Bering Boğazı Kapatılabilir mi?
Antartika Dünya’nın Sonu Olabilir? Kontrol İnsanların Elinde
KONTROL İNSANLARIN ELİNDE”
Nature dergisinde yayımlanan araştırmanın ‘şaşırtıcı’ sonuçlar verdiğini ifade eden Welsh, “Antarktika’nın kafamızdaki
görüntüsü hep çok soğuk ve buz halinde olduğu” yorumunu yaptı.
AFP’ye konuşan Welsh, “Antarktika’daki karbondioksit miktarının 395ppm (milyonda bir birim) olduğunu ve bölgedeki hava sıcaklığının aynı hızda devam etmesi halinde, 21’nci yüzyılın sonunda Antarktika’daki buzulların yok olmaya başlayacağını” söyledi.
Queensland Üniversitesi’nde paleoklimatoloji uzmanı olan Welsh, “Kesin bir şey söylemek çok zor çünkü Antarktika’nın başına gelecekler insanlar ve hükümetlerin elinde” dedi.
50 Milyon Yıl Önce Antartika Ormanlarla Kaplıydı
Bilim insanları, Antarktika’nın deniz tabanında yaptıkları sondaj çalışmalarında, buzul kıtada bir zamanlar yağmur ormanları olduğunu ortaya çıkardı.
Araştırmacılar, deniz tabanındaki tortu kalıntıları üzerinde yaptıkları analizlerde, kıtada 52 milyon yıl önce bitkilerin yetiştiğini keşfetti. Atmosferin mevcut hızda ısınmaya devam etmesi halinde, bitki kalıntılarının buzdan arınacağı ve Antarktika’nın yeniden yeşilliğe kavuşabileceği belirtilirken, bu durumun iklim dengelerini önemli bir şekilde bozabileceği uyarısı yapıldı.
Bilim insanları, tortu kalıntılarında, Eosen Dönemi’ne ait ‘polen fosilleri’ bulunduğunu belirtti. 34-56 milyon yıl öncesine rastlayan bu dönemde varolan yağmur ormanlarından geride kalan polenler, bugün Antarktika’nın deniz tabanında donmuş bir halde yatıyor.
Antarktika’daki araştırmalarda yer alan Avustralyalı bilim insanı Kevin Welsh, polen çekirdeklerindeki sıcaklığa hassas mokelüller üzerinde yapılan analizlerin, 52 milyon yıl önce Antarktika’daki sıcaklığın 20 derece olduğuna işaret ettiğini belirtti. Welsh, “O dönemde Antarktika bugüne kıyasla çok sıcak bir yerdi ve karada buz yoktu. Tersine, ormanlarla kaplıydı” dedi.
KONTROL İNSANLARIN ELİNDE”
Nature dergisinde yayımlanan araştırmanın ‘şaşırtıcı’ sonuçlar verdiğini ifade eden Welsh, “Antarktika’nın kafamızdaki görüntüsü hep çok soğuk ve buz halinde olduğu” yorumunu yaptı.
AFP’ye konuşan Welsh, “Antarktika’daki karbondioksit miktarının 395ppm (milyonda bir birim) olduğunu ve bölgedeki hava sıcaklığının aynı hızda devam etmesi halinde, 21’nci yüzyılın sonunda Antarktika’daki buzulların yok olmaya başlayacağını” söyledi.
Queensland Üniversitesi’nde paleoklimatoloji uzmanı olan Welsh, “Kesin bir şey söylemek çok zor çünkü Antarktika’nın başına gelecekler insanlar ve hükümetlerin elinde” dedi.
BİRKAÇ SANTİM YETERLİ
Antarktika’nın çok büyük bir su deposu olduğuna dikkat çeken Welsh, “Eğer karbondioksit miktarının atmosferdeki artışını önleyemezsek, dünyanın buzulla kaplı bölgelerinde önemli değişimler görebiliriz” dedi.
Antarktika’nın doğusundaki buz kalınlığı 3-4 kilometre. 34 milyon yıl önce oluştuğu düşünülen buzulun sadece birkaç santim erimesi bile deniz seviyesinde önemli artışa ve yaşam alanlarının tehdit altına girmesine neden olabilir.
