Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

GÜNEŞ SİSTEMİ HAKKINDA SAYISAL VERİLER

Bir yıldız, 8 gezegen, en az 3 cüce gezegen, 130 dan fazla uydu ve çok sayıda ufak gök cismi! Bu yazıda, içinde yaşadığımız sistem olan Güneş Sistemi’ ni genel hatlarıyla inceleyeceğiz.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Güneş Sistemi, uzayda hemen hemen boş diyebileceğimiz bir bölgedir. Çünkü gezegenlerin büyüklükleri ve sayıları, birbirlerine olan uzaklık dikkate alındığında oldukça küçük kalacaktır.

Güneş Sistemi

Güneş Sistemi, sistemin tek yıldızı olan Güneş ve onun etrafında dolanan 8 gezegenden oluşur. Mars ve Jüpiter arasında "asteroid kuşağı" denilen ve çok sayıda ufak göktaşını içeren bir bölge bulunur. Bu bölge Güneş Sistemini iki bölüme ayırır: Güneş, Merkür, Venüs, Dünya ve Mars’dan oluşan "İç Güneş Sistemi" ve Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton’dan (Plüton gezegeni şu anda "cüce gezegen" sınıfında) oluşan "Dış Güneş Sistemi".

Gezegenlerin yörüngeleri elips şeklindedir ve elipsin odaklarının birinde Güneş bulunur. Sadece bu durumdan Merkür’ü ayrı tutabiliriz çünkü yörüngesi çembere yakındır. Yörüngeler hemen hemen aynı düzlemdedir ve gezegenler bu yörüngeler üzerinde saat yönünün tersi yönünde ilerlerler.

Aşağıdaki şekilde gezegenlerin ve Güneş’in birbirine göre büyüklükleri görülüyor. Tablolarda da çap, uzaklık gibi bir takım büyüklükleri bulabilirsiniz ancak bu değerleri daha rahat anlayabilmemiz için bir model hayal edeceğiz. Bu modelimize göre tüm büyüklükleri belli oranda küçültüyoruz. Buna göre Dünya, 1,3 cm çapında bir üzüm tanesi. Dünya’nın 30 cm uzağında uydumuz Ay var. Güneş 1,5 metre çapında ve Dünya’ya uzaklığı 150 metre. Jüpiter, 15 cm çapa sahip bir greyfurt. Satürn portakal, Uranüs ve Neptün limon büyüklüğünde. Modelimize göre insan, bir atom kadar küçük ve en yakın yıldız 40000 km uzaklıkta!

Güneş Sistemi

Modelimizde gösterilmeyen ama Güneş Sistemi’ne dahil çok sayıda cisim bulunmakta: Gezegenlerin uyduları, çok sayıda asteroid (küçük, düzgün şekillerde olmayan kaya parçaları, daha çok mars ile Jupiter arasındalar),kuyrukluyıldızlar ve Neptün’ ün ötesinde "Kuiper" kuşağında bulunan küçük buzlu cisimler.

SINIFLANDIRMA

Güneş Sistemindeki cisimleri sınıflandırırken bir çok kriteri göz önüne almamız gerekiyor. Genel olarak sistem, gezegenler, geegenlerin uyduları, asteroidler ve kuyrukluyıldızlar olmak üzere ayrı ayrı incelenebilir. Ancak tüm sistemi gözönüne almak istediğimizde kriterlerimize göre birtakım problemler karşımıza çıkacaktır:

- Bir çok uydu Plüton’dan büyük;

- Bazı gezegenlerin uyduları, olasılıkla, o gezegenlerin yörüngesine girmiş ve artık çevrelerinde dolanan asteroidler;

- Kuyrukluyıldızlar, özellikle Güneş’e yaklaştıklarında, büyüklükleri farklılaşır. Diğer zamanlarda asteroidlerden ayırmak zor;

- Kuiper kuşağındaki (Pluton dahil) ve Chiron (hem asteroid hem de kuyrukluyıldız olarak sınıflandırılan bir gökcismi) gibi cisimler, sistemin genel büyüklük değerlerine uygun değil;

- Dünya / Ay ve Plüton / Charon bazen "çift gezegen sistemi" şeklinde değerlendiriliyor.

Bu tartışmaları bir kenera bırakıp 8 gezegene ait resmi sınıflandırmayı inceleyelim;

Yapılarına Göre;

Karasal Gezegenler: Birincil yapısal bileşenleri kaya ve metaldir. Nispeten yüksek yoğunluğa sahiptirler. Kendi çevrelerinde yavaş dönerler, katı yüzeyleri vardır, halkaları bulunmaz ve birkaç uydusu bulunur.

Merkür, Venüs, Dünya ve Mars

Jüpiter benzeri veya Gaz Gezegenler: Birincil yapısal bileşenleri hidrojen ve helyum gazlarıdır. Düşük yoğunluğa sahip, kendi çevrelerinde hızlı dönen, halkaları ve çok sayıda uyduları bulunan gezegenlerdir.

Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün

Büyüklüklerine Göre;

Küçük Gezegenler: Çapları 13000 km den küçük olan gezegenler.

Merkür, Venüs, Dünya, Mars

Dev Gezegenler: Çapları 48000 km den büyük gezegenler.

Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün

Güneş’e Göre Konumları;

Asteroid kuşağı bu iki bölgeyi ayırır.

İç Gezegenler:

Merkür, Venüs, Dünya ve Mars

Dış Gezegenler:

Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün

İsimUzaklık (km)Yarı Çap (km)Kütle (kg)
Güneş 697.0001,99e30
Jüpiter778.000.00071.4921,90e27
Satürn1.429.000.00060.2685,69e26
Uranüs2.870.990.00025.5598,69e25
Neptün4.504.300.00024.7641,02e26
Dünya149.600.0006.3785,98e24
Venüs108.200.0006.0524,87e24
Mars227.940.0003.3986,42e23
Ganymede1.070.000 (Jüpiter’e)2.6311,48e23
Titan1.222.000 (Satürn’e)2.5751,35e23
Merkür57.910.0002.4393,30e23
Callisto1.883.000 (Jüpiter’e)2.4393,30e23
Io422.000 (Jüpiter’e)1.8158.93e22
Ay384.000 (Dünya’ya)1.7387,35e22
Europa671.000 (Jüpiter’e)1.5694,80e22
Triton355.000 (Neptün’e)1.3532,14e22
Plüton5.913.520.0001.1601,32e22

Güneş, gezegen ve büyük uyduların yarı çaplarına göre sıralanması

Dünya’ ya Göre Konumları;

Dünya ile Güneş Arasındaki Gezegenler: Dünya’ya göre, Güneş’e daha yakın gezegenlerdir. Dünya’dan bakıldığında Ay gibi evreler gösterirler.

