Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Hazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hazarlar, şamanlığı bırakıp Musevî dinini kabul ediyorlar


Hazarlar, şamanlığı bırakıp Musevî dinini kabul ediyorlar


Bir süre sonra, 740 tarihinde, Hazar İmparatoru ve saray çevresi başta olmak üzere tüm yönetici ve askerî sınıf, Musevî dinini kabul ettiler ve çok geçmeden de bu yeni din, Şamanlığın yerine resmî din sıfatını aldı. Bugün bile böyle bir olay nasıl çarpıcı ve olağanüstü gözüküyorsa o zaman da bu kararın aynı şekilde şaşırtıcı olduğunu Bizans, Arap, Rus ve İbranî kaynaklardan saptamak mümkün. Çağdaş Macar tarihçisi Anthal Bartha’nın 1968’de yazdığı ve VIII ila IX. yüzyıllardaki Macar toplumunu inceleyen bir eserinde birkaç bölüm Hazar Türklerine ayrılmış bulunuyor. Bu yüzyıllarda Macarlar Hazarların himayesinde olmalarına rağmen, kitapta Hazarların Musevî dinini kabul etmelerine sadece bir paragrafta değinmesi yazarın bu tarihi olgu karşısında ne derece rahatsızlık duyduğunu sezinlemek için yeterli:

“Fikir tarihiyle ilgili sorunlar konumuz dışında olmasına rağmen Hazar krallığının devlet dini meselesine dikkat çekmek zorundayız. Musevî dini toplumun yönetici sınıflarının kabulü ile resmi din oluyor. Etnik olarak Yahudi olmayan bir halkın Museviliği din olarak kabul etmesi doğal olarak ilginç spekülasyonlar yaratabilir. Bizans’ın Hıristiyanlığı yayma misyonuna karşı olduğu kadar Arapların İslamî yayılmacılığına da bir çeşit meydan okuma mahiyetinde olan Hazarların din değiştirmeleri, üstelik de sözünü ettiğimiz iki imparatorluğun siyasal baskıları altında olmasına rağmen Musevilik gibi, tektanrılı bir din olmakla beraber hiçbir dış siyasal desteğe sahip olmayan, tam tersine her tarafta baskılara uğrayan bir dini kabul etmeleri bu konularda araştırmalarda bulunan tüm tarihçileri hayretler içerisinde bırakmıştır. Hazarların bu seçimlerinde güttükleri amaç siyasal bağımsızlık iradesinin ifadesinden başka bir şekilde açıklanamaz”.

Hazar Türkleri Neden Museviliği Seçti? Tarih, Derin Tarih, Din Tarihi, Türkler ve Din, Musevilik, Hazarlar,




Hazar Türkleri Neden Museviliği Seçti?
“Batı Avrupa’da Charlemagne imparatorluk tacını giydiği tarihlerde, Avrupa’nın doğusunda, Kafkasya ile Volga arasında Hazar İmparatorluğu adı altında tanınan bir Musevi Devleti hüküm sürüyordu ...” sözleriyle başlayan Arthur Koestler’in 13. Kabile adlı eserini, tarihin en muhteşem ve en gizemli konularından biri hakkında eşi bulunmayan bir eser olarak niteleyebiliriz. Koestler Hazarlar üzerine araştırma yapmış bütün tarihçilerin eserlerini birbirleriyle karşılaştırıp son derece akılcı bir yaklaşımla, unutulmuş veya unutturulmuş olan bu tarihi çözümleyerek günümüzü anlamaya çalışıyor ve belli tabuları zorluyor. Günümüz Musevilerinin çoğunluğunu oluşturan Aşkenazların etnik kökenlerinin Sami ve İbrani olmadığını, Ben-i İsrailoğullarının 12 kabilesinin dışından Türk kökenli Hazarlar’dan yani bir 13. kabileden geldikleri iddialarını ispatlıyor. Üstelik de dünya üzerindeki Musevilerin ezici çoğunluğunun Aşkenaz olmaları oldukça düşündürücü. XV. ve XVI. yüzyıllara kadar Hazarlar üzerine oldukça ihtiraslı tartışmalar yapılmış olmasına rağmen sonra uzun bir zaman tamamen ortadan kalkmış olduğunu görüyoruz. XX. yüzyılın kinci yarısında tekrar alevlenmekle beraber, her ne kadar sadece konulara vakıf kısıtlı çevrelerde polemik konusu olduysa da çeşitli “resmi tarih”lere de ters düştüğü için olmalı, hiçbir zaman yeterince medyatikleşmediğine şahit oluyoruz.

Hazar’lar Türk kökenliydiler, güçlü bir medeniyete sahiptiler ve bilinmeyen sebeplerden dolayı Museviliği resmi din olarak kabul etmişlerdi. Hazar Denizi ile Karadeniz arasında V. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar hüküm süren Hazarlar bir soykırıma uğramadan tarih sahnesinden çekildiler. Onlardan kalan izler neler? Kimdiler? Musevilik tarih boyunca İbranilerden başka hiçbir kavim, hiçbir millet tarafından kabul görmediği halde ve diğer tek Tanrılı dinlerin tam tersine İsrailoğulları kendi dinlerini başkalarına ne dayatarak, ne de gönül rızasıyla hiçbir zaman yayma çabası göstermemiş olmalarına rağmen, nasıl oluyor da bu kuralın tek istisnasını bir Türk kavmi oluşturuyor? Acaba bugünkü Doğu Avrupa Musevilerinin önemli bir kısmının kökeni Hazarlardan mı geliyor? Nazilerin soykırımına uğrayan “İsrailoğulları”nın ataları aynı zamanda da arî ırkın beşiği olan Kafkasya’da ortaya çıkan bu 13. kabileden mi geliyorlar? Arthur Koestler’e göre “antisemitizm” bu verilere göre anlamını yitiriyor. Koestler, “bu tez aynı zamanda hem cellatların hem de kurbanların ister istemez içine düştükleri trajik bir yanılgıyı ortaya koyuyor, belki de tarihin en acı yanılgısını” demekten kendini alamıyor. Sonuç olarak, Arthur Koestler’in belgelediği gibi, Hitler’in Yahudi soykırımında Macaristan, Polonya ve Rusya’da yaşayan Hazar Türklerinin torunları ne yazık ki nasibini aldı ve toplama kamplarına gönderilerek yokedildi.