Welsh, Antarktika’nın Güneş’ten gelen ışınları tekrar uzaya yansıtarak çok önemli bir soğutucu görevi gördüğünü ve erimesi halinde felaketlere yol açabilecek değişimlerin yaşanacağını vurguladı.
Dünyanın Yok Olması İçin Antarktika’daki Karların Birkaç Santim Yeterlik
BİRKAÇ SANTİM YETERLİ
Antarktika’nın çok büyük bir su deposu olduğuna dikkat çeken Welsh, “Eğer karbondioksit miktarının
atmosferdeki artışını önleyemezsek, dünyanın buzulla kaplı bölgelerinde önemli değişimler görebiliriz” dedi.
Antarktika’nın doğusundaki buz kalınlığı 3-4 kilometre. 34 milyon yıl önce oluştuğu düşünülen buzulun sadece birkaç santim erimesi bile deniz seviyesinde önemli artışa ve yaşam alanlarının tehdit altına girmesine neden olabilir.
Welsh, Antarktika’nın Güneş’ten gelen ışınları tekrar uzaya yansıtarak çok önemli bir soğutucu görevi gördüğünü ve erimesi halinde felaketlere yol açabilecek değişimlerin yaşanacağını vurguladı
Türkiye İçin 100 Milyon Nüfus Hayal Mi?
Türkiye’nin nüfusu 2010 yılı itibariyle TUIK in verdiği gibi 72,6 milyon değil, 79,6 milyondur.. yanlış rakamları bilmenin de hiç bir yararı yoktur.. Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızı her yıl biraz daha küçülmektedir.. 2010 yılı için TUIK in verdiği % 1,45 şimdiye kadar erişilmiş en düşük değerdir,yani bundan önceki yıllarda bu rakam daha da büyüktü.. Varsayalım ki yıllık artış hızı 2000 den beri hep %1,45 olagelsin.. o zaman 2000 yılında 67,8 milyon olan nüfusun(TUIK raporunda var..) 10 yıl içersinde en azından 78,3 milyon olması gerekirdi.. Bu da gösteriyor ki resmen ilan edilen 72,6 milyon halk tabiriyle tam bir atmasyon.. TUIK herhalde AB ye giriş sürecinde fazla kalabalık bir ülke görünümü vermek istemiyor.(Prof. Dr. Ali Ercan)
2040 yılına gelindiğinde Türkiye nüfusu yüzde 0,2’lik artış hızıyla 88 milyon 629 bin kişi olacak. 2046’da nüfus artış hızı hemen hemen sıfır seviyesine düşecek ve 89 milyon 165 kişi olacak.
Türkiye nüfusu 2047’den itibaren ise gerileyecek. 2047 yılında nüfus artış hızı eksi yüzde 0,00052’ye düşecek ve ülke nüfusu 89 milyon 161 kişiye inecek. 2050 yılına gelindiğinde ise eksi yüzde 0,000958’lik nüfus artış hızıyla ülke nüfusu 88 milyon 986 bin kişiye gerileyecek.
Türkiye'de DENİZ İÇİNDE YANARDAĞ OLASILIĞI’
DENİZ İÇİNDE YANARDAĞ OLASILIĞI’
Prof. Dr. Ahmet Ercan ise yaptıkları ölçümlerde deniz suyu sıcaklığının 55 ile 67 fahrenhayt arasında değiştiğini söyledi.
İlk günkü araştırmada ”Yanardağ düşüncesinin doğru olabileceği” yönünde bilgi sahibi olduklarını anlatan Ercan, ”Değişik sıcaklık değerleriyle karşılaşmış olmamız, yanardağ kuşkumuzu destekler nitelikte oldu. Ancak sonuca varıcı nitelikte bir şey söylemek için çok erken” dedi.
Aynı bölgede 2009 yılında deniz içinde kaynamalar görüldüğünü ifade eden Ercan, ”Deniz fokur fokur kaynamış ve fışkırmalar var. Denizin üstünde bir buğu oluşmuş, gaz kokusu gelmiş. Bütün bunlar yanardağ tezini destekliyor. Son depremde Sömbeki Belediye Başkanı, ‘Adada deniz yükselmesi oldu’ diyor. Demek ki bir iç püskürme oldu ve deniz ondan dolayı yükseldi” diye konuştu.