Merkür ve Venüs

Dünya Yörüngesinin Dışındaki Gezegenler: Dünya’ya göre, Güneş’ten daha uzak gezegenlerdir. Dünya’dan bakıldığında tam daire (veya daireye çok yakın) görünürler.

Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün

Tarihsel Sınıflandırma;

Klasik Gezegenler: Tarihsel öncesi zamanlardan beri bilinen gezegenler. Çıplak gözle görülebilirler.

Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn

Modern Gezegenler: Yakın çağlarda keşfedilen gezegenler. Çıplak gözle görülemezler.

Uranüs ve Neptün

SAMANYOLU GALAKSİSİNDEKİ YERİMİZ


Astronomi ile profesyonel tutku bağı olanlar ve gök gözlemini amatör bir heyecanla sürdürenlerin ortak merakıdır “Evrenin neresindeyiz?” sorusu.
Bu sorunun cevabını ister süper (hatta mega) kozmik yapılardan Güneş sistemimize, istersek güneş sistemimizden evrenin tuğlalarını oluşturan ölçeklere taşıyalım; sonuçta sistemleri içine alan daha büyük sistemler hiyerarşisi ile karşılaşırız.
Samanyolu ve kolları
Hemen her düzeyde astronomi tutkununa evrenin neresindeyiz diye sorduğunuzda ilk cevap Virgo süper galaktik kümesine bağlı, Samanyolu, Andromeda ve Triangilum galaksilerinin başını çektiği yerel grup içindeki Samanyolu denilen sarmal gökadanın Orion kolu üzerindeki “ana caddede” bir yerlerdeyiz olurdu.
Peki, bu “ana cadde” üzerindeki (Güneş Sistemi ölçeğinden konuşursak) süper yapılardan haberimiz var mı?
Samanyolu ve kolları
Hadi genelden özele inmeye devam edelim. Orion kolu üzerinde kalmıştık en son. Bu seviyede detayı arttırdığımızda karşımıza daha ilginç bir yerel evren resmi çıkar. (Bir dip not: Teleskopumuzun açıklığını ne kadar arttırırsak gök cisimlerinden gelen fotonların sayısını arttırarak daha detaylı bir büyük resim görebiliriz.)
Güneş Sistemi ve çevresi.
İşte yukarıda biraz daha belirgin bir büyük resim bulunuyor. Bu seviyede detayı arttırdığımızda karşımıza daha ilginç bir yerel evren resmi çıkar. Yıldızlar arası ortam ve daha detaylı süper yapılar ile çevrelenmiş bir gezgin; Güneş sistemi.
Güneş sistemimiz, gökadamız etrafındaki ebedi yolculuğu sırasında bir çok farklı yıldızlar arası ortamdan ve gökada kollarından geçiş yapmıştır. İnsan uygarlığının şafağının attığı son 1 milyon yıldır ise Orion kolu üzerindeki görece kalın yıldızlar arası toz ve gazın çevrelediği ve bazılarının içindeki sıcak O ve B sınıfı yıldızların güçlü rüzgarları ile süpürülerek yoğunluğu görece daha düşük küresel baloncuklara dönüştürdüğü bir ortamda seyehatine devam etmektedir. Bu baloncuklar da daha önceden yıldızlar arası maddenin yoğunlaşarak içlerinde yıldızlar oluşturduğu bölgelerdi. Serpilip gelişen sıcak O-B sınıfı yıldızların ışınım basıncı ile bölge içindeki yoğunluk seyrelirken evrimini tamamlayan devler bir bir şiddet gösterileri eşliğinde süpernova patlamaları gerçekleştirerek baloncukların içerisindeki tozu daha da seyreltip bu yapıları genişletmişlerdir. Bu süper baloncukların genel ismi astronomi literatüründe O-B Yıldız Birlikleri (assasyonları) olarak adlandırılır.
Resimde de görüldüğü üzere Güneş sistemi ile günümüzdeki durağımızda bize en yakın O-B Birlikleri Akrep takım yıldızı yönündeki Antares’in de içinde bulunduğu Scorpius Birliği, Centaurus Birliği ve Kartal takımyıldızı yönündeki devasa Aquila Yarığıdır. Bu vahşi ortamın önüne kattığı, sıcaklığı 6000 °C ‘ye ulaşan ISM (Yıldızlar arası madde) rüzgarına karşı Güneşimizin de içinde bulunduğu Yerel baloncuk içerisinde bu vahşi şok dalgalarına doğru, yakın komşularımız Sirius ve Altair yıldızları ile ilerliyoruz.
Yaklaşık birkaç on bin yıl içerisinde bu şok dalgalarının bir kısmı Güneş sistemi içerisinden de geçmiş olacak.
Gökadamız içerisinde böyle bir çok farklı süper yapı bulunmaktadır. Bu yapıların bir çoğu Samanyolu’nun evrimi sürecinde gerçekleşen, sarmal kollar içerisindeki yoğunluğu bulunduğu ortamdan daha fazla olan, gezgin devasa bulutların çarpışarak meydana getirdikleri rutin yıldız oluşum süreçlerinin bir sonucudur. Bir de bu rutin süreçlerin dışında gökadamızda Orion kolu üzerindeki bir çok Birlik ile alakalı bir başka süper yapı zinciri bulunmaktadır ki, kabaca toroidal bir halka biçimli olan ve Gould’s Belt (Gould’un kemeri) olarak adlandırılan bu yapının doğmasına sebep olan etmen, galaksiler arası gaz ve toz bulutlarının gökadamız ile etkileşiminin bir sonucu gerçekleşen ve toplu bir yıldız oluşumunu tetikleyen çok daha ilginç bir serüvene aittir.

VAGİNAL AKINTILAR VE SEBEPLERİ TEDAVİSİ

Vaginal Akıntılar





Sağlıklı bir kadında berrak (bazan beyaz, mat), çiğ yumurta beyazı gibi, kokusuz bir akıntı (günde 5 ml, bir tatlı kaşığı kadar) normal olarak kabul edilir.
Adet günlerine göre akışkanlık ve rengi değişebilir. Adet kanaması nı takip eden dönemde sarı-kahverenkli (parçalanmış kan hücreleri nedeniyle) olan akıntı, yumurtalık hormonlarının en yüksek olduğu iki adet ortası dönemde daha çok ve akışkandır. Bu sıvı vajina yan duvarlarından sızma ve vajina girişi ve idrar deliği kenarındaki bezlerin salgılarıyla oluşur.
Genel olarak pH asittir.Asit pH’yı vajinada hastalığa neden olmadan yaşayan ve şekeri parçalayarak laktik asit oluşturan, laktobasil denilen bakteriler sağlar. Böylece vajina içerisinde mantar sporları ve diğer bakterilerin çoğalması engellenir. Laktobasillerin şekerden asit yapmaları için yumurtalık hormonları gereklidir.
Estrojen hormonunun azaldığı menapozda vajende şeker ve laktobasiller azalarak enfeksiyona yakalanma oranı artar.Ayrıca başka organların iltihabi hastalıklarının (bademcik, mesane, ortakulak, akciğer vb) tedavisi için kullanılan antibiyotikler laktobasilleri de öldürerek vajinada mantar ve diğer bakteri enfeksiyonlarının oluşmasına yol açabilir.

