Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Yer Şekilleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yer Şekilleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Fay Oluşumu ve Depremler

FAY OLUŞUMU VE TİPLERİ

Kıtasal kabuk levhalarının, yan yana geldikleri orojenik kuşaklarda, birbirlerine doğru hareket etmelerinden dolayı, yer kabuğunun kendisi ile okyanuslar ve denizlerin tabanındaki sedimanter kayalar birlikte, üst üste bulunan defter sayfaları gibi kıvrılır ya da yırtılır-kırılırlar. Oluşan bu türden kırılmalara fay denilir. Faylar, yer kabuğundaki birbirine doğru hareket eden sıkışma kuvvetleriyle oluşabileceği gibi, birbirine göre ters yönde oluşan genişleme kuvvetleriyle de gelişebilirler. Üç tipte fay oluşur: Normal fay, ters fay ve doğrultu atımlı fay. Fayın her iki tarafında kalan kaya kütlelerine blok denir. Yeryüzündeki fay çizgisinin derinlere uzanan şekline de fay düzlemi denir.
Normal fay



Fay düzlemi eğimli olan ve bu düzlem üzerindeki bloğu da aşağıya doğru hareket etmiş olan faylara normal fay denir

Ters fay

Fay düzlemi eğimli olan ve bu düzlem üzerindeki bloğu da yukarıya doğru hareket etmiş olan faylara ters fay denir.
Doğrultu atımlı fay

Fay düzlemi düşey olan ve bu düzlemin iki tarafındaki blokları, yatay olacak şekilde birbirinden ters yönde hareket etmiş olan faylara doğrultu atımlı fay denir

Normal fayların hareketliliğiyle birlikte gelişen topografik yükselim alanlarına horst, çöküntü alanlarına ise graben denir..

DEPREM OLUŞTURAN FAYLAR

Deprem oluşturan faylara diri (aktif) faylar denir. Diri faylar çakıl, kum, mil, kil ve çamur yığınlarından oluşan ve alüvyon olarak tanımlanan, henüz yeterince sıkılaşmamış ve sıkılaşmaya devam etmekte, çoğunlukla en genç yaşta olan çökelleri kesmektedir. Aktif olmayan eski faylar ise alüvyon çökelleri ya da daha yaşlı sedimanter kayalar tarafından örtülmüşlerdir. Bu tür fayların hareketliliklerinin durmasından dolayı, örten kayalarda herhangi bir hareket izi veya etkisi görülmemektedir. Güncel çökel kayalarını kesen diri faylar, ya hareket etmekte ya da hareket etme potansiyeli olan ve bir depreme neden olabilecek faylardır.

DEPREM NEDİR? NASIL OLUŞUR?

Fayların oluşmasında yer kabuğundaki sıkışma ve genişleme kuvvetleri en önemli rolü oynamaktadır. Bu tür kuvvetler kırıklar boyunca kaya kütlelerini hareket ettirmektedir. Ancak kırıklar boyunca kaya kütleleri hareket ettirilemediği bazı bölümlerde ise yoğun bir enerji birikmesine neden olmaktadır. Yerin derinliklerinde biriken enerjinin, sonuçta bir şekilde boşalması gerekmekte olup, bu enerjinin boşalması sırasında da yer sarsıntıları (depremler) olmaktadır. Kısaca deprem yer içerisinde fay düzlemi olarak tanımlanan kırıklar üzerinde biriken enerjinin aniden boşalması sonucunda gelişen bir olgudur.  Depremlerin çoğu yer kabuğunun 20-35 km derinlikteki elastik kısmı içerisinde oluşmaktadır. Ancak okyanusal kabuğun kırılarak yerin içerisine daldığı yerlerde 350-400 km ye kadar olan derinliklerde de deprem odağı oluşabilmektedir. Daha derinlerde sıcaklık 400 °C'nin üzerinde olduğu için yer değiştirme hareketi deprem olmadan, yavaş plastik şekil değiştirme şeklinde olabilmektedir. Dalan kütlelerin aniden kırılması sırasında depremler oluşmaktadır. Japonya kıyıları bu duruma iyi bir örnek oluşturur. Sonuçta, elastik olan yer kabuğundaki enerji birikmesi, her yıl bir kaç santimetrelik yer değiştirmelerle ya da belirli bir sükunet döneminden sonra kabuğun bir kaç metre aniden yer değiştirmesiyle kırılmasıyla sönümlenmektedir. Hoernes'e (1878) göre depremler tektonik, volkanik ve yer içindeki büyük boşlukların çökmesi ile oluşmaktadır. Bunlar arasında tektonik işlevler (levhaların kayması) depremlerin en önemli nedenidir (Taymaz, 1999). Depremler, büyük oranda levhaların sınırlarında oluşan kıvrımlanma ve kırılmalarla ilişkili olup, levhaların birbirinden uzaklaştıkları, birbirinin altına daldıkları ya da birbirine sürtündükleri sınırlarda meydana gelirler.Duraylı olan kıta içlerinde de bazen depremler olabilmektedir. Dünyada depremlerin yoğun biçimde oluştuğu asıl kuşaklar, Kuzey Amerika ve Güney Amerika'nın batı kıyıları, Asya ve Japonya'nın doğu kıyıları ve Pasifik Okyanusu çevresi şeklindedir. Pasifik Deprem Kuşağı depremlere neden olan enerji yoğunlaşmasının en yüksek olduğu bir zondur. İkinci bir deprem kuşağı ise Alp-Himalaya Deprem Kuşağı olup, bu İspanya, Fransa, Güney Avrupa, Anadolu, İran ve Hindistan'dan geçip Çin'e kadar uzanır. Deprem sırasında yer yüzünde görülen en önemli etki yer yüzündeki kırılmadır. Diğer etkiler ise heyelanlar, kopmalar, çökmeler, toprak ve çamur akmaları, sıvılaşma, yangınlar ve su baskınları, tsunami dir.

DEPREMİN ODAK NOKTASI VE MERKEZ ÜSSÜ

Deprem enerjisinin ilk boşalmaya başladığı yer ve aynı zamanda sismik dalgaların çıkış kaynağı olan merkez (nokta) depremin odak noktası ya da merkezi olarak tanımlanmaktadır.Odak noktası fay üzerindeki ilk hareket noktasıdır. Fay üzerinde oluşan yer değiştirme, bu noktadan başlayıp hızla fay düzlemine yayılmaktadır. Odak noktasının yeryüzündeki izdüşümü ise depremin merkez üssü ya da dış merkezi olarak adlandırılmaktadır. Bu merkez depremin en çok hissedildiği ve en çok hasar verdiği yerdir.

DEPREM DALGALARI

Bir kırık boyunca biriken enerjinin boşalması sırasında çevreye sismik dalgalar yayılmaktadır. Deprem dalgaları olarak nitelenen bu sismik dalgalar, önce hafif bir sarsıntı ile yer içerisinden gelen top seslerini andıran gürültüler şeklinde hissedilmektedir. Daha sonra sarsıntılar birdenbire şiddetlenmeye başlar ve bir süre sonra en yüksek mertebeye ulaşır. En şiddetli sarsıntıyı oluşturduktan sonra deprem yeniden yavaşlar ve gün-yıl mertebesi içerisinde aynı kırık üzerinde hafif sarsıntılar şeklinde (artçı depremler) devam ederler.


ODAK DERİNLİĞİ

Depremin odak noktası ile merkez üssü arasındaki uzaklığa denilmektedir. Sismogram analizleriyle depremin odak derinliği ölçülebilmektedir. Odak derinliğine göre depremler; sığ, orta ve derin odaklı depremler diye sınıflandırılmaktadır. Sığ odaklı depremler, yerin 0-60 km derinliklerinde, orta odaklı depremler yerin 60-300 km derinliklerinde, derin odaklı depremler ise 300 km ve daha derinlerde olmaktadır. Bugüne kadar, depremlere ait bilinen en büyük odak derinliği 670 km'dir.

DEPREMİN ŞİDDETİ VE BÜYÜKLÜĞÜ

Depremin şiddeti, yalnızca deprem nedeniyle oluşan hasarı yansıtmakta olup, depremin kaynağında ne kadar enerji boşalımı olduğu hakkında bilgi vermemektedir. Aşağıda Mercalli şiddet ölçeğindeki deprem şiddet değerleri zeminin jeolojik yapısına ve yapılan binaların kalitesine göre değişmektedir. Daha sonradan bu gibi faktörlere bağlı kalmadan, deprem odağından boşalan enerjinin miktarı esas alınarak yeni ölçme yöntemi ortaya konulmuş ve bu ölçülen değere de depremin büyüklüğü (magnitüdü) denilmiştir. Depremin büyüklüğü tanımı 1935'de C.F. Richter tarafından yapılmış olup, Richter büyüklük ölçeği verilmiştir.

TÜRKİYE'NİN DEPREMSELLİĞİ (SİSMİSİTESİ)

Alp-Himalaya deprem kuşağında yer alan ülkemizde olan depremler, Atlantik Okyanus ortası sırtının iki tarafa doğru yayılmasına bağlı olarak Afrika-Arabistan levhalarının kuzey-kuzeydoğuya doğru  hareket etmeleriyle ilişkilidir. Ayrıca, Kızıldenizin uzun ekseni boyunca bugün de devam eden deniz tabanı yayılması nedeni ile Arabistan levhası kuzeye doğru itilmekte ve Avrasya levhasının altına doğru dalmaya zorlanmaktadır. Bu zorlanma ile Arabistan levhası ile Avrasya kıtası arasında kalan Doğu Anadolu bölgesinde yoğun sıkışma etkisi oluşmaktadır. Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı gibi belli başlı büyük kırıkları harekete geçiren bu sıkışma milyonlarca yıldır devam etmekte günümüzde de yaşadığımız depremlerin ana nedeni oluşturmaktadır. Kuzey Anadolu Fayı 1400-1500 km uzunluğunda bir faydır. Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu Fayı arasında kalan Anadolu levhası yılda 13-27 mm hızla, iki parmak arasındaki zeytinin pırtlaması gibi batıya doğru hareket etmekte ve en batıda ise sola doğru kıvrılarak Girit dalma-batma bölgesine doğru ilerlemektedir. Arabistan levhasının kuzeye doğru ilerlemesi ile, Atlas Okyanusu ve Akdenizi Hint okyanusuna bağlayan eski bir okyanus yok olmaya başlamış ve böylece Arabistan kıtası ile Avrasya kıtası birbirleri ile çarpışma sürecine girmiştir. Anadolu bu çarpışma zonu üzerinde bulunmaktadır. Çarpışma sırasında Anadolu'nun doğusunda kıta kabuğu kalınlaşmış olup bu kalınlaşma halen de devam etmektedir. Bu sayede Doğu Anadolu birkaç milyon yıldır yaklaşık 2000m yükselmiştir. Günümüzden yaklaşık 5 milyon yıl önce Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu Fayı Karlıova'da birleşmiş olup, Anadolu levhası da 100 yılda 2 metre kuzeye doğru ilerleyen Arabistan levhasının sıkıştırması sonucunda, o tarihten beri batıya doğru kaymaktadır. Anadolu levhasının batıya hareketi, Yunanistan-Ege coğrafyasındaki yer kabuğu tarafından engellenmeye çalışılmaktadır. Bu engelleme Batı Anadolu'da "bir süpürgenin ucunun duvara sıkıştırılmasıyla tel aralarının açılarak oluşturduğu yelpaze gibi", genişlemelere yol açmakta, ve bu bölgede graben ve horst adı verilen çöküntü ve yükselim alanları oluşmaktadır. Afrika levhasının kuzeyindeki, Akdenizin tabanındaki kalıntı okyanusal kabuk yaklaşık 15 milyon yıl önce Girit Adası'nın güneyinde, Avrasya levhasının altına dalmaya başlamış ve dalan bölüm Manto içinde ergiyerek magmaya dönüşmüş ve bu magma tekrar yükselerek Ege Denizi'ndeki volkanik ada yayı kuşağını oluşturmuş olup bu sürecin halen de devam ettiği bilinmektedir. Afrika levhasının kuzeye doğru Anadolu levhası ile Avrupa kıtasının altına dalmayı sürdürmesiyle yaklaşık 100 milyon yıl sonra, Afrika kıtası ile Avrupa kıtası ve Anadolu levhası birleşecektir. Anadolu levhasındaki yaşanan bu süreç beraberinde de bir çok fayın gelişmesine ve buna bağlı olarak da depremlerin oluşmasına neden olmaktadır.

DEPREM IŞIKLARI

Dünya atmosferinde görülüp dünya kaynaklı olan, fakat kökeni henüz açıklanamayan ışıklar mevcuttur. Bunlar genellikle yıldırım topları ve deprem ışıkları ile ilgili olup, oluşumları için mutlaka elektrik  fırtınası veya deprem olması şart değildir. Çok eski zamanlardan beri Deprem ışıkları atmosferde görülmekte ve özellikle fay hatlarında deprem olmadan da tektonik sıkışma ve gerilmelerden dolayı bu ışıklar görülebilmektedir. Araştırmalara göre dünya ışıklarının %80 i kırıkların olduğu yerlerde gözlenmiştir. Bir teoriye göre tektonik stres, kayaların ısınmasına ve dolayısıyla içerisindeki yer altı suyunun buharlaşmasına neden olmaktadır. Buharlaşan su, kuvars kristallerinin piezoelektrik özelliğiyle birlikte davranarak tektonik sıkışma anında yüzeye çıkmakta ve bir dünya ışığı olarak görülebilmektedi.Diğer bir teori ise, yerkabuğu çatlaklarındaki basınç bir metre karede 100.000 volt gibi bir enerji biriktirebilmekte ve bu yüksek voltaj, bir elektrik kolonu halinde atmosfere bir hat boyunca boşalırken havayı iyonize etmekte ve havanın akkorlaşarak ışık saçmasına neden olmaktadır. Ayrıca ayın dünya çevresinde saatte yaklaşık 1000 km hızla dönmesi sırasında bir çekim gücü olmaktadır. Bu çekim gücü dünya çevresinde sürekli hareket eden bir gerilim noktası oluşmasını sağlamaktadır. Bu özelliğin belli tektonik gerilme bölgeleriyle çakışması sonucunda ışık olayları olabilmektedir. Deprem ışıklarının sık rastlanan şekilleri; daire, elips ve üçgen biçiminde olanlarıdır. Bunların renkleri kavuniçi, sarı, beyaz ve yeşil olup %70 i deprem merkez noktasına 35 km, bazıları ise 150 km uzaklıkta gözlenmiştir (Derr ve Persinger, 1999). Diğer bir deprem ışığı Sonoilüminesans olgusuyla açıklanabilmektedir. Sonoilüminesans; suyun, güçlü ultrasonik titreşimlerle uyarılması sonucunda ışık saçmasına verilen addır. Saf suyun yaydığı ışınım suyun tipik tayfındaki mavi ya da mavimsi beyaz rengi verirken, çözelmiş başka maddelerin varlığı, parlak sarı ya da kırmızı ışık üretilmesine olanak sağlar. Johnston laboratuvarda elde ettiği verilere göre, depremlerde oluşan P dalgalarıyla ilişkilendirilebilen deprem ışıklarının, bu olgu sonucunda olduğunu açıklamaktadır. Bunun için ortamda tatlı ya da tuzlu su bulunması, ya da toprağın suya doygun olması yeterli olabilmektedir.

