Canım dostum mavi'm geçtiğimiz günlerde The Painted Veil'i izlemiş ve beni meraklandıran güzel bir yorumla blogunda yayınlamış. Ben de doğal olarak merak ettim ve geçtiğimiz günlerde izledim. Gerçekten ama gerçekten bir filmden çok çok daha fazlası var bu yapımda. Oyunculuklara zaten hiçbirşey söylenemez Edward Norton ve Naomi Watts yeteneklerini adeta konuşturmuşlar. Somerset Maugham'ın romanından uyarlanarak John Curran'in yönetmenliğini üstlendiği baş oyuncularımızın diğer yandan yapımcılığını da üstlendikleri bu film arşivinizde yer almaya aday.
Fimin konusunu burada yazmak istemiyorum. Zira mavi'm blogunda bu konuyu çok harika bir şekilde paylaştı. Ziyaret etmenizde fayda var. Ben konuyu yazmaktan direkt yorumlamaya geçiyorum.
Dürüstçe söyleyabilirim ki oyunculuklar süper, görsellik harika, müzikler şahane ancak hikaye vasat. İnsan izlerken Naomi ve Edward'ın performanslarının çok azını sergilediklerini adeta hissediyor. Hikaye biraz daha kaliteli olsaydı bu güzel film 64. Altın Küre Ödüllerinde aldığı En İyi Film Müziği Ödülünden daha fazlası götürürdü evine. Oscar heykelcikleri toplardı mesela. Filmin afişine aldanıp basit, romantik ama heyecanlı bir film bekleyerek bu filmi izlemeye başlayanlar film bittikten sonra aslında hiçte öyle olmadığını rahatlıkla anlayacaklardır. Film Amerika'nın misyonerliğine, kolera hastalığının aslında cahillikle ne kadar alakalı olduğuna, ilişkilere, aşklara derinlemesine bir bakış atıyor.
Senaryoda çok fazla boşluklar olsada izlenmesi gerekli bir film diye düşünüyorum. En azdından Edward ve Naomi için bu film mutlaka izlenmeli.
Film hakkında daha fazla bir şey yazmıyorum. Zira ekşi sözlükte çok güzel iki yorum yazılmış filme dair. Merakınız biraz daha artsın diye burada onlarıda paylaşmak istiyorum.
"film kadının mavi gözlerinin ardından anlatıyor her şeyi; adamsa filmde sadece kadının duygularını ve hayatını etkileyen biri olarak var. geçmişi hakkında mesleği hariç hiç bir bilgi verilmemiş ve nasıl biri olduğunuysa, kadının aksine davranışlarından adım adım öğrendik. belki de bu yüzden, hikaye kadının hikayesi olduğu için, filmin sonunda adam aldatılmayı affetse de, izleyici/okur kadını bağrına basamayacağından; yazar, kadını babası belirsiz bir bebekle tek başına bırakmayı uygun görmüş.eğer koleradan ölen adam değil kadın olsaydı, kurban ve kahraman o olacaktı. ikisi de hayatta kalsa kadın yeterli cezayı görmeden kıskanılası bir mutluluğa konacaktı. yani, erkek gözüyle kadın öyle büyük bir suç işlemiş ki, ne mutluluğa ne de genç ölüp kitabın kahramanı olmaya layık görülmemiş. yazar tarafından ömrünün sonuna kadar sürecek bir arafa mahkum edilmiş.
magnolia daki polis basit, ama sihirli derecede yer edici monoloğunda diyordu ki - önemli olan kimi ve ne zaman affedeceğimizi bilmektir-.Canlar bu güzel filmi sizlerde izleyin. Sonu biraz üzücü olsada kaliteli bir yapım lezzetli bir oyunculuk izlemiş olmanın verdiği mutluluğa değer ;) İyi seyirler...tutku, aşk, sevgi ve evlilik, birbirini öldüren ya da birbirinin yerini alan şeyler mi? yoksa doğurmakta mı biri diğerini...
kiki öyküde kendisi olgunlaşırken, büyürken, izleyeni de büyütüyor.
- spoiler -
eğer senaryo vasatsa ne yazık ki yaşam da bir o kadar vasat. evet istioruz ki; dr fane kapıyı kırsın ve her ikisini de kurşunlasın ya da boşasın ya da kitty onu hiç aldatmasın. dr fane ölmesin, en azından çocuğun babasının o olduğu kesin olsun.
--
neden ki? ne zamandan beri yaşamın gerçekleri masallarda bile ahlak kavramının ideallerine uymak zorunda? ahlak ne zamandan beri bir yaşam biçimi ki? ne zamandan beri evrensel ya da değişmez ki? kendimzi daha yüce hissetmenin sanal bir yolu işte.tüm zayıflıklarıyla ve tüm güçlü yanlarıyla hem dr fane hem kitty son derece gerçekler. o kadar gerçekler ki walterın yasını tutuyor ve kittyi özlüyorum."
0 Comments:
Yorum Gönder