Ercan, 4.8’lik bir depremin deniz dibinde yapacağı yarığın boyunun 3 kilometreyi bulabileceğine dikkati çekerek, buradaki olayın sadece tektonizmadan ibaret değil, aynı zamanda yanardağ bileşiminden kaynaklandığı kanısını taşıdıklarını belirtti.
Bir iç püskürme ve yayılma olduysa bunun deniz yükselmesi yapacağına işaret eden Ercan, ”Bunlar çok önemli kanıtlar. Halkla konuştukça daha farklı kanıtlar da gelecektir. Jeofizik açısından da bunun kanıtlanması gerekiyor. Bilim daime kuşkuya dayanır. Dolayısıyla ölçümlerimiz devam edecek” dedi.
Türkiye’de ilk kez ”deniz içinde yanardağ olasılığı” araştırması yapıldığını vurgulayan Ercan, bunu bir afete dönüşmeden önemsemek gerektiğini dile getirdi.
Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, bölgedeki ilk çalışmaların bir hafta süreceğini, daha sonra belirli dönemlerde tamamlayıcı nitelikte çalışmalar yapılacağını sözlerini ekledi.
Türkiye'de Yanardağ Olabilir mi?
YANARDAĞ BÖLGE İÇİN ALIŞILMAMIŞ DEĞİL’
Aktif olmayan yanardağların yeniden harekete geçebileceğine dikkati çeken Ecevitoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Yaklaşık 10 kilometrelik bir daire içinde ciddi bir yoğunlaşma var. Onun incelemesini yapıyoruz. Bu incelemede bir volkan bacasının silueti çıkıyor. Bunlar bizi şüpheye düşürüyor. Batı tarafına baktığımızda Gökova Körfezi’nin girişinde 3 Yunan adası var ve bunların yanardağ olduğu biliniyor. Bizde ise Isparta’nın güney batısında Gölcük Yanardağı var. Bu yanardağ zincirinde 12 ada var. Atina’dan başlıyor ve bir yay yaparak Isparta’ya kadar geliyor. Bundan dolayı yanardağ bölge için hiç de alışılmamış bir şey değil. Bozburun ve Sömbeki Adası arasında da bir yanardağın olması, yeniden harekete geçmesi veya yeni bir yanardağ oluşumu mümkün. ‘Bunun için acaba bir tedbir alabilir miyiz’ düşüncesiyle araştırma yapıyoruz. Ancak öncelikle yanardağ olduğundan emin olmamız gerekiyor.”
Yanardağlara ”öldü” gözüyle bakılmaması gerektiğini vurgulayan Ecevitoğlu, uyur haldeki yanardağlarda tekrar hareketlenme olabileceğini bildirdi. ”Türkiye’de aktif yanardağ yok” diye bu konularla ilgilenmemenin yanlış bir düşünce olduğuna değinen Ecevitoğlu, ”Her an olma riski var ve bunu görüyoruz. Yakınımızdaki Yunan adalarında bu risk var” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de Deniz İçinde İlk Kez Yanardağ Oluşabilir
Marmaris’te deniz içinde yanardağ araştırması yapan bilim insanlarından Prof. Dr. Berkan Ecevitoğlu, ”Bozburun ve Sömbeki Adası arasında bir
yanardağın olması, yeniden harekete geçmesi veya yeni bir yanardağ oluşumu mümkün” dedi.
Marmaris’te son zamanlarda meydana gelen depremlerin ”büyük bir depremin habercisi mi olduğunu ya da bir yanardağdan mı kaynaklandığını” tespit etmek için harekete geçen bilim insanlarından oluşan ekip, araştırmalarını sürdürüyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeofizik Mühendisliği Bölümü ve Maltepe Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yüksek Mühendis Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan ve serbest Jeofizik Yüksek Mühendisi Hakan Beyaz ile deniz suyu sıcaklığıyla ilgili ölçümler yapan Prof. Dr. Berkan Ecevitoğlu, Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, titreşim ölçen cihazı, volkan bacası olabileceğini tahmin ettikleri yere yakın kurduklarını söyledi.
