Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

tarihi hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarihi hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ne Söylediğin Değil, Nasıl Söylediğin Önemli


Ne Söylediğin Değil, Nasıl Söylediğin Önemli

Padişah, bir gece rüyasında bütün dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı ve elem içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini emir buyurur.

Uyku sersemi tabircibaşı, gözlerini oğuştura oğuştura padişahın yanına gelince, padişah beklemeden rüyasını anlatıp sorar: "Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle."

Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana, sıkıla:

"Şerdir, Padişahım" der.

Padişah yüzüne karşı böyle söylenmesine şaşırmış, adeta küçük dilini yutmuştur. Tabirci devam eder:

"Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, bütün yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz."

Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:

"Tez atın şunu zindana, felaket tellalığı yapmak neymiş öğrensin!"

Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar: "Hayır mıdır, şer midir?" der.

İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:

"Hayırdır, Padişahım!" der. "Bu rüya, bütün akrabalarınızdan, yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınıza dalalet eder. Daha nice seneler boyu güzel memleketimizi yüksek adaletinizle idare edebileceksiniz inşaallah."

Padişahın keyfi yerine gelir, ağzı kulaklarında buyurur:

"Bu tabirciyi TABİRCİBAŞI yaptım. iki kese de altın verin!"

Başından sonuna durumu takip edenler, tabirciye sorarlar:

"Aslında sen de, tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Niçin onu cezalandırdı da seni mükâfatlandırdı?"

Zeki, akıllı tabirci güler:

"Elbette aynı şeyi söyledik; ama mühim olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğin, karşıdakinin NEYİ, NASIL anlamasıdır?"

Osmanlı'da Toprağın Bedeli Girit'i Kaça Satarsınız?


Osmanlı'da Toprağın Bedeli Girit'i Kaça Satarsınız?

Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa, Sultan Abdülaziz’in Fransa seyahatine katılan heyetteydi. Bir konuşma esnasında devrin imparatoru II. Napolyon ona yarı şaka, yarı ciddi sordu:

“Paşa, Girit Adasını kaça satarsınız?”

Diplomasi dilinin üstadlarından birisi olan Keçecizâde cevabı yapıştırmakta gecikmedi:

“Kâr istemeyiz, haşmetmeâb! Aldığımız fiyata satarız!”

II. Napolyon sus pus oldu. Çünkü Osmanlı’nın Girit’i çeyrek asırlık bir savaş sonunda binlerce şehidin kanı pahasına aldığını o da bilmekteydi..

İtalyan Profesörden Yunanlıya Tokat Gibi Cevap


İtalyan Profesörden Yunanlıya Tokat Gibi Cevap

Türk Edebiyatı Vakfı’nın yayınladığı, Cemal Aydın tarafından kaleme alınan ‘Taşa Kazınan İhanet’ kitabından ilgi çekici bir bölüm:

Prof. Dr. İsmet Giritli bir kongre için İtalya’ya gidiyor. Orada kendisine bir Yunan ve bir Ermeni profesör musallat oluyor. Her öğle yemeğinde; “Siz bizi 400-800 yıl sömürdünüz. Bizi ezdiniz!..” diye Prof. Dr. Giritli’yi tâciz ediyorlar. Sonunda Giritli dayanamıyor ve kongre düzenleyicisi İtalyan profesöre durumu anlatıyor. İtalyan profesör; “Bugün öğle yemeğini beraber yiyelim.” diyor. Yemekte Yunan ve Ermeni profesörler İsmet Giritli’ye yine taarruza başlıyorlar. İtalyan profesör Yunanlıya soruyor:

- Siz kaç yıl Türk hakimiyetinde kaldınız?

- 400 yıl.

- Hangi dili konuşuyorsunuz?

- Yunanca.

- Dininiz nedir?

- Ortodoks Hıristiyan.

Sonra Ermeni profesöre dönüyor:

- Siz kaç yıl Türk hakimiyetinde kaldınız?