Kocaeli-Adapazarı, Düzce depremlerinden önce ve hemen sonrasında deprem ışıkları olarak nitelenen ışık topları ve kolonlarına tanık olunmuştur. Örneğin, Düzce depremi anında, Bolu dağından Adapazarı istikametine doğru otomobil ile inmekte olan Pınar Gürel isimli kişi, bu sırada yerden gökyüzüne doğru iki ışık kolonunun geliştiğini ve hemen peşinden de arabanın ön tarafında deprem sırasında oluşup, yolun kapanmasına neden olan heyelanın gerçekleştiğini ifade etmiştir.

Tsunami

TSUNAMİ (DEV DENİZ DALGALARI)

Leonardo Da Vinci, 1504 yılında tamamladığı teknik notlarında, 1489 yılında, Adalya körfezinde denizin yarılarak, sularının çekildiğini, sonra tekrar karaya doğru ilerlediğini, bu sırada oluşan büyük dalgaların da kıyıyı istila ettiğini belirtmektedir. Bu ifade tsunamiyi anlatmaktadır. TÜBİTAK desteği ile ODTÜ, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Japonya'nın Tohoku Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen çalışmada Ege kıyılarında Vinci'nin ifade ettiği 1489 yılındaki olayın izleri Dalaman (Muğla) kıyılarında bulunmuştur. Deniz, o yıllarda Dalaman deltasının bir bölümünde, bir kez olmak üzere kıyıdan 250 m içeriye kadar ilerlemiştir. Bu doğal afetin Tsunami olduğu, alınan örneklerin Japonya'da yapılan analizleri sonucunda belirlenmiştir (Yalçıner, 1999). Tsunami (Tsu-nami) Japon dilinde "Liman dalgası" anlamına gelmektedir. Tsunamiye sismik deniz dalgası ya da deprem deniz dalgası da denilmektedir. Tsunamileri anlamak için önce bunların rüzgârların ve gelgitlerin yarattığı dalgalardan ayırt etmek gerekiyor. Okyanuslarda esen rüzgârlar yüzeyde dalgalanmalar yaratabilirler. Okyanus ve deniz tabanlarını ileri-geri süpüren gel-gitler, tsunamiler gibi okyanus dibine kadar ulaşabilen akıntılar oluşturabilirler. Bu dalgalar rüzgârın, ayın ve güneşin etkisine bağlı olarak gelişmekte olup, tsunami ile ilgili değildirler.

Tsunamilerin oluşabilmesi için:

1-Yer kabuğunda düşey yönlü bir hareket olmalıdır (Normal ya da Ters fay hareketlerinde olduğu gibi)

2-Depremin odak noktasının deniz ya da okyanusun altında olması gerekir

3-Deniz altında büyük boyutlu kayma oturmaların oluşması gerekir

4-Deniz altında volkanik patlamalar olması gerekir (Demirtaş, 1999).



Dev deniz dalgalarının okyanuslardaki hızları saatte 750 km ye ulaşabilmektedir. Tek bir dalga yüksekliği birkaç metre, uzunluğu açık denizlerde 750 km olabilmektedir. Derin denizlerde tehlikesiz olan bu dalgaların yüksekliği sığ kıyılarda 30 metreye çıkabilmekte ve yıkıcı olabilmektedir. Tsunamilerin oluşması için, su kütlesinin bir kuvvet tarafından etkilenmesi gerekmektedir. Derin sularda oluşan dalga daha sonra, sığ kıyılara doğru hareket etmekte ve bu kıyılarda sel ve tufan benzeri hasarlara neden olmaktadır. Sığ sularda özellikle "V" şeklinde daralan körfezlerde, körfez tabanının düşük eğilimli olması halinde, dalga içerisindeki enerjinin sıkışmasıyla çok büyük bir tsunami (dev deniz dalgaları) ortaya çıkmaktadır (Oksay, 1999). Tsunami ilk oluştuğunda tek dalga şeklinde olup, daha sonra iki, üç ya da beş dalgaya bölünerek çevreye yayılmaktadır. Bu dalgaların ilki ve sonuncusu zayıf enerjili olmaktadır. Kıyıda görülen hafif ve anormal su değişimi ilk dalganın izidir ve gelecek olan kuvvetli dalganın da habercisi olabilmektedir. Tsunami daha çok okyanus kenarlarında bulunup, okyanuslara açık olan ülkelerde olmaktadır. Okyanuslarda olan deprem ve yanardağ patlamaları tsunamiye yol açmakta ve oluşan dalgalar ada ve kıyı ülkelerinde büyük çaplı hasarlara yol açmaktadır. 1755 Portekiz depreminde İspanya, Portekiz ve Fas kıyılarında tsunami oluşmuş olup, 1883 deki Krakatao adası volkan patlamasında oluşan tsunamide Sumatra'da 36 500 kişi, 1933 Japonya depreminde oluşan tsunamide 3000 kişi, 1946 Aleutian adaları (Alaska) depreminde oluşan tsunamide 122 kişi, 1998 Papau Yeni Gine depreminde oluşan tsunamide de 3000 kişi hayatını kaybetmiştir. Ülkemizde, Dalaman sahilleri dışında Didim ve Fethiye'de de günümüzden 3500 yıl önce tsunami oluşmuştur (Yalçıner, 1999).

Tektonik Levhalar ve Kıta hareketleri

Tektonik Levha ve Kıta Hareketleri

Milyarlarca yıldır var olan dünya coğrafyası, bugüne kadar birçok kez değişmiştir. Yer kabuğunun yüzeyi lastik topta ki gibi tek bir bütünsel kabuktan değilde, küresel şeklini bozmadan; çatlamış yumurta kabuğu gibi pek çok parçalardan oluşmuştur. Bazen üzerinde okyanusal ve kıtasal kabuk alanlarını birlikte kapsayabilen bu tek, dev ya da küçücük kabuk parçalarına levha denilmektedir. Bu levhalar bir yayılma kutbu ekseni etrafında hareketlerini sürdürmektedirler. Yer kabuğunda Büyük Okyanus, Avrasya, Arabistan, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Nazka, Hindistan-Avustralya, Antarktika, Kokos, Tongo, Anadolu levhası gibi levhaların dışında birçok küçük levha daha bulunmaktadır.

Levhalar kıtaları oluşturan kıtasal kabuk ile okyanusların tabanındaki kısmı oluşturan okyanusal-kabuktan, ya da sadece bunlardan birinden meydana gelebilirler. Dünyanın merkezî kısımlarında üretilen ısı, mantodan geçerek daima dışarıya doğru ilerlemeye çalışır. Bu olay üst mantonun hareketlenmesine ve burada konveksiyon akımlarının gelişmesine neden olur. Bu hareketler yeryüzünü kaplayan kırılgan yer kabuğu parçalarıyla (levhalar) sürtünme nedeniyle, onların hareket etmesine, buna bağlı olarak oluşan kırıklardan da yanardağların püskürmesine, kıtalar arasındaki okyanusların açılmasına ya da kapanmasına neden olurlar. Levhaların kıtasal kabukları kimi zaman gölde serbestçe yüzen sallar gibi birbirinden uzaklaşırken, kimi zaman da birbirine yaklaşırlar. Yakınlaşma, okyanusal kabuğun kırılarak yerin içerisine doğru dalmasına, bu şekilde okyanusal kabuğun dalarak tükenmesinden sonra da çarpışmasına neden olur. Kıtasal kabuk kesimlerinin, birbirinden uzaklaşan konveksiyon akımlarının etkisi altında kalmasıyla ise, kabuk iki parçaya ayrılır ve parçalar birbirinden uzaklaşmaya başlarlar. Bu uzaklaşma iki parça arasında genişleyen bir okyanus ile büyüyen bir okyanusal kabuğun gelişmesini sağlar. Levhaların hareket hızları 24 cm/yıla kadar değişiklik göstermektedir. Bu da kıtaların coğrafyasında ve mekânında sürekli değişikliklere neden olmaktadır.



YER DEĞİŞTİREN LEVHALAR

Dünyanın çehresi, oluşumundan beri sürekli olarak ve yavaş yavaş değişe gelmiştir. Bu değişikliklerin en iyi tanınanları, günümüze yakın olarak gerçekleşenleridir. Örneğin günümüzden 200 milyon yıl önce dünyada Pangea adlı tek bir kara kütlesi ile tek bir okyanus vardı. 180 Milyon yıl önce Pangea kıtası, yılda santimetrelerle ölçülen hızla, çizgisel bir hat boyunca yarılmaya başlamış ve oluşan iki parça birbirinden uzaklaşmaya çalışmıştır. Pangeanın bu parçalanma süreci gelişmeye başlamış, başlangıçta Gondvana ve Avrasya olmak üzere iki kıtaya ayrılmıştır. Daha sonra da Kuzey Amerika Afrika'dan, Hindistan da Antarktika'dan ayrılmıştır.135 milyon yıl önce Gondvana ile Avrasya kıtaları arasındaki açılma süreci devam etmiştir. Bu açılmanın geometrisi Labrador denizini açan yarılmaya doğru ilerlemiştir. Bu gelişme daha sonra Gröndland'ı Kuzey Amerika'dan ayıracaktır. Bu sırada Hindistan kıtası da Asya'nın güney kıyılarına çarpmak üzere kuzeye doğru ayrılarak ilerlemektedir. 65 milyon yıl önce ise Güney Amerika kıtası Afrika kıtasından ayrılmış olup, Gondvana kıtasından ayrılacak yalnızca Avustralya ve Antarktika kıtaları kalmıştır. Bugünkü kıtaların konumuna baktığımızda Atlas Okyanusunun Antarktika'dan Afrika'ya kadar uzandığını, Kuzey Amerika ile Güney Amerika'nın birbirlerine kenetlenmiş olduklarını, Gröndland'ın Kuzey Amerika'dan, Avustralya kıtasının da Antarktika kıtasından ayrılmış olduğunu görürüz. Ayrıca Hindistan kıtası kuzeye doğru hareket etmiş ve Asya kıtasına çarpması sonucunda Himalaya bölgesinde yüksek dağ silsilesi oluşmuştur. Günümüzdeki dünya coğrafyasında kıtaların konumu geçici olup, levhalar sürekli hareket halindedir. Bu hareket devam ettikçe, Afrika ve Arabistan levhaları ile Avrasya levhaları birbirlerine daha da yaklaşacaklar ve yaklaşık 100 milyon yıl sonra Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz tamamen kapanacak, bu kapanmanın sonucunda da, Afrika ve Arabistan levhası ile Avrasya levhası kenetlenecektir.



Levhaların birbirinden uzaklaşması

Eğer Atlas Okyanusunun suyu tamamen yok edilebilseydi, okyanusun ortasında yanardağlardan oluşan ve binlerce kilometre uzayıp giden sırtlar ve bu sırtların zirveleri boyunca da sürekli açılan yarıklar görülecekti. Kabuk bağlamış bir çizgisel yarayı andıran bu sırtlar, okyanus ortası sırtları (yayılma sırtları) olarak tanımlanmaktadır. Bu yarıklardan yükselen magma, yarığın her iki tarafında yayılmakta ve sonra da bu alanlarda katılaşmaktadır. Sırtlar boyunca yarıkların oluşmasına ve dolayısıyla da volkanik faaliyetlerin gelişmesine; sırtların altında, üst mantodaki birbirinden uzaklaşan konveksiyon akımı eksenlerinin varlığı neden olmaktadır. Bu konveksiyon akımları sayesinde tüm Atlas Okyanusu boyunca kuzey güney yönünde, doğudaki Afrika ve Avrasya levhaları ile batıdaki Kuzey Amerika ve Güney Amerika levhaları birbirinden uzaklaşmış olup günümüzde de bu hareketlilik devam etmektedir. Benzer şekilde Kızıl Deniz, kıtaların birbirinden uzaklaşması prensibine uygun olarak, bu alanda Afrika levhası ile doğudaki Arabistan levhasının birbirinden uzaklaşmasına bağlı olarak gelişmiştir. Birbirinden uzaklaşan levha sınırlarında sığ odaklı depremler oluşmaktadır.