Denizdeki sıcaklık değişimlerinin çok önemli olduğunu vurgulayan, Anadolu Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Araştırma Enstitüsü Doğal Afetler ve Yer Bilimleri Araştırma Birimi Koordinatörü Ecevitoğlu, ”İlk günkü çalışmada deniz suyu sıcaklığı ölçümlerinin bir kısmını gerçekleştirdik. Hakikaten su tabanına yayılan bir magma varsa, onun oluşturduğu etkileri görmeye çalışıyoruz. Ayrıca gaz çıkışını da tespit etmeye çalışıyoruz. Çünkü bu tip magma tabana yayıldığı zaman içinde sıkışmış olan gazı serbest bırakıyor. Onların oluşturduğu etkileri görmeyi ümit ediyoruz. Tabi bunların hepsi şu an için varsayım, kesinleşmiş bir şey yok” diye konuştu.
Deprem açısından bölgede ciddi bir hareketlilik olduğuna işaret eden Ecevitoğlu, sarsıntıların normal depremden farklı bir yayılım gösterdiğini anlattı.
‘YANARDAĞ BÖLGE İÇİN ALIŞILMAMIŞ DEĞİL’
Aktif olmayan yanardağların yeniden harekete geçebileceğine dikkati çeken Ecevitoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Yaklaşık 10 kilometrelik bir daire içinde ciddi bir yoğunlaşma var. Onun incelemesini yapıyoruz. Bu incelemede bir volkan bacasının silueti çıkıyor. Bunlar bizi şüpheye düşürüyor. Batı tarafına baktığımızda Gökova Körfezi’nin girişinde 3 Yunan adası var ve bunların yanardağ olduğu biliniyor. Bizde ise Isparta’nın güney batısında Gölcük Yanardağı var. Bu yanardağ zincirinde 12 ada var. Atina’dan başlıyor ve bir yay yaparak Isparta’ya kadar geliyor. Bundan dolayı yanardağ bölge için hiç de alışılmamış bir şey değil. Bozburun ve Sömbeki Adası arasında da bir yanardağın olması, yeniden harekete geçmesi veya yeni bir yanardağ oluşumu mümkün. ‘Bunun için acaba bir tedbir alabilir miyiz’ düşüncesiyle araştırma yapıyoruz. Ancak öncelikle yanardağ olduğundan emin olmamız gerekiyor.”
Yanardağlara ”öldü” gözüyle bakılmaması gerektiğini vurgulayan Ecevitoğlu, uyur haldeki yanardağlarda tekrar hareketlenme olabileceğini bildirdi. ”Türkiye’de aktif yanardağ yok” diye bu konularla ilgilenmemenin yanlış bir düşünce olduğuna değinen Ecevitoğlu, ”Her an olma riski var ve bunu görüyoruz. Yakınımızdaki Yunan adalarında bu risk var” ifadelerini kullandı.
‘DENİZ İÇİNDE YANARDAĞ OLASILIĞI’
Prof. Dr. Ahmet Ercan ise yaptıkları ölçümlerde deniz suyu sıcaklığının 55 ile 67 fahrenhayt arasında değiştiğini söyledi.
İlk günkü araştırmada ”Yanardağ düşüncesinin doğru olabileceği” yönünde bilgi sahibi olduklarını anlatan Ercan, ”Değişik sıcaklık değerleriyle karşılaşmış olmamız, yanardağ kuşkumuzu destekler nitelikte oldu. Ancak sonuca varıcı nitelikte bir şey söylemek için çok erken” dedi.
Aynı bölgede 2009 yılında deniz içinde kaynamalar görüldüğünü ifade eden Ercan, ”Deniz fokur fokur kaynamış ve fışkırmalar var. Denizin üstünde bir buğu oluşmuş, gaz kokusu gelmiş. Bütün bunlar yanardağ tezini destekliyor. Son depremde Sömbeki Belediye Başkanı, ‘Adada deniz yükselmesi oldu’ diyor. Demek ki bir iç püskürme oldu ve deniz ondan dolayı yükseldi” diye konuştu.
Ercan, 4.8’lik bir depremin deniz dibinde yapacağı yarığın boyunun 3 kilometreyi bulabileceğine dikkati çekerek, buradaki olayın sadece tektonizmadan ibaret değil, aynı zamanda yanardağ bileşiminden kaynaklandığı kanısını taşıdıklarını belirtti.