- 800 yıl.

- Hangi dili konuşuyorsunuz?

- Ermenice.

- Dininiz nedir?

- Gregoryen Hıristiyan.

- Beni iyi dinleyin! Eğer siz 200 yıl İtalyan hakimiyetinde kalsaydınız, şimdi ikiniz de İtalyanca konuşuyordunuz ve ikiniz de Katolik’tiniz. O yüzden, kültürünüzü muhafaza ettikleri için siz Türklere teşekkür etmelisiniz, teşekkür...

Padişahın İşi Ne?


Padişahın İşi Ne?

Murad Han? o sabah çok telaşlıydı! Veziriazam Siyavuş Paşa'ya dedi ki: "Garip bir rüya gördüm. Haydi hemen çıkıyoruz!.."

Üçüncü Murad Han, İslam halifelerinin yetmiş yedincisi, Osmanlı padişahlarının on ikincisidir. İkinci Selim Han'ın oğlu, Sultan Üçüncü Mehmed Han'ın babasıdır. 1546'da doğup, 1595'te vefat etti. Türbesi Ayasofya Camii yanındaki, babasının türbesinin yanındadır...

Osmanlı Devletinin zirvede olduğu bir devirde sultan olan Üçüncü Murâd Han, dünyâ siyâsetinde faal bir rol oynadı. Osmanlı hâkimiyeti en geniş sâhasına ulaştırıldı. Venedik ve Avusturya ile antlaşmalar yenilendi. Rus Çarlığının yayılma siyâsetine set çekildi. İran Safevî Devletinin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine karşı her türlü tedbir alındı...

Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Osmanlı ülkesinde pekçok ilim, kültür ve sanat eserleri inşâ edilmiştir. Murâd Han, âlimleri çok severdi. Her Osmanlı Sultanı gibi onun da manevi yönü pek kuvvetliydi...

Murad Han bir sabah erken kalkmıştı. Biraz da telaşlıydı! Veziriazam Siyavuş Paşa'ya "Bu gece garip bir rüya gördüm. Haydi hazırlan hemen çıkıyoruz" dedi ve tebdil-i kıyafetle (iki molla kılığında) yola çıkarlar... Unkapanı civarında yerde yatan bir ceset ilişir gözlerine. Ahaliye "Kimdir bu?" diye sorarlar. Birisi; "ayyaşın biriydi" der. Bir başkası; "Aslında iyi bir nalıncıydı. Ancak kazandıklarını içkiye, kötü kadınlara harcardı" der...



Nalıncı Baba Türbesi Cibali Harabzade Camii karşısında

Kimse ilgilenmez. Padişahla veziri naaşı getirirler Fatih Camiine. Padişah; "Sen biraz bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim" der vezire...Murad Han, sorar soruşturur, nalıncının evini bulur.

Kapıyı yaşlı bir kadın aralar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. "Hakkını helal et evladım" der, dertli dertli söylenir! "Bizim efendi âlem adamdı vesselam. Birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya... Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirir çeker giderdi. Ben menkıbeler anlatır, ilmihal okurdum onlara...

Bir gün, "Bak efendi" dedim, "Böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek seni. Korkarım cenazen ortada kalacak!" Bu sözüme güldü ve "Allah büyüktür hatun" dedi. "Hem padişahın işi ne?" Evet, mesele anlaşılmıştı... Demek ki "Nalıncı Baba" Allah dostlarındandı. Görüldüğü gibi, cenaze hizmetlerini bizzat Padişah görmüştü... Mübareği evinin bahçesine defnettiler. Dahası, Murad Han bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı'nda, Cibali-Harabzade Camii karşısındadır.

Merv Valisinin Damat Seçimi


Merv Valisinin Damat Seçimi 

Merv Valisinin Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir hizmetçisi vardı. Bir gün vali, ondan üzüm istedi. Getirdiği üzüm henüz olmamıştı, başkasını istedi. O da ekşi çıktı!

