Geçmişte de çok dinlediğim bir şarkıyı tekrar dinledim bugün. Güzel bir yorumla duygulandırıyor insanı. Tok bir ses "Hasretinden Prangalar Eskittim" diyordu. Hemen bunu yazan şair geldi aklıma Ahmet Arif’ti bunları satırlara döken. Ve şöyle diyor du
:
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Sevgisini sevgilisini anlatabilmiş midir derin masa sohbetlerinde, kahpe yalanlara bilmiyorum ama şiirlere iyi nakşetmiş. Dipsiz bir kuyu gibi almış içine o duyguları!... Sonra birden hatırladım, bilgisayarımda bir yerlerde kayıtlıydı bu şiir. Hem de şairinin kendi sesinden. Hele bir de kendi sesinden dinleyin bu şiiri bakın nasıl etkileniyorsunuz. Sessiz bir haykırış gibi geliyor arka arkaya satırlar.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, bulamadım bir türlü ama eksiksiz ve doğru hatırlayabiliyorsam, şöyle deniyordu şair için : "Ahmet Arif, bir Coğrafya şairidir ! Gözlerinizi kapatırsanız üşür".. Ne güzel bir tanımlama yapılmış. Yaşamlarını bir zindanda iki taş duvar arasında geçirenler, dışarıda akıp giden dünyanın farkına varamazlar, hayallerinde resmederler. Sevgisiz, sevgilisiz geçen bir ömür.
Seni anlatabilsem seni...
Yoklugun, Cehennemin öbür adidir
Üsüyorum, kapama gözlerini...
Büyük bir olasılıkla ölüm sonrası "dağ rüzgarlarını şehir çocuklarına taşıyan şair" demiş bir yorumcu. Dağ rüzgarlarını, zemheri soğuklarını, sevgi sözcükleriyle, sevdasının sözleriyle bize ulaştıran büyük şair ruhun şad olsun.
Fiziksel olarak olmasa da nice aşıkların ayağına pranga olmuştur umutsuz, uzak sevdaları. Ne derin duygular beslenmiş. Adamı dağa çıkartmış. Dağlar adamı şair yapmış, esen yele, zemheriye, baharın çiçeğine uçan kuşa söylemişler nameleri : Sevdamızdır bizi buraya çıkartan/ yalınayak/başımız dik/sermayemiz yalnızca yiğitlik!..
Böyle sevdalar var mı artık bilmiyorum. Yoğun, koşuşturmalı bir kent yaşamında, kent soyluların sevdası, bir kadeh kırmızı şarap, bir demet çiçek, bir pırlanta yüzük, birkaç tatlı söz müdür derin sevdalar. Yoksa sevdanın derini, engin denizlere haykırmak, dipsiz kuyulara mırıldanmak mı ? Hangisi daha engin, hangisi daha sığdır günümüzde bilmiyorum ama Nazım’ın dediği gibi "sol yanındaki cevahir" sızlıyorsa sevdalandığında ve saatlerce yol yürütüyorsa, yağan yağmur altında, uyku girmiyorsa gurbette otel odasında, derin sevdadır.
Varsın eloğlu başka söylesin. Yaşadığım sevda benim sevdamdır. Sevdanın, sevdalananın yokluğunun cehennemin öbür adının olduğu ve yalnızlıkların insanı üşüttüğü sevdalar yaşanmamış değildir. Yaşanılabilen aşklar adına, bir kadeh kırmızı şarap, fonda bir Bethowen bestesi bile yeter, dağlara çıkmaya gerek yok.
Yapabilene eğer mümkünse, aşka şiirler yazmak, aşk adına prangalar bile eskitmek ne güzel.