Bir iç püskürme ve yayılma olduysa bunun deniz yükselmesi yapacağına işaret eden Ercan, ”Bunlar çok önemli kanıtlar. Halkla konuştukça daha farklı kanıtlar da gelecektir. Jeofizik açısından da bunun kanıtlanması gerekiyor. Bilim daime kuşkuya dayanır. Dolayısıyla ölçümlerimiz devam edecek” dedi.
Türkiye’de ilk kez ”deniz içinde yanardağ olasılığı” araştırması yapıldığını vurgulayan Ercan, bunu bir afete dönüşmeden önemsemek gerektiğini dile getirdi.
Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, bölgedeki ilk çalışmaların bir hafta süreceğini, daha sonra belirli dönemlerde tamamlayıcı nitelikte çalışmalar yapılacağını sözlerini ekledi.
Çekirdekteki Manyetik Alan Ölçüldü
Berkeley Üniversitesi’nden bir fizikçi, Dünya’nın çekirdeğindeki manyetik alanının kuvvetini ilk defa ölçmeyi başardı.
Dış çekirdekteki böylesi güçlü bir manyetik alanın varlığı büyük bir ısı yayımına ve doğal olarak ta üretimine işaret ediyor. Isının kaynağınıysa, gezegenin sıcak ve eriyik halde bulunduğu 4 milyar yıl önceki halinden kalanlar, sıvı çekirdeğe gömülen ağır elementlerin yaydığı çekimsel enerji ve potasyum, uranyum ve toryum gibi uzun ömürlü elementlerin radyoaktif bozunumu oluşturuyor. Örneğin 5 Gauss gibi zayıf bir alandan bahsedersek radyoaktif bozunumca sağlanan ısının oldukça düşük olduğundan ve tersi şekilde 100 Gauss gibi kuvvetli bir manyetik alan söz konusu olduğunda da radyoaktif bozunumun ısıya büyük bir katkısı olduğundan bahsedebiliyoruz.
Dünya’nın manyetik alanı, gezegenin demir/nikel çekirdeğinin dış taraftaki üçte ikilik bölüm tarafından meydana getirildiği biliniyor. Bu 2250 km’lik kalın tabaka sıvı haldeyken, yaklaşık olarak Ay’ın büyüklüğüne eşit olan 1200 km’lik iç tabaka ise donmuş bir demir ve nikel topu meydana getiriyor. Çekirdeği sıcak bir manto tabakası ile dış kabuk sarıyor.
Büyük Kanyon’un Antartika’daki Buz İkizi
Antartika’da keşfe çıkan İskoç buzulbilimciler, ABD’nin ünlü Büyük Kanyon’u (Grand Canyon) büyüklüğünde bir kanyon buldular. Antartika’nın buzla kaplı coğrafyasının altında ne yattığı hâlâ büyük ölçüde gizemini koruyor.
Ancak İskoç buzulbilimciler beyaz kıtanın batı kıyılarında önemli bir keşfe imza attılar.
Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre, Robert Bingham liderliğindeki İskoç ekip 2400 kilometrelik bir keşif yolculuğu sırasında ABD’deki ünlü Büyük Kanyon’u (Grand Canyon) aratmayan büyüklükte bir kanyon olduğunu fark ettiler.
Bingham ve ekibi, Ferrigno Çatlağı adını verdikleri ve kıtanın Güney Amerika’ya en yakın noktasına doğru kilometrelerce uzanan kanyonun milyonlarca yıl önce, Antarktika henüz ‘kuru bir kıta’ iken oluştuğunu tahmin ediyor.
Görünüş itibarıyla dünyadaki diğer kanyonlara benzeyen Ferrigno Çatlağı, ABD’nin Arizona eyaletindeki Grand Canyon veya Antalya’daki Köprülü Kanyonu gibi akarsu aşındırmasından değil, büyük depremlerin yol açtığı tektonik çöküntü ile oluşmuş.
Venedik Hızla Batıyor İlginç Haberler
B ilim insanları, İtalya’nın Venedik kentinin sanıldığından daha hızlı suya battığını, hatta batışının doğu yönünde daha hızlı olduğunu belirtti. Venedik’in etrafı bariyerlerle çevrilmezse, 2032’de 80 mm daha suya batacak.