Türkistan'ın Merv şehri valisinin bir kızı vardı. Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevki sâhibi kimseler bu kızı isteyince hiçbirine vermedi. Bu zâtın Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir hizmetçisi vardı. Bir gün vali, ondan üzüm istedi. Getirdiği üzüm henüz olmamıştı, başka üzüm istedi. O da ekşi çıktı. Vali bey, "Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?" dedi. Mübârek; "Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!" diye cevap verdi. Vali bey; "Sübhanallah iki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun" diye çıkıştı ve "Niçin onlardan yemedin?" dedi. O da "Siz benden bağınızdaki meyvelerin muhâfazasını istediniz. Bunlardan izinsiz alıp yemem uygun olur mu?" cevâbını verdi.

Vali bey Mübârek'in bu hâline hayran kaldı. Ona; "Benim bir kızım var, pek çok kimse onu ister. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu hususta bir fikrin olur mu?" diye sordu. Mübârek, şöyle dedi:

"Efendim! İnsanlar, dâmât için; câhiliyye devrinde soya sopa; Yahûdîler ve Hıristiyanlar güzelliğe, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında dindârlığa bakarlardı. Zamânımızda ise, mala ve makama bakılıyor. Artık bunlardan dilediğini seç"

Bunun üzerine Vali bey, "Ben dindarlığı ve takvâyı seçiyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum" dedi. O ise kendisinin köle-hizmetçi olduğunu, böyle olunca da evlenmelerinin garip karşılanacağını bir bir anlattı. Ancak Vali bey kararlı idi. "Kalk eve gidelim" dedi...

Eve varınca hanımına; "Bu sâlih, dindâr, takvâ sâhibi bir köledir. Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanımı; "Sen bilirsin, fakat bir de kıza soralım" cevabını verdi. Anne durumu kıza açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi. Kadın kızın râzı olduğunu babasına anlatınca nikâhları kıyıldı... Fakat Mübârek, kırk gün kızın yanına gitmedi. Anne durumdan haberdar olunca dayanamadı; "Kızımızı hizmetçine verdin, aradan bunca zaman geçtiği hâlde dönüp yüzüne bile bakmadı, bu yaptığı nedir?" diye şikâyet ve sitemde bulundu. Bunun üzerine vali;

"Ey Mübârek! Kızıma naz mı ediyorsun?" demekten kendini alamadı. Buna karşılık dâmât;

"Ey efendim! Bu nasıl söz? Siz valisiniz. Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir. Şüpheden uzak olmak için bu zamana kadar bekledim ve ona helâl yemek yedirdim. Belki Allahü teâlâ bize sâlih bir evlat verir. Bundan başka bir düşüncem yoktur" dedi... Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı. İşte bu evlilikten günün birinde, geleceğin büyük âlim ve velisi olacak "Abdullah bin Mübarek" isimli bir çocuk dünyaya gelmişti.

Ne sen bâkî ne ben bâkî


Ne sen bâkî ne ben bâkî


Kanunî Sultan Süleyman AbdülBâkî gibi bir kabiliyeti bulup çıkarıp itibar eylemesini, padişahlığının çok haz duyduğu birkaç olayından biri olarak gördüğünü söylemiştir.

Yazdığı her nazireden sonra da şaire sık sık lütuf ve ihsanlarda bulunuyordu.

Nitekim Şair Nev’i bu duruma işaretle bir şiirinde şöyle demiştir:

Bâkî’yi Sultan Süleyman etti Selman-ı zaman

Bâkî neşeli, zarif, hoş-sohbet, nükteci, şakacı, bir şahsiyete sahipti. Nerede olursa olsun doğruyu söylemekten çekinmez biriydi. Bu itibarla bazen kırıcı olabiliyordu. Nitekim bir defasında Kanunî Sultan Süleyman da kendisine kırılmış ve onu Bursa’ya sürmüştü. Padişah bu kıymetli şaire haber gönderirken maksadını da şairce bildirmişti.