Vajinal enfeksiyonlar ve bunlara bağlı akıntıların önlenmesi için en ciddi önlem vajendeki laktobasillerin korunmasıdır. Pek çok önlemin temelinde bu yatar. Anormal sayılan akıntılar;
  • Kesilmiş süt gibi beyaz,
  • Kanlı
  • Et suyu gibi
  • Sarı – yeşil renkli ve iç çamaşırda iz bırakan,
  • Bol, sarı-gri köpüklü,
  • Kötü kokulu (özellikle cinsel ilişkiden sonra bozulmuş balık kokusu)
şeklinde sıralanabilir. Akıntıya aşağıdaki yakınmalar da eşlik edebilir.
  • Kaşıntı
  • Yanma
  • Ağrılı ilişki
  • İdrar yaparken yanma
  • Sık ve az az idrar yapma
  • Kızarıklık
  • Düzensiz kanama veya ilişkiden sonra kanama,
Tanı için jinekolojik muayeneyi takiben, direk akıntıdan alınan örneğin mikroskopik incelemesi,
akıntının boyanarak (Gram vb) mikroskopik incelemesi kültür alınarak mikrobun üretilmesi rahim ağzı sürüntüsü (Paptest, smear ) yapılabilir. Akıntı nedenleri;
  • Mantar, Trikomonas, Gardnerella,Klamidya vb değişik mikroplarla enfeksiyon
  • Rahim İçi Alet ile doğum kontrolu,
  • Kanserler (özellikle kanlı akıntı veya ilişkiden sonra kanama varsa),
  • Polip,
  • Küçük kız çocuklarında vajina içinde yabancı cisim,
  • Rahim ağzının dışa dönük olması(eversiyon ve ektopi)
olabilir. Tedavi nedene yönelik olarak yapılmalıdır. Tanı ve tedavi mutlaka bir doktor tarafından düzenlenmelidir.Ülkemizde sıklıkla “Sadece akıntım var, bir ilaç verebilirmisiniz” diyerek eczaneye gidip ilaç almak, birkaç fitil ve tedaviden sonra doktora gitmek çok yaygın , yanlış bir uygulamadır. Uygun olmayan ilaçlarla daha dirençli enfeksiyonlara neden olmak, bir kanseri ilaçla tedavi etmeye çalışırak erken tanı ve başarıyla tedavi olma şansını kaçırmak mümkündür.

Akıntılarla ilgili en önemli olan konu; normal ve anormal akıntıyı tanımak ve akıntılı hastalıklara neden olabilecek kişisel alışkanlıklar ve hijenik hatalardan kurtulmaktır. Akıntılı ( özellikle enfeksiyonlara) hastalıklara yakalanmamak için;
  • İlşikiden ve adet kanaması bittikten sonra, vajina içi yıkanmamalıdır (vajinal duş). Eğer bir temizlik yapılacaksa, vajina dış kısmı ılık, duru, temiz suyla yıkanabilir. Yıkama işleminden sonra vajen girişi kurulanmalıdır.
  • Tuvalette temizlik önden arkaya doğru yapılmalıdır.
  • Banyo, havuz, sauna ve egzersizden sonra ıslak,terli çamaşır veya mayolar vücutta uzun süre kalmamalıdır.
  • Havuz, hamam, sauna , küvet ve her gibi ortak kullanılan yerlerin temizliğinden emin olunmalıdır.
  • Eğer çok eşli bir cinsel yaşam varsa , prezervatif ile korunmalıdır.
  • İç çamaşırlar doğal (pamuklu , yün) maddelerden üretilmiş olmalıdır.
  • Vajinal tampon ve pedler sık sık değiştirilmelidir ( en çok 6 saat).
  • Koku için vajen girişinde deodoran parfüm veya sabunlar (nötral pH ‘lı ve doktor önerisyle alınanlar dışında) kullanılmamalıdır.
  • Dar pantolon, sıkı iç çamaşırları veya etekler (en azından uzun süreli) kullanılmamalıdır.
  • Düzenli pap-test yaptırılmalıdır.
  • Şeker Hastalığı varsa kontrol altında tutulmalıdır. Tatlandırıcı kullanımına bağlı daha sık mantar enfeksiyonları olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu sıklıkla, kullanım nedeni olan şeker hastalığına da bağlı olabilir.
Yaz ve tatil aylarında yukarıdaki önerilere uymak zorlaştığından, yazın vajinal akıntılara daha sık rastlanılabilir. Bu nedenle hijyenik kurallara her zaman büyük bir dikkatle uyulmalıdır.
Bir miktar akıntı mutlaka olacaktır. Unutmayın ki vajende hiç ıslaklık olmaması, kuruluk ayrı bir hastalıktır. Yani vajina kuru olamaz. Ülkemizde en çok cinsel ilişki ve adetten sonra kadınlarımızın bir kısmı, kirlendikleri gerekçesiyle “bulaşık çamaşır yıkarcasına” vajinanın içini yıkayarak, burada bulunan koruyucu asiti üreten Laktobasil’leri yok ederek, tekrarlayan mantar ve diğer mikrobik hastalıklara neden olmaktadır.

Safari

We went on a safari to Etosha National Park in Namibia and we saw so many animals! It is cool there because you can drive yourself and there are tons of watering holes so you can drive around and see animals then sit at the watering holes and see more animals. We even stayed the night in the park and you can sit at the watering hole, which they have flood lights on, and see the animals at night. The coolest thing was the lions. We got right up next to them and they are so big!

Now we are in South Africa, after about 2 whole days of driving, and we are staying in the mountains in a place called Cedarberg. We went hiking yesterday; the terrain is totally different from what I am used to. There are mountains, but they are soapstone so they are worn away in strange patters instead of being granite or serpentine, which is more jagged, which is what I am used to. There are barely any trees; there are lots of scrubby bushes, which make the mountain look green from far away, but are really kind of bristly from up close. Nothing compared to the pines and cedars at home. For a place called Cedarberg, I have seen few cedars!

Next we will travel to the west coast of S Africa, which is called the "Western Cape" where it is said that the cliffs go right to the sea. I am imagining Big Sur type cliffs, but we shall see what we run into. South Africa is very civilized; there are real grocery stores with stocked shelves!! It is almost like home, except there is still a large black/white separation.