Venedik’in batışının azaldığını öne süren geçmişteki araştırmaların aksine, uydu ölçümlerine dayanan yeni çalışmalar kentin doğu kısmının her yıl bir ile iki milimetre arasında denize gömüldüğünü gösterdi.
California Üniversitesi Okyanusya Enstitüsü’nden Yehuda Bock, “Bu küçük bir miktar gibi görülse de önemli” ifadesini kullandı. Bock, Adriyatik denizindeki yükselme oranının, 117 ada üzerinde kurulu olan Venedik’in bulunduğu göldeki yükselme seviyesiyle aynı olduğuna dikkat çekerek, ortaya çıkan toplam etkinin yılda dört mm olduğunu belirtti. Bu veri, Venedik’in 2032 yılına kadar 80 mm sulara gömülebileceğini gösteriyor.
“Geochemistry, Geophysics, Geosystems” dergisinde yarın yayımlanacak olan araştırmada, Venedik’in doğu yakasına kıyasla, batı tarafının daha yüksek olduğunu ortaya çıkardı. Bock, geçmişte yapılan uydu ölçümlerinde bu tespitin fark edilmediğini söyledi.
10 YILLIK HARİTA ÇIKARILDI
ABD’nin Miami Üniversitesi ve İtalya’nın yeryüzündeki jeolojik bozuklukları inceleyen Tele-Rilevamento Europa şirketinin de destek verdiği çalışmada, GPS ve uydu ölçümleri kullanılarak, Venedik’in 2000-2010 yıllarına ait 10 yıllık haritası çıkarıldı. Miami Üniversitesi’nden Shimon Wdowinski, “Yaptığımız analizde, sadece GPS ve uydu radarıyla tespit edilemeyecek jeolojik hareketleri fark ettik” dedi.
Çalışmada, Venedik’in kuzeyindeki adaların her yıl iki ile üç milimetre, güneyindeki adaların ise üç ile dört milimetre suya battığı ortaya çıktı.
Venedik’in deniz seviyesine ait ölçümlerin 1872 yılından itibaren yapıldığı biliniyor. Ancak bilim insanları, 18’inci yüzyılda yaşamış olan İtalyan sanatçı Giovanni Antonio Canal’ın (Canaletto) çizdiği resimlerden, 1727’den 19’uncu yüzyılın sonuna kadar Venedik’teki su seviyesinin 60 santimetreden daha fazla yükseldiği sonucuna vardı.
SELLERE KARŞI YENİ ÖNLEM
Venedik’te her yıl yaşanan sellere karşı, araştırmacılar milyonlarca euroluk MOSE sel koruma sistemini inşa etmeyi planlıyor. 2014’te bitirilebileceği tahmin edilen sistemin, Venedik’i sadece sellere karşı değil, batmaya karşı da koruyabileceği öne sürülüyor. Öte yandan, İtalyan araştırmacılar, her yıl yaşanan batışın önemi konusunda ikiye bölünmüş durumda.
Padova Üniversitesi’nden Pietro Teatini, “Venedik’in 20-30 yıllık tecrübesine bakıldığında yılda bir milimetre büyük bir sorun teşkil etmiyor” derken, İtalya’nın Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden jeolog Luigi Tosi, Venedik’in ayarlanabilir MOSE bariyerleriyle çevrilmesi gerektiğine inanıyor. Tosi, sadece Venedik’in suya gömülmesinin değil, su seviyesinin de yükseldiğine dikkat çekti ve 21’inci yüzyılın sonunda su seviyesinin 50 santimetre yüksebileceğini belirtti.
Tosi, “MOSE boyu 110 santimi geçen dalgaları engelleyebilecek. Dalgaların bu seviyeyi yılda 200-300 defa aşma riski var. MOSE ile gerektiği zaman bariyerin kapıları kapanacak ve dalgalara karşı kenti koruyacak” dedi. İtalyan bilim insanları aynı sistemin Venedik’i deniz seviyesinden 3.92 santim yükseltebileceğine de inanıyor.
