

Büyük buhran dünya ekonomisini zorlayan altın standartının yıkılmasına olanak sağladı. Evrensel altın standardı yıkıldı ve onun yerine birbirinden ilgisiz üç para bloğu oluşturuldu.

1. Kambiyo kontrolü uygulayan blok
2. Altın bloğu
3. Sterlin bloğu


Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Ekonomik Krizler, Amerika, Büyük Buhran, Kara Perşemde, Ekonomik Olaylar

Apollo 11 Nedir? Tarih Açısından Önemi nedir? Özellikleri Nelerdir?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Apollo 11 Nedir? Tarih Açısından Önemi nedir? Özellikleri Nelerdir?
Apollo 11 Nedir? Tarih Açısından Önemi nedir? Özellikleri Nelerdir?
Apollo 11 Nedir?
Tarih Açısından Önemi nedir?
Özellikleri Nelerdir?

Apollo 11 ile ilgili tüm merak edilen herşeyi bizler kısa ve özet bir şekilde detaylarıyla sizlere anlatık.

Apollo 11

İnsanoğlu yaradılışı gereği evrenin varoluşunu, Dünya dışındaki gezegenleri ve güneş sistemini merak içinde izleyerek, keşfetmeye çalışmıştır. Teleskoplarla uzaktan incelenen gezegenler ve özellikle Dünya’nın uydusu olan Ay, bilim insanlarında her zaman büyük merak uyandırmıştır. Hepimizin aşikar olduğu sorunun cevabını bulmak ve bilimin bir adım daha ileri taşınması amacı ile uzay yolculukları başlamıştır. Acaba uzayda hayat var mı?  Elbette bilinmezliğini sürdüren bu sorunun cevabını bulabilmek için ve Ay’a yolculuk yapabilmek için uzay istasyonları ve uzay araçları inşa etmeye başlamışlardır. Tarihte önceden birkaç kez denenen uzay yolculuklarından en önemlisi kabul edilen uzay macerası ise Apollo 11’dir.


Apollo 11 Uzay Aracı ve Özellikleri

Apollo 11, Ay yüzeyine yapılan ilk uzay yolculuğudur. Amerika Birleşik Devletleri tarafından gerçekleştirilen bu uzay yolculuğunda Apollo 11’in mürettebatı astronot Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’dir. Apollo 11 uzay aracı; astronot ve erzakların bulunduğu komuta modülü, yön değiştirme için ve yakıt-motorların bulunduğu kontrol modülü ve Ay’a iniş yapabilmek için kullanılan Ay modülünden oluşmaktadır. Neli Armstrong ve Buzz Aldrin’den oluşan ve 20 Temmuz 1969 günü Ay’ın yörüngesine iniş yapan ekip, Ay yüzeyine ayak basan ilk insanlar olmuşlardır. Sekiz gün süren bu uzay yolculuğundan sonra ekip Dünya’ya geri dönmüştür.

Ay’a Yolculuk


NASA’nın Apollo Projesinin beşinci aşaması olan “Apollo 11” 16 Temmuz günü Florida’nın Merrıtt Island kasabasındaki “Kennedy Uzay Merkezi” istasyonunda uzaya fırlatılmıştır. Daha önce fırlatılan uyduların ikisi Ay’ın yörüngesinde dolaşmış, biri ise Dünya yörüngesinde Ay’a iniş manevralarını gerçekleştirmiştir. Fırlatma rampasından Ay’ın yörüngesine giren Apollo 11 daha sonra ikiye ayrılmış, Ay modülü içinde bulunan Armstrong ve Aldrin, Ay’ın Dünya’ya bakan yüzünde bulunan “Sessizlik Denizi”ne iniş yapmışlardır. İniş ve Ay yüzeyinde bekleme süresi dahil 21 saat Ay’da zaman geçirmişlerdir. Neil Armstrong Ay’ın yüzeyine ayak basan ilk insan olarak tarihe geçerek, o anı canlı yayında onu izleyen tüm Dünya’ya anlatabilmek adına “bir insan için küçük ama, insanlık için büyük bir adım” ifadesini kullanmıştır. Apollo 11, ülkeler arasındaki Uzay Yarışı’nı fiilen bitirmekle beraber Amerikan Başkanı John F. Kennedy’nin Ay’a çıkma hedefi de gerçekleştirilmiştir. Apollo 11 ana Mürettebat olarak; komutan Neil Armstrong, komuta modülü pilotu Micheal Collins ve Ay modülü pilotu Edwin Buzz Aldrin’dir.

Apollo 11 uzay aracını komuta eden astronot ve pilotların görevleri gereği daha önce uzay yolculuğu yapmış olmaları gerekiyordu. Kuralara uygun olarak Apollo 11 ekibi daha önceki Apollo 10 uzay aracında da görev almışlardır. Gerekli incelemeler yapılarak ve örnekler alındıktan sonra Ay Modülü’ne binen astronotlar Ay’ın yörüngesindeki hizmet modülüyle birleşerek Dünya’ya doğru yola çıkmışlardır. Komuta Modülü’yle birlikte paraşütlerle Büyük Okyanus’a düşen astronotlar uzaydan mikroorganizmalar getirebilecekleri endişesiyle 21 gün karantina da tutulmuşlardır.

Yedek Mürettebat:

-James A. Kovell Jr, (Gemini 7, Gemini 12, Apollo 8, Apollo 13 görevlerinde uçtu).

-William A. Anders (Apollo 8 görevinde uçtu), Komuta Modülü Pilotu.

-Fred W. Haise Jr, (Apollo 13 görevinde uçtu), Ay Modülü Pilotu.

Destek Personeli:

-Charles Moss Duke Jr, Kapsül İletişimcisi (CAPCOM).

-Ronald Ewans, CAPCOM

-Owan K. Garriot, CAPCOM

-Don L. Lind, CAPCOM

-Kenn Mattingly, CAPCOM

-Bruce McCandless П, CAPCOM

-Harrison Schmitt

-Jack Swigert

Uçuş Yöneticileri:

-Clifford E. Charlesworth, Lead uçuş yöneticisi, Yeşil Takım.

-Gerald D. Griffin, Altın Takım.

-Gene Kranz, Beyaz Takım.

-Glynn S. Lunney, Siyah Takım (2).

Ay’a Çıkma ile İlgili Komplo Teorileri


Ay’a ayak basılma ile ilgili birçok komplo teorisi bulunmaktadır. Bazı iddialara göre Ay’a hiç ayak basılmamıştır ve Ay’a çıkılma videosu bir stüdyo’da çekilmiştir. Kimilerine göre ise bu video Amerika’da başkanların bile özel izinle girebildiği yakınına yaklaşılamayan, üzerinden uçak geçemeyen ve sır gibi saklanan 51. Bölge’de çekilmiştir. Bu bölgenin sır gibi saklanmasının da asıl nedeni budur. Bu sahtekarlığın oluşturulmasındaki en temel neden ise teorisylenlere göre şudur;

O dönemde Sovyetler ile süper güç olma yarışına giren ABD, Ay’a ayak basan ilk ülkenin soğuk savaşın kazananı olacağına inanıyordu ve o zamanın teknolojisinin Ay’a insan indirmek için yeterli olmadığını biliyordu. Aynı zamanda halka Vietnam Savaşı’nı da unutturmak isteyen ABD gündem dağıtmak ve aynı zamanda Soğuk Savaş’ın kazananı olmak amacı ile bu düzeneği kurdu.

Teorisyenler:

- Atmosferin olmadığı yerde bayrağın dalgalanması mümkün değildir

-Ay’da adım atarken astronotların ayakları bile iz bırakıyorsa, nasıl olur da koskoca füze inerken iz bırakmaz.

-NASA Ay’da kullandıkları tek ışık kaynağının güneş olduğunu öne sürmüştür. Fakat fotoğraftaki gölgeler aksini iddia etmektedir gibi iddialarda bulunmuşlardır.


Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Amerika, Nasa, Apollo 11, Ay, Uzay Araştırmaları

Antisemitizm Nedir? Ne Demektir? Kısa ve Net Anlatım


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Antisemitizm Nedir? Ne Demektir? Kısa ve Net Anlatım
Antisemitizm Nedir? Ne Demektir? Kısa ve Net Anlatım
Antisemitizm Nedir?
 Ne Demektir?
Kısa ve Net Anlatım

Antisemitizm Nedir? Ne Demektir? Kısa ve Net Anlatımla bu anahtar kelimeler aracılığıyla hepsini anlattık. Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Antisemitizm, Ne Nedir?, Yahudilik, Yahudi Düşmanlığı, Katliamlar, Soykırımlar,

Antisemitizm

Yahudilik dinine, ulusuna, değerlerine, kültürüne ve insanlarına duyulan düşmanca davranışlar bütünüdür. Bu düşmanlık önceleri bireye veya dini inançlara yapılan ırkçı yaklaşımlarla başlasa da, zamanla polisin, bir halk kitlesinin veya devletin yönetim şeklinin de etkisiyle Yahudilere uygulanan kıyım ve soykırıma dönüşmüştür.

Hrisitiyanlığın ortaya çıkışından sonra Antisemitik hareketler, Hristiyanlık inancını Yahudi sızmasından korumak ve Hz. İsa’nın çarmıha gerilişinin intikamını almak için oluşturulan bir hareket karakterine bürünmüştür. Yahudilere yapılan saldırılara: ilk olarak I. Haçlı Seferlerindeki İspanyol engizisyonunun verdiği idamlar, daha sonra Yahudilerin 1290 yılında İngiltere’den, 1492 yılında İspanya’dan ve 1497 de Portekiz’den kovulmaları, son olarak da Almanya’nın yapmış olduğu Holokost (Yahudi soykırımı) örnek olarak gösterilebilir.

Semitik terimi Arapları, Süryanileri, Habeşleri, Aramileri ve İbranileri içine alan bir dil grubunu temsil etmekteydi. Fakat nedense Amti - Semitizm sadece Yahudileri içine alan bir düşmanlık hareketi olmuştur. Toplumlardaki bu ayrışmanın temel nedeni Ernest Renan’ın, Sami ırklarının, Aryan ırklarından aşağı olduğu görüşünün dünyaya lanse edilmesiyle başlamıştır. 1873 yılında Alman gazeteci Wilhelm Marr’ın, ülkedeki Yahudilere karşı yürüttüğü düşmanlığı ve halkın desteğiyle Yahudilerin ülkeden uzaklaştırılması gerektiğini savunan bildirisiyle “Antisemitler İttifakı” kurulmuştur.

Avrupa’daki anti-semitizm tanımı, genellikle Yahudilerin kendilerini misafir eden ulusların içinde huzursuzluk çıkarmaları ve devletin mevcut düzenine bir tehdit olarak görmeleridir. Genel olarak Yahudilere karşı düzenlenen ve örgütlenen bir düzene sahip olan Anti-Semitizm düşüncesi sadece Yahudi toplumu için aktarılsa da Aryan ırkların dışındaki diğer toplumlar için de aynı nitelikte bir ırkçı düşmanlık olarak da tanımlanabilmektedir.