Bâkî bed Bursa’ya red

Nefy-i ebed

Azm-i bülend

Açıklaması: Huyu kötü olan Bâkî’yi Bursa’ya sürdüm. Orada devamlı kalsın. Yüksek kararım budur.

Fakat padişahın bu hükümdarca ifadeleri şiirin sultanına çarpmıştı. Bâkî bu ağır ifadelere karşı derhal şu dörtlükle mukâbelede bulundu:

N’ola kim nefy-i ebed azm-i bülend oldunsa ey Bâkî

Bilesin ki cihân mülkü değil Süleymân’a bâkî

Şahâ! Azminde isbât-ı tehevvür eyledin ammâ

Buna çarh-ı felek derler, ne sen bâkî ne ben bâkî

Açıklaması:

“Şâir öncelikle kendine hitâben nasîhat ve tesellî makâmında şöyle demektedir: Üzme kendini ey Bâkî! Padişahın yüksek kararı senin Âsitâne’den, Cihan hakanının yanından uzaklaştırılman yönünde olsa ne olur ki…

Zira açıkca biliyorsun ki bu dünya Hazret-i Süleyman aleyhisselama bile kalmadı. (Bu Süleymân’a mı kalacak? Bu isim benzerliği hatırlanmasa da muhatabın doğrudan padişah olacağı açıktır).

Ey Padişahım! Kararınızda -sıklıkla vâkî olduğu üzere- celâliniz, gazabınız pek sarih biçimde görülüyor amma! Unutmayın ki bu dünya geçicidir, bana kalmadığı gibi, size de kalmaz.

” Şairler Sultanı Bâkî’ nin fermanı tebellüğ ettiği anda irticâlen söylediği bu dört mısra birisi tarafından not edilip padişaha takdim edildiğinde; ferman geri alınmış ve Bâkî çok sevdiği padişahından ve ilim çevresinden ayrı düşmemiştir.

Şirketi Hayriye Vapurlarının Geç Kalkmasının Üç Sebebi


Fatih Sultan Mehmed devrinde buraya yerleşen Kuzgun Baba adlı bir veliden ismini alan bu semt, gayrimüslim ve Müslümanların birlikte oturdukları bir sahil köyüdür. Fethi Paşa Korusu, semtin en önemli mesire yeridir.

Bu Sahilde çalışan Şirket-i Hayriye vapurları hep rötarlı dönermiş. Bu yüzden de gemi kaptanları tenkit edilirmiş. Bu tenkitlerden bıkan kaptanın biri; “ Çengelköy’ün zerzevatı, Beylerbeyinin teşrifatı, Kuzguncuk’un haşeratı oldukça bu vapurlar hep tehirle kalkar.” diye cevap vermiş. Buradan da Çengelköy’ün zerzevatının yüklenirken vakit alması, Beylerbeyi’nde oturan eski paşaların ve devlet ricalinin vapura binerken birbirine önce siz buyurun diyerek iltifat etmeleri ve Kuzguncuk’ta oturan gayrimüslimlerin itiş-kakış vapura binmeleri, vapurların gecikmeli kalkmasına sebep olan olaylar olduğu anlaşılmaktadır.

İnsan Boğaziçi’nin bu güzel, yeşil korularında gezerken ferahlamaktadır. Zira üç şey insanın gamını izale eder: Yeşillik, akarsu ve insanın sevdikleriyle beraber bulunması. İşte bu üç şey bir arada bulunduğu zaman insanda gam ve kasvet izale olmaktadır.

Kuzguncuğun dikkate değer ve dünyada eşi olmayan bir yapısı da; cami ve kilisenin yan yana bulunmasıdır. Bu da Müslüman Türklerin dinlere karşı hoşgörüsünün bir delilidir.

Ziya Burcuoğlu

Nureddin Zengi Rüyası ve Hz Muhammed'i Nasıl Gördü?