Venedik’in 20’inci yüzyılda yaklaşık 120 mm suya gömüldüğü tahmin ediliyor. Aynı dönemde yaşanan ve deniz seviyesinde yaşanan artış ise 110 mm oldu.
Milyar Dolarlık Dağ - İlginç Haberler
Son 10 yılda Avrupa’nın bulunan en büyük madeni.Toplam208 tonluk madenden bugüne kadar 7.5 ton altın ürettik. Uşak Eşme ilçesi yakınındaki Kışladağ Altın Madeni’nin kapılarını basına açan TÜPRAG Başkan Yardımcısı Ümit Akdur, madenin faaliyetine izin veren gelişmenin kendilerini sevindirdiğini söyledi.
Teknik anlamda bir eksikleri olmadığını belirten Akdur “Bizim yargı kararına karşı hareket etmemiz mümkün değil. Ama her yatırımcı gibi tüm yasal haklarımızı kullanacağız” dedi. 2006’da faaliyete geçen madenin 2 yılı rehabilitasyon olmak üzere 17 yıl boyunca işletileceğini belirten Akdur, “Kışladağ son 10 yılda Avrupa’nın bulunan en büyük madeni. Toplamda 208 tonluk madenin, çıkarılabilir rezervi 170 ton. Bugüne kadar 7.5 ton altın ürettik. Bu Türkiye’nin her yıl ithal ettiği altına eşit bir miktar. Hedefimiz yılda 10 milyon ton altın üretmek” diye konuştu. Altın Madencileri Derneği’nin başkanlığını da sürdüren Ümit Akdur, Türkiye’de altın madenciliğinde geçmiş yıllara göre çok daha olumlu bir ortam olduğunu belirterek şu bilgileri verdi
Koza Altın’ın Gümüşhane’deki çalışmaları, bizim İzmir Efem Çukuru’ndaki çalışmalarımız, Cominco’nun Çanakkale’deki çalışmaları, Türkiye’deki potansiyeli ortaya koymaya başladı. Çok olumlu bir gidiş olduğunu düşünüyoruz. Böylece Türkiye’nin 6 bin 500 tonluk, 200 milyar dolarlık potansiyelini daha kısa süre içerisinde ekonomiye dahil edebiliriz. Bu potansiyel katmadeğeri ile 800 milyar dolara kadar yükselebilir.
Kışladağ Altın Madeni’ne 174 milyon dolar yatırım yaptıklarını belirten Akdur, altın fiyatlarının değişmesine bağlı olarak 15 yıl sonunda 2-2.5 milyar dolar değerinde altın çıkarmış olacaklarını söyledi. Akdur, alanın yeşillendirilmesi, arama çukurlarının doldurulması, siyanürlü toprağın temizlenmesi gibi konuların rehabilitasyon kapsamında olduğunu belirterek bu konuya her 5 yıl için 3.5 milyon dolar gibi bir bütçe ayrıldığını ifade etti. Madenin müdürü Mehmet Yılmaz da ton başına 350 gram civarında siyanürün toprağa karışmayacak yatılım teknikleriyle altını ayrıştırmak için kullanıldığını belirterek madende düzenli olarak siyanür ölçümleri yapıldığını da ifade etti.
Dünya’nın İkizi Bulundu - İlginç Haberler Coğrafya Haberleri
‘En Dünya benzeri gezegen’ bulundu
Gök bilimciler, Güneş Sistemi dışında bugüne kadar rastlanan ‘en Dünya benzeri’ gezegeni keşfettiklerini açıkladı.
Dünya’dan 1.5 kat büyük olan ‘süper-Dünya’, gezegen avcısı Kepler uzay teleskopu tarafından keşfedildi.
Gezegen avcısı Kepler uydusu, bugüne kadar keşfettiği 2 bin 500’ü aşkın gezegene bir yenisini ve belki en önemlisini ekledi. KOI (Kepler’in Merak Konusu) 172.02 adı verilen gezegenin, bulunduğu yıldız sisteminde yaşanabilir bölgede yer aldığı ve sıvı suya sahip olma ihtimalinin bulunduğu belirtildi. Gök bilimciler, Dünya’dan 1.5 kat büyük olan ve bu sebeple ‘süper-Dünya’ olarak tanımlanan gezegenin, okyanuslara da sahip olabileceğini ifade etti.