Disputation, Confrontation, and Dialectical Hullabaloo! -- a new department

Inaugurating a new department in pursuit of Old Irregular Robert G. Harris's description of the spirit of the early BSI annual dinners, we shall post occasional items to enliven the discussion. First on the docket is the recent debate about "Ronald Knox: Fact or Fiction?" conducted at the University of Minnesota Libraries' Sherlock Holmes Collections two weekends ago, between me and Dr. Richard Sveum of Minnetonka, Minn. The department can be accessed from the website's Welcome page, and new content will be announced both there and here. Comments on the debate posted here will be added to its text at the website as well. A direct link to this stirring debate is below.
http://www.bsiarchivalhistory.org/BSI_Archival_History/debate.html

Berlin Destroyed: When The War Ended In 1945

Berlin has always been a proud city. Prouder still was it under the rule of Nazis. But it saw a destruction that still shakes us up when we see the images of a broken Berlin in April 1945.

It was not only the German women who were raped. Berlin too was raped.

One of the last images of Hitler. On April 20, 1945.

The Brandenburg Gate and view of the Soviet Berlin



Schöneberg

Palace Kaiser

The anti-aircraft complex in the Tiergarten district

A broken Reichstag

Soviet soldiers wrote all over the walls of the Reichstag




View of the Reichstag from the edge of the Tiergarten. A road leads to the Brandenburg Gate

Dilapidated Reichschancellery the Wilhelmstrasse.  Behind it in the garden was the entrance to Hitler's bunker (Fuehrerbunker)

In Reichschancellery

The ruined garden behind the Reich Chancellery

Goebbels' room in the Fuehrer's bunker

Americans in the garden of Reich Chancellery. In this trench Kempka burned the bodies of Hitler and Eva Braun

The main building of the Gestapo at Prinz-Albrecht-Strasse

Ministry of Propaganda in the Wilhelmstrasse -  Goebbels' office

The ruins of the American Embassy

State Opera on Unter den Linden

The ruins of Kaiser Wilhelm Memorial Church

Remains of a German Panther

Obervalshtrasse -this place saw a lot of last desperate fighting


Germans stumble back into Berlin

The German people wait  for a bus

Brandenburg Gate witnessed the destruction of German manhood

At the Brandenburg Gate. American soldier women smartly salute their Russian counterpart.

Head of the Soviet occupation zone of Berlin, Major-General Nikolai Barinov communicates through an interpreter with the U.S. General Omar Bradley.

Cannibalism During Second World War


Many instances of cannibalism by necessity were recorded during World War II. For example, during the 872-day Siege of Leningrad, reports of cannibalism began to appear in the winter of 1941–1942, after all birds, rats and pets were eaten by survivors. Leningrad police even formed a special division to combat cannibalism. Following the Soviet victory at Stalingrad it was found that some German soldiers in the besieged city, cut off from supplies, resorted to cannibalism.

Later, in February 1943, roughly 100,000 German soldiers were taken prisoner of war (POW). Almost all of them were sent to POW camps in Siberia or Central Asia where, due to being chronically underfed by their Soviet captors, many resorted to cannibalism. Fewer than 5,000 of the prisoners taken at Stalingrad survived captivity. The majority, however, died early in their imprisonment due to exposure or sickness brought on by conditions in the surrounded army before the surrender.

The Australian War Crimes Section of the Tokyo tribunal, led by prosecutor William Webb (the future Judge-in-Chief), collected numerous written reports and testimonies that documented Japanese soldiers' acts of cannibalism among their own troops, on enemy dead, and on Allied prisoners of war in many parts of the Greater East Asia Co-Prosperity Sphere.[notes 1][93]:80 According to historian Yuki Tanaka, "cannibalism was often a systematic activity conducted by whole squads and under the command of officers".

In some cases, flesh was cut from living people. An Indian POW, Lance Naik Hatam Ali (later a citizen of Pakistan), testified that in New Guinea: "the Japanese started selecting prisoners and every day one prisoner was taken out and killed and eaten by the soldiers. I personally saw this happen and about 100 prisoners were eaten at this place by the Japanese. The remainder of us were taken to another spot 50 miles [80 km] away where 10 prisoners died of sickness. At this place, the Japanese again started selecting prisoners to eat. Those selected were taken to a hut where their flesh was cut from their bodies while they were alive and they were thrown into a ditch where they later died."

Another well-documented case occurred in Chichijima in February 1945, when Japanese soldiers killed and consumed five American airmen. This case was investigated in 1947 in a war crimes trial, and of 30 Japanese soldiers prosecuted, five (Maj. Matoba, Gen. Tachibana, Adm. Mori, Capt. Yoshii, and Dr. Teraki) were found guilty and hanged. In his book Flyboys: A True Story of Courage, James Bradley details several instances of cannibalism of World War II Allied prisoners by their Japanese captors. The author claims that this included not only ritual cannibalization of the livers of freshly-killed prisoners, but also the cannibalization-for-sustenance of living prisoners over the course of several days, amputating limbs only as needed to keep the meat fresh.

A REPORT OF JAPANESE CANNIBALISM

"Because of the strain involved, scouts were rotated at short intervals. I do not remember the name of the scout who led the second platoon, but it was he who relieved me. Within three minutes after taking the lead, he was hit by a burst from a machine gun. The Japanese had dug in on a coral hill and were waiting for us. We took whatever cover we could find, moved into firing positions, and battled throughout the day and into the night. Daylight came and we put feelers out to see if the Japanese were still there. They had moved out and the scouts body was gone.

We moved up the hill into the evacuated Japanese positions. There, we found him. His body had been carved as though he were a mere piece of beef. All the flesh was gone from his legs, arms, buttocks and chest and his heart and kidneys were missing. We had no doubt that they were eating our dead.
No prisoners, we vowed to ourselves"

This was written by Chester Nycum, paratrooper from 503 PIR on Noemfor.
Full account here: http://corregidor.org/Heritage_Battalion/nycum/ch5.html
Source 

ARI POLENİ PROPOLİS NEDİR YARARLARI NELERDİR

Arıların 200 ila 3000 arası çiçekten toplayarak, kanatlarında kovana getirdikleri
bitkinin erkek üreme hücresi olan doğa harikası bir bitki özüdür. Arılar bal yapmak için çiçeklerden besin toplarken, çiçekten çiçeğe konarlar. Böylece hem çiçeklerin döllenmesini sağlarlar hem de yavrularını beslemek için kovana polen götürürler. Polenin çok yüksek besin değerli olduğu keşfedildikten sonra kovanların girişlerine polen tuzakları yerleştirilmiş ve bu sayede arıyı rahatsız etmeden kovandaki polen stokları toplanmaya başlanmıştır. Arıların kovana girişlerinde kanatlarından tuzaklara düşen polen; naturel kurutma sistemiyle kurutulur ve çok kıymetli bir besin haline gelir.
Polenler renk, şekil ve içerikleri bakımından büyük farklılıklar gösterirler. Polenlerin %80'i sarıdır. Bunun dışında siyah, kırmızı, mor, pembe, eflatun vb. renklerde polene rastlamak da mümkündür. Polene bu renkleri veren renk maddeleridir. Bu renk maddelerden karotenoidler başlıcı a-karoten, b-karoten, lycopin, xanthophyl ve zeaksonthinden ibarettir. Klorofil varlığına polende rastlanılmamıştır. Polende ortalama %25 protein vardır. Protein miktarı polenin türüne, yöresine, toplama sistemine göre farklılıklar göstermektedir. Polen bilim dalı Patinoloji'dir. İyi cins polen; naturel kurutma sistemiyle vitaminleri ölmeden kurutulmuş, taze ve bol nektarlı çiçeklerden toplanan 1.sınıf olmalıdır.