Levhalardan birinin diğerinin altına dalması

Eğer Büyük Okyanusun suyu yok edilebilseydi, derinliği 11 kilometreye yaklaşan çizgisel okyanus dibi çukurluklar (hendekler) görülecekti. Bu çukurluklar, biri diğerinin altına dalan levhaların sınırlarında oluşmaktadırlar. Bu dalma işlevi daha ağır olan okyanusal kabuğun, hafif olan kıtasal kabuk altına dalması şeklinde olmaktadır. Pasifik levhası ile Filipin levhasının, Avrasya levhasının altına, batıya doğru dalması ile oluşan Japon-Kuril çukurluğu, bu tür çukurluklara bir örnek teşkil etmektedir. Akdeniz'de de Afrika levhasının Avrasya levhasının altına dalmasıyla Rodos'un doğusu ve Dalaman'ın güneybatısında 4250 m derinliğe ulaşan bir çukurluk oluşmuştur. Kıtasal kabuk altına dalan okyanusal kabuk, üst manto içerisinde sıcaklık etkisiyle ergimekte ve bu ergimiş kabuk malzemesinin, yağ damlalarının su içerisinde yukarıya doğru hareket etmesi gibi bir yöntemle taşınması sonucunda da, yer yüzündeki volkanik ada yaylarını geliştirmektedir. Japonya'daki volkanik ada yayları, Güney Amerika'daki And dağları, Kuzey Amerika'daki Kayalık dağları bu tür oluşumlara örnek teşkil etmektedir. Dalmanın ileri safhasında alta dalan okyanusal kabuk tümüyle yok olmakta ve iki kıta karşı karşıya gelerek çarpışmaktadır. Bu çarpışma sırasında kıta kabuğu bu kesimlerde eğilip bükülmekte, tortul kayaçlar kıvrılarak yukarıya doğru yükselmekte ve kabuk kalınlaşması oluşmaktadır. Hindistan levhası ile Asya levhalarının çarpışması sonucunda Himalaya dağ kuşağı, Afrika levhası ile Avrasya levhasının çarpışmaları sonucunda da Alp dağ kuşağı oluşmuştur. Hint-Avrasya levhaları çarpışması sürecinde, Himalaya dağları 100 yılda 1 metre yükselmektedir. Birbirinin altına dalan levha sınırları depremselliğin en yoğun olduğu bölgelerdir. Ve bu şekilde birbirine yaklaşan levha sınırlarında hem sığ ve hem de derin odaklı depremler birlikte oluşurlar.

Levhaların birbirlerine sürtünerek hareket etmesi

Levhaların kafa kafaya geldiği sınır zonu boyunca birbirine sürtünerek yanal yönde hareket etmeleri de söz konusu olup bunlar iki şekilde gözlenmektedir. Birincisi, sürtünen iki levhadan birinin diğerine göre ters yönde yanal olarak hareket etmesi şeklindedir. Yaklaşık 1500 km uzunluğundaki Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı bu tipe örnek teşkil etmektedir. Kuzey Anadolu Fayı, Anadolu levhası ile kuzeyindeki Avrasya levhası arasında sınır oluşturmakta ve en azından 2 milyon yıldan bu yana da sığ odaklı depremler oluşmasına neden olmaktadır. Diğer bir hareket biçimi ise levhaların her ikisinin de aynı yönde fakat farklı hızlarda hareket etmesi şeklindedir. Bu tipe en iyi örnek ise Kuzey Amerika levhası ile Pasifik levhası arasındaki sınırı oluşturan, 1300 km uzunluğundaki San Andreas fayıdır

Yerkürenin Yapısı

DÜNYANIN OLUŞUMU

Araştırmalara göre Dünyamız 15-20 milyar yıl önce uzayda meydana gelen çok büyük bir patlamadan sonra diğer yıldız ve gezegenlerle birlikte değişik aşamalardan geçerek bugünkü haline gelmiştir. Bu patlama çok büyük boyutta bir gaz ve toz bulutunun oluşmasına neden olmuştur. Böylesi ortamda birbiriyle çarpışan gaz kütleleri ile toz taneciklerinin birleşmesi sonucunda, ergimiş toplar halinde çok büyük kütleler meydana gelmiş ve bunlar bugünkü yıldızlar ile gezegenleri yaratmıştır. Başlangıçta çok sıcak olan Dünya yüzeyinin ilk önce ergimiş kayalardan oluştuğu, sonra da soğumaya ve farklı katmanlara ayrılmaya başladığı öne sürülür. Ağır maddeler içe doğru çökerek çekirdeği, daha düşük yoğunluktaki maddeler ise çekirdek çevresindeki katmanları oluşturmuştur. Yüzeydeki ergimiş maddelerin soğumasıyla da yer kabuğu şekillenmiştir.


YERKÜRE’NİN YAPISI

Yeryuvarlağı, iç içe kürelerden meydana gelmiştir. Bunlara geosfer adı verilir. Geosferlerin yoğunlukları ve bileşimleri birbirinden farklıdır.

A-YERKABUĞU

Litosfer ya da taşküre olarak da adlandırılır. Yerküre’nin en hafif ve en ince tabakasıdır. Yeryüzünden itibaren ortalama 33 km derinliğe kadar uzanır. Yerkabuğu, bileşimleri ve yoğunlukları birbirinden farklı iki tabakadan oluşur.

1. Granitik Kabuk (Sial)

Bileşiminde silisyum ve alüminyum olduğundan bu ismi almıştır. Yoğunluğu 2,7 – 2,8 gr/cm3 tür. Katı halde bulunur. Kalınlığı okyanus tabanlarında az iken, kıta tabanlarında fazladır.

2. Bazaltik Kabuk (Sima)

Bileşiminde silisyum ve mağnezyum olduğundan bu ismi almıştır. Yoğunluğu 3 gr/cm3 dolayındadır. Sial’in tersine okyanus tabanlarında kalınlaşır, kıta tabanlarında incelir.

B. MANTO

Yer çekirdeğinin örtüsü durumunda olduğundan bu ad verilmiştir. Astenosfer adı da verilir. Yerküre’ninyaklaşık 33 km ile 2900 km derinlikleri arasında yer alır. Yoğunluğu yerkabuğuna oranla daha  fazladır. (5– 6 gr/cm3) Mantonun üst kısmındaki maddeler plastik özelliği gösterir. Sıvı haldeki manto malzemesine mağma denir. Mağma adı verilen akışkan manto volkan, deprem gibi olayların oluşmasına neden olan bir tabakadır. Mantonun sıcaklığı 1200 °C yi bulmaktadır. Manto, yeryuvarlağı hacminin % 80'ini kaplamaktadır.

C. ÇEKİRDEK

En kalın ve ağır olan katmandır. Barisfer adı da verilir. Mantonun altında başlar ve Dünya’nın merkezine kadar uzanır. Kalınlığı 3478 km dir. Yoğunluğu 10 gr/cm3 olan ve sıvı halde bulunan üst kısmına dış çekirdek denir. Bunun altında, yoğunluğu 13gr/cm3 olan ve katı halde bulunan iç çekirdek vardır.

Dünya’nın merkezinde sıcaklık 4500 – 5000 °C yi bulmaktadır.

YERKABUĞUNU OLUŞTURAN TAŞLAR

1. Püskürük (Katılaşım) Taşlar

  • İç püskürük taşlar: Mağma, her zaman yeryüzüne kadar çıkamaz. Bazen yerkabuğunun belirli yerlerine sokularak katılaşır. Soğuma yavaş olduğundan iri kristalli olurlar. Bu taşlara örnek

olarak granit ve siyanit verilebilir.

  • Dış püskürük taşlar: Mağmanın yeryüzünde soğuyup katılaşması sonucunda oluşur. Soğumahızlı olduğundan kristalleşme ya hiç olmaz, ya da çok az olur. Bu taşlara örnek olarak andezit ve

bazalt verilebilir.

2. Tortul (Sediment) Taşlar

  • Kimyasal tortul taşlar: Sularda erimiş halde bulunan maddelerin kimyasal yollarla çökelmesi sonucunda oluşurlar. Kireçtaşı (kalker), traverten, kayatuzu, jips (alçı taşı) ve dolomit kimyasal tortul taşlardandır.


  • Organik tortul taşlar: Canlı kalıntılarının üst üste birikerek katılaşması sonucu oluşurlar. Turba, linyit, taşkömürü, antrasit ve mercan kalkerleri organik tortul taşlardandır.


  • Mekanik (klastik veya kırıntılı) tortul taşlar: Akarsular, rüzgârlar ve buzullar gibi dış kuvvetlerin aşındırdığı materyalleri taşıması ve çukur alanlarda biriktirmesi sonucu oluşurlar. Kiltaşı,

kumtaşı (Gre), buzultaşı (moren) ve konglomera kırıntılı tortul taşlardandır.

3. Başkalaşım (Metamorfik) Taşlar

Püskürük ve tortul taşların, aşırı sıcaklık ve basınç altında kalarak değişime uğramasıyla oluşurlar. Bu tür taşlar, eski özelliklerini kaybederek yeni özellikler kazanırlar. Mermer, killi şist, kristalli şist, gnays ve kuvars başkalaşım taşlarının en yaygın olanıdır.

Jeolojik Devirler-Senozoik Zaman



SENOZOİK
(65.5 myö-günümüz)Fanerozoiðin üç zamanından sonuncusu
Modern Yaşam; Memeliler çağı
Kıtaların günümüzdeki biçimlerini alması
Otların ortaya çıkıp, geniş otlak alanların oluşması
ınsanların ortaya çıkıp, yaygınlaşması



Dinozorların yok olmasına yol açan, K/T yok oluşundan günümüze, yeryüzü tarihinin son 65 milyon yılını kapsayan ve ancak önceki zamanların bir dönemi uzunluğunda olan Senozoik, Fanerozoiğin en kısa zamanıdır. Senozoiğe ait fosil kayıtları bize olan yakınlığı nedeniyle daha boldur. Bu nedenle hakkında en çok bilgiye sahip olduğumuz zamandır.

Senozoikte yeryüzü modern biçimini alır. Kıtalar günümüzdeki konum ve biçimlerini yavaş yavaş alırken, iklim de gittikçe kuraklaşıp soğur. Senozoik boyunca pek çok buzul çağı yaşanır. Kurak ve soğuk iklim koşulları ormanların azalmasına yol açar.

Omurgasızlar, balıklar ve sürüngenler dönemin başında modern biçimlerine ulaşır; ancak, memeliler, kuşlar, bir hücreliler ve çiçekli bitkiler dönem boyunca evrimleşip çeşitlenmeye devam eder.

Tek çenekli bitkiler bu zamanda ortaya çıkıp, ormanlardan boşalan alanlara yayılarak, ilk kez savan, yayla gibi otlak alanlarını oluşturur. Bu otlaklar Senozoiğin orta ve geç bölümlerinde memeli evriminin ana merkezleri olur.

Senozoiğin başında memeliler uyumsal açılımla çeşitlenip, yaygınlaşarak hızla dinozorlardan boşalan nişlere yerleşir ve zamanın baskın omurgalı canlısı olur. Tıpkı Mezozoiğin sürüngenleri gibi, karalarda başlayan memeli evrimi ve çeşitlenmesi buradan denizlere ve gökyüzüne sıçrar. Zamanın başında memeliler sıçan benzeri biçim ve boyutlardayken; hızla pek çok garip tarih öncesi deve ve günümüz biçimlerine evrimleşir. Bu sırada memeli ailelerinin sayısı 8'den 70'e çıkar.

Otlak alanların yayılmasıyla, bu ortamlara uyum sağlayan hayvanlar da yaygınlaşır. Çift ve tek toynaklı otlayan memeliler, kedigil ve köpekgil yırtıcılarla, insansı maymunlar ortaya çıkar. Son buzul çağında ortaya çıkan, kendi türümüz Homo sapiens buzul çağının sona ermesiyle yaygınlaşıp, ekosistemin baskın canlısı olur.

Yakın zamana kadar Senozoik, uzunlukları bakımından oldukça eşitsiz olan iki alt bölüme ayrılırdı: Tersiyer ve Kuaterner. Bunlardan Tersiyer 65 milyon yıl öncesinden 1.8 milyon yıl önceye kadar ki bölümü kapsarken; Kuaterner son 1.8 milyon yılık dönemi içine alırdı. Yakın zamanda Senozoik üç döneme bölünerek incelenmeye başlandı. Bu sistem, Tersiyerin iki döneme bölünmesiyle elde edilmiştir. Yeni sisteme göre Senozoiğin üç dönemi: Paleojen, Neojen ve Kuaternerdir. Bu üç dönem de kendi içinde "Bölümlere" ayrılır. Jeolojik zamanın diğer "Dönemleri" de "Bölümlere" hatta daha alt birimlere ayrılsa da bunlar bize çok tanıdık olmayan teknik ayrımlardır. Oysa ki Senozoiğin bölümleri çoğumuzun kulağının aşina olduğu isimlerdir.

PALEOSEN

(Antik Yeni Yaşam)
65,5 myö ile 55,5 myö arası


Birbirinden ayrı konumlanmış takım ada biçimindeki Erken Senozoik kıtaları, dinozorların yerini almak üzere çeşitlenen memelilerin, birbirinden etkilenmeden farklı evrimsel patikalar izlemesine yol açtı. Günümüz türleri ile nesli tükenmiş pek çok eteneli, keseli, tek delikli ve kuş bu farklı evrimsel merkezlerde ortaya çıktı. Paleosen boyunca deniz seviyesi düşük; Kuzey Amerika, Afrika ve Avustralya'nın iç kesimleri kuraktı.



K/T yok oluşunda ortadan kalkan sert kabuklu ammonitlerin yerini, günümüz biçimlerine oldukça benzeyen yumuşak gövdeli mürekkep balıkları alır. Köpek balıkları ve teleost kemikli balıklar yaygınlaşır.

Sıcak iklim nedeniyle, sık ormanlar yüksek enlemlere kadar çıkar. Sekoya ağaçları, defne, çay gibi çalılar, eğrelti ve at kuyrukları floranın önemli elemanlarıdır.

Paleosenin başında, boş nişleri doldurmak üzere hızla çeşitlenen memelilerin hepsi, küçük ya da orta boy canlılardı. On milyon yıl içinde ekosistemin her seviyesine yayılan memelilerin, küçük kemirgen ve böcekçil benzeri biçimleri, böcekçillerle primatlar arasında sincap benzeri geçiş biçimleri Plesiadapiformes, Tillodontlar ve Tainodontlar gibi hantal otçullarla ilkel yırtıcılar olan Miacide Paleosende ortaya çıkar. Bu çeşitlenmeye rağmen memeliler, anatomik olarak ilkel biçimli ve küçük beyinli olarak kalır.

