Dergi denince nedense aklıma samanlı sarı sayfaların kendine has kokusu ile hülyalara daldığım yıllarım gelir. Kapakta el emeği bir resim, içinde çeşitli yazıların ve şiirlerin bulunduğu, bir solukta göz gezdirilen ama yeni sayısı çıkana dek geçen sürede yeniden başlanarak sindire sindire okunan, reklâmın yok denecek kadar az yer kapladığı, gelirlerinin kısıtlı olduğunu anımsatan görünüşe sahip, siyah ve beyazın egemenliği altındaki eski
dergiler.
Şimdinin pırıl pırıl kuşe kapaklı, cafcaflı dergilerini gören yeni kuşak ne bilsin. Gerçekten de böyleydi. Kıt kanaat geçinen, hatta geçinemeyen ama sanat aşkı ile yanan sevdalıların uğraşıydı dergicilik.
Aslında bu dergileri alanların da dergiyi hazırlayanlardan pek farkı yoktu.
Çoğu kez üç beş arkadaş minicik harçlıkları bir araya getirerek bir dergi alır ve sıra ile okurduk. Öyle bir paylaşımdı ki bu yeni sayı çıkana kadar dergi adamakıllı eskir en son okunanın evinde kalırdı. Bu sebepledir ki kütüphanemde dergiler yok denecek kadar az, olanlar ise neredeyse lime limedir.
Dergiler yıllar içinde elbette değişti. Kağıt kalitesi de baskı kalitesi de yükseldi ama reklâm sayfalarının çoğalması ile doğru orantılı olarak. Ancak bir gerçek de şudur ki eskiden çıkan dergiler ile şimdi çıkan dergilerin sayıları da değişti ters orantılı olarak. Edebiyat dergilerinin pek çoğu kapısına kilit vurdu yıllar içinde. Ayakta kalmayı başarabilmiş olanların da kendilerine göre sorunları mutlaka vardır ve olacaktır.
Ülkem insanı bilgisayarla tanışmasından kısa bir süre sonra internetle de tanışınca, hele hele web sitesi yapmayı, kendi tasarımını internette görselleştirmeyi keşfedince pek çoğumuz şair , yazar oluverdik. Esasen hepimizin mayasında olan bir şey bu.
Gün geçmiyordu ki yeni bir yazarın tanıtıcı mektubu posta kutularımıza düşmesin. Link adresleri bir anda tüm kullanıcılara ulaşıveriyor, sayfalara eklenen ziyaretçi defterlerine çokça beğenilerin üst düzeyde olduğu notlar yazılıyordu.
Bir eser yazabilme, yaratabilme becerisini kendinde bulamayanlar, edebiyat alanına ilgi duyanlar hazır yazılmış şiirler, öyküler, yazılar varken adeta ganimet bulmuş gibiydiler.
Hele hele eserlerin altındaki ismi silip kendi ismini oraya geçirmeyi marifet sanıp ona buna benim şiirim, yazım diye göndermeyi ahlâka aykırı bulmayanlar, sanata, emeğe saygıdan bihaber olanlar bu kervana eklenince bu alanda da kirlilik hızla yayılıverdi.
Elbette sanata aşık olan, saygı duyan kesim de boş durmuyordu. Onlar belki önce çekinerek yaklaştıkları interneti, basılı dergi maliyeti ile karşılaştırdıklarında çok ucuz, hatta bedava bulunca E Dergicilik de başlayıverdi.
Aslında kötü olmadı.
Her önüne gelenin yazıp çizdiği, pek çoğunun sayfasına koyduğu uyduruk bir sayaçla çok okunur olduğunu iddia ederek kendini kontrolün olmadığı (şimdilerde çıkan kanunla bir nebze de olsa kontrol edilebilir halde) bu boşlukta, konudan anlayanların da “biz de varız” demesi gerekiyordu.
Boşluk diyorum zira dergi denince nasıl eski dergileri anımsıyorsam, internet denince tıpkı uzay gibi kocaman bir boşluk algılıyorum.
Dergiyi ele alıp okumak ile bilgisayardan okumak birebir aynı olmasa da “okuma ihtiyacının karşılanmasındaki eksiği giderebilir” diye düşünüyorum. Ancak saklanmak istenildiğinde işler değişiyor. Basılı dergi el altında, hazır. Parayı ödediniz mi sizin oluveriyor. Baskısı için uğraşmıyorsunuz. E Dergiyi ise olanak verilmişse pdf formatında makinenize indirebilir ve isterseniz kendiniz basabilirsiniz. Dergi okurunun tercihine kalıyor basıp saklamak.