KOI 172.02 gezegenin keşfi, kısa bir süre önce Samanyolu Galaksisi’nde Dünya büyüklüğünde 17 milyar gezegenin bulunduğunu açıklayan bilim dünyasında büyük heyecan yarattı.
Yıldızından yaklaşık 0.75 AU (astronomik birim) uzaklıkta olan KOI 172.02, yıldızdan gelen ışınların yüzeyinde aşırı sıcaklığa neden olmadığı, böylece sıvı suyun varlığına izin verdiği mesafede yer alıyor. Bu mesafenin kapsadığı alan, gök bilimde ‘Goldilocks Bölgesi’ yani Yaşanabilir Alan olarak biliniyor.
Yıldızının etrafındaki dönüşünü, yani bir yılı 242 günde tamamlayan KOI 172.02, kendisine hayat veren yıldızdan 112 milyon km uzaklıkta yer alıyor. Dünya’nın Güneş arasındaki mesafesi ise 0.98 AU, yani yaklaşık 150 milyon km.
KOI 172.02’nin keşfi, 221’inci Amerikan Astronomi Topluluğu Konferansı’nda, 8 Ocak günü açıklandı. NASA’nın Ames Araştırma Merkezi’nde Kepler projesinde yer alan Natalie Batalha, konuşmasında, ‘Yıldızının yaşanabilir bölgesinde bulunan ilk süper-Dünya’yı keşfettiklerini ve keşfin çok heyecan verici olduğunu’ söyledi.
Space.com’a konuşan ABD’nin Baltimore eyaletindeki Uzay Teleskopu Bilim Enstitüsü’nden Mario Livio, ‘Bu çok önemli bir gelişme… Kesinlikle Dünya dışı yaşam için iyi bir aday’ ifadesini kullandı.
KEPLER KEŞİFE DOYMUYOR
Yapılan büyük keşfin ardından ilk akıllara gelen soru, KOI 172.02’nin yaşama ne kadar elverişli olduğu. NASA, yaptığı açıklamada, Kepler’in başarısına değinirken, KOI 172.02 gezegeninin detaylı bir şekilde analiz edilmeye devam edildiğini belirtti.
2009 yılında Uzay’a gönderilen ve Güneş’in yörüngesini bir turunu 371 günde tamamlayan Kepler, hareketi esnasında gökyüzünde bir bölgeye kilitleniyor ve eş zamanlı olarak 150 bin yıldızın parlaklığını gözlemleyebiliyor. Teleskopun merkezinde, 42 tane kamera sensörü sıralanıyor. Bu sensörler, yıldızlarının önünden geçen yıldızları yakalıyor.
NASA, KOI 172.02’nin Dünya dışı yaşamın araştırılmasında önde gelecek kozmik cisimlerden biri olacağını belirtti
DÜNYA BENZERİ YERLER
Gök bilimciler, Dünya benzeri kozmik cisimleri, evimizdekine benzer yaşam koşulları içeren bir gezegen veya uydu olarak tanımlıyor.
NASA, Dünya benzeri kozmik cisimlerin önemini, ‘Dünya’daki gibi karmaşık yaşam şekline, hatta bir medeniyete sahip olma ihtimali bulunmaları’ olarak ifade ediyor.
Bilim insanları, teorisel olarak, bir gün yabancı gezegenleri yaşama elverişli kılarak (terraforming), başka Dünya’lar oluşturulabileceğine inanıyor. Çoklu evren teorisi ise Dünya benzeri gezegenlerin bulunduğunu, paralel evrenlerde ise Dünya’nın başka bir versiyonunun var olduğunu öne sürüyor.
NASA, son yıllarda elde edilen bulguların astrobiyoloji ve Dünya dışı yaşam bulmaya yönelik alanlara olan ilgiyi daha da artırdığını ve SETI projesiyle bu arayışa devam ettiklerini belirtti.
Kepler, en son gözlemlerinde 461 Dünya dışı gezegen daha keşfetmiş ve keşif sayısını 2 bin 740’a çıkarmıştı. Bu gezegenlerden sadece dördünün ‘Dünya gibi yaşama olanak verebileceği’ düşünülüyor. KOI 172.02 ise beşinci ve en büyük aday konumunda