Paleosenin etçil memelileri, nişlerini dev etçil kuşlar olan Diatryma ve akrabalarıyla paylaşmak zorundaydı. Bunlar Geç Paleosende birdenbire ortaya çıkıp, Orta Eosene kadar varlıklarını sürdürdü. İki metreden daha uzun ve iki yüz kg ağırlığında olan bu kuşlar yaşadıkları süre boyunca karaların en korkulan yırtıcıları oldu. Güney Amerika'da da benzeri dev yırtıcı kuşlar, Phorusrhacidler vardı. Bu kuşlar Mezozoiğin theropod dinozorlarının son temsilcileriydi.
EOSEN

55,0 myö ile 33,7 myö arası
Günümüz Yaşamının Doğuşu

Eosende kıtalar birbirinden uzaklaşmaya devam eder. Kuzey Amerika Avrupa'dan, Güney Amerika Antarktika'dan ayrılır. Asya'ya iyice yakınlaşan Hindistan'da dağ oluşum olayları görülmeye başlar. İklim genel olarak sıcak ve ılıman, mevsimler belirgin değil, yağışlar oldukça boldu, deniz seviyeleri yüksekti. Afrika, Avustralya ve Sibirya'nın büyük bölümü sular altındaydı. Denizlerin böldüğü kıtalar takım adalar şeklinde dizilmiş, Afrika, Güney Amerika ve Avustralya diğer kara parçalarından soyutlanmış ve üzerlerinde kendine özgü faunalar vardı.

At, tapir, gergedan, fil, domuz, deve ve primatların dahil olduğu modern memeli takımlarının çoğu, ilk kez Erken Eosende kısa bir zaman dilimi içinde 10 kg.dan daha küçük hayvanlar olarak ortaya çıkar. Kemirgenler, multituberculatların yerini alarak, baskın küçük memeli grubu olur. Günümüzdeki biçimlere benzer olmasa da ilk yarasalar böcekçillerden farklılaşarak ortaya çıkar. Modern toynaklıların ataları bu zamanda Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'da yayılır. Bu küçük memelilerin bazıları, dönemin sonuna kadar boyutlarını hızla artırarak dev boyutlara ulaşırlar. Bunlardan altı boynuzlu gergedan benzeri bir hayvan olan Eobasileus'un omuz yüksekliği 2 metreye ulaşıyordu.

Balina ve deniz inekleri gibi deniz memelileri ilk kez ortaya çıkar; balinalar dönem içinde büyük boyutlara ulaşır. Eosen balinalarından olan Zeuglodon (ya da Basilosaurus) 20-25 metre uzunluğa ulaşır. Güney Amerika'nın kendine özgü faunasında, Edentales, keseliler ve uçamayan devler olan Phorusrachidler vardı.

Diatyriyaformesler varlıklarını sürdürürken; kazlar, ördekler, balıkçıllar, baykuşlar ve şahinler gibi ilk modern kuşlar da Eosende ortaya çıkar.

Eosenin sonunda görülen yok oluşta, Dinocreta, Archeoceti, Titanotheres gibi ilkel görünüşlü, küçük beyinli, büyük memelilerin büyük çoğunluğu ve ilkel etçiller olan Creodontlar ortadan kalkar.
OLİGOSEN

33,7 myö ile 23,8 myö arası



Avustralya ve Güney Amerika'nın Antarktika'dan ayrılmasıyla, dev kıta Gondvana'nın son kalıntısı da tarihe karışır. Hindistan'ın Asya ile çarpışmasıyla, tektonik ve volkanik aktivitede bir artış olur.

Oligosende, iklimde görülen belirgin soğuma bölüme damgasını vurur. Pek çok hayvan ve yaşama alanı soğumadan etkilenir. Himalayaların yükselmeye başlamasının bu soğumaya neden olduğu ya da soğumayı hızlandırdığı düşünülüyor. Soğumayla birlikte Senozoik boyunca ilk kez Antarktika üzerinde buzullar oluşur. Düşen deniz seviyesi, plankton sayısında ve çeşitliliğinde bir düşüşe ve kıtalar üzerinde kuraklığa neden olur. Tropik ormanlar ekvatora doğru çekilirken, yerlerini yaprağını döken ılıman iklim ormanlarına bırakır. Oligosende çiçekli bitkilerin modern biçimlerinin çoğu ortaya çıkıp yaygınlaşır. Yeni ortaya çıkan çiçekli bitkilerden en önemlisi otlardır. Asya'nın kurak iç kesimlerinden başlayarak yayılan otlarla, ilk otlak alanlar oluşur. Gelişmiş sindirim sistemine sahip ilk çift toynaklılar ancak Oligosende ortaya çıkar. Bu sindirim sistemi onlara lifli ve sindirimi zor otlarla beslenmede büyük avantaj sağlar.

Güney Amerika'da, eteneli memelilerin yokluğunda, tamamen farklı bir memeli faunası kurulur. Kıtada tembel hayvanlar, armadillolar gibi dünyanın geri kalanından tamamen farklı otçullar ve keseli yırtıcılar yaşıyordu. Eosenin en büyük hayvanları tek toynaklılardı. Bu dönemde yaşayan, Orta Asya'nın dev boynuzsuz gergedanı Indricotherium, yaşamış en büyük karasal memelidir; Mezozoiğin Sauropodlarıyla denk olan, bu 25 ton ağırlığındaki devler, Orta Miyosene kadar Asya'da varlıklarını sürdürür. Bu arada Afrika'da, fillerin ataları ve gergedan benzeri hayvanlar dev boyutlara ulaşır. Asya ve Kuzey Amerika'da, dev Brontotheresler ve dev domuzlar olan Archaeotheriumlar vardı. Kuzey kıtaları arasındaki bağlantılar, hayvanların kıtalar arasında serbestçe dolaşmasını sağlıyordu. Kendine özgü keseli faunasıyla Avustralya'da da bu dönemde memeli çeşitliliği artar. Bu alışılmadık memelilerin yanı sıra kediler, köpekler, geyikler, atlar, gergedanlar, domuzlar, develer Oligosende önemli hale gelir
PALEOJEN

65,5 myö ile 23,8 myö arası

Paleojen, pek çok memeli ve kuş grubunun tropik koşullarda ortaya çıkıp çeşitlendiği dönemdir. Erken Paleojende, kıtalar sığ denizlerle birbirinden ayrılmış, her kıtada farklı bir memeli soyu evrimleşmişti. Pek çok dev boyutlu, küçük beyinli, gergedan benzeri memeli vardı. Bunlarla birlikte yine dev boyutlu, uçamayan kuşlar olan Lavrasya diatrymidleri ve Güney Amerika Phorusrhacidleri; 2 metre boyunda ve kıvrımlı gagalarıyla Mezozoiğin dev Theropodlarını andırıyorlardı. Tüm bu hayvanlar tropikal ormanlarda yaşıyordu.

Denizlerde ilkel dişli balinalar ortaya çıktı. Dev deniz protozoaları (foraminiferler), Eosende mercimek boyutlarına ulaştı. Salyangozlar, midye ve istridyeler, günümüzdekilerden farksızdı. Nautiloidler son kez orta çapta bir evrimsel açılım yaşar: Atasal ve modern kafadan bacaklıların geçiş biçimleri ortaya çıktı. Derisidikenliler, mercanlar, yosun hayvancıkları, süngerler günümüzden farksızdı. Karada böcekler genel olarak modern biçimlerdeydi.

Günümüz kıtaları, Erken Senozoikte birbirinden oldukça ayrıydı. Her birinde farklı evrimsel patikalar izleniyordu. Güney Amerika'da, Paleojenin sonuna kadar, kendine özgü kuş, memeli ve sürüngenlerin bulunduğu bir fauna vardı. Avustralya keseli faunası da kıtalar arası izolasyon sayesinde bu şekilde oluştu.
MİYOSEN

23,8 myö ile 5,32 myö arası

Senozoiğin en uzun bölümü olan Miyosende, dünya artık modern biçimini almaya başlar. Orta ve Güney Amerika arasında, Panama köprüsü dönemin sonuna doğru kurulur. Hindistan ile Afrika-Arap plakası Avrasya ile birleşir. Afrika'nın Avrasya ile birleşmesiyle Tetis iyice küçülür, Doğu Afrika yükselir. Dönem boyunca kıtalar üzerinde dağlar yükselir: Asya'da Himalayalar, Güney Amerika'da Andlar, Kuzey Amerika'da da Rocky dağları.

Miyosen, soğuk Oligosen ve Pliyosen arasında görece ılıman bir dönemdir. Dönem boyunca görülen kuraklık ve dönemin sonlarına doğru başlayan soğumanın temel nedeni, kıtalardaki konumsal değişimler ve sıra dağların yağmur gölgesi oluşturarak kıtaların iç kesimlerine yağış düşmesini engellemesidir.

Antarktika'nın güney kutbuna kayıp diğer kıtalardan soyutlanmasıyla, küresel okyanus akıntıları değişir ve sıcak tropik sularla soğuk kutup sularının karışması büyük ölçüde engellenir. Böylece Antarktik buzulları oluşur.

Miyosenin en önemli biyolojik değişimi; çöl, tundra ve otlak alan gibi açık vejetasyon sistemlerinin kurulmasıdır. Ormanlar gibi kapalı vejetasyonların azalmasıyla, bu sistemler yaygınlaşır. Bu durum, ılıman iklim kuşağında yeni bir çeşitlenmeye ve hayvanlarda pek çok morfolojik değişime neden olur. Özellikle kuşlar ve memeliler yeni biçimler geliştirir.

Miyosende memeli çeşitliliği zirveye ulaşır. Pek çok ilkel memeli soyu tükenirken; yaşamayı başaranlar neredeyse modern görünüşlüdür. Geyikler, rakunlar, gelincikler, zürafalar, sırtlanlar ilk kez ortaya çıkar. Yavaş ve hantal etçiller olan Creodontların yerini hızlı ve zeki kedi ve köpekler alır. Miyosenin baskın yırtıcısı kılıç dişli kaplanlardı. Kıtalar arasındaki su bariyerlerinin kalkmasıyla, Avrupa-Asya, Asya-Afrika ve Asya-Kuzey Amerika arasında hayvan göçleri yaşanır. Denizlerde balinalar ve deniz inekleri yaygınlaşır. Hem tek toynaklılar hem de çift toynaklılar Miyosende hızlı bir evrimleşme temposu içine girer. Atlar daha da evrimleşerek midilli boyutlarına ulaşır, develer, üç parmaklı atlar, koyun benzeri oreodontlar, çeşitli tipte gergedanlar, dört dişli Mastodonlar (Trilophodon) ve insansı maymunlar yaygındı.
PLİYOSEN

5,32 myö ile 1,81 myö arası

Miyosende başlayan küresel soğuma eğilimi Pliyosen boyunca devam eder; kutup buzulları büyür, dönemin sonlarına doğru buzul çağına girilir. Deniz seviyesini düşmesiyle, Güney ve Kuzey Amerika arasında kara köprüsü kurulur. Akdeniz kuruyup yerini düzlük otlak alanlara bırakır. Subtropikal bölgeler ekvatora doğru çekilir. Antarktika Pliyosende henüz tamamen donmamıştı. Pliyosen boyunca Nothofagus, Antarktika'da yaygın olarak bulunur.

Pliyosen faunası Miyosenden çok farklı değildi. Günümüz memelilerinin tüm takım ve aileleri ortaya çıkarken; pek çok soyu tükenmiş cins de bu dönemde yaşar. Boynuzlular yaygınlaşıp, baskın memeli grubu olur. At, gergedan, fil, tapir ve develerin sayısı azalırken; kemirgenler, özellikle yer sincapları ve kunduzlar sayıca artar. Tek toynaklı at ilk kez ortaya çıkar. Pliyosenin tipik memelileri arasında; fil benzeri Deinotherium, dev yer tembel hayvanı Megatherium ve Litopternlerden uzun boyunlu, uzun bacaklı Macrauchenia sayılabilir. Kılıç dişli kaplanlar, köpekler, gelincikler dönemin etçilleriydi.

Miyosende ortaya çıkıp, Erken Pleistosene kadar yaşayan Deinotheriumlar, fillerin uzaktan akrabasıydı. Aşağı doğru eğilen dişleri karakteristiktir. Deinotheriumlar günümüz fillerinin boyutlarına kadar ulaşmıştı.

Amerika ve Avrasya arasında hayvan göçleri devam ediyordu. Geç Pliyosende, Panama köprüsünün kurulmasıyla, Güney Amerika'nın dünyanın geri kalanından soyutlanmış yaşamı sona erer. Armadillo, yer tembel hayvanı, oposum ve Phoruscorid kuşlar güneyden kuzeye göçerler. Kedi, köpek, ayı, at, mastodon ve başka hayvanlar da kuzeyden güneye göçer. Bu, özellikle güneyin keseli yırtıcıları için, bir felaket olur. Pek çok güney Amerika memelisi kuzeyden gelenlerle rekabet edemeyerek ortadan kalkar. Bugün Güney Amerika'nın memeli cinslerinin yarısı kuzeyden gelmiştir.

Bu dönemin en önemli olaylarından biri, yüksek primatların -ilkin insanlar da dahil- ortaya çıkmasıdır. Afrika'da savanların yaygınlaşması bazı maymunların ağaçlardan düzlüklere inmesine ve açık alanlara yayılmasına yol açar. İnsansılar (hominidler), Kuzey-Doğu Afrika'nın Rift vadilerinde Erken Pliyosende ortaya çıkar. Boynuzlularla birlikte yayılmaya başlayan Australopithecine insansılar, Etiyopya ve Tanzanya'ya, oradan da Afrika'nın büyük bölümüne yayılır.
NEOJEN

23,8 myö ile 1,81 myö arası

Neojende modern memeli ve çiçekli bitkiler evrimleşirken; bugün var olmayan pek çok garip memeli de ortaya çıkar. Erken Neojenin en önemli olayı, otların yaygınlaşıp, otlak alanların ortaya çıkmasıdır. Buna paralel olarak uzun bacaklı, hızlı koşan otlak hayvanları ortaya çıkar. Atlar Neojende oldukça başarı gösterir. Pek çok orman hayvanı da yaşamlarına devam eder.

Mastodonlar Avustralya dışındaki tüm kıtalarda yaşıyordu. Diğer kıtalardan soyutlanmış olan Güney Amerika'da dev yer tembel hayvanı gibi pek çok garip memeli evrimine devam ediyordu. Güney ve Kuzey Amerika arasında kara köprüsü kurulunca, kuzeyden gelenlerin istilasıyla bu canlıların çoğu ortadan kalktı.





Neojende, okyanuslarda balinalar günümüz biçimleriyle yerleşmiş, ilkel dişli biçimler ortadan kalkmıştı. Büyük okyanusun güneyinde, fok benzeri sucul filler olan Desmostylidler yaşıyordu. Gelmiş geçmiş en büyük etçil köpek balığı olan Carcharodon megalodon da Neojen denizlerinde yaşadı.