Antik Çağ’da Antisemitizm

Antik çağda Romalı ve putperest Yunan yazarların çoğu eserleri Antisemitizm yani Yahudi düşmanlığı izleri taşımaktadır.

Antik Yunan’da sünnet ve şabat’ı uygulayan, Kudüs tapınağına saygısızlık eden Yahudilerin kutsal kitabının üzerindeki çalışmalar da Yunan yöneticiler tarafından yasaklanmıştır. Ayrıca 3. yüzyılda İskenderiye’de patlak veren Yahudi karşıtı hareket de binlerce Yahudi’nin ölümüyle sonuçlanmış ve Antisemitizm düşüncesi giderek yaygınlaşmıştır.

Orta Çağ’da Antisemitizm

Tarihte belirtildiği üzere İsrail devletinin kontrolünün Roma İmparatorluğunun kontrolüne girmesiyle Yahudiler birçok isyanda bulunmuş ve birçoğu ülkeden sürgün edilmişlerdir. 11. yüzyıla geldiğimizde zımmiler olarak adlandırılan Yahudiler İspanya’da altın çağını yaşamıştır. Daha sonra Fas, Mısır, Suriye Irak ve Yemen de alınan kararlarla, Yahudilerin Sinagogları yıkılarak göçe zorlanmışlardır. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de günah olmasına rağmen Yahudiler din değiştirme ya da öldürülmek tercihleriyle karşı karşıya kalmış ve birçok Yahudi ve Hristiyan göç etmek zorunda kalmışlardır. Ortaçağ boyunca birçok ülkede ve kıtada Yahudilere karşı kanlı iftiralar ve dinlerini değiştirmeleri için birçok baskı uygulanmıştır. Avrupa’daki bu Yahudi düşmanlığı 1. Haçlı Seferleriyle doruğuna ulaşmış; Ren ve Tuna nehirleri kıyıları boyunca Yahudiler büyük bir kıyım ve katliamla karşı karşıya kalmışlardır. 14. yüzyıldan sonra Kara Veba’nın vurduğu Avrupa devletlerinde oluşan ölümlerden Yahudiler sorumlu tutulmuşlardır.

Modern Çağ'da Antisemitizm



Tarihçi Martin Gilbert’e göre Müslüman ülkelerdeki Yahudilerin durumunun kötüleşmesi 19. yüzyıldan itibaren başlamıştır. 20. yüzyıla geldiğimizde Yahudiler öğrenci ve öğretim üyeleri olarak da ayrımcılıklara ve kotalara tabi tutulmuşlardır. 1915 yılında Leo Frank’ın, Georgina’nın Marieet şehrinin önde gelenleri tarafından linç edilmesi dikkatleri ABD’de ki Antisemitizm’e çevirmiştir. Nazi işgali altındaki Avrupa’da, Yahudilerin üzerindeki baskı ve medeni haklardan mahrum edilmeleri, kitlesel bir katliama dönüşmüş ve Nazi Almanyası 1941-1945 yılları arasında Holokost’ta mevcut nüfusu 11 milyon olan Yahudi’lerin 6 milyonu’nu katletmiştir. Almanya’daki bu katliamın aslında Avrupa da yıllarca süregelen Antisemitizm düşüncesinin etkisiyle geliştiği düşünülmektedir.

Sovyet Rusya’daki Stalin ve Troçkiler (Yahudiler) arasındaki anlaşmazlık sürekli siyasi bir araç olarak kullanılmış ve seçim propagandalarında komplo teorileri üretilmeye başlanmıştır. Sovyet Rusya’daki Antisemitizm aslında 1948 yılındaki “köksüz kozmopolitler” olarak adlandırılan yazar şair ve ressam Yahudi’lere karşı yürütülen bir saldırı girişimiyle başlamıştır. Daha sonra doktorlar komplosuyla bu saldırılar doruğa tırmanmış ve Polonya’da ki Yahudilere karşı yürütülen saldırı ve cinayetlerle ülkedeki diğer Yahudiler Polonya’dan kaçmışlardır. Irkçı Antisemitizm Yahudilerin bulundukları topluluklar ve uluslara göre daha aşağı bir ırk oldukları görüşünü temsil etmektedir. Özellikle Avrupa dışından olan topluluklara karşı bir görüş olan öjenik hareketinin bir parçası olarak oluşan fikirdir. Bu fikir, Yahudileri doğruluğun dinine dönmüş olsalar bile kurtuluşu olmayan bir ırk olarak görmüşlerdir. II. Dünya Savaşından bu yana Antisemitizm Neonaziler ve beyazların üstünlüğünü savunan gruplar dışında pek gündeme getirilmemiştir. 

Antisemitizm tartışmalarının son ismi, dünyaca ünlü aktör Mel Gibson olmuştur. 2004 te yönettiği “the passion of crist” (tutku) filmi sebebiyle Yahudi düşmanlığıyla suçlanmıştır. 2006 yıllında alkollü araç kullanmaktan tutuklanırken sorguda sarf ettiği “Dünyadaki bütün savaşların nedeni Yahudilerdir.” Sözüyle Yahudi cemaatlerinin karşı tavır takındığı Mel Gibson, defalarca özür dilemesine rağmen ok yaydan çıkmıştır. Disney film şirketi Mel Gibson’la çekmeyi planladığı “soykırım” adlı filmin kontratını iptal etmiştir.




Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Antisemitizm, Ne Nedir?, Yahudilik, Yahudi Düşmanlığı, Katliamlar, Soykırımlar,

An Lushan İsyanı Nedir? Tarihteki Önemi Nedir? Neler Oldu ? Sonuçları?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > An Lushan İsyanı Nedir? Tarihteki Önemi Nedir? Neler Oldu ? Sonuçları?
An Lushan İsyanı Nedir? Tarihteki Önemi Nedir? Neler Oldu ? Sonuçları?
An Lushan İsyanı Nedir?
 Tarihteki Önemi Nedir?
Neler Oldu ?
Sonuçları?

An Lushan İsyanı Nedir? Tarihteki Önemi Nedir? Neler Oldu ? Sonuçları? ilgili merak edilen herşeyi bu yazımızda bulabilirsiniz.

An Lushan İsyanı

14 yıl kadar süren An Lushan isyanı, Çin’in yönetim açısından çökmesine sebep olmuştur. Ayaklanmanın tarihteki zaman dilimine baktığımız zaman 755 yılından başlayıp 769 yılına kadar devam etmiştir. İsyan, Suzong döneminde başlayıp Daizong döneminde sona ermiştir ve isyan süresince hayatını kaybeden toplam insan sayısı o dönemdeki dünya nüfusunun 1/6’sına tekabül etmiştir.

Tarihteki yazılı belgeler, Uygur Türklerinin o dönemde yer aldığını hatta isyanın bastırılmasında Çin’e çok büyük faydalarının dokunduğu belirtmektedir. Ayaklanmanın başlama sebepleri ile ilgili oldukça fazla rivayet vardır. Rivayetlerden bazılarında ayaklanma nedenleri olarak; An-Lushan ile İmparatoriçe arasındaki aşk iddiaları, komutanların ve rütbeli kişilerin Lushan’ı tehlike olarak görmesi ve Lushan’ın bunu fark edip ayaklanma çıkarması gösterilmektedir.

İsyanın bu kadar kısa sürede bu denli büyümüş olmasının nedeni uzun zamandır yapılan detaylı ayaklanma planlarıdır. Anlık yapılan hiçbir eylem bu kadar kontrollü olamaz, buda bu isyanın çok önceden planlanmaya başlandığının en büyük kanıtı olmuştur.


An Lushan Ayaklanması’nın Tarihi Gelişimi

Soğd-Türk karışımı bir melez olan An-Lushan, Moğolistan da büyümüş ve daha sonra orduya katılıp Çin’e yerleşmiştir. Zaman içerisinde imparatorun en güvendiği adamlardan biri olmuştur. Rivayetlere göre yaşadığı ev altın ve gümüşten yapılmış son derece şaşalı ve göz kamaştırıcıymış.           

750 yılında Çin’i yöneten Tang Hanedanlığı, kendi felaketini kendi hazırlamış ve An Lushan’ı en iyi yerlere getirmiştir. An Lushan, kısa sürede İmparator Huanzog’un en güvendiği adamlarından biri haline gelmiş ve 3 garnizonun valiliğine atanmıştır. Fakat Tan Hanedanlığının öngöremediği bir şekilde, An Lushan diğer tarafta uzun zamandır üzerinde düşündüğü planlarını harekete geçirip kısa sürede koca bir ordu hazırlamıştır. 755 yılının son günlerinde isyan bayrakları çekilmiş ve An-Lushan ordusu ile Pekin yakınlarında saldırıya geçmiştir. İlk olarak Luoyang şehrini ele geçirmiştir. Şehri ele geçirdikten hemen sonra kendini, Yen Hanedanlığının imparatoru olarak ilan etmiştir. An Lushan, batı bölgesini ele geçirdikten hemen sonra Güney Çin’e saldırı başlatmıştır fakat isyandan 1 yıl sonra Güney Çin için başlattığı saldırıda başarılı olamamış ve üstüne üstlük 20 bin kadar askeri kayıp vermiştir. Yen askeri birlikleri ilk ele geçirdikleri Luoyang şehrini ise sadece 2 yıl ellerinde tutabilmişlerdir.

Yen ordusunun ana karargahı, Batı Çin’e konuşlandırılmıştır. Yüksek alanlarda bulunan Tonnguan geçidini ise savunma mekanizması olarak kullanmışlardır. Mühim ve en temel aşama ise başkentin ele geçirilmesi planı olmuştur. An-Lushan’ın ordusuyla birlikte başkent Changan’a doğru ilerlemesi sonucu, İmparator ve yardımcıları Siçuan’a doğru harekete geçmişlerdir. Bu kaçış esnasında İmparator’a eşi Yang Gufei ve Gufei’nin kuzeni olan Yang Guozhang eşlik etmiştir. Yolculuk esnasında birçok sorun teşkil ettiği iddiası ile Gufei ve kuzeni, Xiangyang şehri üzerinde öldürülmüştür. Rivayete göre ise Gufei boğularak öldürülmüş, Guozhang ise intihar etmiştir. 756 yılının sonlarında An-Lushan birlikleri, Changan’ı ele geçirmiştir. Changan şehri, Çin şehirlerinin arasında en gelişmiş ve en kalabalık şehirlerden birisiydi. 2 milyona yakın bir nüfusa sahip olan başkentte, isyanla birlikte bazıları kaçarak hayatını kurtarmış, bazıları ise hayatını kaybetmiştir. Ve isyancıların saldırısından sonra şehirde 800.000 kişi kalmıştır. İmparatorluğa yeni geçiş yapan Xuonzong’un oğullarından Li Heng, Lingzhou şehrinde imparatorluğunu ilan etmiştir. Bu isyanda, ilk adım olarak Guo Ziyi ve Li Guangbi isimli 2 büyük general isyanı bastırmak için görevlendirilmiştir.

