Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

DERİNLERDEN GELEN GÜÇ: İÇ KUVVETLER

DERİNLERDEN GELEN GÜÇ: İÇ KUVVETLER
Enerji kaynağını mantoda gerçekleşen konveksiyonel akıntılardan alan ve yeryüzünün şekillenmesinde yapıcı rol oynayan kuvvetlere iç kuvvetler denir.
Başlıca iç kuvvetler:
1. Orojenez (Dağ oluşumu) 2. Epirojenez (Kıta oluşumu)
3. Volkanizma 4. Depremler (Seizma)
İç kuvvetlerin etkisiyle yer kabuğunda oluşan olayların tümüne ise tektonik hareketler adı verilir.
İç kuvvetlerin genel özellikleri
Enerjilerini yerin içinden (mantodan) alan kuvvetlerdir.
Yerkabuğunun şekillenmesinde olumlu etkiye sahiptirler (yapıcıdırlar).
Yeni yer şekilleri oluştururlar (Dağlar, kıtalar).
NOT: Bu hareketlerin bir kısmı yavaş bir şekilde olur ve geniş alanları ilgilendirir. (Epirojenez, Orojenez) Bir kısmı ise kısa süreli ve hızlı hareketlerdir. (Depremler, Volkanizma)

YER KABUĞUNU ŞEKİLLENDİREN KUVVETLER

YER KABUĞUNU ŞEKİLLENDİREN KUVVETLER
Yerkabuğunu şekillendiren kuvvetler ikiye ayrılır:
1-İç kuvvetler
2-Dış kuvvetler

YERİN ŞEKİLLENMESİ DÜNYANIN OLUŞUMU VE İÇYAPISI

YERİN ŞEKİLLENMESİ
DÜNYANIN OLUŞUMU VE İÇYAPISI
Yerküre, güneş sistemi oluştuğunda kızgın bir gaz kütlesi halindeydi. Zamanla kendi ekseni etrafında dönerek soğumuştur. Aynı zamanda geoit şeklini almıştır.
İnsanlar yeryüzünde meydana gelen olayları rahatlıklara görerek analiz edebildikleri halde yerin derinliklerine inemedikleri için yeterince bilgi sahibi değillerdir. Yerin derinlikleri hakkındaki mevcut bilgileri de:
-Deprem dalgalarından,
-Volkanizma sonucu çıkan maddelerden (lav ve taşlardan),
-Taşların farklı sıcaklık ve basınçta gösterdikleri reaksiyonların laboratuar ortamında incelemesiyle,
-Maden arama çalışmaları sırasında yapılan kazılardan almaktadırlar

Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi Dünya kalınlık, yoğunluk ve sıcaklıkları farklı, iç içe geçmiş çeşitli katmanlardan oluşmuştur.







1.Taşküre (Litosfer):
Mantonun üstünde yer alır. Yerkürenin en hafif ve en ince tabakasıdır. Ortalama kalınlığı 33 km'dir
Sial, yer kabuğunun en üst kısmını oluşturur. Kıtasal kabuk olarak da adlandırılır. Kalınlığı dağların bulunduğu yerlerde daha kalın, okyanus tabanına doğru giderek incelir, hatta kaybolur. Yoğunluğu 2,7–2,8 gr/cm3’dür.
Sima, yer kabuğun daha alt katıdır. Okyanusal kabuk olarak da adlandırılır. Sima tabakası okyanus ve kara altında süreklilik gösterir. Yoğunluğu 3 – 3,5 gr/cm3 arasında değişir.
2. Manto:
Yer kabuğunun hemen altından başlar ve 2900 km'lere kadar uzanır. Mantonun yoğunluğu 3,3-5,5 g/cm3 sıcaklığı 1900-3700 °C arasında değişir. Manto, yer hacminin % 80'ini oluşturur. Mantonun üst kesimi yüksek sıcaklık ve basınçtan dolayı plastiki özellik gösterir. Alt kesimleri ise sıvı halde bulunur. Bu nedenle mantoda sürekli olarak alçalıcı-yükselici hareketler görülür. Bu hareketler iç kuvvetlerin (orojenez, epirojenez, volkanizma ve deprem) enerji kaynağıdır.
3. Çekirdek:
Yerin en ağır ve en kalın bölümdür. 2900–6370 km'ler arasında uzanır. Ortalama yoğunluğu 10–13 gr/cm3 tür. Çekirdeğin, 5120–2900 km'ler arasındaki kısmına dış çekirdek, 6370–5120 km'ler arasındaki kısmına iç çekirdek denir. İç çekirdekte bulunan demir-nikel karışımı çok yüksek basınç ve sıcaklık etkisiyle kristal haldedir. Dış çekirdekte ise bu karışım ergimiş haldedir.