Dönemin sonlarına doğru, Afrika savanlarında ilk insansıların ortaya çıkması Neojenin en önemli olaylarından biridir.


KUATERNER
1,81 myö ile Günümüz
Jeolojik devirlerin en son ve en kısa dönemi



Kuaterner yaşadığımız dönemdir. Dönem boyunca kıtaların bulundukları konum günümüzdekinden çok farklı değildi; fakat, yaşanan buzul çağına bağımlı olarak değişen buzul ve deniz seviyeleri nedeniyle, coğrafya oldukça farklı ve değişkendi. İki alt bölümden oluşan dönemin büyük bölümünü kapsayan Pleistosende, pek çok buzul çağı yaşanır. Pleistosen fauna ve florasında, günümüz fauna ve florasının üyelerinin yanı sıra; mamutlar, kılıç dişli kaplanlar, dev gergedanlar gibi pek çok dev memeli de yaşıyordu. Pleistosen, insanın ortaya çıkıp yaygınlaştığı dönem olarak da önemlidir. Pleistosenin bitip Holosenin başlamasıyla, buzul çağı biter ve dev memeliler ortadan kalkar, insan türü tüm kıtalarda yaygınlaşarak uygarlıklar kurar.


PLEİSTOSEN
Buzul Çağı
1,81 myö ile 0,01 myö arası



Pleistosende kendi türümüz olan Homo sapiens ortaya çıkıp yaygınlaşır, alet yapmaya ve ateş kullanmaya başlar. Pleistosenin sonlarına doğru insanlar kıtaların çoğuna yayılır.

Kuaternerin neredeyse hemen hepsini kapsayan Pleistosen, "Buzul Çağı" olarak bilinse de, aslında bölüm boyunca, kutup buzulların oldukça yaygınlaştığı bir dizi soğuk dönem ve bu dönemleri bölen ılıman hatta tropik dönemler yaşanır. Soğuk dönemlerde buzullar ılıman kuşağa doğru ilerleyerek, zaman zaman karaların %30'unun üzerini örter, deniz seviyesi düşer ve kıtalar arasında hayvan ve insan göçlerine olanak sağlayan kara köprüleri kurulur.

Pleistosen yaşamı günümüze aşırı derecede benziyordu. Bugün yaşayan pek çok kozalaklı, çiçekli bitki, böcek, yumuşakça, kuş ve memeli cinsi -hatta türü- Pleistosende de yaşıyordu. Ancak bu tanıdık hayvanların dağılımı günümüzden oldukça farklıydı. Fillerin ve su aygırlarının Pleistosen temsilcileri, Londra'nın bulunduğu enleme kadar yayılmıştı. Bu tanıdık türlerin yanı sıra, bir çok büyük hayvan da Pleistosen faunasının üyesiydi. Bu dev memeliler bütün kıtalarda yaygındı. Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya'da kılıç dişli kaplanlar, mamutlar, kürklü gergedanlar, uzun boynuzlu bizonlar, Mastodonlar, dev kurtlar ve develer; Avustralya'da dev kanguru ve vombatlar; Güney Amerika'da fil boyutlarında dev yer tembel hayvanları, dev armadillo benzeri glyptodontlar, bu dev memeli faunasının üyeleriydi. Etçil dev kuşlar da varlıklarını sürdürüyordu. Pleistosen sonunda gerçekleşen yok oluşta, bu devlerin hepsi ortadan kalkar. Bazı bilim adamları, yok oluşunun nedeninin yaygınlaşan avcı insanlar olduğunu düşünüyor. Her ne kadar bir kıtaya insanların gitme zamanı ile o kıtadaki dev memelilerin ortadan kalkma zamanı birbirine uysa da, insanlar bu hayvanların tamamını yok etmeye yetecek sayıya ve teknolojiye sahip olmadıklarından, bu teoriye şüpheyle bakılıyor. İnsanların taşıdığı bir virüsün tüm bu türleri yok etmiş olabileceğini düşünen bilim adamları da var. Dev memelilerin yok olmasının nedeni henüz tam olarak anlaşılamasa da bu iki açıklamanın bir bileşimi de olabilir. Dönemin sonunda buzul çağı sona erer, iklim yumuşar, denizler yükselir.
HOLOSEN

Günümüz Yaşamı (0,01 myö ile Günümüz)
Gerçek bir jeolojik devir değildir.

Pleistosende yaşanan son buzul çağının kapanmasıyla başlayan bölüm, 11 bin yıl öncesinden günümüze kadar süren zaman dilimini ifade eder. Gerçek bir jeolojik devir olmaktan çok yaşadığımız zamanı tanımlayan bir terimdir. Buzul çağları arasında sıcak bir dönem olan Holosen, insanlığın tüm kayıtlı tarihini ve uygarlığını içerir. Bu bölüm içinde insanlar yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçip, pek çok uygarlık kurdu. Bölümün baskın organizması olan insanlar, Holosen doğasını ciddi biçimde etkileyip, değiştirdi.

biltek.tubitak.gov.tr








































Jeolojik devirler-Mezozoik Zaman

MEZOZOİK ZAMAN
(251.4 myö-65.5 myö)
Dinozorlar çağı

Bu zamanda sürüngenlerin Permiyende başlayan karasal ekosistemlerdeki baskınlığı, diğer ekosistemlere de yayılır ve artarak devam eder.

Permiyende oluşan dev kıta Pangea, Mezozoiğin ilk döneminin sonuna kadar varlığını sürdürür; fakat, daha sonra parçalanmaya başlar. Zamanın son dönemi olan Kretasede Lavrasya ve Gondvana yeniden birbirinden ayrılır. Kıtalar daha da küçük parçalara bölünerek hemen hemen günümüzdeki biçimlerini almaya başlar. Ayrılan kıtalar üzerinde farklı biyocoğrafik bölgeler oluşur.

Mezozoik boyunca dünya sıcak bir dönem yaşar. Kutuplar da buzullaşma olmaz. Permiyende başlayan kurak ve aşırı karasal iklim, Trias boyunca devam eder. Jurada iklim yeniden nemli hale gelir, kıtalar yeniden bitkilerle kaplanır. Bu nemli ve mevsimselliğin çok belirgin olmadığı yumuşak iklimsel eğilim, Kretase boyunca da devam eder.

Permiyen yok oluşunda neredeyse yok olma tehlikesi atlatan deniz yaşamı, sağ kalmayı başaranların uyumsal açılımıyla çeşitlenir, pek çok yeni grup ortaya çıkar. Modern deniz omurgasız yaşamı Mezozoikte kurulur. Modern mercanlar, kabuklular, fitoplanktonlar, planktonik Foraminiferler, Radiolaryalar, Belemnitler ve Ceratites ammonitler ortaya çıkar ve yaygınlaşır. Paleozoik denizlerinin en baskın grubu olan dallı bacaklılar azalırken midyeler yaygınlaşır. Mezozoiğin kemikli ve kıkırdaklı balıkları da günümüzden çok farklı değildir. Ancak Mezozoik denizlerinde besin zincirinin en üstünde bulunan yırtıcı grupları günümüzdekilerden oldukça farklıdır. Günümüzde balina, yunus gibi memelilerin işgal ettiği bu nişleri, Mezozoikte dev deniz sürüngenleri kullanılıyordu. Triasın sonunda kıtaların parçalanmasıyla birlikte, sığ denizler geri döner ve deniz yaşamı yeniden çeşitlenir.

Mezozoiğin en tanınmış grubu olmalarına rağmen, dinozorlar Juraya kadar çok yaygınlaşamaz. Permiyen yok oluşundan kurtulan sürüngenler ve memeli benzeri sürüngenler, Trias karasal ekosisteminin baskın grublarıydı. Bu ilkel sürüngen gruplarından kaplumbağalar yeni sürüngen ortaya çıkar. İlk gerçek memeliler de Triasın sonunda ortaya çıkar. Triasın sonunda gerçekleşen yok oluşla, memeli benzeri sürüngenler de dahil, ilkel sürüngenlerin ve labyrinthodont iki yaşamlılar çoğu yok olur; dinozor ve yeni sürüngen gruplarının yolu açılır. Dinozorlar Jurada karasal ekosistemin baskın omurgalı grubu olur, timsahlar, kaplumbağalar, kertenkeleler ve kurbağalar da öncekilerden boşalan nişlere yerleşir. Karalarda dinozorların hakimiyeti sürerken, bazı sürüngen grupları da sucul yaşama uyum sağlar, bir kısmı ise uçma yeteneğini kazanarak krallıklarını gökyüzünde kurar.

Mezozoikte bitkiler de büyük bir değişim geçirir. Permiyenin kurak iklimine uyum sağlamayı başaran açık tohumlular, Mezozoiğin baskın bitki grubudur. Erken Mezozoikte eğreltiler, sikatlar, ginkolar, bennettitaleanler baskındır. Modern açık tohumlular, örneğin kozalaklılar ilk kez günümüzdeki biçimleriyle erken Triasta ortaya çıkar. Juranın baskın bitki grubu, ilkel palmiye benzeri, açık tohumlu bitkiler olan sikatlardı. Mezozoiğin sonlarına doğru sikatlar azalmaya başlar. Kapalı tohumluların ne zaman ortaya çıktığı henüz kesin değilse de Kretasenin ortasında kesin biçimde fosil kayıtlarına giren grup, açık tohumluların zararına çeşitlenip, yaygınlaşır.

Sürüngenlerin hakimiyeti altındaki Mezozoik dünyasında memeliler önemsiz bir grup olarak varlıklarını sürdürür. Oldukça küçük boyutlarda olan memeliler büyük olasılıkla sürüngenlerle rekabetten kaçınmak üzere gececil bir yaşama biçimini benimsemişti. Dinozorlardan köken alan kuşlar da ilk kez Jurada ortaya çıkar.

Jurada yaygınlaşan dinozorlar, Kretasenin sonunda çeşitlilikçe ve yaygınlıkça zirveye ulaşmışlarken, pek çok canlı grubuyla birlikte ortadan kalkarlar. Bugün yaygın şekilde kabul edilen görüş, yeryüzüne çarpan bir gökcisminin yeryüzünün son kitlesel yok oluşuna neden olduğudur. Kretase/Tersiyer yok oluşu olarak bilinen bu olayla sürüngenlerin yüz milyonlarca yıl süren hakimiyeti sona erer ve Tersiyerde memelilerin yaygınlaşmasını sağlayacak koşullar sağlanır.
TRİYAS

251.4 myö- 205.1 myöPangea bir bütün halinde  İklim karasal ve sert
Yok oluşun ardından deniz yaşamının ve karasal yaşamın yeniden çeşitlenmesi
İlk dinozorlar, ilk memeliler ve pek çok yeni sürüngen grubunun ortaya çıkıp, farklı ekosistemlere yerleşmesi
Mercanların ve Belemnitlerin ortaya çıkması

Triasta Permiyen yok oluşundan kurtulmayı başaran az sayı ve çeşitlilikteki canlı grubu, uyumsal açılımla boşalan ekosistemlere yayılır. Bu nedenle Trias yaşamı, Paleozoiğin canlıları ile Mezozoiğin canlıları arasında bir geçiş dönemidir.

Bu dönemde deniz omurgasızları büyük oranda modern biçimlerine kavuşur ve Mezozoik denizleri -baskın yırtıcıları hariç- az çok tanıdık bir biçim alır. Bitki yaşamında açık tohumlularının ve özellikle kozalaklı bitkilerin baskınlığı giderek artar. Karasal ekosistemlerde omurgalıların baskınlığı Permiyende, olduğu gibi devam eder. Yok oluştan kurtulabilen az sayıdaki terapsit, Labyrinthodont iki yaşamlı ve Archosaurslar çeşitlenir. Mezozoiğin geri kalanına damgasını vuracak olan dinozorlar henüz çok çeşitli değildir. Dönemin sonuna doğru ilk memeliler ve timsahlar ortaya çıkar.
JURA

205.1 myö-142 myöPangea Parçalanmaya başlar.
Ekvatoral ve nemli olan iklim dönem boyunca gittikçe yumuşar.
Dinozorlar karasal ekosistemlerin baskın omurgalı grubu olur.
Denizlerde sürüngenler çağı başlar.
Sürüngenler gökyüzünün de hakimi olur.
Belemmitler denizlerde yaygınlaşıp çeşitlenir.
Bitkiler dünyasında "Sikatların Çağı".
Kuşların ortaya çıkması.



Triasın sonunda gerçekleşen küçük bir yok oluş, Jurada dinozorların yayılmasına fırsat verdi. Dinozorlar çeşitlenip gelişti, dev boyutlara ulaştı. Juranın başında Diplodocus ve Apatosaurus gibi devasa sauropod dinozorlar çeşitlendi. Allosaurus ve Compsognathus gibi etçil theropodlar da sayıca bollaştı. Kuş benzeri dinozorlar yaygınlaşırken, Archaeopteryx gibi dinozor benzeri ilkin kuşlar dönemin sonunda ortaya çıktı.

Dinozorlar karada hüküm sürerken, bilinen en büyük uçan omurgalılar olan Pterosaurslar gökyüzünde yaygınlaştı. Ichthyosaurslar, plesiosaurslar ve dev deniz timsahları, denizlerde sürüngen hanedanın temsilcileri olarak besin zincirinin en üstünde yerlerini aldı.

Jurada sürüngenlerin ezici üstünlüğü olsa da ilkin memeliler bu dönemde gelişme ve çeşitlenmelerine sessizce devam etti. İlk çiçekli bitkilerin de Juranın sonlarına doğru evrimleştiği düşünülüyor.


KRETASE "Tebeşir"

Dinozorların Altın Çağı
142 myö-65.5 myö
Çiçekli bitkilerin yaygınlaşıp, baskın bitki grubu olması.
Pangea'nın parçalanması devam eder; Lavrasya ve Gondvana birbirinden tamamen ayrılır.
Kretase boyunca nemli tropikal iklim koşulları devam eder.



