Çok ender televizyon izleyen birisi olarak tesadüfen karşımda bulduğum bir program günüme damgasını vurdu bu hafta.
Güneri Civaoğlu ve Zülfü Livaneli’nin paylaştığı sohbet öylesine içten, öylesine yürekten gözlere sözlere akmış sevgi ve bilgi deryasıydı ki, televizyon izlemekten oldum olası
hoşlanmayan ben, hayran hayran ekrana bakıyor, onların gözlerindeki sözlerindeki coşkuyu cıvıltıyı hiç bitmesin dilekleri ile izliyordum.Zülfü Livaneli’nin müzikleri ile süslenen sohbet o kadar çok şey anlatıyordu ki.
Sohbet daldan dala konuyor, doyumsuz keyifle akıp gidiyordu.Gülen yüzü ile anlatıyordu Zülfü Livaneli, bir gün okuyup da beğendiği Sabahattin Ali’nin şiirini bestelemesinin hikayesini.
Döndüm Daldan Kopan Kuru Yaprağa Leylim Ley
Seher Yeli Dağıt Beni Kır Beni Leylim Ley
Götür Tozlarımı Burdan Uzağa Leylim Ley
Yarin Çıplak Ayağına Sür Beni
Leylim Ley Leylim Ley Leylim Ley
Geniş kitlelerin “leylim ley” diye haykırarak söyleyeceği parça olma yolundayken her nedense (!) yasaklanmış, söyleyenler toplanıp sorgulanmıştı.Sonra her nedense (!) serbest olmuş, herkesin ağzına düşmüş, gazinolarda pavyonlarda söylenir olmuştu. Hatta bir gün Müjdat Gezen kendisine telefon edip “kusura bakma ama, köşede ayı oynatıyorlar hem de senin leylim ley’le “ dediğini kahkahalarla anlatıyordu programda. Bir zaman neden yasaklanmıştı, sonra neden serbest bırakılmıştı hiçbir fikri yoktu.
Bir başka sohbete daldıklarında ben Türküm, özüm bu, atalarım büyük hizmetler etmişler bu topraklara, ben bu milletin şarkılarını türkülerini yazmışım, bana Türklüğü milliyetçiliği anlatmasınlar diyordu. Güneri Civaoğlu’da “bundan öte daha ne yapabilir ki bir Türk, birçok kitabı yabancı dillere çevrilmiş, yurt dışındaki en önemli basım evi geleceğin en büyük yazarlarından ilan etmiş “ diyordu. Haklıydılar. Şimdi bu kadar üretken (kitap, müzik, film, sosyal görevler ), insan sevgisi her cümlesinden taşan birisi yurdunu milletini seven değil de, eline silahı alıp, özellikle ülkenin yetiştirdiği ve milletine nice katkılar sunacak olan aydınını vuran mı milliyetçi vatanını seven oluyor. Bu nasıl bir çelişkidir.
Yüzüne baktıkça dostluğun, sevecenliğin en güzel yansıması görülen, “ Karlı kayın ormanında, yürüyorum geceleyin...Memleket mi yıldızlar mı ,gençliğim mi daha uzak...Yedi tepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü, ne ölümden korkmak ayıp, ne de düşünmek ölümü” bestesini yapacak kadar duygu yüklü, aşağıdaki dizelerden bahsederken “ bu da bir şekilde hayatımın özeti gibi” diyebilecek kadar zırhsız açık yürekli birisinin sohbetine doyum olmuyordu.
Sevdalı başım
Ah benim sevdalı başım
Ah benim şair telaşım
Ah benim sarhoşluğum
Ah çılgın yüreğim
Sus artık uslandır beni
Kaç okyanus geçtim böyle
Kaç denizde yitip gittim
Kırılmış direkler yırtık yelkenlerle
Kaç seferden yorgun döndüm
Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım, ah yalnızlıklarım
Gel artık uslandır beni
Ah benim iyimser yanım
Ah benim aldanışlarım
Ah benim kavgalarım
Ah pişmanlıklarım
Sus artık uslandır beni
Bu üretilen müzikler, kitaplar yüce gönüllülük olmadan doğamazdı. İki satır yazı yazabilen birisi olarak bunu az çok kavrayabiliriz. Bütün mütevazi duruşuna rağmen ne bilgili, hayatı nasılda anlamış kavramış biriydi izlediğim.
Komşularımızla, özellikle Yunanlılarla olan meseleye “kardeş kavgası gibi” diyebilen, olayların tam ortasında yaşarken bile uzağında durup bütünü görebilendi.Ülkemizdeki yaşama ait mozağin kimler tarafından (İngilizler) ve ne amaçla (petrol) baltalandığını gayet sade, sohbet arasındaki birkaç cümleye sıkıştırıp özetlemesini izlemek büyük keyifti.
Program biterken mutluluk adlı kitabının film yapılması konuşuluyordu. Genelde, kitaplar filme döküldüğünde bir hayal kırıklığı olurlar.Oysa Zülfü Livaneli filmi çok beğendiğini, hatta çekimlere hayran kalarak izlediğini söylüyordu. Birçok yabancı dile de çevrilmiş bu kitabın filmini merakla bekliyorum.
Bir dostuyla sohbet etmenin sıcaklığını yüzündeki ifadesi ve gözlerindeki bakış ile izleyiciye hissettiren Güneri Civaoğlu da çok hoştu.Her ikisine de çok teşekkür ediyorum pazar günüme umut verdikleri için, geçmişten geleceğe bir soluk oldukları için, bu kadar karamsar düşüncelerin etrafımızı sardığı bu günlerde, yüzüme tebessüm oldukları için,bu güzel sohbete tanık olmamı sağladıkları için.
Program bittiğinde, bu kadar üretken, sanattan siyasete yaptığı her şeyi iyi yapan, sosyal yaşamda da üretken olan (unesco temsilciliğini yaptığı dönemde, en tepelerde yer aldığını da atlamamak lazım) yazarın, başka milletin içinden çıksa idi, nasılda el üstünde tutulup, arkasında destek olup, bütün dünyayla bu ürettikleri paylaşılırdı diye düşünmekten alamadım kendimi.
Blog,Blog Milliyet,Alıntı,Bayram Cigerli, bayramcigerli.blogspot.com, Kültür,Sanat,