KITALARIN SERÜVENİ (LEVHA TEKTONİĞİ)
Katı yer kabuğu tek bir parçadan oluşmaz. Kıtalar ve okyanusların altında yer alan farklı büyüklükteki yer kabuğu parçalarına levha adı verilir. Levhalar astenosfer adı verilen mantonun en üst kısmının üzerinde hareket etmektedir.

NOT: Levhaların bu hareketini sağlayan mantoda görülen konveksiyonel akıntılardır.

Türkiye'nin Siyasi Jeopolitik Durumu Ve Önemi

Türkiye'nin Siyasi Jeopolitik Durumu Ve Önemi
Türkiye'nin alan veya coğrafi konum açısından Asya ile Avrupa arasında bir köprü durumunda ve batı kültürü arasında bir geçiş kuşağında yer almaktadır.Coğrafi konum açısından kuzeydeki ülkelerin deniz yoluyla Akdeniz ,Hint,Okyanusu ,Atlas Okyanusu ile temas kurarak dünyaya açılması,boğazlar vasıtasıyla Türkiye üzerinden geçmektedir Aynı şekilde Avrupa'nın Orta Doğu'ya kara yolu bağlantısı yine Türkiye'nin işgal ettiği Anadolu ve Trakya üzerinden sağlanmaktadır.Bunun yanında Türkiye'nin bulunduğu kütle Orta Doğu ülkeleri için önemli bir hayat damarı halindedir.
Başta Fırat ve Dicle'nin suları ile hayat bulan Suriye ve Irak Anadolu yarımadasına sıkı şekilde bağlıdır.
Sadece bu noktalar ele alındığında Türkiye gerek batı gerekse orta doğu dünyası için bir bakıma hayati çıkarlarının sağlandığı bu alemde birbirine bağlayan,pekiştiren bir doğal köprü durumundadır.
Stratejik açıdan ele alındığında dünya petrolünün %60'ını oluşturan Orta Doğu ülkelerinde istikrarın sağlanması ve bir bakıma batının petrol çıkarlarının devam etmesi açısından da Türkiye'nin üzerine önemli görevler düşmektedir.Nitekim bu stratejik önem körfez krizi ve savaşın müddetince kendini kuvvetli olarak hissettirmiştir.Örnek olarak Birleşmiş Millletler'in aldığı ambargo kararının Irak'a uygulanmasında Türkiye anahtar durumunda olmuştur.Türkiye buna uymadığı takdirde ambargonun uygulanması mümkün olmayabilirdi ve körfez savaşında müttefik kuvvetlerin sağladığı başarı yine Türkiye'nin müttefiklerin yerine uyguladığı politika sayesinde olabilmiştir.Yine bu stratejik- jeopolitik önem dünya hakimiyeti için caba sarfeden komşumuzun Türkiye üzerindeki emellerini açıkça ortaya koymaktadır ve buna karşı Avrupa ve ABD 'nin Türkiye'ye tabiri uygun ise yardımda bulunmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Türkiye'nin sahip olduğu stratejik-jeopolitik avantajı dikkate alan Batı Avrupa ülkeleri sürekli olarak Türkiye üzerinde zaman zaman baskı kurmuşlar 1.Dünya Savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunu parçalamaya ve paylaşmaya geçmişlerdir.
Batılı ülkeler aslında Türkiye'ye karşı yürütülen pişmanlık ve dostluk ;tamamen bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri menfaatler çatışmasının bir eseridir.Yine 1.Dünya Savaşı sonrasında başta orta doğuyu ellerinde tutarak Uzak Doğuya hakim olma gayretleri sonucunda Fransız ve İngilizler kendi istek ve amaçları doğrultusunda Osmanlı ,imparatorluğundan miras kalan orta doğudaki topraklarımıza tabiri uygun ise zoraki olarak elimizden almışlardır.Bunun en açık örneğini Musul petrolleri ve İngilizlerle çizilen Türkiye-Irak sınırının belirlenmesini göstermektedir.