Batı Avrupa’da Charlemagne’ın imparatorluk tacını giydiği tarihlerde, Avrupa’nın doğusunda, Kafkasya ile Volga arasında Hazar İmparatorluğu adıyla tanınan bir Musevî Devleti hüküm sürüyordu. Altın çağına VII. ve X. yüzyıllarda erişen bu devlet, ortaçağ Avrupa’sının, dolayısıyla modern Avrupa’nın da biçimlenmesinde önemli bir rol oynamıştı. Bunun en fazla farkında olanların başında, aynı zamanda da iyi bir tarihçi olarak tanınan Bizans İmparatoru VII. Konstantin Porphyrogenitos (901-959) geliyordu. “De Cerimoniis-Törenler Kitabı” adlı eserinde, Roma’daki Papa’ya ya da Batı Roma İmparatoru’na gönderilecek bir mektup için iki sikkelik altın damga yeterken, Hazar kralına gönderilecek bir mektuba ancak üç sikkelik altın damga gerekir diye bir not düşmüştü. Bunun bir iltifattan çok bir realpolitik gereği olduğunu anlıyoruz. IX. yüzyılda, Bizans İmparatorluğu için büyük bir olasılıkla Hazar Kağan’ının önemi, Charlemagne ve onun soyundan gelenlerinkinden daha az değildi hattâ belki de daha fazlaydı. Uzun bir süre, doğudaki en güçlü devletler olan Bizans ve Abbasiler’le boy ölçüşebilecek Hazarlar’dan başka bir güç bulunmuyor.

Etnik yapı açısından Türkler’den oluşan Hazar ülkesi, Hazar denizi ile Karadeniz arasında, zamanın büyük güçlerinin ısrarla denetimleri altına almaya çalıştıkları ve son derece hayatî ticaret yollarının kesiştiği bir bölgede yer aldığı için önemli bir stratejik konumdaydı. Bizans açısından bir tampon devlet rolü oynuyor ve Doğu Roma İmparatorluğu’nu, önce Macarlar, Bulgarlar, Peçenekler, daha sonra da Vikingler ve Rûslar gibi kuzey steplerinin amansız savaşçı barbar kavimlerinin istilâ tehlikesinden koruyordu. Bizans diplomasisi açısından olduğu kadar Avrupa tarihi açısından da önem taşıyan noktaysa, Hazarların güneyden bir çığ gibi gelen Arap istila dalgalarını durdurup püskürtmesi ve Arap akınlarının İran üzerinden Orta Asya’ya doğru yönelmesine sebep olmasıdır. Batıdan ilerleyerek Avrupa’yı istila eden Arap ordularının Fransa’da Poitier bölgesinde Charles Martel tarafından zorlukla durdurulabilmesine karşın, doğu cephesinde Hazarlar Doğu ve Orta Avrupa’nın Araplarca istilasını engellemişler ve onlara Kafkasya kapılarını kapamışlardı.

Tarihin bu çok az bilinen bölümü hakkında Hazar tarihinin en önemli uzmanlarından biri olan Prof. D. M. Dunlop(1) 1954’te yazdığı “The History of Jewish Khazars” adlı kitabında şöyle der: “Hazarlar olmasaydı Doğu’daki Avrupa uygarlığının kalesi olan Bizans, Arapların karşısında çok uzun süre dayanamazdı. Büyük bir ihtimalle bunun doğal sonucu olarak Hıristiyan ve İslâm dünyalarının tarihi de bugünkünden çok daha farklı olurdu”.

Hazar Türkleri’nin Arap akınları karşısında böylesine bir zafer kazanmasının yarattığı yankıların bir sonucu olarak, ilerde V. Konstantin adıyla tahta çıkacak olan Bizans prensi, bir Hazar prensesi ile evlendi. İmparatoriçe Irena adını alacak bu prensesin İstanbul’a getirdiği giysiler saray çevresinde öylesine hayranlık yaratıp moda oluyor ki bunlara “Tzitzakion” adı veriliyor; bu sözcük de prensesin kendi isminden geliyor; “Çiçak” [yani günümüz Türkçesindeki çiçek, ç.n.]. Bu evlilikten doğan ve de Hazar lâkabını taşıyarak imparator olan IV. Leon, 775-780 tarihleri arasında hüküm sürecekti.

Hazar Kağanı’nın gücünün VIII. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu’nun Kafkasya üzerinden geçen ticaret yollarının Müslüman akınlarına karşı güvenliğini sağlamaktan öte, Bizans’ın saray entrikalarına müdahale edip imparator tayin edilmesinde rol oynayacak kadar arttığını savunan Dunlop’un ifadesinde hiçbir abartma payı yok.(2)