Polende bulunan vitaminler ve mineraller

Polen bilim dalı Palinoloji'dir.

Polende tam 22 çeşit aminoasit, 27 çeşit madensel tuz, doğal hormon, enzim, coenzim, pigment, karbonhidrat ve ferment vardır.

Polende bulunan başlıca asitler pantothenic, linoleik, ascorbik ve araohidonik'dir. Demir, bakır, kalsiyum, sodyum, magnezyum, silisyum ise varlığı polende tespit edilen elementlerden bazılarıdır. Polende bulunan iz elementler alüminyum, nikel, titaniyum ve çinkodur.

Dünyaca tanınmış bir araştırma örgütü CNRS Araştırma Örgütü'nün; Araştırma Uzmanlarından Armond PONS; kitabında polenin bütün vitaminleri taşığıdığını açıklamıştır.

Polende bulunan vitaminler A, B1, B2, B3, B4, B5, B6, B7, B8, B9, B12, C, D, E, H, P, PP'dir.

Polende yüksek oranda rutin vardır (rutin kılcal damarları etkiler, aynı zamanda kalp kasının çalışmasını güçlendirir).

Chauvin ve Lenormand'ın araştırmalarıyla polenin antibiotikler içerdiği kanıtlanmıştır. Grecean ve Enciu'nin bu konuda yaptığı çalışmalar sonunda polenin Staphylococcus, Salmonella, Ecoli ve Bacillus anthracis'e karşı etkili olduğu ve bunların üremelerini engellediği tespit edilmiştir.

Polende insan yaşamının ihtiyacı için her şey mevcuttur. Bulundurduğu (oglio-elementler) madenler, aminoasitler ve en son olarak zengin çeşitli vitaminler yanında; protein, yağ, şeker, madeni gıda, hormon, büyütücü faktör, pigment; beyin ve vücutça yorgun insanların tüm ihtiyacını karşılar. Anemi (kansızlık) hastalarında, bir ay süre ile her gün bir kahve kaşığı polen yedirilen bünyelerdeki alyuvarların; milimetre küpte 500.000 arttığını göstermiştir

1 Gram Polendeki 8 mg B1 vitaminini şu besinler sağlar: 70 gram Bira mayası, 3 kg. Karaciğer, 8 tam kepekli ekmek, 20 kg. elma veya domates
1 Gram Polendeki 5 mg B2 vitaminini şu besinler sağlar: 50 gram Bira mayası, 6 kg. portakal, 12 kg. domates, 16 kg. elma 74 adet beyaz ekmek
1 Gram Polendeki 27 mg B5 vitaminini şu besinler sağlar: 35 gram Bira mayası, 13 kg. sığır eti, 25 kg. kabuklu buğday, 95 lt süt


Dünya bilimadamlarına göre polen ve faydaları

"Geleneksel tıbbi tedaviler gören MİDE ÜLSER'li hastaların %29'u iyileşebilirken, Polen yedirilerek tedavi edilmiş MİDE ÜLSER'lilerin %59.2'sin de Mide yaralarının iyileştiği denenerek kanıtlanmıştır."
Rusya Irkomtsk Tedavi Kliniği

"Günde 2 gram Polen yiyen hastalardaki YARA VE YANIKLAR'ın iyileşmesinde %30 hızlanış ve artış olmuştur."

ABD Wagne Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Prof.Dr.N.S.Gimbal
"Bizler bilim adamları henüz polenin nasıl olup da hastalıkları iyi ettiğini bilmiyoruz. (1969'da polenin bileşimi henüz tam bilinemiyordu). Fakat, çeşitli antibiyotik ilaçlarla tedavi edildiği halde iyi olmayan pek çok hastam, gözlerimin önünde iyi olmuşlardır. Bir çok SOLUNUM HASTALIKLARI'ının da polenle tedavi edildiğini ve hastaların gerçekten hastalığı ve nekahat süresini süratle atlattıklarını müşahade ettik. Söylenecek tek şey yok. İnsanlık demek ki burnunun dibinde [i]bulunan bu "Harika İlacı" şimdiye kadar hiç farketmeden yaşamış."
İsveç Upsala Üniversitesi - Eric Ask Umparc

"Polen YÜKSEK TANSİYON'a, DAMAR TIKANIKLIĞI'na, KOLESTEROL YÜKSEKLİĞİ'ne, KRONER TROMBAZ ve FELÇ'lere karşı koruyucu ve iyileştirici etki yapıyor."

Dr. Nemarov - Dr. Egerov - Dr. Mistchenko - Dr. Kodiser
Rus Bilimler Akademisi

"Arıların binlerce yıl önce bulduğu bu harika besin, onların lavrasını en hızlı büyüten, kendi vücutlarını en sağlıklı kılan, en çok yaşatan, en güzel balı sağlayan bir besin. Poleni deneyerek buldu arılar. Oysa insanlar ancak 20.yüzyıl sonlarına doğru analizlerini yapınca polenin değerini anlayabildiler. En önemli besinlerinden binlerce kat fazla vitaminler taşıdığını görünce 1 gram polenin insana gün boyu yeterli olduğunu hesapladılar.
Bir arının günde 4000 çiçeğe konarak 35 günlük ömründe yapabildiği 10 gramcık balı, insanların kovandan çalarak yediklerini görüyordu arılar. Oysa, günün birinde 2-200 mikronluk biricik besinlerini insanların da "Harika Besin" yapacaklarını, bir santimlik boylarını ve küçücük beyinleriyle düşünemezlerdi arılar. Bitki hayatının sırrını taşıyan çiçek tozlarını "Doğanın En Üstün Besini" seçerek ömür boyu yiyen ve gerçek balı yapan arılar onun "Tam Besin" olduğunu biliyorlardı. Öyle bir besin ki, yapısında 70'e yakın cevher taşımaktadır. Bütün vitaminleri, 22 çeşit aminoasiti, sindirim fermentlerini, hormonları, yağları, doğal şekerleri, mineralleri yapısında bulundurmaktadır. Polen besinler dünyasının son harikasıdır."