Ayaklanmanın Bitişi ve Sonuçları


Ayaklanmanın bastırılmasında, her ne kadar büyük generaller görevlendirilmişse de başarılı olunamamış ve isyanı bastırmak için başka devletlerden yardım istenmiştir. Tang Hanedanlığı, Uygur Türklerinden yardım istemiş ve olumlu cevap almıştır. Ayrıca Abbasi Halifesi olan Mansur, ayaklanmanın bastırılması için Çin’e binlerce paralı asker tahsis etmiştir. Tang Hanedanlığında yapılan general değişiklikleri ve yeni stratejilerle güçlenen Çin ordusu geçitten saldırıya geçmiş An-Lushan’ın savunmasını yıkıp geçmiştir.

An-Lushan ve ordusu daha fazla direnememiş ve ülkenin kuzeydoğusuna kaçmak zorunda kalmışlardır. İsyancı An-Lushan en büyük oğlu tarafından öldürülmüştür. Yerine arkadaşı olan Shi Sming ve oğlu geçmiştir. Tang Hanedanlığının, Luoyang şehrini geri almak için geldiğini gören Shi Chaoyi kaçtığı sırada sıkıştırılmış ve bunun üzerine Shi esir düşmektense intihar etmeyi tercih etmiştir. Yıllarca etkisini gösteren bu ayaklanmada milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir.

Ayaklanmadan önce Çin, yıllar süren bir iç savaş döneminde olduğu için birçok isyan ve birçok sorun yaşamıştır. Zaman içerisinde Tang Hanedanlığı’nın Tibet üzerine yaptığı seferle, Tang Hanedanlığı zaferini kesinleştirmiş ve galip gelmiştir. Fakat isyandan sonra tam tersi bir durum yaşanmıştır. İsyanla birlikte çok zayıflayan Tang Hanedanlığı’nın zayıflığını fırsata çeviren Tibet İmparatorluğu 763 yılında Orta Asya ve başkent Changan’ı ele geçirmiştir. İsyanlardan sonra toprak kayıpları yaşayan Çin diğer büyük devletler gibi uzun süre kendini toparlayamamıştır.


Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Çin, Tang Hanedanlığı, An Lushan İsyanı, İsyanlar

Ametist Taşı Nedir? Özellikleri Nelerdir? Ne İşe Yarar?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Ametist Taşı Nedir? Özellikleri Nelerdir? Ne İşe Yarar?
Ametist Taşı Nedir? Özellikleri Nelerdir? Ne İşe Yarar?
Ametist Taşı Nedir?
Özellikleri Nelerdir?
 Ne İşe Yarar?

Ametist Taşı Nedir? Özellikleri Nelerdir? Ne İşe Yarar? ile ilgili sizleri oldukça şaşırtacak ilginç bilgileri sizler için derledik.

Ametist Taşı

Taşlara meraklı kişilerin ve koleksiyoncuların gözdesi olan, farklı çeşitlerde ve farklı renklerde doğada bulunan bu taş iyileştirici etkisiyle diğer taşlardan ayrılmaktadır. Rengine göre değer kazanan bu cevherin bazı türleri mücevher olarak da kullanılmaktadır. Manevi dünyaya açılan bir kapı olarak da nitelendirilen Ametist genel olarak mor renkli ve menekşeyi andıran bir renge sahiptir.

2005 yılında yapılan incelemeye göre; Antik Yunan medeniyetine ait olduğu bilinen Ametist taşının oluşumunda karışık ve yabancı atomların yer aldığı öne sürülmüştür. Isıya maruz kaldığında rengi sarıya dönen Ametist’in hava ile teması sonucu renk kayıplarına uğradığı bilinmektedir. Ametist Taşı’nın birçok renkte çeşidi vardır ve bu taşlar farklı isimlerle anılmaktadır. Özellikle Ametistin en değerli rengi, kırmızı parıltıları olan ve koyu menekşeyi andıran rengidir. Bu renkteki Ametist’e ‘Sibiryalı’ denmektedir. Bu Ametist taşı ismini cevherinin çıkarıldığı yer olan Sibirya’dan almıştır. Amerika kıtasında da oldukça fazla bulunan Ametist’in mücevher olarak kullanılacak kadar kıymetli olan cevheri Hindistan, Brezilya ve Uruguay’daki volkanik kayaçların arasındaki gaz boşluklarından çıkarılmaktadır.


Ametist Cevheri’nin Dünyadaki Dağılımı

Genel olarak Ametist cevherinin dünya’daki dağılımına bakacak olursak, Ametist’in mücevher yapımında kullanılmak üzere çıkarıldığı ülkelerden bazıları şunlardır; Brezilya, Uruguay, Bolivya, Arjantin, Zambiya, Namibya ve diğer Afrika ülkelerinin birçoğu. Ülkemizde Balıkesir- Dursunbey’de ve Erzincan ile Ordu illerimizde Ametist kaynakları olduğu bilinmektedir.                   

Dini ve Kültürel Anlamda “Ametist Taşı’nın” Önemi

Dünyanın çeşitli ülkelerindeki, kraliyet aileleri ve soylular tarafından kullanılan Ametist’in huzur verici ve iyileştirici özelliğine inanılırdı. Ayrıca eski çağlarda din adamları ve rahipler tarafından da kıymetli olan Ametist dindarlığın sembolü olarak görülürdü. Şimdilerde bile din adamları ve baş piskoposlar Ametist taşlı yüzükler takarlar. Ayrıca etkisi ilk olarak doğuda keşfedilen bu taş, özellikle Tibet dindarları tarafından kutsal bir taş olarak görülürdü. Tarihte özellikle batı ülkelerinde Ametist kaynakları keşfedilmeden önce bu taş elmas, safir, yakut, zümrüt gibi değerli taşlardan daha kıymetli ve popülerdi.     

Ametist Taşının Bedensel ve Psikolojik Yararları

Ametist taşının; özellikle alerjiye, göz hastalıklarına, baş ağrısına ve migrene karşı iyileştirici etkisi vardır. Bedende negatif elektrik yükü taşındığı için vücuttaki bu negatif elektriği atarak beynin çalışmasını hızlandırır. Bedensel olduğu kadar psikolojik etkileri de kanıtlanan Ametist’in negatif enerjiyi pozitif enerjiye dönüştürmesi için odanın veya evin herhangi bir yerinde bulunması yeterlidir. İnsanları rahatsız eden düşünceleri insan vücudundan uzaklaştırıcı ve yok edici bir etkiye sahiptir. Özellikle yaydığı enerji sayesinde insanda uyum ve denge oluşmasını sağlar. Ametist, içerisindeki renk özgürlüğü sayesinde insanları psikolojik olarak huzurlu kılar. Bu sebeple Ametist taşına “ruhun taşı” da denir. Kişiyi rahatsız eden düşüncelerden uzaklaştırarak yatışmasını sağlar, uykusuzluğa iyi gelir ve enerjisine odaklandığı kişide doğrudan sinir sistemini etkileyerek uyum ve denge oluşturur. Fakat ciddi kişilik sorunları olan insanlarda bir etki gözlenmemektedir.

Eski bir Antik Yunan inanışına göre, Ametist taşının sahibi olan kişiler sarhoşluktan korunur ve ametist taşından yapılmış bir bardak kupa ve kadehten içki içenler sarhoş olmazdı.

Ametist Efsanesi (Tanrıça Diana’nın Mucizesi)


Rivayete göre Antik Yunan’da şarap Tanrı’sı olan Dionysos, bir ölümlünün kendisine hakaret etmesine sinirlenir ve karşısına çıkacak ilk ölümlüden bunun intikamını alacaktır. İntikam almak için de kendisine kaplanlar yaratır ve karşısına çıkacak olan ölümlüyü bu kaplanlara yem edecektir. Tam da o sırada güzeller güzeli Ametist Tanrıça Diana’ya dua etmeye giderken kaplanlarla karşılaşır. Tanrıça Diana, Ametist’i acı çekmemesi için saf kristal kuvarstan bir heykele dönüştürerek onu korur. Bu harika heykeli gören Dionysos, öfkesinin masum bir ölümlüye verdiği zararı görünce şaraptan gözyaşları döker. Dionysos’un döktüğü bu şaraptan gözyaşları, saf kristal kuvarsa dönüşmüş Ametist’in üzerine dökülür ve kuvarsı mora dönüştürür. Böylece ametist taşı oluşmuş olur.

Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar,Ametist Taşı, Ne Nedir?, Taşlar

Amerikan İç Savaşı Nedir? Ne Oldu? Neler Yaşandı? Sonuçları?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Amerikan İç Savaşı Nedir? Ne Oldu? Neler Yaşandı? Sonuçları?
Amerikan İç Savaşı Nedir? Ne Oldu? Neler Yaşandı? Sonuçları?
Amerikan İç Savaşı Nedir?
 Ne Oldu?
Neler Yaşandı?
Sonuçları?

Amerikada yaşanan Amerikan İç savaşlarının nedenleri, neden çıktığı, neler yaşandığı ve sonuçlarını bunun yanında başkan Abraham Lincoln'un neler yaptığını sizlere kısa ve net bir şekilde açıkladık.

Amerikan İç Savaşı

Amerikan İç Savaşı; Amerika Birleşik Devletleri ile Eyalet birliğinden çıkarak, bağımsız olmak isteyen 11 Güney Eyaleti arasındaki yaşanmış tarihi çatışmadır. 11 Güney eyaleti 1860 yılında Abraham Lincoln’ün başkan seçilmesiyle Jefferson Davis komutasında ayaklanarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. 1861 yılının 1 Eylül’ünde, Güney Carolina’daki Sumter Kalesi’nden yapılan top atışıyla iç savaş patlak vermiştir.. 1 Ocak 1863’de alınan kararla uygulanan köleliğin kaldırılması teklifi, parlamentoda oylanarak kabul edildikten sonra 31 Ocak 1965’de yasalaşmıştır. Ancak bu zaferden beş gün sonra “Abraham Lincoln” bir suikast sonucu öldürülmüştür. 


Amerikan İç Savaşı'nın Nedenleri

 19. yüzyılın sonlarına doğru büyük tarım arazilerinin geliştiği güney eyaletlerinde özellikle pamuk, tütün ve şeker kamışı üretiminde ciddi gelirler elde ediliyordu. Tarım arazilerinin işlenmesinde Afrika’dan kaçırılıp getirilen siyahi kölelerden faydalanılıyordu. Özellikle kuzey ve batı eyaletlerinde sanayi sektörünün gelişmesi serbest işçi sistemini beraberinde getirdi ve köleliğin yasaklanması öngörüldü. Fakat köleliğin yasaklanması, gelirlerini tarımdan karşılayan ve tarım arazilerinde köle ihtiyacı olan güney eyaletlerinin işine gelmiyordu. Güney eyaletleri de, önünde sonunda köleliğin güney eyaletlerinde de yasaklanacağını düşünerek devletten ayrılmak için bir iç ayaklanma çıkardılar.