Nureddin, 1162 senesinde bir rüyâ görür Peygamber Efendimiz Aleyhisselamı rüyasında kendisine iki adamı işaret ederek,”Nureddin! Bu adamlardan beni kurtar!” diye emreder. Uykudan uyanır, abdest alıp tekrar uyur, aynı rüyayı tekrar görür. Bu hal üç defa tekrar edince, yatağından fırlayan Sultan, bu rüyanın hak olduğunu anlar. Rasülûllah Efendimiz tehlikede olduğunu düşünerek, sabahı beklemeden, süratle giderek on altı günde Medine-i Münevvere’ye varır. Bütün halkı toplarlar, yalnızca o iki kişi gelmemiştir. Onları arattırır ve bulur. Onları sorguya çekince, Katolik olduklarını, Efendimiz Aleyhisselam’ın kabrine tünel kazdıklarını, mübarek naaşlarını alıp kaçıracaklarını itiraf ederler. Efendimiz Aleyhisselam’ın naşını kurtaran Nureddin Zengî surlar yaptırarak muhafazayı kuvvetlendirir.

Kim Hz Muhammed'in Kabrini Çalmaya Çalıştı?

Nureddin, 1162 senesinde bir rüyâ görür Peygamber Efendimiz Aleyhisselamı rüyasında kendisine iki adamı işaret ederek,”Nureddin! Bu adamlardan beni kurtar!” diye emreder. Uykudan uyanır, abdest alıp tekrar uyur, aynı rüyayı tekrar görür. Bu hal üç defa tekrar edince, yatağından fırlayan Sultan, bu rüyanın hak olduğunu anlar. Rasülûllah Efendimiz tehlikede olduğunu düşünerek, sabahı beklemeden, süratle giderek on altı günde Medine-i Münevvere’ye varır. Bütün halkı toplarlar, yalnızca o iki kişi gelmemiştir. Onları arattırır ve bulur. Onları sorguya çekince, Katolik olduklarını, Efendimiz Aleyhisselam’ın kabrine tünel kazdıklarını, mübarek naaşlarını alıp kaçıracaklarını itiraf ederler. Efendimiz Aleyhisselam’ın naşını kurtaran Nureddin Zengî surlar yaptırarak muhafazayı kuvvetlendirir.

Mahmud Zengi'nin Rüyası ve Hz Muhammed'in Kabrini Çalmak İsteyen Katolikler

Nureddin, 1162 senesinde bir rüyâ görür Peygamber Efendimiz Aleyhisselamı rüyasında kendisine iki adamı işaret ederek,”Nureddin! Bu adamlardan beni kurtar!” diye emreder. Uykudan uyanır, abdest alıp tekrar uyur, aynı rüyayı tekrar görür. Bu hal üç defa tekrar edince, yatağından fırlayan Sultan, bu rüyanın hak olduğunu anlar. Rasülûllah Efendimiz tehlikede olduğunu düşünerek, sabahı beklemeden, süratle giderek on altı günde Medine-i Münevvere’ye varır. Bütün halkı toplarlar, yalnızca o iki kişi gelmemiştir. Onları arattırır ve bulur. Onları sorguya çekince, Katolik olduklarını, Efendimiz Aleyhisselam’ın kabrine tünel kazdıklarını, mübarek naaşlarını alıp kaçıracaklarını itiraf ederler. Efendimiz Aleyhisselam’ın naşını kurtaran Nureddin Zengî surlar yaptırarak muhafazayı kuvvetlendirir.

Canı boğazından gitti!






‘Can boğazdan gelir, boğazdan gider!’
diye anlatır atalarımız, bu sözün üzerinden pek durmaz güler geçeriz. 'Bana bir şey olmaz deriz!' Ne kadar lezzetli ve albenili gıda varsa; çeşit çeşit
hamur işlerinden; tatlısından tuzlusuna, böreğinden çöreğine, pastasına kadar... azıcık ondan, azıcık
bundan derken farkında olmadan, kantarı kaçırır bazen insan. Sonra da 'nasıl bu kiloları vereceğiz'