KAN TAHLİLİ (LABARATUAR) YORUMLANMASI


Genel tıp uygulamaları sırasında hekimler polikliniğe başvuran pek hastadan kan tahlili isterler. Tam kan sayımı hekime tanıya yaklaşmasında yardımcı olan, değerli ve nispeten ucuz bir testtir.
Kan tahlilinin maksadı teşhis koymak değildir. Kan tahlilinin esas görevi hekimin olası tanılar arasında eleme yapmasını sağlamaktadır. Yani tanıya yardımcı olmaktır. Hastayı görmeden, muayene etmeden teşhis koyulmaz.
Kan tahlilinde hangi değerler incelenir?
Vücudumuzda oksijen taşıyan kırmızı kan hücreleri (eritrositler) ile hastalıklara karşı savunmamızı sağlayan beyaz kan hücreleri (lökositler) sayılmakta ve büyüklükleri incelenmektedir.
Bildiğiniz gibi kırmızı kan hücrelerinde hemoglobin proteinleri bulunur. Oksijeni taşıyan protein hemoglobindir. Hemoglobin miktarı düşerse oksijen taşınamaz.
Maalesef ülkemizde kullanılan laboratuvar cihazları yurt dışından satın alındığı için tahlil sonuçları genellikle yabancı terimlerle gösterilmektedir.

Kırmızı Kan Hücreleri

RBC (red blood cells): Oksijen taşıyan hücrelerin miktarını verir.
Düşükse anemi (kansızlık) veya kan kaybı vardır. Yüksekliğe örnek: Yüksek rakımlı yerde oturmak, KOAH, böbrek hastalığı, polisitemi hastalığı

MCV (mean corpuscular volume): Oksijen taşıyan hücrelerin ortalama büyüklüğüdür. MCV düşükse eritrositler daha ufaktır, yüksekse daha genişlemişlerdir. Örneğin demir eksikliği anemisi’nde eritrositler küçülür dolayısıyla mcv değeri düşük çıkar. B12 vitamini eksikliği anemisinde ise eritrositler büyümüştür, MCV yüksektir.

Hb (Hemoglobin): Kandaki toplam hemoglobin miktarını gösterir. Anemilerde hemoglobin düşer.

MCH: Eritrositlerdeki hemoglobin miktarını gösterir.

Hct (Hematokrit): Kandaki hemoglobin ve eritrosit miktarının bir ölçüsüdür. Anemi, lösemi, kan kaybı gibi durumlarda azalırken vücudun su kaybettiği durumlarda (örneğin ishal) veya polisitemi’de artar.

PLT (Platelets): Trombositlerdir. Yani pıhtılaşmayı sağlayan hücereleri gösterir.
Beyaz kan hücreleri

WBC (White Blood Cells-Leukocytes): Vücudun savunma ve bağışıklık hücrelerinin yani lökositlerin toplamını gösterir. Enfeksiyon hastalığı veya lupus gibi kronik iltihabi hastalıklarda yükselir. Ayrıca lösemi’de yükselir.
Çok düşükse lökosit yapımını bozan ciddi bir hastalık vardır. Örneğin bazı kanserlerde, kemik iliği hastalarında, AIDS’te lökosit miktarı (WBC) düşüktür.

* PNL: (Nötrofiller) Örneğin bakteryel enfeksiyonlarda artar.
* Lymphocytes: (Lenfositler) Viral enfeksiyonlarda ve bazı kronik hastalıklarda artar. AIDS’te düşer.
* Eosinophils: (Eozinofiller). Allerjide ve parazitik hastalıklarda yükselir.

ALBUMIN
Normal Değerler : 3.5-5.5 g/dL

Açıklama : Albümin karaciğerde sentezlenen bir protein türevidir. Sağlıklı yetişkin karaciğerinde günde 12-14 gram kadar albümin sentezi yapılır. Sağlıklı kişilerde rutin olarak albümin bakılmasına gerek yoktur. Sağlıklı bir kişide albümin düzeyinin biraz yüksek ya da düşük çıkması da klinik bir önem taşımaz. Kan albümin düzeyi ölçümü özellikle ödemi olan, karaciğer hastalığı bulunan veya beslenme bozukluğu düşünülen kişilerde önem taşır.

Artığı Durumlar : Albümin düzeyinin yüksek ölçülmesi genellikle vücuttan su kaybı bağlıdır. Önemli değildir.

Azaldığı Durumlar : Yaşlı insanlarda, karaciğer hastalığı olanlarda ve beslenme bozukluğu bulunan kişilerde albümin azalır. Bazı hastalarda idrar ya da bağırsak yolu ile albümin kaybı gerçekleşmektedir. Sonuçta albüminin kan düzeylerinde azalma (hipoalbüminemi) kan onkotik basıncının düşmesine bu da dokular arasında sıvı birikimine neden olarak özellikle bacaklar ve sırtta ödeme neden olur.

Alp Alkalen Fosfataz
Normal Değerler : 30-1 20

Açıklama : Vücutta neredeyse bütün dokularda bulunan ama ne iş yaptıkları tam anlaşılamamış bir enzimdir. Normal yetişkinde kanda ölçülen ALP ın yarısı karaciğer yarısı da kemik kökenlidir. ALP özellikle safra akımının durması ya da yavaşlamasına bağlı olarak görülen karaciğer hastalıkları için iyi bir testtir.

Artığı Durumlar : Çocuk ve gençlerde hızlı kemik büyümesi nedeniyle normal yetişkine göre ALP değerleri 2-4 kat daha fazla olabilmektedir. Yine doğuma yakın gebelerde de plasenta tarafından sentezlendiğinden ALP değerleri yüksektir. Safra yollarındaki tıkanma sonucu ALP değerleri yükselir. Ayrıca kemik hastalıklarında da (özellikle Paget hastalığı) ALP değerleri yükselir. Pek çok ilaç da ALP düzeylerini yükseltebilir, bu nedenle ALP yüksekliği çoğu zaman bir hastalık belirtisi olmayabilir.

AMILAZ
Normal Değerler : 60-180 U/L

Açıklama : Amilaz pankreas, tükürük bezleri ve bazı tümörlerden (örn. akciğer) salınmaktadır. Kandaki amilazın genellikle üçte biri pankreas, üçte ikisi ise tükürük bezleri kaynaklıdır. Dolaşıma giren amilaz esas olarak böbrekler aracılığıyla vücuttan atılmaktadır.

Artığı Durumlar : Yüksek kan amilaz düzeyi pankreatitte meydana gelir. Ayrıca karın ağrısıyla ortaya çıkan bazı acil hastalıklarda, şiddetli şeker komasında, kabakulakta, morfin enjeksiyonundan sonra da amilaz düzeyleri bir miktar yükselebilmektedir.