Yaptığı seçim propagandalarında köleliği kaldıracağına söz veren Abraham Lincoln’un başkan seçilmesinin ardından güney’deki 7 Eyalet (Carolina, Missisipi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia ve Louisiana) başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözüyle bakarak endişelendi ve zaman kaybetmeden bağımsızlıklarını ilan etti. Başlarda çok insancıl bir sebebi olmasına rağmen kuzey eyaletlerin bu tutumu aslında, güneydeki siyahi kölelerin kuzey de kurulan sanayi kuruluşlarına aktarılmasını sağlamaktı. Ayrıca güney eyaletlerin İngilizlerle olan ticari ilişkileri, yani güney eyaletlerinin pamuk vererek karşılığında İngilizlerden Afrikalı köle almaları kuzey eyaletlerini tedirgin etti ve güney eyaletlerin dizginlenmesi gerektiğini düşündüler. Ayrıca İngilizlere ucuza satılan pamuk hammaddesi, Kuzeydeki sanayi kuruluşlarında işlenebilir ve büyük ekonomik gelirler elde edilebilirdi. Bütün bu sebeplerden dolayı, güney eyaletlerden oluşan “Güneyli Konfederasyon” ve Kuzeydeki diğer eyaletlerden oluşan “Union” (Birlik) arasında Amerikan İç Savaşı başladı.

Amerikan İç Savaşı’nın Kazananı Kuzey Birliği

Amerikan savaşının ilk yıllarında taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamamıştır. İki taraf ağır kayıplar vermesine rağmen zaman zaman yaşanan geri çekilmeler ve taarruzlar olsa da iki tarafında bariz bir üstünlüğü yoktur. Fakat 1863 yılının Temmuz ayında yapılan “Gettysburg Muharebesi” bir dönüm noktası olmuştur.

Güneyden 72 bin ve kuzeyden 82 bin askerin karşı karşıya geldiği bu muharebede iki taraf da ağır kayıplar vermiş; fakat savaş kuzey birliklerinin bariz üstünlüğüyle sonuçlanmıştır. Savaşın sonunun geldiğini anlayan kuzeyli birlikler, güney birliklerine iki koldan saldırarak 9 Nisan 1865 yılında güneyli ünlü komutan Robert Edward Lee’nin ordularını bozguna uğratarak güney birliğini teslim olmaya zorlamıştır. Güney birliklerinin ağır yenilgiye uğramasıyla geri kalan askerler de silah bırakarak kayıtsız şartsız kuzey yönetimine teslim olmuşlardır. Başkan Abraham Lincoln, güney eyaletlerini sömürmek yerine onlara kalkınmaları için borç vermeyi dahi teklif etmiştir. Kuzey birliğindeki taraflar ve çıkar grupları ise başkanın tam tersine güney topraklarının işgal edilmesini savunmuşlardır. Yapılan bütün anlaşmalardan sonra Senatör Wallace ve gizli servisin hazırladığı bir kumpasla, aslen oyuncu olan “John Wilkes Booth”  Başkan Abraham Lincoln’ü silahla başından vurarak öldürmüştür.

Kuzey Birlikleri’nin Zaferi ve İç Savaşın Sonuçları

Kuzey birliklerinin mutlak üstünlüğüyle birlikte, güney birliği teslim olmuş ve güney topraklarındaki bütün köleler serbestleştirilmiş; belli bir süreden sonra da oy kullanma hakkı kazanmışlardır. Bölünme tehlikesiyle karşı karşıya gelen Amerika Birleşik Devletleri, bu badireyi de atlatarak bir bütün halinde kalmayı başarmıştır. Güney eyaletlerdeki tarım arazilerinde kölelere dayalı yapılan üretim kaldırılmıştır. Savaşın sonunda güneydeki siyah kölelere birçok haklar tanınsa da bu haklar zamanla toprak sahipleri tarafından geri alınmıştır. Amerika iç savaşı çıkmadan önce güney, ekonomik olarak kuzeyden üstün olmasına rağmen; savaştan sonra tarım ekonomisi çöken güney, ekonomik üstünlüğü kuzey eyaletlere kaptırmıştır.

Abraham Lincoln Suikasti

Köleliğin kaldırılmasını isteyen ve siyahi insanlara bir takım haklar vadeden Abraham Lincoln öncelikle çevresinde ve daha sonra ise halk kitleleri tarafından büyük tepki çekmiştir. Her ne kadar aslen oyuncu olsa da John Wilkes Booth, güney eyaletlere askeri lazımlık kaçakçılığı yapıyor ve bu eyaletlere büyük sempati besliyordu. Suikast girişiminden önce başkanı kaçırma planları yapan Booth, başkanın planında yapılan ufak bir değişiklikle amacına ulaşamamıştır. Daha sonra başkanı öldürme fikrini iyice aklına koyan Booth, Başkan ve Ailesinin 14 Nisan 1865 tarihinde “Amerikalı Kuzenimiz” adlı oyunu izlemek için Ford Tiyatrosuna gideceklerini haber almıştır. Oyun başladıktan bir süre sonra tiyatro salonuna giren Booth, sinsice başkana yaklaşarak başkanı silahla başından vurmuştur.



Tiyatronun karşısındaki Peterson House’da ilk müdahalesi yapılan Lincoln ertesi sabah saat 7:02’de hayatını kaybetmiştir. Suikasttan 12 gün sonra Booth, Federal ajanlar tarafından bulunmuş ve Virginia'da bir ahırda öldürülmüştür.

Abraham Lincoln cinayeti Amerika tarihindeki ilk başkan suikastidir. Başkanın ölümü destekçisi olan halkı yasa boğmuştur. Her ne kadar katili belli ve suikast tanıklarla desteklenmiş olsa da Abraham Lincoln’ün ölümünde gizli servis ve aristokrat kesimin parmağı vardır. Çıkarları zedelenen ve güç odağı olmak isteyen devletlerin en büyük oyunları kendi bünyelerindeki önemli kişileri sindirmektir. Abraham Lincoln köleliği kaldırmak ve siyahilere birtakım haklar vermek isteyerek, aslında ülkedeki bütün ırkçı kesimi karşısına almış ve tabiri caizse idealleri için ölümü göze almıştır…


Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Amerika, Amerikan İç Savaşı, Abraham Lincoln, Savaşlar

Kore Savaşı Nedir? Neden Yapıldı? Ne Oldu? Neden Çıktı?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Kore Savaşı Nedir? Neden Yapıldı? Ne Oldu? Neden Çıktı?
Kore Savaşı Nedir? Neden Yapıldı? Ne Oldu? Neden Çıktı?
Kore Savaşı Nedir?
Neden Yapıldı?
Ne Oldu?
Neden Çıktı?

Kore savaşı nedir? nasıl çıkıt, neden çıktı, kore savaşının gelişimi, kore savaşına neden olan olaylar, kore savaşı ve Türkiye'nin oynadığı rol ve en sonda ise Kore Savaşının sonuçlarını bugün sizlerle kaleme aldık

Kore Savaşı

Kore Savaşı, 1950-1953 yıllarında, Kuzey Kore ve Güney Kore arasında meydana gelen iç savaştır. Soğuk savaşın ilk yıllarında meydana gelen bu çatışma, ilk önce ABD ve müttefiklerinin daha sonra da Çin Halk Cumhuriyeti’nin katılmasıyla uluslararası bir boyut kazanmıştır. Kore savaşı sonunda Kore’nin bölünmüşlüğü devam etmiş ve iki ayrı yönetimin birbirine olan düşmanlığı bugünlere miras kalmıştır. Savaş, tarafların karşılıklı saldırılarıyla devam etse de birbirine üstünlük kuramamışlardır. Kore Savaşı, 2007’de Kuzey Kore (Sovyet Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti)  ve Güney Kore (ABD/ BM ittifakı) arasında imzalanan antlaşmayla yazılı olarak hükmünü bugünlere değin korumuştur.           


Kore Savaşının Nedenleri ve Gelişimi

Savaş öncesinde salgın hastalıklardan beli bükülen Kore, aynı zamanda son yüzyılda adeta bir piyon gibi devletler arasında kullanılmış ve ülkenin ekonomik gelişmesi durma noktasına gelmiştir. Japonya, 1905 yılında Rus Çarlığını yendikten sonra bölgede stratejik bir konuma sahip olan Kore’yi işgal ederek, Çin’i de etkisi altına almak istemiştir.

II. Dünya savaşından yenik ayrılan Japonya, elindeki topraklardan biri olan Kore’yi ABD ve Sovyet Rusya’ya bırakmak zorunda kalmıştır. 1945 Mayısında Amerika ile Sovyet Rusya arasında imzalanan anlaşma gereğince savaş bittikten sonra Kore’nin; İngiltere, Amerika, Rusya ve Çin’in ortak vesayeti altında korunmasına karar verilmiştir. Fakat Sovyet Rusya 1945 Temmuzundaki Potsdam Konferası’nda uzak doğu savaşlarına katılma kararı alınca, Kore’de 38. enlemin kuzeyinde kalan bölge Sovyetlere verilmiş ve savaşa Kuzey Kore de dahil edilmiştir. İki devlet Kore’de ayrı yönetimler kurduktan sonra bölgeden askerlerini çekseler de; kuzeyde Sovyet yanlısı bir hükümet ve güneyde ABD yanlısı başka bir hükümet kurulmuş ve iç çatışmalar kaçınılmaz hale gelmiştir. Savaş kararına hemen uymayan Sovyet hükümeti, Amerika’nın Japonya’ya attığı iki atom bombasından sonra Japonya’yı güçsüz görerek savaş ilan etmiş ve Kore’yi, 38. enlemin kuzeyine asker sokarak işgal etmiştir.


BM'nin bütün girişimlerine rağmen Kore birleştirilemeyince Amerika aldığı bir karar ile Kore’nin güneyinde kendi vesayeti altında başka bir hükümet kurmuştur. Kore, Asya kıtasına geçebilmek için büyük adına büyük bir jeopolitik önem taşımaktaydı bu nedenle büyük devletler, jeopolitik avantaj sağlamak için Kore üzerindeki çıkarlarını korumaya çalışmışlardır. Hem Japonya da hem de güney Kore de asker varlığı olan Amerika avantajlı konumda olsa da, Sovyet Rusya, Çin’i kendi kontrolüne aldıktan sonra Amerika’yı önce Kore’den daha sonra ise Japonya’dan atma planları yapmaya başlamıştır. İşte bu nedenlerden dolayı Moskova hükümeti 25 Haziran 1950 sabahından itibaren Kuzey Kore kuvvetlerine Güney Kore sınırlarını işgal talimatı vermiştir.

Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye karşı askeri müdahaleleri ve aralarındaki sınır hattı olan 38.enlemi işgal etmesi üzerine ABD hükümeti harekete geçmiştir. ABD başkanı Truman’a göre bu harekat olası bir Sovyet-Çin anlaşmasının ürünüydü. Olaya temkinli yaklaşan ABD öncelikle Japonya’daki askeri birliklerin komutanı olan 5 yıldızlı general “Douglas MacArthur’a” Güney Kore’ye askeri yardım yapılması emrini vermiştir. Bu olayın hemen ardından BM Güvenlik Konseyine başvuran ABD, Güney Kore’ye yardım edilmesi gerektiğine ilişkin önergesini sunmuş ve bu önerge Yugoslavya ait olan bir olumsuz oya karşılık dokuz olumlu oyla kabul edilmiştir. Oylamaya Çin Halk Cumhuriyetinin katılmamasını protesto eden Sovyet Rusya’nın oylamaya katılmadığı için veto yetkisi de olmamıştır. Ayrıca güvenlik konseyi Kuzey Kore’nin saldırgan tutumunu kınayarak birliklerini 38. enlemin gerisine çekmesi gerektiğini bildirmiştir.

BM birlikleri; Türkiye, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Belçika, Filipinler, Kanada, Lüksemburg, Yunanistan, Habeşistan, Güney Afrika Birliği, Hollanda, Kolombiya askerlerinden oluşturulmuştur.                                                                           

Güvenlik konseyinden çıkan karara riayet etmeyen Kuzey Kore, askeri birliklerini geri çekmeyerek Seul’e kadar ilerleyişini sürdürmüştür. Bunun üzerine; ABD, Kuzey Kore’nin bu tutumuna karşılık deniz birliklerinden olan 8. filoyu Tayvan adalarına göndererek; olası bir Güney Kore yenilgisinde adanın güvenliğini sağlamak için önlem almıştır. Aynı gün Güvenlik Konseyinden Güney Kore’nin korunmasına ilişkin karar tasarısı oylanmış ve büyük çoğunlukla kabul edilmiştir. Güvenlik Konseyinden alınan kararla birlikte BM, Güney Kore’ye askeri birlikler sevk etmiş ve Kuzey Kore yenilerek 38. enlemin gerisine çekilmeye başlamıştır. Fakat Kuzey Kore’yi işgal ederek iki yönetimi birleştirme kararı alan birlikler, Kuzey bölgesini Çin sınırına kadar işgal etmişlerdir.

Çin hükümeti milliyetçi devlet düşüncesiyle Tayvan adalarını almak istiyordu. Fakat olası bir Amerika-Kore müttefiki hükümet ile bu durum olası değildi. Bu nedenle, BM güçlerinin 38. enlemi geçmeleriyle Kuzey Kore’nin saflarında savaşa dahil olan Çin Halk Cumhuriyeti aktif olarak Kuzey Kore’yi desteklemeye başlamıştır. 24 Ekim 1950 yılında son hücum ile Kuzey Kore’nin işgal edileceğini bildiren ABD Amirali Douglas MacArthur’un hesaba katmadığı bir gelişme yaşamıştır. Çin Halk Cumhuriyetinden yüzbinlerce gönüllü Yalu nehrini geçerek Kore’ye girmiş ve ABD/BM güçlerinin mevzilerine sızarak bu birliklere ağır kayıplar verdirmişlerdir. Garip olan bir şey bu gönüllülerden oluşan Çin Halk Ordusu milislerinin BM’nin ilerleyişi durdurarak geri çekilmeye zorlamalarıdır. Ocak 1951 yılında ABD başkanı Truman, meclisten özel yetki isteyerek “Kore Savaşı” için 50 milyar dolar savaş bütçesi çıkarmış ve Kore askeri birliklerine, hem mühimmat hem de asker mevcudu olarak %50 oranında takviye yapılmıştır.

Çin Halk Ordusu birlikleri BM güçlerini güneye doğru püskürterek güney bölgesini işgal etmeye başlamışlardır. Ancak BM güçlerinin karşı taarruzu sonucu savaş cephesi 38. enlem boyunca sabitlenmiştir. Bu arada General Douglas MacArthur, başkanın emrini dinlemeyerek Çin sınırına kadar ilerlemek isteyince; derhal görevden el çektirilerek emekliye sevk edilmiştir. Ayrıca generalin görevinden alınmasına neden olan asıl olay; BM güçleri Çin sınırı boyunca yaptığı saldırılar sonuçsuz kalınca, generalin Mançurya’ya atom bombası atılmasını bir öneri olarak sunması görevinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu olaydan sonra savaş alanında birlikler birbirine üstünlük sağlayamayınca mecburen taraflar barış görüşmeleri yapmaya başlamışlardır. Bununla birlikte; Amerika, Sovyet Rusya ve Çin hükümetleri savaşı Kore sınırları dışına taşırmamaya özen göstermişlerdir. Çünkü olası bir yanlış harekat genel bir savaşa yol açabilirdi. 1951 yılının Nisan ayında başlayan görüşmeler ancak 1953 yılının Temmuz ayında sonuç vermiş ve Panmunjom antlaşması imzalanmıştır.

Kore Savaşı’nın Sonuçları ve Asker Kayıpları

Kore savaşı antlaşmayla sonuçlandığında Kuzey Kore, Çin ile Batı bloğu arasında tampon bölge niteliği kazanmıştır. Kore savaşı sonuçlandığında savaşın bilançosu çok ağır olmuştur. Savaşta 3 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Savaş boyunca 56.000 ABD askeri, 600.000 Koreli asker, 500.000 Çin askeri ve 1,5 milyon komünist öldürülmüştür. Bu savaş Amerika’nın atom gücüne fazla güvenmemesi gerektiğini öğretmiştir. Kuzey Kore, Çin ve Sovyetlerin ittifakına boyun eğen ABD, Avrupa’daki diğer devletlerle birlikte bir karar alarak yakın muharebe ve nitelikli askeri birlikler oluşturmaya başlamıştır. Kore savaşına BM üyesi olan bütün devletlerden asker katıldığı için Türkiye’den de katılım olmuştur.  “Tuğgeneral Tahsin Yazıcı” komutasındaki 259 subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er olmak üzere 5.090 kişilik 241. Türk Alayı, 17 Eylül 1950 de Hatay’ın İskenderun limanından hareket ederek Kore’deki BM birliklerine katılmışlardır.


Kore Savaşındaki Türk Ordusu

Katıldığı savaşlarda büyük başarılar elde eden Türk Alayı 721 şehit vermiş ve 2000 askerimiz de yaralanmıştır. Türk askerleri, Kore savaşında gösterdikleri üstün başarılarla kahraman bir neslin evladı olduklarını Dünya’ya tekrar kanıtlamışlardır.

Kore savaşını sona erdiren antlaşma tarafların birbirlerine üstünlük sağlayamacaklarını anladıkları zaman görüşülmeye başlanmış ve müzakereler iki yıl sürmüştür. Taraflar müzakere sürecinde çarpışmaya devam etmişlerdir. Sovyet lideri Stalin’in 1953 Mart’ında ölümüyle, iktidar kavgaları ülkeyi yıpranmış ve nihayet Sovyet Rusya anlaşmayı kabul etmeye razı olmuştur. İmzalanan Panmunjom antlaşmasıyla, Kuzey ve Güney Kore arasındaki 38. enlem tekrar sınır kabul edilmiştir. Sınırlarda ve şartlarda çok değişiklik olmasa dahi Sovyet Rusya, Amerika’yı Kore’den atamayacağını anlamıştır. 



Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Türkiye, Kore, Kore Savaşı, Savaşlar

Tüm Haçlı Seferleri? Nedenleri? Kuruluş Amaçları? Sonuçları?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Tüm Haçlı Seferleri? Nedenleri? Kuruluş Amaçları? Sonuçları?
Tüm Haçlı Seferleri? Nedenleri? Kuruluş Amaçları? Sonuçları?
Tüm Haçlı Seferleri?
Nedenleri?
Kuruluş Amaçları?
 Sonuçları?

Tarih boyunca önemli bir yere sahip olan haçlı seferlerinin ne olduğu temelinin nereye dayandığı asıl amaçlarının ne olduğu, kuruluş amaçları ve sonuçlarını kısa ve özet bir şekilde bu yazımızda sizlerle paylaştık.

Haçlı Seferleri

Haçlı Seferleri 1095 ve 1272 yılları arasında yapılan, Avrupalı Katolik Hristiyanların ve Papanın talebi, çeşitli vaatleri üzerine Müslümanların elindeki kutsal topraklar üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenlemiş oldukları seferlerdir.


Kilisenin Çıkarları, Diğer Adıyla “HAÇLI RUHU”

1071 Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu Türkleri Anadolu’ya girmiş ve 1075 yılında İznik’i ele geçirerek burayı devletin merkezi yapmaya çalışmışlardır. Türklerin Anadolu’ya girişi başta Bizans olmak üzere bütün Avrupa devletlerini rahatsız etmiştir. Bunun nedeni ise, Bizans’ın işgal tehlikesininde olması demek Türklerin önünün açılması dolayısyla Avrupa’ya akınlar düzenlemeleri demek olmuştur. Haçlı seferleriyle birlikte Avrupalı devletlerin akıllarında bir yandan Fatımilerin elinde bulunan Kudüs’ü ele geçirmek diğer yandan da Müslüman’ları Ortadoğu’dan kovmak fikri hakim olmuştur.

11.yüzyıl’ın Avrupa’sına baktığımızda şiddetli kuraklığın getirdiği açlık,sefalet, salgın hastalıklar ve artan nüfus oranı gibi problemler baş göstermiştir. Öte yandan şehirlerinin yağmalanmasından bıkan insanlarda, can ve mal güvenliği endişesi oluşmuştur. Bu da insanların doğunun zenginliklerine kavuşma hayalleriyle Haçlı seferlerine büyük ilgi göstermelerinde büyük etken olmuştur. Aynı zamanda Avrupa’da feodal ailelerin birbirleriyle savaştığı, şövalyelerin adeta terör estirdiği büyük bir kaos dönemi yaşanmıştır. Bu da o dönemde Haçlı seferlerine katılacak kontlar ve dükler için öncelikli hedefin maddi çıkar ve yeni topraklara sahip olabilme düşüncesini doğurmuştur. Bu şartlar Doğu’yu, Batı’nın gözünde bir cennet haline getirmesi ve Doğu’yu hazine olarak görmesi için yeterli sebep olmuştur.

Haçlı Seferlerinin Doğuşu

 Haçlı seferleri, aslında İspanya’dan ve Portekiz den Müslümanların atılması için başlatılan ‘Reconqista (Yeniden Fetih)’ hareketinin başlamasıyla doğmuştur. Bu dönemdeki Müslümanlar İspanya ve Sicilya da hakimiyet kurmuşlardır. Bu hareket, İber yarım adasında bulunan Hristiyanların ve  Krallıkların ortak düşmanları haline gelen Müslümanların, elindeki şehirleri almak için başlatılmış ve 9. yüzyıldan 15. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. Türklerin Bizans İmparatorluğu’na yapmıl olduğu saldırılar nedeniyle, politik başarıları ile bilinen Bizans imparatoru I. Aleksios Kommones Türklere karşı Papadan yardım istemiştir. Papa’da Bizans imparatoru’nın bu talebini yardım isteğinin geri çevirmemiştir. Fakat Papa’nın amacı Bizans’a yardımdan çok Doğu topraklarını ve Kudüs’ü ele geçirmek olmuştur. Papa, kendi görüşlerini benimsemeyen “heretik (dinden sapmış)’  Doğu Hristiyanlarını kontrol altında tutmak ve Avrupa’nın içinde bulunduğu krizden kurtulmasını istemiştir.