Kretaseye ait kayaçlarda yaygın olarak bulunan tebeşir yatakları nedeniyle döneme bu isim verilmiş. Tebeşir, kalkerli kabuğa sahip planktonik mikroorganizma artıklarının, deniz tabanına çökmesiyle oluşur. Pek çok grubu zaten bu dönemde ortaya çıkan planktonik mikroorganizmalar, dönem boyunca çok çeşitli ve yaygın olarak bulunur.



Jura ile Kretase arasında kitlesel bir yok oluş yaşanmaması, iklimsel koşulların uygunluğu ve parçalanıp birbirinden uzaklaşan kıtaların farklı biyocoğrafik bölgeler oluşturması nedeniyle zaten çeşitli başlayan Kretase yaşamı, pek çok yeni grubun ortaya çıktığı ya da çeşitililiğini arttırdığı bir dönemdi. Kretase dinozorların altın çağıdır. Bilinen dinozorların %40'ı Kretase'nin son 15 milyon yılında ortaya çıkar. Tyrannosaurus rex ve Triceratoplar gibi pek çok ünlü dinozor da bu dönemin canlıları arasındaydı.

Dinozorlar çeşitliliklerinin zirvesindeyken, bazı grupları yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Diğer baskın sürüngen gruplarında da azalmalar olur. Ichthyosaurslar ve Pterosauruslar dönemin sonuna kadar sürekli azalır. Pek çoğu K/T yok oluşundan önce ortadan kalkar. Yeni ortaya çıkan grupların başarısının bu azalmalarda payı büyüktür. Sıcak kanlı kuşlar, hızlı yüzen modern kemikli balıklar ve çiçekli bitkiler Kretasede oldukça başarılı olup daha ilkel rakiplerinin zararına yayılır. Fosil kayıtlarına ilk kez Kretasede giren çiçekli bitkiler hızla yayılarak açık tohumluların yerini alır ve karasal ekosistemlerde köklü değişikliklere neden olur.

Plesiosaursların ve Pliosaursların iyice özelleşmiş biçimleri ortaya çıkarken pek çok ara biçim de yaygınlaşır. Sucul kertenkelelerin dev biçimleri olan Mosasaurslar da sucul sürüngenler arasına katılır. Modern memeli grupları Kretasede ortaya çıkar; fakat, yaygınlaşmak için dönemin sonunda gerçekleşecek olan yok oluşu beklemeleri gerekir.

Bir meteor çarpması sonucu gerçekleştiği düşünülen yok oluş, hem dinozorları, hem de ekosistemin diğer baskın sürüngen gruplarıyla birlikte pek çok yaygın grubu ortadan kaldırır. Yok oluş memelilerin baskın olduğu bir ekosisteme yol açarken, jeolojik devirlerin son zamanı olan Senozoik başlar.







Jeolojik Devirler-Paleozoik Zaman

PALEOZOİK ZAMAN

(545 myö-251.4 myö)294milyon yıl sürdü


Antik Yaşam

Yaklaşık üç yüz milyon yıl süren Paleozoik, Fanerozoiğin ilk ve en uzun zamanıdır. Bu zaman çok hücreli canlıların ortaya çıktığı, gelişip yaygınlaştığı ve ekosistemin baskın yaşam biçimi haline geldiği zaman dilimidir.

Paleozoik boyunca iklim genel olarak nemli ve ılımandı. Zaman zaman güney kıtası Gondvana'nın kutup bölgesinden geçmesiyle ya da başka biçimlerde buzul çağları yaşanmıştır. Kambriyenden hemen önce süper kıta Rodinia'nın parçalanmasıyla daha küçük kıtalar doğar. Bu kıtalardan en büyüğü olan Gondvana, Paleozoik kıtalarının ana kitlesini oluşturur. Paleozoiğin sonuna doğru kıtalar yeniden bir araya gelerek yeni bir süper kıta olan Pangea'yı oluşturur.



Paleozoiğin hemen başında "Kambriyen Patlaması" olarak bilinen olayla birlikte hayvanlar fosil kayıtlarına girer. Nerdeyse bilinen tüm hayvan şubeleri Paleozoiğin başında çeşitli türlerce temsil ediliyor, çok çeşitli omurgasız grupları denizleri dolduruyordu. Bunların arasında bazı bilim adamlarınca "deneysel" olarak kabul edilen ve kısa sürede ortadan kalkan yaşam biçimleri de vardı. Erken Paleozoikte henüz çok kırılgan olan ekosistemde yaşanan yok oluşlarla dönemin geri kalanına damgasını vuracak canlılar belirlenir. Paleozoik denizlerinin en tipik canlılarından biri eklembacaklılar grubundan olan üçloblulardı. Erken Paleozoikte çok yaygınlık ve çeşitlilik kazanan üç loblular, zamanın sonuna doğru azalarak ortadan kalktı. Paleozoiğin bir diğer baskın grubu da dallı bacaklılardı. Zaman zaman tüm türlerin %50'sinden fazlası dallı bacaklılar arasından çıktı. Tabulat ve rügoz mercanlar, yosun hayvancıkları, derisidikenlilerden deniz laleleri ve blastoidler, yumuşakçalardan nautiloidler Paleozoiğin önemli omurgasız gruplarıydı.

Paleozoiğin ortalarına doğru omurgalılar denizlerin en önemli gruplarından biri olur. Balık Çağı olarak adlandırılan bu dönemde, ilkel çenesiz balıkların ardından ilk çeneli balıklar, ilk kemikli balıklar ve köpek balıkları ortaya çıkıp yaygınlaşır. Denizlerde balıkların üstünlüğü ele geçirdiği sıralarda ilk bitkiler ve hayvanlar karaya adımlarını çoktan atmıştı. Damarsız kara yosunu benzeri bitkilerin ve kırkayak benzeri eklembacaklıların öncülük ettiği karaların çok hücreli canlılarca işgaline, Orta Paleozoiğin sonlarına doğru omurgalılardan da destek geldi. Geç Paleozoiğe gelindiğinde yeryüzü karaları uçsuz bucaksız ormanlarla kaplandı, pek çok hayvan grubunun temsilcilerinin de katılımıyla karmaşık bir karasal ekosistem kuruldu. Karasal faunanın en göze çarpan üyeleri, artık uçma yeteneğini geliştirmiş olan böcekler, iki yaşamlılar ve sürüngenlerdi. Paleozoiğin sonlarına doğru Pangea'nın oluşmasıyla iklim kuraklaşıp, karasallaşır. Sucul ortamların azalmasıyla geniş alanlara yayılmış sporlu bitkilerin oluşturduğu bataklık ormanları, yerini açık tohumlu bitkilerin oluşturduğu ormanlara bıraktı. İki yaşamlılardan da sürüngenlere doğru bir kayış oldu. Zamanın sonlarında sürüngenler oldukça çeşitlendi ve memelilerin ve dinozorların ataları olan gruplar ortaya çıktı. Bu canlılardan bazılarının kürklü ve sıcak kanlı oldukları düşünülüyor.

Permiyen sonunda, bir gök cisminin yeryüzüne çarpmasıyla, Paleozoik canlılarının büyük çoğunluğu ortadan kalkar. Yok oluşun ardından sahneye yeni canlılar çıkar Eskisinden oldukça farklı olan bu yeni yaşamla, "Dinozorlar çağı" olarak da anılan Mezozoik Zaman başlar.

KAMBRİYEN DÖNEM

545-495 myö arası
Kambriyen Patlaması:
Hayvanların hızlı evrimi ve çeşitlenmesi
Kabuklu canlılara ait ilk fosiller
Bilinen hayvan şubelerinin çoðu bu dönemde çeşitlenmiştir

Kambriyen, yeryüzü yaşamı için bir dönüm noktasıydı. Yaşamın ortaya çıkışından Kambriyene kadar geçen yaklaşık üç milyar yıllık süreç içinde yaşam hücresel düzeyde pek çok gelişme kaydetti; fakat, bu gelişim bakterilerden, bir ve çok hücreli alglerden öteye geçemedi. Geç Proterozoikte başlayan hayvanların gelişimi ve çeşitlenmesi, Kambriyene damgasını vuran en önemli olaydı. Kambriyenden hemen önce Neoproterozoiğin sonunda en ilkel biçimleriyle ortaya çıkan hayvanlar, Erken Kambriyenin sonuna kadar geçen kısa zaman dilimi içinde, yaşamın tarihi boyunca bir daha asla tekrarlanmayacak bir hızla evrimleşip, çeşitlendi. Tartışmalara karşın "Kambriyen Patlaması" olarak adlandırılan bu olayın sonunda, sadece 25 milyon yıl içerisinde, bilinen hayvan şubelerinin neredeyse hemen hepsi ortaya çıktı.

ORDOVİSYEN DÖNEM

495-440 myö arasıDeniz omurgasızlarının çeşitlenmesi
Paleozoik faunasının kurulması
Bitkilerin ve Eklembacaklıların karaya çıkışı



Ordovisyen, Paleozoik dönemin geri kalanında okyanusları dolduracak olan faunanın kurulduğu dönemdir. Kambriyen döneminde ortaya çıkan hayvanların pek çoğu aynı dönem içinde gerçekleşen yok oluşlar sonucunda tamamen ortadan kalktı. Bu yok oluşlardan yara almadan ya da hafif bir zararla kurtulabilenler ise gidenlerden kalan yerleri işgal ederek oldukça çeşitlendi. Deniz omurgasızlarında görülen bu büyük çeşitlenme "Ordovisyen uyumsal açılımı" olarak bilinir. Kabuklu deniz canlılarına ait fosillerden takip edebildiğimiz kadarıyla, Kambriyen sonunda bu canlılara ait aile sayısı 150 iken uyumsal açılımın ardından Erken Ordovisyende bu sayı 400'e çıktı. Ordovisyen uyumsal açılımı Paleozoiğin geri kalanına da damgasını vuran, bildiğimiz en büyük uyumsal açılım olayıdır. Bu olay sonucu kurulan fauna Paleozoiğin sonuna kadar varlığını sürdürecek oldukça karmaşık bir ekosistem oluşturdu.

Ordovisyenin en önemli olayı, çok hücreli yaşamın karaya ayak basmasıydı.Bu olay bizim açımızdan oldukça önemli olsa da dönemin yaşamı üzerinde büyük izler bırakmadı.

Ordovisyenin ilgi çekici olaylarından biri de süzerek beslenen canlılarda görülen dikkat çekici artıştı.

Ordovisyen uyumsal açılımıyla, Kambriyende önemsiz olan bazı grupların önemli hale geldikleri ve daha önce görülmeyen yeni grupların birden bire ortaya çıktıkları görülür. Bu dönemde ortaya çıkan yeni grupların başlıcaları: Midyeler, yosun hayvancıkları, Stromatoporoidler, mercanlarla derisi dikenlilerden denizlaleleri, deniz kestaneleri, ve denizyıldızlarıdır. Bu dönemde önemi artan grupların başında artikulat dallıbacaklılar gelir. Kambriyende gösterişsiz bir başlangıç yapan artikulat dallıbacaklılar bu dönemde sayıca ve çeşitlilikçe bir patlama yaşadılar. Kambriyende ortaya çıkan nautiloid kafadanbacaklılar, ostrakodlar, salyangozlar, graptolitler Ordovisyende önem kazanan gruplardandır.

SİLÜRİYEN DÖNEMİ

440-417 myö arasıBalıkların evrimi:
Çenesiz balıkların yayılması, tatlı su balıklarının ve ilk çeneli balıkların evrimi
Ökaryot yaşamın karaya kalıcı olarak yerleşmesi:
Örümcekler, böcekler, kırkayaklar ve akrabaları ve ilk damarlı bitkilerin ortaya çıkması.

Ordovisyen yok oluşlarına neden olan buzul çağının ardından, Silüryende sıcaklıkların tekrar yükselmesiyle Gondvana'yı kaplayan buzullar eridi. Kıtalar yeniden sığ denizlerin altında kaldı. Yok oluşun ardından canlıların çeşitlenip yayılması için uygun şartların sağlanmasıyla canlılar yeni bir uyumsal açılım dönemine girdi. Boşalan yaşama alanları hızla çeşitlenip, yayılan canlılarca dolduruldu. Omurgasızlar daha da çeşitlenerek, yeniden Ordovisyendeki yaygınlıklarını kazandı. Ancak Silüryen uyumsal açılımının başarılı grubu denizlerde hızla çeşitlenen, omurgalılardan çenesiz balıklardı. Bazı çenesiz balıklar tatlı sulara uyum sağlayarak bu ortamlarda yaygınlaştı. İlk çeneli balıklar tatlı sularda ortaya çıktı.



Silüryenin en önemli olayı ökaryotik yaşamın sağlam temellerle ve daimi olarak karaya yerleşmesiydi. Ordovisyende karaya çıkmış olan kara yosunu benzeri bitkiler oldukça yaygınlaştı. İlk damarlı bitkiler de kesin olarak bu dönemde ortaya çıktı. Kara yosunu ve ilkin damarlı bitkilerle kaplı karalarda dolaşan ilk kara hayvanlarıysa, uyum yetenekleri tartışılmaz olan eklembacaklılardı. Örümcekler, akrepler, böcekler, kırkayaklar, ve akrabaları bize oldukça yabancı bu ortamın bildiğimiz tek sakinleriydi.

Silüryen evrimsel açıdan pek çok ilkin gerçekleştiği bir dönemdi. Bu dönemden meydana gelen olaylar dünyayı ve yaşamın bundan sonra izleyeceği yolu büyük oranda etkiledi.

DEVONİYEN

417-354 myö arası
Balık Çağı:
Çenesiz ve çeneli balıklar çeşitlendi, ilk köpekbalıkları ve ilk kemikli balıklar
Omurgalıların karaya çıkması: İlk iki yaşamlılar
İlk ağaç ve ormanların ortaya çıkması
Tohumlu bitkilerin, ammonitlerin ortaya çıkması

Silüryen ile Devoniyen arasında bir kitlesel yok oluş bulunmaz, bu nedenle Silüryende başlayan evrimsel eğilimler kesintiye uğramadan Devoniyende devam eder. Bir önceki dönemde yaygın olan omurgasız grupları, Devoniyende de varlığına eskisi gibi devam ederken, ammonitler ilk kez ortaya çıkar. Silüryende çeşitlenmeye başlayan balıklar bu dönemde çeşitliliklerinin zirvesine ulaşıp, Devoniyen denizlerinin bir numaralı hayvan grubu olur. Hem kemikli balıklar hem de köpek balıklar da bu dönemde ortaya çıkar.