Azaldığı Durumlar : Amilaz değerinde düşüklüğün bir klinik önemi yoktur

ASIT FOSFATAZ
Normal Değerler : 0-5.5 U/L

Açıklama : Esas olarak prostat, karaciğer, kemik ve bazı kan hücrelerinde bulunmaktadır. Ölçümü özellikle prostat hastalıklarının tanı ve tedavisi için kullanılmaktadır. Bu amaçla prostatik asit fosfataz denilen fraksiyonu ölçülür. Normalde asit fosafataz kanda pek az miktarda bulunur.

Artığı Durumlar : Özellikle prostat kanserlerinde kan düzeyleri belirgin olarak yükselmektedir. Yine de rektal muayeneden sonra, idrar sondası takılmasıyla ve hatta kabızlık ile birlikte de yükselebileceği unutulmamalıdır.

Azaldığı Durumlar : yok

BILIRUBIN
Normal Değerler :
Direkt : 0.1-0.3 mg/dL
Indirekt : 0.2-0.7 mg/dL

Açıklama : Kan dolaşımında bulunan kırmızı kan hücreleri yaklaşık 120 günlük bir süre sonunda ömürlerini tamamlar ve çoğunluğu dalakta olmak üzere parçalanırlar. Açığa çıkan bilirubin karaciğere götürülür. Karaciğer özel bir işlemle bilirubini suda çözünebilen bir hale getirir ve safra yoluyla bağırsağa atar. Karaciğerde bu işleme maruz kalmış bilirubine direk, henüz işlem görmemiş bilirubine ise indirek bilirubin denilir.

Artığı Durumlar : Bu sistemin herhangi bir noktasında meydana gelebilecek bir aksama kan bilirubin düzeyinin yükselmesine neden olur. Bu aksamalar; kırmızı kan hücrelerinde aşırı yıkım, karaciğer hastalıkları ve safra yolu tıkanıklıklarıdır. Sonuçta kan bilirubin seviyesi yükselecek ve koyu sarı ten rengiyle tipik sarılık ortaya çıkacaktır.

Azaldığı Durumlar : yok


FOSFOR

Normal Değerler : 3 - 4,5 mg/dL

Açıklama : Fosfor insan hücresinde asit-baz dengesi, kalsiyum metabolizması gibi çok önemli reaksiyonlarda rol oynayan bir maddedir. Vücuttaki fosforun %85 kadarı kemikte fosfat formunda depolanır. Kan düzeyi kan kalsiyum ve kan pH değişimlerinden etkilenmektedir. Kalsiyumda olduğu gibi bağırsaktan emilimi, idrarla atılımı ve hücre içine toplanması ya da hücreden bırakılması gibi düzenlemelerle kan düzeyi ayarlanmaktadır.Yine kalsiyum gibi parathormondan etkilenmektedir. Yemeklerden sonra düzeyi değiştiğinden 12 saatlik açtıktan sonra ölçümü yapılmalıdır.

Artığı Durumlar : Hipoparatiroidide fosfor artar.

Azaldığı Durumlar : Hiperparatiroidi durumunda değerleri azalır.

GLUKOZ (KAN SEKERI)
Normal Değerler : 75-115 mg/dL

Açıklama : Şeker hastalığı tanısı için 12-14 saat açlıktan sonra kan glukozu ölçülür. Yüksekse test tekrarlanır. Yine yüksekse yemekten tam 2 saat sonra yeniden ölçülür. Bu da yüksekse glukoz tolerans testi yapılmalıdır.

Artığı Durumlar : Kanda şeker yüksekliği ise şeker hastalığını gösterir.

Azaldığı Durumlar : Hipoglisemiyle seyreden hastalıklar

TİROİT HASTALIKLARININ TEŞHİSİ

* Kanda TSH ve tiroit hormonlarının (T3 ve T4) düzeylerinin ölçülmesi: Tiroidin çalışması hakkında önemli bilgiler verir. Başlangıçta öykü ve muayenede çalışma bozukluğu belirlenememişse tek başına TSH’nın ölçülmesi yeterli olabilir. Duyarlı bir sonuç elde edilebilmesi için TSH’ ya sensitif ya da ultrasensitif yöntemle bakılması tercih edilir. Üstünde önemle durulması gereken nokta: Bu tetkiklerin normal olması tiroidin çalışmasının normal olduğunu gösterir. Hastada guatr, tiroit kanseri gibi diğer hastalıkların olmadığını belirlemez. Bunlar için diğer tetkiklere gereksinim olabilir.
* Bağışıklık sistemini kontrol eden testler: Bunlar antitiroglobulin antikor ( ATA ), anti TPO antikor ( AMA ) ve Anti TSH-R ( TRAb ) gibi isimler almaktadır. Graves hastalığı, Hashimoto hastalığı ve bazı tip tiroiditlerin tanısında yardımcı olurlar.
* Tiroglobulin tayini: Bu test özellikle tiroit kanseri nedeniyle ameliyat olmuş hastaların izlenmesinde önemli ip uçları vermektedir. Ancak bu testin tam olarak değer kazanabilmesi için bireyde gözle görülebilir tiroit dokusunun kalmamış olması gerekmektedir.
* Medüller kanserlerin tanı ve tedavisinde kanda tirokalsitonin: adı verilen bir hormonun ölçülmesi faydalı bilgiler verir.
* Yine medüller kanser olan ailelerde diğer bireylerin taranması için ret genindeki mutasyonları gösterecek genetik çalışmalar yapılabilir.

HEMOGLOBIN VE HEMATOKRIT
Normal Değerler :
Hemoglobin: 14-18 g/dL (erkek); 12-16 g/dL (kadın)
Hemotokrit: % 42-52 (erkek); %36-46 (kadın)

Açıklama : Hemoglobin ve hematokrit sıklıkla beraber istenen ve kanın oksijen taşıma kapasitesini ölçmek için kullanılan testlerdir. Hemoglobin kırmızı kürelerde bulunan ve temel olarak oksijenin taşınmasından sorumlu maddedir. Hematokrit ise kırmızı kürelerin kan içerisindeki yüzdesini gösterir. Genellikle hematokrit değeri hemoglobin değerinin üç katıdır. Hemoglobin ve hematokrit bebeklerde, gebe kadınlarda, bakım evlerinde yaşayan yaşlılarda, adet gören kadınlarda mutlaka kontrol edilmelidir. Bu testlerin en önemli yanı aneminin tespit edilebilmesini sağlamasıdır.

Artığı Durumlar : Polisitemilerde, doğuştan var olan kalp hastalıklarında, aşırı su kaybında yüksektir. Orak hücre anemisi gibi kırmızı küre şekil bozukluklarında hemotokrit hatalı olarak yüksek çıkar, bunlarda hemoglobin miktarına bakılmalıdır.