E Dergilerin hızla artması ilgiyi çekmekle birlikte beraberinde rekabeti de getirmekte. Ancak bu rekabetin dergide kaliteyi arttırmak yerine dergi sahipleri ve yazarlar arasında olması, çocukların kendi aralarında yaşadıkları kavgalarda çokça kullandıkları “benim babam , senin babanı döver” söylemini hatırlatmakta..
Olaya okur gözüyle bakarsak, okur kendisine sunulan dergiyi dopdolu görmek, tatmin olmak, okuduğundan keyif almak, bilgilenmek, kendini bulabilmek, yeni sayıyı özleme ve merak duygusuna kapılabilmek ister.
Gerek görsellikte, gerek içerikte zayıf olan bir dergi okuru ne kadar tatmin edebilir?
Koltuğuna oturduğunda okumak istediği dergisini eline alıp sayfalarını tek tek çeviremiyorsa, bu noksanlığın üzerine bir de içerik eksikliği varsa, tıklamaları sonuçsuz kalabiliyorsa, üstüne üstlük alışmaya çalıştığı bu dergi sürekli farklı sunuluyorsa ve diğer dergilerle olan rekabetini okura yansıtıyorsa ne kadar memnun olunabilir?
E dergilerin bir kesime değil her kesime hitap edeceği düşünüldüğünde belli görüşü savunan, kendi bakış açısından farklılıklara sımsıkı kapalı olan, fikrini empoze ederken sanatsal bakış açısını kaybedebilen bir dergi ne kadar okur bulabilir?
Dergilerin yayımlanacak eser seçimleri de bu bağlamda düşündürücü olmakta. Salt kendi fikrine uygun kelimelerle bezeli diye sanatsal açıdan hiç de doyurucu olmayan eserlerin neşri, eser seçimindeki isabetsizlikler ve adaletsizlikler, körlerle sağırlar birbirini ağırlar sözüne uygun davranışlar sergileme de bu dergilerin ciddiyetine gölge düşürecek bir unsur olarak karşımıza çıkmakta.
İşin bu faslında da editörler ve seçici kurullar konusunu irdelemek gerekir.
Dergi editörü ne kadar donanımlıdır?nasıl seçilir? Editör dergiye gönderilen tüm eserleri okur mu? Okursa neye göre tasnif eder gibi sorular hep olacaktır.
Bence bir editör gelen her yazıyı okumak zorundadır. Çok güvendiği kişilerden gelse bile.
Bu okuma ardından varsa hatalar düzeltilmeli ve yayın kuruluna gönderilecekler listesine almalıdır yazıyı.
Yayın kurulu denince; dil, yazım teknikleri ve ilgili konuda bilgi sahibi, alanında uzman kişiler geliyor akla ama eserlerin yayımlanmasına karar verecek olan seçici kurulların yeterlilikleri nedir? İyi-kötü, güzel –çirkin, edebi değeri vardır-yoktur ayrımı nasıl yapılmaktadır, seçme ve yayınlama onayını elinde bulunduran kişi/ler nasıl seçilir gibi sorular geliyor akla. Bu sorular uzayıp gidebilir.
Halka sunulan her ne olursa olsun gereken özenin gösterilmesi şarttır.
***
Konu ile ilgili yapabildiğim ufak bir araştırmada aldığım sonuçlar beni oldukça şaşırttı.
Bulunduğum şehirde bir üniversite olması bu küçük araştırmaya itti beni.
Gençlerin bir kısmı E- Dergileri hiç okumadıklarını söylerken, bir kısmı okuduklarını ama tümünü inceleyemediklerini söylediler.
Şiir yazanlardan bazıları bu tip dergilere şiir yolladıklarını, yolladıkları şiirler yayınlanmış mı diye arada bir baktıklarını, yayınlanmamışsa bir daha bakmayı canlarının istemediğini, şiirleri yayına alınmış ise çok mutlu olduklarını ve bunu internetteki diğer arkadaşlarına duyurduklarını, sayfa link adreslerini tüm adres listesinde bulunanlara yolladıklarını ifade ettiler. Bir kesiminse E-dergilerden haberi bile yoktu.