Karasal ökaryotların gelişimi de kesintiye uğramadan sürer. Silüryende ortaya çıkan damarlı bitkiler dönem boyunca hızla gelişir, çeşitlenip yaygınlaşır. İlk tohumlu bitkiler ve ağaçlarla birlikte ilk ormanlar da dönemin sonuna doğru oluşur. Eklembacaklılar yaygınlıklarını artırır, yeni böcek grupları ortaya çıkar. Denizlerde yaygınlaşan omurgalılar karaya ilk adımlarını dönemin sonunda atar: ilk iki yaşamlılar ortaya çıkar.

KARBONİFER

Kömür Çağı
354 myö-292 myö
Bataklık ormanlarının ortaya çıkıp yaygınlaşması
Ammiyotik yumurtanın keşfi: Sürüngenlerin ortaya çıkması
İlk uçan böcekler,
Gondvana ile Lavrasya'nın çarpışması: Pangea'nın oluşması



Dünya kömür rezervlerinin büyük bir kısmı bu zamana ait olduğundan, döneme "karbon içeren" anlamında "Karbonifer" adı verilmiş. Ancak bugünlerde döneme yeniden bir isim vermemiz gerekseydi, muhtemelen "yeşil çağ" anlamına gelen bir kelime kullanırdık. Karbonifer, tüm dünya karalarının ekvatoral düzlemde bir araya toplanmaya başladığı ve bu uçsuz bucaksız kara parçasının büyük bir bölümünün günümüz Amazon ormanlarına benzetilebilecek yağmur ormanlarıyla kaplı olduğu bir dönemdi. Bu uçsuz bucaksız yeşil; bugün artık var olmayan veya günümüz bitkilerinin ataları olan eğrelti ve eğrelti benzeri bitkilerle ilkin tohumlu bitkilerin dahil olduğu, pek çok farklı grubun oluşturduğu bataklık ormanlarıydı. Bu yoğun bitki örtüsünün hayvan sakinleri olan böcekler, kırkayaklar ve akrepler de çağdaşlarına göre dev boyutlardaydı; omurgalıları ise çok çeşitli iki yaşayışlılar temsil ediyordu. Dönemin sonuna doğru, dev kıta Pangea oluştukça ve buzullar büyüdükçe, çekilen deniz suları ve kuraklaşan iklimle birlikte bitkilerin ve ormanların yapısı değişirken, sürüngenler de yavaş yavaş kendilerini göstermeye başlar.

PERMİYEN

Paleozoiğin Son Dönemi      292 myö-251,4 myöKurak karasal iklim ve Pangea'nın oluşumunun tamamlanması
Bataklık Ormanlarının Yok olması, Açık Tohumluların Yaygınlaşması
Sürüngenlerin Baskın Omurgalı grubu olması


Permiyenin başları, Karboniferden çok da farklı değildi. Karboniferin sonunda kitlesel bir yok oluş yaşanmamış ve tüm ekosistemler Karboniferde gösterdikleri eğilimlerini sürdürüyordu. Denizlerde, temelleri Devoniyende atılan ve Karboniferin başında geçirilen değişimden beri fazlaca bir değişim olmamıştı. Karbonifer buzullarının yol açtığı deniz seviyesi değişimleri, Permiyenin başında da devam ediyor; deniz yaşamı bulduğu her fırsatta yeniden serpiliyordu. Karbonifer bataklık ormanları, ekvatoral kuşakta azalmış da olsa varlığını sürdürdü. Karboniferin sonlarına doğru başlayan, kibrit otu ve at kuyruklarından eğrelti ve tohumlu bitkilere olan kayış devam eder. Kara omurgalıları da kuraklıktan etkilenir. Karboniferin çeşitli ve yaygın iki yaşamlı faunası, azalan sulak alanlarla birlikte geri çekilip yerini sürüngenlere bırakır. Bataklık ormanları Permiyenin ortalarına gelindiğinde artan kuraklığa daha fazla dayanamaz ve yok olur. Karboniferin mevsimsiz, nemli ve ılıman ikliminden geriye hiçbir şey kalmamış, Permiyen sürüngenlerinin yaşamları, onlara yolu açmış olan gece-gündüz sıcaklık farklılıklarının aşırı uçlarda seyrettiği, kurak ve karasal bir iklimde geçiyordu. Pangea'nın oluşum süreci deniz yaşamını da etkilemeye devam ediyordu. Azalan deniz kıyı şeridi ve çekilen sularla, deniz canlılarının yaşama alanları gittikçe azaldı. Kısacası Paleozoik yaşamı zor günler geçiriyordu. Ancak her şey bir uyum süreciyle halledilebilir ve Paleozoik yaşamı aralarından en uygun olanların devam etmesiyle yeniden parıldayabilirdi.



Ne var ki, üç yüz milyon yıldır yeryüzünü kaplayan ve onu biçimlendiren Paleozoik yaşamı için, günlerin sonu çok yakındı. Permiyenin sonu Paleozoik yaşamının da sonu oldu. Büyük yok oluş tüm türlerin %90-95'ini yok etti. Bilim adamları böylesi bir katliama neyin yol açmış olabileceği üzerinde yıllardır tartışıyor. Pek çok kuram arasından öne çıkan, yine bir gök cisminin yolunun yeryüzününkiyle kesişmesi... Anlaşılan o ki dinozorların sonunu getiren de yollarını açan da bir gök cismi olmuş.

biltek.tubitak.gov.tr

















Jeolojik devirler-Kambriyen Öncesi

KAMBRİYEN ÖNCESİ: Hadeyan, Arkeyan, Proterozoik

Kambriyen öncesi yeryüzünün oluşumundan Kambriyene kadar geçen dört milyar yıllık zaman dilimidir. Yeryüzü tarihinin 7/8'lik bölümü, Kambriyen öncesinde geçer. Dünyanın yüzeyinin soğuyup, katılaşması, kıtasal levhaların, atmosferin ve okyanusların oluşması. Yaşamın jeobiyokimyasal süreçler sonucu ortaya çıkması, bakterilerin evrimi, atmosferin oksijence zenginleşmesi, ökaryotların evrimi ve ilk hayvanların ortaya çıkması hep Kambriyen öncesinde gerçekleşir. Ne var ki Kambriyen öncesine ait bilgileriniz son derece sınırlı ve tartışmalı. Son zamanlarda kabul gören sistemde, Kambriyen öncesi, Fanerozoik devirle denk iki devre ayrılır: Proterozoik ve Arkeyan. Ancak, dünyanın en eski kayaçlarının bulunduğu Arkeyanın başlangıç zamanı belirtilmez. Bunun nedeni, yeryüzünde Arkeyan öncesine ait hiçbir kayaç olmamasıdır. Yeryüzünde bilinen en eski kayaçlar 3.8 milyar yıl öncesine ait. Bu zamandan önceki kayaçlar jeolojik olaylar sırasında aşınarak ya da yeniden magmaya karışarak yok olmuş. Dünyanın 4,5 milyar yıl olarak biçilen yaşı, jeolojik etkinliğin olmadığı Ay'dan getirilen taşların ve yeryüzüne düşen meteorlar üzerinde yapılan çalışmalarla bulunmuştur. Bazı bilim adamları Dünyanın, Güneş sisteminin oluşumu sırasında, bir göksel cisim olarak belirmesinden Arkeyana kadar geçen zaman dilimi için Hadeyan ismini kullanır. Bu da, tıpkı yaşadığımız çağ olan Holosen gibi gerçek bir jeolojik devir olmasa da, dünya tarihinin bütünlüğünün sağlanması amacıyla kullanılır.

Hadeyan
~4500 myö - 3600 myö arası

Dünyanın göksel cisim olarak belirdiği zamandan, Arkeyana kadar geçen süre arasında kesin bir sınır yoktur. Hadeyanda ilkin atmosfer, ve okyanuslar oluştu. Bu zamanda oldukça bol olan meteorlar, yeryüzünü sürekli bombardıman ediyordu. Hadeyanın ilk dönemlerinde Mars boyutlarındaki bir gök cisminin Dünya ile çarpışmasıyla, Dünyadan kopan parçalar Ay'ı oluşturdu. Volkanik etkinlik oldukça yüksekti, ilk kıtalar da bu zamanda oluştu.

Hadeyan devrinde dünya

ARKEYAN
3600 myö-2500 myö arası
Yaşamın ortaya çıkışı
Arkeaların zamanı


Fanerozoiğin iki katı uzunluğunda bir devirdir. Yeryüzünde, bilinen en eski kayaçlar bu devre aittir. ılkin okyanuslarda mikrobiyal yaşam jeobiyokimyasal süreçler sonunda bu dönemde ortaya çıkıp, evrildi. Canlıların bugün kullandığı biyokimyasal süreçlerin temeli atıldı ve bu süreçlerin büyük çoğunluğu bu dönemde kuruldu. Arkeaların baskın olduğu prokaryotik yaşam okyanuslarda yaygındı. Fotosentetik bakteriler olan Siyanobakteriler ortaya çıkıp, o zamana kadar oksijensiz olan okyanuslara oksijen salmaya başladı. Bu yeryüzünde ilk kez bol miktarda bulunan serbest oksijenin okyanuslarda çözünmüş halde bulunan demirle tepkimeye girerek birlikte çökmelerine neden oldu.

Arkean devrinde dünya

ROTEROZOİK
2500 myö-545 myö arası
Arkeyan ile Kambriyen arasında
Oksijenli atmosferin oluşumu
Bakterilerin yaygınlaşması
Ökaryotların ve çok hücrelilerin ortaya çıkması


Kıta hareketleri normal seyrine girerken, dev kıta Rodinia oluştu. Arkeyan dönemde ortaya çıkan stromatolitler yaygınlaştı. Arkeyandan beri okyanuslara salınan oksijen, artık serbest halde okyanuslarda ve atmosferde bol miktarda bulunmaya başladı. Bu Proterozoik okyanuslarının çekirdeksiz -prokaryotik- canlıları için bir felaket oldu. Bildiğimiz bu ilk, belki de tüm zamanların en büyük çevresel felaketi Arkeyan canlılarının büyük bir kısmını yok etti. Arkealar azalıp, oksijensiz ortamlara çekilmek zorunda kalırken; bakteriler üstünlüğü ele geçirdi. Oksijenin artması ve canlılarca kullanılmaya başlamasıyla, ilk çekirdekli -ökaryotik- canlılar ortaya çıktı. Proterozoiğin sonlarına doğru ilk çok hücreli -algler ve ilkin hayvanlar-canlılar ortaya çıktı. Proterozoik boyunca birkaç kez yeryüzünün gördüğü en büyük buzul çağları yaşandı. "Kartopu dünya" olarak adlandırılan bu buzul çağlarında yeryüzünün tamamı birkaç kilometre kalınlığında bir buz tabakasıyla kaplandı. Bu buzul çağlarının sonuncusundan hemen sonra ilkin hayvanlar ortaya çıktı.

Edikara faunası olarak bilinen fauna, bu ilkin hayvanlara ait fosil yataklarının en iyi bilinenidir. Burada, ilk yumuşak dokulu çok hücreli hayvanlara ait fosiller bulunur. Edikara faunasının hayvanları oldukça ilkel ve garipti. Süngerler ve deniz anaları gibi bazı tanıdık şubelerin üyelerinin yanı sıra, bilinen hiçbir şubeyle ilgisi olmayan hayvanlar da vardı. Arkarua adami, Dickinsonia, Tribrachidium, Cyclomedusa, Kimberella Edikara faunasının hayvanlarından bazılarıdır.

biltek.tubitak.gov.tr

Deprem Sırasında ve Sonrasında Yapılması Gerekenler

DEPREM SIRASINDA VE SONRASINDA YAPILMASI GEREKENLER

Ülkemiz yüz ölçümünün %96 sı ilk 4 derecedeki deprem bölgelerinin dağılımını yansıtmaktadır. Bu nedenle depremle nasıl yaşayacağımız konusunda bilmemi gereken çok şey vardır. Deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında, neler yapmamız gerektiğini bilmemiz hem kendi hayatımızı, hem de başkalarının hayatını kurtaracaktır.

DEPREM SIRASINDA YAPILMASI GEREKENLER

Kapalı mekânlarda

1. Deprem sırasında alt katlardaysanız çıkabiliyorsanız, dışarıya çıkın.

2. Üst katlardaysanız, içeride kalın, dışarı çıkmaya çalışmayın. Sakin olun. Paniğe kapılmayın ve koşuşturmayın. Depremler genellikle hafif sarsıntı ve gürültüyle başlar ve birkaç saniye sonra daha yıkıcı sarsıntılar gelir. Büyük bir depremde ayakta durmak, koşmak mümkün değildir. Dışarı çıkarken binalardan düşen cam ve molozlardan korunun. Önceden "Ev Deprem Plânı" yaptıysanız, hemen uygulamasına geçin.

3. Deprem sırasında çamaşır veya bulaşık makinası gibi kolayca devrilmeyecek ağır eşyaların yanına uzanıp, kendinizi korumaya alın. Böylece çöken duvar veya kirişle makine arasındaki boşlukta kalıp, hava alabilirsiniz.

4. Yatıyorsanız ve kaçma şansınız yoksa, kendinizi yatağın kenarındaki boşluğa atın.

5. Masaya tutunun, onunla birlikte hareket etmeye hazır olun. Deprem geçinceye kadar pozisyonunuzu değiştirmeyin.

6. Pencere, şömine, vitrin, mutfak dolabı gibi kolayca devrilebilecek eşyalardan uzak durun.

7. Yüksek katlı binadaysanız, asansörleri kullanmayın.

8. Sinema, tiyatro, okul, büro gibi kalabalık yerlerde bulunuyorsanız, deprem anında merdivenlere veya asansöre koşmayın. Koltuk, sıra gibi en yakındaki güvenli yerde kendinizi korumaya alın.

9. Olası gaz sızıntılarına karşı kesinlikle çakmak, kibrit ve mum yakmayın, sigara içmeyin.

Bina dışında

Deprem sırasında binalardan dökülen yıkıntılar ve camlardan, bacalardan,elektrik direk ve tellerinden uzakta, güvenli bir alanda sarsıntının durmasını bekleyin.