1095 de toplanan Clermont Konsilin’de Papa, Hristiyanların Kudüs’ü ve Doğu topraklarını ele geçirilmesi , özellikle de “Kutsal Topraklar”ın Müslümanların elinden kurtarılması için yapılacak Kutsal savaşa (Haçlı Ruhu) davet etmiştir. Papa, savaşa katılacaklara dünyevi ve uhrevi pek çok vaatte bulunmuştur. O zamanlar kilisenin halkı Haçlı Seferlerine katılmaya ikna etme çabasıyla sadece dini bir kurum olmadığının aynı zamanda geniş toprakların yöneticisi ve siyasi bir otorite olmak isteği dikkat edilmesi gereken bir nokta olmuştur.

Birinci Haçlı Seferi (1095-1099)


Kudüs’ün kurtarılması yani Kutsal toprakların Müslümanların hakimiyetinden alınması amacıyla başlatılan Haçlı Seferi’nin ilkidir. Birinci Haçlı Seferi, katılan askeri birliklerin 600.000 kişilik asker sayısı sebebiyle en önemli haçlı seferi olarak kabul edilir. Birinci Haçlı seferinin, 1095 yılında Clermont’da toplanan Kilise Konsilin de Papa 2. Urban (Urbanus) ve fanatik bir Papaz olan Pierre L’Ermite tarafından başlatıldığı kabul edilmektedir. Fakat bu sefere katılmak için Hristiyanlar tarafından Avrupa genelinde propaganda yapılması ve Haçlı birliklerinin toplanması yaklaşık 1 yıldan fazla sürmüştür. İki safhadan oluşan bu haçlı seferinde sefere katılan birinci grup birlikler genellikle sırf din aşkı için savaşmayı göze almış farklı sınıflardan oluşan halktan kişiler olmuştur. İkinci grup ise birinci grubun tam aksine çok düzenli soylu kişiler tarafından seçilmiş profesyonel birliklerden kurulmuştur. Birinci Haçlı seferinin genel olarak başlangıcının iki safhadan oluştuğu kabul edilmiştir.

1)- Birinci haçlı seferlerine “Köylü haçlı” veya “Halkın haçlı seferleri” denmiştir. Bu haçlı seferine katılanların çoğu din için savaşmayı göze almış kiliseye bağlı olan insanların toplanmasıyla olmuştur. Soylular ve profesyonel birlikler bu ilk haçlı seferlerine katılmayı pek tercih etmemişlerdir. Başında fanatik Papaz ‘Pierre L’Eermite’ bulunduğu ilk askeri haçlı ordusu, 1 ağustos 1096 yılında sefere çıkmıştır. Genellikle savaş tecrübesi olmayan erkekler, çocuk ve genç yaştaki kadınlardan oluşturulmuş birlik, Yalova civarında Selçuklu ordusu tarafından imha edilmişlerdir.

2)- İkinci gruba “Baronların haçlı seferi” denmektedir. İkinci olan grup soylular tarafından komuta edilen ağır zırhlı şövalyelerden ve profesyonel askerelerden oluşmuş birliktir. Şövalye ve soylulardan oluşan bu grup Haçlı ordusu ile ilgili rivayete göre 30.000 ile 70.000 arasında asker ve 30.000 civarında asker olmayan bir güçten oluşmuştur. Haçlı ordusuna katılacak olan birliklerden güney İtalya normlarından, Lorraineliler ve Fransız şövalyelerinden oluşan bu ihtişamlı büyük bir ordu yaratılmıştır. Avrupa’nın kararlaştırılan alanlarında bu ordular toplanmaktayken özellikle Almanya da Yahudiler için büyük bir infaz propagandası başlatılmıştır.

1097 de İstanbul önlerine gelen bu ikinci haçlı grubu, kendi ihtiyaçları ve hayvanların yemini karşılamak için güzergahları üzerinde bulunan yerleşkelere büyük zararlar vermeye başlamışlardır. Sırf bu sebepten Macaristan’da vermiş oldukları zararlardan dolayı oradaki idari güçler bu Haçlı ordularına direnmeye başlamışlardır. Daha sonra Haçlı ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak için çoğu paralı asker Peçenek Türklerinden oluşan Bizans ordusu, bu birliklere refakat etmeye başlamıştır. Konstantinopolis’e erişen büyük Haçlı grubu komutanları Bizans imparatoru 1. Aleksios Komnenos’a bağlılık yemini etmişlerdir. Bu ordu aynı zamanda eskiden Bizans toprağı olan yerlerin tekrar Bizans’a verileceğine dair ant içmişler ve Anadolu topraklarına giriş yapmışlardır Haziran ayının son haftalarında harekete geçen Haçlı ordusu, beş haftada Kudüs’e varmayı planlamış fakat bu sefer tam 2 yıl boyunca sürmüştür.                                                                                               

Bu haçlı ordusu öncelikle Anadolu Selçukluları’nın merkezi olan İznik’i kuşatmıştır. Anadolu Selçuklu hükümdarı olan 1. Kılıç Arslan Haçlı ordusunun kuşatmasına daha fazla dayanamayarak geri çekilmiştir. Merkez İznik, kuşatmaya beş hafta direnmiş olsa da 17 Haziran 1097 de Bizans imparatorluğuna teslim edilmiştir. Anadolu içlerine çekilmiş olan Kılıç Arslan, Danişment Gazi ve Kayseri Emir’i Hasan ile ittifak yapmış ve müttefikler Eskişehir ovasında haçlı ordusuna saldırmışlardır. Bu savaş Haçlılar tarafından “1. Dorileon Muharebesi” olarak adlandırılmıştır. Ön safhalarda Normanlar’dan oluşturulduğu askeri grubu karşılayan 1. Kılıç Arslan, zırhlı şövalyelerden oluşan bu birliğe karşı ok, kılıç ve hafif zırhlı silahlarla dayanamayacağını anlayarak ordularıyla geri çekilmiştir. Ve bu geri çekilmeden dolayı Hristiyan tarihçiler bu Haçlı askeri grubundan iftiharla bahsetmektedir.   Haçlı ordularının ilerleyişinin engellenemez ve meydan muharebeleriyle durdurulamaz olduğunu anlayan 1. Kılıç Arslan, birçok taktik düşünmüştür. Haçlu Ordusunun Anadolu topraklarından geçiş güzergâhında strateji geliştirmiş, soğuk savaş taktikleri uygular gibi ani baskınlarla çoğu askerleri etkisiz hale getirmiştir. Geçiş güzergâhlarındaki su kuyularını tahrip etmiş, köyleri boşalttırmış, yolları üzerindeki meraları büyük koyun sürüleri ile otlatıp Haçlı ordusunu susuz ve hayvan yeminden yoksun bırakmış onları yıpratmak için birtakım taktikler uygulamıştır.

Haçlıların Antakya Kuşatması

Yollarına devam eden haçlı ordusu, Toros’u geçip Ermeni hakimiyetinde bulunan Çukurova bölgesine girmiş ordan da Antakya önlerine kadar ilerlemişlerdir. Ağır zırhlı bu ordunun komutanı Taranto prensi olan Boemonda bulunmaktadır. Antakya’nın başında bulunan Türk Yağsıyan ve adamları, şehrin etrafına hendekler kazdırarak şehri 9 ay boyunca savunmuşlardır. Fakat haçlı güçleri, bölgedeki Hristiyan ahalinin Yağsıyan’a yapmış oldukları ihanet sayesinde kalenin bir burcunu ele geçirmişlerdir. Şehrin düştüğünü sanan Yağsıyan, 30 muhafızıyla birlikte kaleyi terketmiştir. Bununla birlikte Antakya kalesini ele geçiren Haçlı Ordusu buradaki Müslüman halkı canice katletmişlerdir.

Antakya Kalesinde Sıkışan Haçlı Ordusu

Haçlı Ordusu’nın Antakya Kalesini ele geçirdiğini öğrenen Musul Emir’i Kürboğa, topladığı birliklerle birlikte Antakya kalesini kuşatmıştır. Bu birlik Haçlı askerlerinin bir kısmından oluşmuş ve Kürboğa’nın korkak tavrından dolayı en başta saldırıya geçilmemiştir. Antakya Kalesi’nde 12 gün kuşatma altında kalan Haçlı Ordusu açlık çekmiş, soylular ve şövalyeler kendi atlarını kesip yemişlerdir. Diğer askerler ise yaşayan hangi canlıyı bulurlarsa yiyerek karınlarını doyurmuşlar hatta ot ve ağaç kabuklarını dahi yemeye başlamışlardır. Bu açlık ve sefalet içindeyken Marsilyalı keşiş Pierre Barthelemy’nin Antakya Katedralinin dini etkisiyle de bir rüya gördüğünü iddia etmştir. Barthelemy rüyasında  Hz.İsa’nın çarmıha gerildikten sonra öldürüldüğü kutsal mızrağın Antakya Katedralinin altında gömülü olduğunu söylemiştir. Bunun akabinde kazılar düzenlenmiş ve yapılan kazı sonucunda “Kutsal mızrak” bulunmuştur. Bulunan mızrak ile dini heyecan ve ruh haline bürünen Haçlı Ordusu’nun başpiskoposu Le Puy’un taşıdığı Kutsal mızrakla Antakya kalesinden çıkmış ve Musul Emir’inin ittifakları olan ordular bu olaydan dolayı çekinmiş ve ittifaktan ayrılmışlardır. Birikilten ayrılanların geri dönüşü sonucunda Kürboğa’nın ordusu çok ağır bir yenilgi almış ve kuşatmadan mağlup olarak ayrılmıştır.

Haçlılar Antakya’yı aldıktan bir süre sonra at, yiyecek, iaşe teminatı için şehirde kalmışlardır. Hatta bu teminatlar sağlama sırasında bir Arap yerleşkesi olan Maarrattun Numan Kalesi kuşatılmıştır. Bu kuşatmada haçlılar tarafından 20.000 kişinin kılıçtan geçirilip korkunç bir katliam yapılmıştır. Hristiyan kaynaklarında belirtildiğine göre gözü dönmüş Haçlı ordusunun bu kaledeki ölen insanların bedenlerini dahi yedikleri söylenmektedir.         