Ancak bu gençlerin hemen hemen hepsi basılı dergi de almıyorlardı. Gerekçeleri de paralarının yetmediği şeklindeydi. İnternetteki dergilerin parasız ve kolay ulaşılabilir olması hatırlatıldığında ya vakit darlıklarını öne sürdüler, ya da “işim olmaz” türünden kaçamak cevaplar verdiler.
İşin acı yanı bu üniversitedeki gençlerin pek çoğunun kitap okuma alışkanlıklarının sıfıra yakın noktada olduğunu, okuyanlara da “bunlarla vakit geçireceğine dersine çalış “ diye akıl verdiklerine şahit oldum.
Bilgisayar gençliği denilen bu tür bir garabet olsa gerek.
Genç kesime fazla hitap edemeyen E-dergilerin hedef kitlesi kimlerdir diye sormak gerektiği gibi, gençlerin edebiyata ve , E-ergilere neden sıcak bakmadıklarını da irdelemek gerekir kanısındayım.
Oysa öyle ya da böyle hemen hemen çoğumuzun şairlik tarafı ortaya çıkar belli yaş dönemlerinde. Ülkem halkının yarıdan çoğunun sanatçı ruhu taşıdığını düşünmekteyim.
Hemen hepimizin içimizdeki duyguları yazma, söyleme ihtiyacı duyduğumuz zaman dilimlerimiz olmuştur mutlak. Çoğunlukla gençlik dönemlerinde oluşan bu duygular zaman içerisinde kiminde geçiyor kiminde artan bir ilgi ve sevgi ile sürüyor.
Eğer E-Dergilerin hedef kitlesi gençlik ise bu kitleyi yakalamak için çok çalışmaları gerekmekte.
Yok eğer orta yaşlı kesim ise o zaman sunumların çok titizlikle yapılması lâzım.
Hızla yayılan internet önümüzdeki yıllarda hemen bütün evlere girecek diye düşünülürse; değişen okur profilinin iyi saptanması, okura verilmek istenen ile okurun almak istediği arasında denge kurulması, E-Dergide basın yayın ilkeleri ve telif haklarına uyulmasına özen gösterilmesi (elbette basılı dergilerde de ), yazın sanatına artı değer getirecek eserlerin seçilmesi, ciddi yarışmalarla okuma ve yazmaya teşvik edici organizasyonlara gidilmesi ile E-dergilerin okunma şansı daha çok artacaktır .
.
E-Dergilerin okur kitlesinin istenilen seviyede olmadığını ama bu dergilerin kişileri yazmaya teşvik ettiğini rahatça söyleyebiliriz.
Çok çeşitliliğin sunduğu avantaj ve dezavantajları bir arada bularak irdeleyenlerin, bu incelemeleri sonucu tercihlerini belli sitelere yönelteceği kesindir.
Üstelik kişilerin yazma ihtiyacının artacağını, gerilemek ve kötüye gitmek yerine daha iyiye, güzele ulaşmaya çalışacaklarını , bu çabaların da E-Dergileri hem kaliteye teşvik edeceğini, hem de dilimize daha fazla sahip çıkmak için çıtanın giderek yükseleceğini düşünüyorum.
Çıtanın yükselmesi yeni sanatçıların keşfinde faydalı bir yöntem de olabilir.
Ayrıca internette başkalarıyla paylaşılan her şey, günümüzün hastalığı meşhur olma, kendini teşhir etme, adı sanı bilinmeden yaşamaktansa bir şekilde kendini duyurabilme, gruplaşmış ve kendilerini herkesin üzerinde gören belli zümrelere karşı ben de varım deme fırsatını bulma, çoğu kez (bulunmanın kolay olmadığı zannıyla) normal yaşamda açıkça söyleyemediklerini özgürce ifadelendirebilme, hiçbir şansı olmadığını düşünürken bir şans yakalamış hissine kapılma, tanımadığı ve tüm yaşamı boyunca tanımayacağı insanları tanıma, tanışma, konuşma, araştırma, inceleme, bilgilenme, merak etme gibi çeşitli insani duyguların dışavurumu…
Üstelik size ait olan ve internet ortamında yayınlanan hemen her yazı, resim vb. yayınlanan saha herhangi bir şekilde sistem tarafından yok edilmediği sürece boşluk tabir ettiğim bu alanda uçuşup duracak ve dünyanın diğer ucunda yaşayan kişiye bir tıklama ile ulaşabilecek.
Eeeee belki de E-dünyanın çekiciliği burada saklı!