Araba içinde

1. Araba kullanıyorsanız, sarsıntı başladığında, eğer bulunduğunuz yer güvenli ise durun. Sarsıntı bitene kadar araç içinde kalın.

2. Normal yol trafiğinden uzaklaşın, köprü, üst geçit, tünel gibi çökmesi muhtemel yapılardan uzaklaşın.

3. Elektrik direkleri, enerji nakil hatları ve ağaçlardan uzak durun.

DEPREMDEN HEMEN SONRA YAPILMASI GEREKENLER

1. Depremden sonra yangın ve parlamalara yol açabileceği için kesinlikle çakmak, kibrit, mum yakmayın. El feneri kullanın.

2. Deprem durduğunda elektrik şartelini, gaz ve su vanalarını, yanan ocakları hemen kapatın. Yangına yol açabilecek kimyasal maddeler dökülmüşse, temizleyin.

3. Kendinizi ve yakınınızdakilerin sağlık durumlarını kontrol ediniz. Yaralılara ilk yardım uygulayın. Ciddi yara alanları tehlike altında değilse hareket ettirmeyiniz, güvenli bir yerde yetkililerin gelmesini bekleyin.

4. Kesilmeler olabileceğini düşünerek çıplak ayakla yürümeyin. Bulabiliyorsanız, kalın bot veya spor ayakkabı tercih edin.

5. Bina içinde canlı olup olmadığını kontrol edin. Canlı kurtarma ekiplerine haber verin.

6. Portatif radyonuzu açın ve yetkilerin açıklamalarını dinleyin.

7. Acil durumlar dışında (itfaiye, ambulans çağırma gibi), yakınlarınıza haber vermek için dahi olsa, telefonu kullanmayın. Telefon şebekesi kilitlenir, acil ihtiyaçlara dahi cevap veremez duruma gelir.

8. Evden acil ayrılmanız gerekmiyorsa, kırılan camları bantlayın.

9. Evi terk ederken yanınıza el feneri, pilli radyo, su, kuru yiyecek, ilk yardım çantası, hava şartlarına uygun giysi, battaniye, para ve kredi kartı alın.

10. Büyük bir depremden sonra, artçı depremler mutlaka devam eder. Hasar gören evlere, uzmanlar kontrol etmeden kesinlikle girmeyin. Bazı artçı depremlerin zayıflamış yapılarda ana deprem kadar büyük hasar verebileceğini unutmayın.

11. Aracınızı itfaiye, ambulans gibi acil yardım getiren araçların yolundan çekin, şehirden uzaklaşmaya çalışmayın. Çünkü kurtarma araçlarının gelmesini engelleyebilirsiniz ve yollar kapalı veya çökmüş olabilir.

12. Yetkililere ve kurtarma ekiplerine yardımcı olun. Enkaz ve yıkıntılar arasında,sokaklarda acil olmadıkça dolaşıp, görevlilerin işini engellemeyin.

13. İhtiyacınızdan fazla yardım malzemesi almayın.

14. Temiz su bulamıyorsanız ve kaynatma imkânınızda yoksa, 20 litre suya bir çorba kaşığı çamaşır suyu katarak dezenfekte edebilirsiniz. Klorlanmamış su içmeyin,

EVİMİZİ DEPREME NASIL HAZIRLAYALIM?

1. Evdeki raflar duvara sıkıca monte edilmeli. Ağır eşyalar rafların alt katlarında durmalı.

2. Cam eşyalar (Yiyecek kavonozları, bardak, porselen gibi), yanıcı sprey ve ilaçlar alçak dolaplarda saklanmalı ve kapıları sıkıca kapatılmalı. Yangın riski yüksek mekânlarda, mutlaka söndürme aleti bulunmalı.

3. Ağır tablolar ve aynalar oturulan ve yatılan yerlerden uzağa aşılmalı.

4. Avize ve aydınlatma araçları oturma alanlarının uzağına monte edilmeli.

5. Potansiyel yangın tehlikesi olan elektrik ve gaz sistemi sürekli kontrol edilmeli, bozukluk varsa tamir edilmeli.

6. Buzdolabı, şohben gibi ağır ev alet ve makineleri duvara sıkıca bağlanmalı.

7. Evinizi deprem uzmanlarına ve yetkililere kontrol ettirin ve yapılması gerekenleri uzmanlara yaptırın. Bina duvarındaki çatlak ve yarıkları tamir ettirin.

8. Acil durumda alıncak gerekli malzemeleri kolayca ulaşabileceğiniz yere koyun.

Acil malzemeler

1. Işıldak veya fener, yedek pil,

2. Pille çalışan radyo,

3. İlkyardım çantası,

4. Kuru gıda, konserve ve su,

5. Konserve açacağı da olan çakı,

6. Sürekli kullanım gerektiren ilaçlar,

7. Yedek gözlük veya lens,

8. Bot veya spor ayakkabı,

9. Para ve kredi kartı.

AİLE FERTLERİNİ DEPREME KARŞI NASIL HAZIRLAYALIM?

1. Aile fertlerini deprem sırasında nasıl davranmaları konusunda eğitin. Evinizin içinde ve çevresinde, deprem sırasında sığınılacak yerleri belirleyin ve aile üyelerine öğretin. "Ev Deprem Plânı" hazırlayın.

2. Aile fertlerine acil durumda elektrik, gaz, su vanası ve yanan ocakları nasıl kapatmaları gerektiğini öğretin.

3. Acil durumlarda nasıl ilk yardım uygulanacağını mümkünse bütün aile öğrensin. Evde ilk yardım çantası bulundurun.

4. Depremden sonra yangın, ağır yaralanma gibi durumlarda haber verilecek itfaiye, ambulans ve kurtarma ekiplerinin telefon numaralarını ezberleyin ve telefon rehberinin üzerine görülebilecek büyüklükte yazın.

5. Deprem sırasında ve sonrasında şehir dışını aramak daha kolay olacağı için, şehir dışındaki bir yakınınızın telefon numarasını belirleyin. Bu numarayı (aile iletişim numarası) aile fertlerine ve yakınlarınıza verin. Böylece herkes birbirinden kolaylıkla haber alabilir.

6. Binayı terk ederken başınızı tavandan düsen cisimlerden kask, baret, kalın kitap veya bir tahta parçası ile koruyunuz. Okullarda masaların altları birbirine birleştirilmiş çelik kafes gibi yapılmalıdır. Deprem anında evlerde buzdolabı, çamaşır makinası, bulaşık makinasının yanına yatılıp cenin pozisyonu alınırsa koruyucu olur. Dar mutfak, banyo ya da odalar geniş salonlara göre daha güvenli olabilmektedir. Çelik ve ahşap kapı pervazları zannedildiği gibi güvenli değildir. 10-15 saniyede binadan çıkma fırsatınız varsa paniğe kapılmadan çıkın.

7. Apartmanların dış duvarları tehlikelidir. Apartmandan 10-15 saniyede çıkamıyorsanız üst katlara doğru gidin. Elektrik direklerinden, balkonlardan devrilebilecek eşyalardan uzak durun. Evde dolapları mümkünse devrilebilecek her şeyi sabitleyin.

(Dipnot: Hiç fotoğraf eklemedim;çünkü deprem denince herkesin aynı görüntüyü gördüğünden eminim)

Dalgalar ve Akıntılar

DALGALAR ve AKINTILAR

1. Dalgalar:

Dalga, deniz yüzeyindeki salınım hareketleridir.
Dalgaları oluşturan nedenler;

  • Dünya’nın dönmesi,

  • Rüzgârlar,

  • Depremler,

  • Denizaltı heyelanı,

  • Volkanizma’dır.

Deniz dibindeki depremlere ve volkanik faaliyetlere bağlı olarak oluşan dalgalara tsunami dalgaları denir.

2. Akıntılar:

Deniz yüzeylerindeki suların, bulundukları yerlerden başka alanlara doğru taşınmasına akıntı denir. Akıntıların oluşmasına neden olan faktörler şunlardır:

a. Yoğunluk farkı:

  • Sıcaklık farkı: Yoğunluğu fazla olan soğuk sular, alttan sıcak su alanlarına doğru, yoğunluğu az olan sıcak sular, üstten soğuk su alanlarına doğru akarlar.

  • Tuzluluk farkı: Yoğun olan tuzlu sular, alttan tatlı su bölgelerine doğru, yoğunluğu az olan tatlı sular ise üstten tuzlu su bölgelerine doğru akarlar.

b. Seviye farkı:

Beslenme kaynakları fazla olan denizlerin seviyeleri, beslenme kaynakları az olan denizlere göre fazladır. Örneğin, İstanbul ve Çanakkale boğazındaki akıntılar gibi.

c. Sürekli rüzgârlar:

Okyanus ve denizlerdeki akıntıların en önemli nedeni, sürekli rüzgârlardır. Rüzgârların süresi ve şiddeti, akıntıların etkili olma süresi ve alanını etkiler.

d. Gel - git olayı:

Deniz ve okyanuslardaki akıntıların oluşum sebeplerinden birisi de, gel - git olayıdır. Gel - git’in etkili olduğu kıyılarda şiddetli akıntılar, buna bağlı olarak aşınım ve birikim şekilleri oluşur.

DALGA VE AKINTILARIN OLUŞTURDUĞU KIYI ŞEKİLLERİ

1.Falezler (Yalıyarlar):

Yüksek kıyılarda dalgaların etkisiyle kıyıların alt kısımları aşındırılır ve bazı oyuklar oluşur. Bu oyuklar büyüdüğü zaman tavanları çöker ve denize dik kıyılar meydana gelir. Bu dik kıyılara falez ya da yalıyar adı verilir.

Ülkemizde, falezler en çok Karadeniz kıyılarında oluşmuştur. Çünkü, en dik kayılarımız Karadeniz kıyılarıdır. Hopa - Sarp kıyıları ile Cide - İnebolu kıyıları arasında ve Şile çevresinde falezli kıyıların en tipik örnekleri görülür. Akdeniz’de Teke ve Taşeli kıyılarında da falezler oluşmuştur.

2. Kıyı Kumsalları (Plajlar):

Dalga ve akıntıların etkileriyle kıyıdan koparılan malzemeler, bir müddet sonra sürtünme sonucu iyice ufalanır, incelir. Dalgalar bu küçülen malzemeleri alçak kıyılarda biriktirirler. Sonuçta kıyı kumsalları yani plajlar oluşmuş olur.

3. Kıyı Okları ve Kordonları:

Dalgalar ve kıyı akıntıları, taşıdıkları materyalleri özellikle koyların kenarında biriktirirler. Sonuçta kıyılarda çıkıntılar oluşur. Bunlara kıyı oku denir. Kıyı okları zamanla daha da genişler ve uzar. Bunlara da kıyı kordonu adı verilir.



Kıyı okları ve kordonları, en belirgin olarak Çukurova, Göksu, Çarşamba ve Bafra deltalarında oluşmuştur.

4. Lâgünler:

Koyların önünde oluşan kıyı kordonları zamanla koyun önünü tamamen kapatır ve denizle olan bağlantısını keserek deniz kenarında bir göl oluşumuna sebebiyet verir. Böyle oluşan göllere lâgün ya da deniz kulağı denir.

Türkiye’deki bütün delta ovalarında küçük lagünler oluşmuştur. Ayrıca, Büyük ve Küçük Çekmece Gölleri ile Durusu Gölü birer lagündür.

5. Tombololar:

Kıyı yakınındaki bir adanın bir kordonla kıyıya bağlanması sonucu oluşan yarım adalara tombolo denir. Türkiye’de Güney Marmara kıyılarındaki Kapıdağ Yarımadası tomboloya örnek olarak verilebilir.



BAŞLICA KIYI TİPLERİ



1. Fiyort Kıyılar:

Buzul vadilerinin sular altında kalması sonucu oluşan kıyılardır. Bu kıyı tipine ait en güzel örnek, İskandinav Yarımadası’nın Atlas Okyanusu kıyılarıdır. Dünya’nın en büyük fiyordu Norveç’teki Soğne fiyordudur.



2. Skyer Kıyılar:

Buzulların aşındırdığı tepeciklerle veya buzulların biriktirdiği moren yığınlarıyla şekillenmiş kıyılar sular altında kalınca yüzlerce adacık ortaya çıkar. Bu tür kıyılara skyer kıyılar denir. Baltık Denizi’nin kuzeydoğusunda bu tür kıyılar görülür.

3. Ria tipi kıyılar:

Plâtoları yaran derin vadilerin sular altında kalmasıyla oluşan kıyılardır. Dünya’da en güzel örnekleri, Güneybatı İrlanda ve Kuzeybatı İspanya’da görülür. Ülkemizde’de Güneybatı Ege kıyıları, İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Haliç, ria tipi kıyılara örnek olarak verilebilir.

4. Liman tipi kıyılar:

Alçak kıyılardaki geniş vadilerin sular altında kalması ve bunların önünün kıyı setleriyle kapatılması sonucunda oluşmuştur. Dünya’daki en iyi örnekleri, Ukrayna’nın Karadeniz kıyılarında görülür. Ülkemizde de örnek olarak Büyük ve Küçük Çekmece kıyıları gösterilebilir.
5. Dalmaçya tipi kıyılar:

Deniz sularının, kıyıya paralel uzanan dağlar arasındaki çukurluklara dolmasıyla oluşan kıyılardır. Dünya’daki en iyi örneği Adriya Denizi kıyılarında görülür. Ülkemizde de Kaş (Antalya) çevresinde bu tür kıyılara rastlanır.

6. Haliç (Estuar) tipi kıyılar:

Gel - git olayı sonucunda akarsu ağızlarının aşındırılmasıyla oluşan ve huniye benzeyen kıyılardır. Dünya’nın en büyük halici Hamburg halicidir.

7. Boyuna kıyılar:

Dağların denize paralel uzandığı yerlerde boyuna kıyılar görülür. Bu kıyılarda girinti ve çıkıntı son derece azdır. Karadeniz ve Akdeniz kıyıları bu tiptendir.

8. Enine kıyılar:

Dağların denize dik uzandığı yerlerde enine kıyılar görülür. Bu kıyılarda girinti - çıkıntı son derece fazladır. Ege kıyıları bu tiptendir.