Kudüs'ün Kuşatılması ve Katliam

                                           
Haçlı ordusu, Antakya civarındaki ihtiyaçlarını tamamladıktan sonra Lübnan, Batı Suriye ve Filistin topraklarından geçerek 5 Temmuz 1099’da Kudüs şehri surlarının önüne ulaşmıştır. Kudüs şehri, Fatımilerin askeri komutanı İftikar El-Devle ve onun askeri güçleri tarafından üst düzeyde korunmuştur. Haçlı Ordusunun 5 Temmuz’dan itibaren kalelerin surlarına yaptıkları saldırılarda başarısız olmuşlar ve hep geri püskürtülmüşlerdir. Fakat Haçlı Ordusu’na denizden gelen yardım durumu haçlıların lehine çevirmiştir. Filistin sahillerine demir atan Cenevizliler gemilerini karaya oturtmuşlardır. Cenevizliler, temin ettikleri tahtalarla surlara yanaşarak büyük kuleler yapmışlardır. Yapmış oldukları bu iki kule 14 Temmuz gecesi kalenin önüne getirilerek surlara gerilmiştir.Ve 15 Temmuz günü kalenin kuzeydoğu kapısı önünden Flandralı şövalye ilk defa şehre girmeyi başarmıştır. Daha sonra diğer komutan ve askerler şehre girmeye başlamışlardır. Fakat yapılan diğer kulede aynı taktikle davranılmasına rağmen ilerleyememiştir. Bunun üzerine Haçlı Ordusu, komutanlarından Raymond Saint Gillies’in, Fatımi kale komutanı olan İftikar El-Devle’ye teslim olması halinde kendisinşn ve ordusunun şehirden çıkarılacağı sözünü vermiştir. Bunun sonucunda Haçlı Ordusu,  kaleyi teslim almış ve sözlerinde durarak Fatımi kale komutanını ve ordusunun şehirden ayrılmasına izin vermiştir. Fatımi komutanı ve ordusu Aşkalon Kalesine sığınmış, böylece Kudüs resmen Haçlıların eline geçmiştir. Fatımi komutanı ve askerleri serbest bırakılmasına rağmen haçlı ordusu kaledeki Müslüman ve Yahudilere büyük kıyım ve katliamlarda bulunmuşlardır. Mabetlere sığınan kadın ve çocukları dahi kılıçtan geçirmişler, şehrin sokaklarını kan ve cesette bulamışlardır.

Kudüs alındıktan sonra işgal edilen diğer toprakların da yönetilebilmesi için haçlı ordusunun soylu komutanları Kutsal Kabir Kilisesi’nde  birleşerek bir “Kudüs Krallığı” kurmuşlardır. Bu krallığın ilk Kralı ise Godfrei De Bouillon olmuştur. Haçlılar daha sonra serbest bıraktıkları Fatımi ordusuna savaş açmıştır. Aşkalon Muharebesi adı verilen bu savaşta Haçlı Ordusu Fatımi ordusunu kötü bir yenilgiye uğratmış, Kudüs’ü artık tamamen kontrol altına almışlardır.

Haçlı Seferlerinin Sonuçları


Soyluların, baronların ve yüksek zümrenin yürüttüğü bu haçlı seferleri modern tarihçiler tarafından gayet başarılı bulunmuştur. Çoğu Frank asıllı olan Haçlı Ordusu’nun Kudüs’ü alması Birinci Haçlı Seferi’nin amacına ulaşması demektir.

1100 Haçlı Seferleri

1099 da yapılan Haçlı seferlerinin başarıyla sonuçlanmasıyla  ülkelerine geri dönen soyluların doğunun zenginliklerinden büyük bir abartıyla bahsetmişlerdir. Bunun üzerine  Papa 2. Paschalis’in tekrar Haçlı seferi çağrısı yapması üzerine kısa sürede üç büyük ordu oluşturulmuştur. Papa 2. Paschalis’in Avrupa Krallıkları, Kutsal Roma ve Cermen İmparatorluklarıyla yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle bunlardan hiç destek alamamıştır. Tekrar kurulan bu Haçlı Ordusu zengin olma hayalleriyle tutuşan baronlar ve soylulardan oluşmuştur. Birinci Haçlı seferlerinin üçüncü kolu olan bu sefer aslında Kudüs’e yerleşen haçlı ordusuna yardım etmek amacıyla  oluşturulmuştur. Bu sefer, birbiri ardına Konstantinopolis’e ulaşan üç ordunun Anadolu’ya aralıklı olarak girmesiylebaşlamıştır Orduların toplam mevcudunun yaklaşık 300.000 kişilik bir askeri birlikten oluştuğu yönünde tahmin yürütülmüştür.

Birinci ordu Lombardlar, Fransızlar ve Almanlardan, ikinci ordu Fransızlardan ve üçüncü ordu ise Almanlardan oluşmuştur. Birinci grupta bulunan ordu 20.000 kişi ile Ankara dolaylarına saldırmış ve Merzifon’da Danişment Gazi ile 1. Kılıç Arslan birliklerinden oluşan orduyla meydan muharebesine girmiştir. Büyük bir hezimete uğrayan bu birinci Haçlı grubunun çocukları ve kadınları Türklere esir düşmüştür. Başka bir grup haçlı ordusu bir kont komutasında Anadolu’da Ankara, Konya ve Ereğli güzergahından gelmiş ve bunun bir hata olduğunu sonradan anlamışlardır. Fakat ilerleyen Haçlı ordusu kendilerinden bir önceki haçlı ordusunun gittiği güzergahı takip ettikleri için yiyecek, iaşe ve hayvan yemi bulmakta zorluk çekmiş ve bitkin halde sefil düşmüşlerdir. Bu sırada Merzifon dolaylarında Haçlı ordusunu bozguna uğratan sultan 1. Kılıç Arslan ve Danişment Gazi süvarileri Ankara ve Konya üzerinden gelen haçlı ordusunu takip etmiş ve Ereğli yakınlarında onları pusuya düşürerek ordunun tamamına yakınını hezimete uğratmışlardır. Muharebeden sağ çıkan çok az sayıdaki asker de Toros dağlarına sığınmışlardır.

İkinci grubun gelişinin ardından bir hafta geçmeden üçüncü Haçlı Ordusu Anadolu’ya hareket etmiştir. Diğer iki grubun adeta sömürdüğü, neredeyse hiçbir yiyecek ve su kaynağının bulunmadığı güzergahtan ilerleyen bu son grup da aynı şekilde susuz ve bitap halde Ereğli’ye ulaşmıştır. Oradaki çay kaynağı olan Akgöl’den kana kana su içmişlerdir. Fakat Haçlı Ordusunun hesaba katmadıkları bir şey vadır o da bu gölün sularının  1. Kılıç Arslan tarafından zehirlenmiş olduğudur. İçtikleri sudan ve açlıktan güçsüz kalan ordu zehirlenmenin de etkisiyle iyice teslim olmuş ve bir çoğu sudan zehirlenerek ölmesine rağmen sağ kalanların bir kısmı esir alınmıştır. Bu Haçlı Ordu’sunun komutanı Baverya dükü Wolf’un da kaçarak Antakya’ya sığınmayı başarmış olmasıda hala gizemini korumuştur.

1101 yılında yapılan Haçlı  Seferlerinin komutanlarının birleşerek sadece Kudüs’e varmıştır. Kurulan orduların ayrı gruplar halinde Anadolu Selçuklu Devleti ve Danişment Gazi müttefikine karşı alınan hezimetler aslında Avrupalı tarihçilerin 1101 Haçlı seferlerini neredeyse tamamen unutmalarına sebep olmuştur. Fakat 1. Kılıç Arslan ve Danişment Gazinin Haçlı orduları karşısında aldıkları bu büyük zaferleri unutmak mümkün olmamıştır. Anadolu Selçukluları ve Danişment Gazi’nin ordularının kazandıkları bu zaferlerden sonra Anadolu’nun bir Türk yurdu olarak kalacağı konusunda kesin yargılar oluşmasına sebep olmuştur.

Üçüncü Haçlı Seferleri (1189-1192)

Selahattin Eyyubi’in Kudüs’ü tekrar ele geçirmesi üzerine Alman İmparatoru Barbarossa 100.000 kişilik ordusuyla Anadolu’ya girmiştir. Fransa kralı II. Filip ve İngiltere kralı Aslan yürekli Richard ise bir donanmayla Akdeniz üzerinden ‘Akka’ ya gelmiş ve şehri kuşatmışlardır. Aslan yürekli İngiliz birçok kez Kudüs’ü ele geçirmek için uğraşmışsa da Selahattin Eyyubi’nin başarılı taktikleri ile bu taarruzları sonuçsuz kalmıştır, başta Kudüs’ün Müslümanlarda kalması Selahattin Eyyubi’nin ne kadar zeki bir komutan ve büyük bir lider olduğunu bütün dünyaya kanıtlamıştır.   

Üçüncü Haçlı seferinde Macar topraklarında Kral Bela’dan büyük yardımlar gören Alman ordusu, Tuna’yı geçip Bizans topraklarına girince sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bizans’ın kendi iç karışıklıklarını yaşaması, yapılan entrikalarla uğraşması ve Anadolu’daki Türk direnişi Bizans’ın imparatorunun Almanlardan oluşan bu Haçlı birliğinden çekinmesine sebep olmuştur. Almanlardan oluşan Haçlı Ordusu, Bizanssız yolarına devam etmiştir Miryokefalon mevkiine kadar ilerlemişlerdir.

Haçlılar, II. Kılıç Arslan’dan destek görse de bu akıllı komutan Alman ordusunu biraz yıpratmak istemiş ve küçük çatışmalar yaşanmasına engel olmamıştır. Açlık, susuzluk ve Türklerin okları Almanları yavaş, yavaş tüketmeye başlamıştır. Sultanın oğlu Kutbeddin Almanların güzergâhında boşaltılan Konya şehrinde haçlılara yoğum bir direniş sergilese de de haçlılar Konya’yı ele geçirmeyi başarmışlardır. Meramda bölgesinde biraz dinlenen Barbarosso ve Alman ordu, Toroslardan Silifke’ye kadar yollarına devam etmişlerdir.  Haçlı ordusunun ilerlediğine dair haberi alan Selahattin Eyyubi’ye Çukurova civarında bulunan Ermenilerden haber ulaşmıştır. 10 Haziran 1190 da Silifke ovasına giren Haçlılar büyük felaketler yaşamışlar ve bazı rivayetlere göre Alman ordusunun komutanı Barbarosso serinlemek için girdiği nehirde boğulmuştur.

İngiltere ve Fransa'nın Haçlı Seferlerine Katılması

İngiltere ve Fransa yıllarca birbirleriyle savaş halinde oldukları için haçlı seferlerine katılmaya fırsat bulamamışlardır.1188’de Normandiya civarında Gisors da barış antlaşması yapılırken Sur Başpiskoposu Josias oraya ulaşmış ve yaptığı etkili konuşmalar sayesinde iki devlette Haçlı seferlerine katılma vaadinde bulunmuşlardır. Fakat iki devletlerin birbirlerine olan güvensizlikleri sebebiyle beraber sefere çıkmaları kararlaştırılmıştır. Bu ordu da devletleri ayırmak için Fransızlar kırmızı, İngilizler beyaz ve Flaman birlikleri de yeşil haç taşımaları istenmiştirç. Sefer kararı alındıktan sonra seferin mali yönünü karşılamak için askeri hizmette bulunmayan halktan “Selahattin öşrü” denilen vergi tahsis edilmiştir.