Azaldığı Durumlar : Anemilerde

TRANSAMINAZLAR
Normal Değerler :
Aspartat (AST, SGOT) : 0-35 U/L
Alanin (ALT, SGPT) : 0-35 U/L

Açıklama : Transaminazlar karaciğer hücrelerinde bulunan enzimlerdir. Karaciğer hasarında hücre dışına sızarlar.

Artığı Durumlar : Kan seviyelerinin yükselmesi, karaciğer hasarına bağlı olarak bu iki enzimin hücre dışına sızması anlamını taşımaktadır. Genellikle bu enzimlerin kan seviyeleri karaciğer hasarının şiddetini yansıtır.ALT karaciğere daha özgül iken, AST kalp ve iskelet kası harabiyetinde de yükselmektedir. Bu nedenle AST aynı zamanda myokard enfarktüsünün izlenmesinde de kullanılmaktadır. Karaciğerin hastalıklarında alkole bağlı karaciğer hasarı hariç ALT, AST den daha yüksektir.

Azaldığı Durumlar : ALT ve AST değerlerinin normalden düşük olması nadiren görülen bir durumdur. Eğer bilinen bir karaciğer hastalığı yoksa genellikle önem taşımaz.

URE
Normal Değerler : 5 - 25 mg/dL

Açıklama : Protein metabolizmasının bir ürünüdür ve böbrekler yoluyla idrarla atılır. Sıklıkla kan üre azotu (BUN) olarak ölçülür. Böbrek fonksiyonlarını değerlendirmede önemli bir ölçüttür. Ancak böbrek fonksiyonları dışında vücuttaki azot yükü, günlük sıvı alımı ve idrar akım hızından da etkilendiğinden tek başına karar verdirici değildir.

Artığı Durumlar : Böbrek fonksiyon bozukluğu dışında kalp yetmezliği, tuz ve su alımındaki dengesizlikler (kusma, ishal, sık idrara çıkma, terleme), bağırsaklarda kanama, stres, yanıklar, diyetle fazla protein alımı ve akut myokard enfarktüsü gibi nedenlerle de kan değerleri yükselebilmektedir.

Azaldığı Durumlar : Karaciğer yetmezliği, kaşeksi (aşırı kilo kaybı), nefroz (bir böbrek hastalığı)

URIK ASIT
Normal Değerler :
Erkek : 2.5-8.0 mg/dL
Kadın : 1.5-6.0 mg/dL

Açıklama : Ürik asit, vücudun genetik yapı taşları olan DNA ve RNA nın yapısında bulunan purin adındaki maddelerin metabolizmasının son ürünüdür.

Artığı Durumlar : Diyetle fazla protein alımı, vücutta üretim artışı (malin hastalıklar, doku harabiyeti, açlık) ya da böbrek fonksiyon bozukluğu gibi bir nedenle vücuttan uzaklaştırılamaması durumlarında kanda ürik asit düzeyi yükselir. Yüksek düzeydeki ürik asidin kristaller halinde çeşitli dokularda biriktiği düşünülmektedir. Bu dokular özellikle eklem sıvıları ve böbreklerdir. Eklem sıvılarında ürik asit kristallerinin birikimiyle oluşan ağrılı hastalığa GUT hastalığı denilir. Böbreklerde oluşan birikim ise böbrek yetmezliği ve idrar yollarında taş hastalığına yol açar.

Azaldığı Durumlar : Diğer analiz sonuçları normal ise düşük genelde önemli değildir

HEPATİT B KAN TESTLERİ

Hepatit B’nin herhangi bir kan testi var midir?
Hangi 3 test hepatit B kan panelini olusturur?
Hepatit B’nin yuzey antijeni (HBsAg) nedir?
Hepatit B’nin yuzey antikoru (HBsAb) nedir?
Hepatit B kor antikoru (HBcAb) nedir?
Hepatit B’nin herhangi bir kan testi var midir?

“Hepatit B kan paneli” diye bilinen hepatit B’nin basit bir kan testi vardir, doktorunuz yada saglik kurulusu tarafindan duzenlenebilir. Bu kan ornegi doktorunuzun burosundanda alinabilinir.

3 tane yaygin test bu kan panelini olusturur. Bazen doktorunuz sizden, ilk gorusmenizden 6 ay sonra, tekrardan hepatit B durumunuzun kontrolunu isteyebilir. Eger hepatit B ile yeni enfekte oldugunuzu dusunuyorsaniz, kaninizda virusun tesbit edilebilmesi icin 4 ila 6 haftaya ihtiyac vardir.

Hepatit B kan sonucunuzun anlasilmasi zor olabilir, bu sebepten teshis yada taninizin daha aciklayici olmasini isteyebilirsiniz – “Hepatit B ile enfekte oldunuz mu?, Hepatit B enfeksiyonundan iyilestiniz mi?, ve Kronik hepatit B’li misiniz?”.

Ayrica, eger yazili olarak kan test sonuclarinizin kopyesini isterseniz, hangi sonuclarinizin negatif yada pozitif olduklarini anlarsiniz.

Hangi 3 test hepatit B kan panelini olusturur?

Hepatit B kan paneli icin sadece bir kan ornegi yeterli olup, 3 ayri kan testi icin yapilir:

HBsAg (hepatit B yuzey antijeni)
HBsAb veya Anti-HBs (hepatit B yuzey antikoru)
HBcAb veya anti-HBc (hepatit B kor antikoru)
Hepatit B’nin yuzey antijeni (HBsAg) nedir?

HBsAg’nin “pozitif” olmasi kisinin hepatit B ile enfekte oldugunu gosterir ki akut yada kronik enfeksiyon olabilir. Enfekte olmus kisiler virusu diger kisilere kan yoluyla bulastirabilirler.

Hepatit B’nin yuzey antikoru (HBsAb veya Anti-HBs) nedir?

HBsAb’nin “pozitif” olmasida kisinin hepatit B asisina karsi basarili sekilde cevap vermis olmasidir yada akut hepatit B enfeksiyonundan iyilesmesidir. Bu sonuc kisinin artik, hepatit B enfeksiyonlarina karsi bagisiklik kazanmis oldugunu ve hastaligi bulastiramayacagini gosterir.

Hepatit B kor antikoru (HBcAb veya anti-HBc) nedir?

HBcAb, virusun bir parcasi olan antikordur ve koruyucu degildir. HBcAb’nin “pozitif” yada reaktif olmasi, onceki veya yeni enfeksiyonun oldugunun gostergesidir. Bu test sonucunun yorumu diger iki testin sonuclarinada baglidir. Eger koruyucu yuzey antikoruyle birlikte gorunmusse, onceki enfeksiyonun yada iyilesmenin habercisidir. Kronik olarak enfekte olmus kisilerde genellikle virusle birlikte HBsAg pozitif olarak gorunur.