Dördüncü Haçlı Seferleri (1202-1204)

Bu haçlı seferinin Papa 3. Innocentius tarafından Kudüs’ü kurtarmak için yapmış olduğu çağrıyla başlamıştır. Avrupa’da toplanan ordular İtalyan Bonifacio tarafından komuta edilmiştir. Ordunun asıl amacı ilk olarak Mısır’a ulaşmak ordan Kudüs’ü ele geçirmek olmuştur. Haçlı Ordusunu Venedikliler ücretli olarak taşımayı kararlaştırmış; fakat haçlıların parası bu ücreti ödemeye yetmeyince ordunun bir kısmı taht kavgaları yaşayan Bizans’a yönelmiş Konstantinopolis yağmalamışlardır.

Dördüncü Haçlı grubunun diğer gruplardan ayıran farkı ordunun tek elden yönetilmiş olmasıdır. Fakat birliklerin bir bölümünü, Venedik dükü tarafından Konstantinopolis şehrini işgal etmeye yöneltilmiştir. Bu işgal sırasında da şehrin büyük bir kısmı yakılıp yıkılmış, değerli sanat eserleri ise Avrupa’ya götürülmüştür. Ortadoks Hristiyan olan Bizans’ın yerine, Katolik Hristiyan Latin imparatorluğu kurulmuşsa da kurulan bu Latin imparatorluğu da pek uzun ömürlü olmamıştır. Dördüncü Haçlı Seferlerinden en kazançlı çıkmış olan devlet Venedik olmuştur. Çünkü taşıma ücretini ödeyemeyen haçlı devletleri Ege denizindeki bazı Liman ve Adaları borcularını kapatmak Venedik’e için teslim etmişlerdir.

Çocuk Haçlı Seferleri

1212 yılında tamamı çocuklardan oluşan ve kurulma sebebi tam olarak bilinmeyen bir haçlı gücü oluşturulmuştur. Orta çağ Avrupa’sının tarihindeki lekelerden biri olan bu tarihi olay batılılar tarafından üstü kapatılmaya çalışıldığı için bu birliklerle ilgili pek belge bulunmamaktadır.

Avrupa’nın kışkırtması sonucu birleşen bu çocuk güçleri Fransa da Stephen, Almanya’da Nicholas adlı gençlerin önderliğinde kurulmuştur. Bu çocuk güçler yaklaşık olarak 37.000 çocuktan oluşmuş ve Kudüs’e varmayı planlamışlardır. İnanışa göre İtalya’nın Genova şehrinde yapılan ayinle deniz ortadan ikiye ayrılmış olacak ve çocuk güçler burdan Kudüs’e yürümüş olacakalrdır. Fakat beklenen olmamış ve büyük hayal kırıklıkları yaşanmıştır.

Kurulan bu çocuk ordusu geçtiği yerleşim yerlerinde yardım ve iaşe desteği dahi görmüş olmasına rağmen bu çocukların, akıbeti çoğu yolda açlıktan, hastalıklardan ve donarak ölerek sonuçlanmıştır. Bazıları ailelerine geri dönmüş, bazıları Anadolu’daki Hristiyan ailelerinin yanına yerleşmiş ve ne yazık ki bazıları da Venedikli tüccarlar tarafından Mısır’a köle olarak satılmışlardır.                                                       

Batı medeniyetlerinden Almanya’nın 20.000 ve Fransa’nın 30.000 çocuğu kendi elleriyle ölüme göndermeleri  kurlan bu birliğin ne yazıkki üzücü tarafı olmuştur. Yetişkinlerin bile giriştiği haçlı seferlerinde alınan başarısız sonuçlardan sonra Papanın böylesine acıklı bir olayı organize etmiş olması kendi elleriyle çocukları ölüme göndermesine neden olmuştur. Çocuk liderlerin vaazları ve çevrelerindeki yetişkinlerden tepki görmemeleri ellerinde bulunan Papanın izniyle olmuştur.


Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Haçlı Seferleri, Birinci Haçlı Seferi, İkinci Haçlı Seferi, Üçüncü Haçlı Seferi, Dördüncü Haçlı Seferi

Berlin Duvarı Nedir? Niçin Kuruldu? Nasıl Yıkıldı? Ne Amaçla Yapıldı?


Anasayfa > Site Haritası > Tarihi Olaylar > Berlin Duvarı Nedir? Niçin Kuruldu? Nasıl Yıkıldı? Ne Amaçla Yapıldı?
Berlin Duvarı Nedir? Niçin Kuruldu? Nasıl Yıkıldı? Ne Amaçla Yapıldı?
Berlin Duvarı Nedir?
Niçin Kuruldu?
 Nasıl Yıkıldı?
 Ne Amaçla Yapıldı?

Berlin Duvarı

Utanç duvarı olarak da bilinen Berlin duvarı, 1961 – 1989 yılları arasında Doğu Almanya ile Batı Almanya arasında yer alan, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya göç ve kaçışlarını engellemek amacıyla inşa ettirilmiş olan duvardır. Halkın göç etmesinin sebepleri arasında yönetimin baskıları, ekonomik problemler, kısıtlanma hissi ve korku gibi etkenler bulunmaktadır. Yıllarca unutulamayan bu olay birçok aile bireyinin birbirini görememesine, hatta birçok bireyin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.


Berlin Duvarı’nın Yapılış Amacı ve Utanç Süreci

Berlin duvarı (Berliner Mauer) süreci, II. Dünya Savaşı’nı kaybeden Almanya’nın yaşadığı en karmaşık ve kötü süreçlerden birisi olmuştur. Bu yenilgiyle Almanya ve başkenti Berlin işgalci ülkeler; İngiltere, Fransa, Amerika ve Sovyetler arasında dört kısım olarak paylaşılmıştır. Sonrasında Batı ittifakı birleşmeyi önermiş ve Sovyet güçlerinden olumsuz yanıt almıştır. Bu olumsuz cevap yeni rejimlerin oluşmasına ön ayak olmuştur.

Almanya’nın yeniden oluşumunu sağlamak isteyen batı ittifakı Doğu Almanya kısmındaki Sovyetler ve yönetimine karşı bir cephe ve güç oluşturmuştur. Bunu fark eden Sovyetler yeni rejimler ve çözümler bulma çabalarına girmişlerdir. Doğu Almanya’da gerçekleştirilen Sosyalizm ve otoriter yönetim, halkı bıktırmış ve Batı Almanya’ya kaçışları beraberinde getirmiştir. 1952 yılında Doğu Almanya ve Batı Almanya arasında sınır belirginleşmiştir. 13 Ağustos 1961 de tamamlanan bu duvar bir gecede örülmüştür. İlk başta tel örgüler ile kaçışlar engellenmeye çalışılsa da, 270.000 kadar kişi çoktan Batı Almanya’ya ulaşmıştır. Duvarın daha etkili olması ve kaçanları fark etmek için doğu tarafı beyaza boyanmıştır fakat yapılan bu hamle de sonuçsuz kalmıştır. Döşenen mayınlar, 186 adet gözetleme kulesi, köpekler, çelik kapılar, geniş alanlara yapılan ışıklandırma sistemine rağmen ne yazık ki yapılanlar hiç biri işe yaramamıştır. Tam beş bin vatandaş tünellerle veya balonlarla daha bilmediğimiz başka yöntemlerle duvarı geçmiştir. Uzunluğu yaklaşık olarak 46 kilometre olan Berlin duvarından tahmini olarak 240 kişinin geçmek isterken öldüğü bilinmektedir.



Berlin Duvarı'nın Yıkılışı


Utanç duvarı ilk olarak o dönemin Sosyalist Birleşik Partisi (SED) lideri olan Walter Ulbricht tarafından Sovyet güçlerine yapılan çözüm teklifleriyle düşünülmeye başlanmıştır. Berlin duvarından en çok zarar gören hiç kuşkusuz “Bernauer Strasse” olmuştur. Burada ev pencereleri doğu kısmına baktığı için insanlar pencerelerden atlayarak Berlin duvarının Batı kısmına geçmişlerdir. Kaçışların önüne geçebilmek için daha sonrasında bu evlerin önce pencereleri kapatılmış, daha sonra tamamen yıkılmıştır. Berlin duvarının kaçışları engelleyemediğini fark eden Alman Demokratik Cumhuriyeti hükümeti geçişlerin serbest olduğunu 9 Kasım 1989'da halka duyurmuştur. Bu duyuruyla birlikte binlerce insan Doğu ve Batı kısmından bu duvarın yanına gelerek birleşmişlerdir. 13 Haziran 1990 yılında duvar yıkımı başlamış ve 1992'de tamamlanmıştır.

Bu duvarın utancını ve acısını uzun yıllar çeken Almanya sonunda özgürlüğüne kavuşmuştur. Bunun beraberinde Alman Demokrat Cumhuriyeti’nin de sonu gelmiştir. Doğu Almanya’nın vatandaşları Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Yugoslavya gibi ülkelere göç etmiş ve oradan da trenlerle başka ülkelere kaçmışlardır. Bu utanç duvarının şuan hiçbir somut etkisi kalmamıştır; fakat soyut anlamda duvarın etkisi ve hatıralar hala yaşamaktadır. Duvarın yıkılmasından sonra Doğu Almanya’nın maddi anlamda büyük kazançlar elde ettiği görülmüşse de, en büyük işsizlik oranında da başrolde olmuştur.

Berlin Duvarı'ndan Arta Kalanlar


Bu duvarın kalıntıları şehrin birçok yerinde hala yaşamaktadır. özellikle duvarın bulunduğu güzergah boyunca sergiler, müzeler, fotoğraflar, duvar hakkında bilgi veren notlar ve daha bir çok anı bulunmaktadır. Özellikle gri-beyaz olan “Mauerweg” tabelaları duvarın geçtiği ve etkisi altına aldığı alanları göstermektedir. Berlin duvarıyla ilgili anıt ve parçalar dünyanın başka noktalarında da bulunmaktadır.

New York 53.caddede, Vatikan bahçesinde, Las Vegas’da, Main Street Station Otelinin erkekler tuvaletinde, Brüksel’de, Avrupa Parlamento binasının önünde, Montreal’de, Dünya Ticaret Merkezinde, Budapeşte terör müzesinin önünde, Strazburg Avrupa insan hakları mahkemesi binasının önünde ve Berlin’deki Axel Springer Verlog adlı yayın evinin merkez binası önündeki “Balannceakt” adlı bir anıtında.


Kategoriler:
Tarihi Olaylar, İlgin Olaylar, Gizemli Olaylar, Almanya, Berlin Duvarı, Berlin Duvarının Hikayesi