Şu gerçeği açıkça ifade etmek gerekir ki batı dünyası ne güçlü ne de zayıf bir Türkiye istemektedir.Bu amaç uygun olarak bazı batı ülkeler ve komşularımız terörist eylemler için adeta yataklık yapmışlar ve hatta gizli yollarla destek bile sağlamışlardır.Hiç bir batı ülkesinin kendi ülkesi siyasi ve demokratik düşüncesi alehinde çalışan bir örgüt barındırmazken Türkiye'nin parçalanması ve bölünmesi için faaliyet gösteren çeşitli örgütleri beslemekte ve onlara gizli yollardan her türlü desteği sağlamaktadır.
Batı dünyası bu amacına uygun olarak ülkemiz için çoğu uluslar arası safhalarda çifte standart uygulamıştır.Bunun en tipik örneklerinden biri Kıbrıs!ta Türk halkı katledilirken batının seyirci kalması anlaşmalardan doğan hakkımızı kullanmakla da Türkiye'nin bir "istatilacı ülke"olarak dünyaya tanıtılması başta Amerika B.D.olmaksızın silah ve diğer ambargonun uygulamasıdır.Avrupa topluluğunu Yunanistan politik nedenlerle alınırken Türkiye'nin bu topluluğa girmesini zorlaştırıcı,engelleyici işlemlerinin sürdürülmesi de batının Türkiye üzerindeki sevimsiz emellerini açıkça ortaya çıkarmaktadır.İnsan haklarına çok düşkünlüğüyle tanınan avrupa parlemantosu sürekli olarak Türkiye aleyhine çifte standart uygulaması adet haline getirmiş gibi görünmektedir.
Kısa olarak açıklanan bu durumlar herşeyden önce Türkiye'nin bulunduğu coğrafi konumdan ileri gelmektedir.Türkiye'nin uyguladığı siyasi politikalara gelince Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"politikasını benimsemiş ve bu politika Türkiye'nin ana hedefi olmuştur.2.Dünya S.'ından sonra Türkiye haklı olarak batılı entegrasyonda yer almayı hedeflemiştir.
Bunu için Nato,dağıtılan Cento'ya girmesi,Avrupa konseyi,Avrupa ekonomi topluluğuna tam üye olmak istemesi ,batıyla birleşme gayretinin doğal sonucudur.Bunun yanında merkeziyete dayalı devletçilik ve bu anlayışı ile sürdürülen ekonomik ve siyasi sistemlerin iflas ettiği günümüzde ülkemizinde tam kuralları ile işlemese bile liberal,serbest piyasa ekonomisi veya gümrük duvarlarının arkasına saklanmadan rekabete dayalı bir sanayinin gelişmesini gerçekleştiren ekonomik sistemin temellerinin atılmış olmasında batılı sistemde birleşme çabaları doğrultusunda yapılmış önemli bir adımdır.Bu sistemin tam anlamıyla gerçekleşmesi için içte gerekli düzenlemelerin yapılması yanında Türkiye'nin batı blokları ile kendi çıkarları doğrultusunda ödün vermeden bütünleşmesinin çok büyük yararları bulunmaktadır.
Çünkü en fazla sermaye ve teknolojik transferden yararlandığımız ihracat ve ithalat yaptığımız ülkelerin başında ABD dahil batı bloğu gelmektedir.Özellikle bazen bir çok ödünlerle aldığımız batı sermayesinde de akıllıca kullanmamız gerekmektedir.Bununla birlikte Türkiye'nin konumu ve kültürel durumu gereğince batının yanında İslam ülkeleri ve özellikle Ortadoğu ve hatta Güneydoğu Asya ülkelerinde mevcut olan ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir.Türkiye'nin batı bloğunun ve İslam ülkeleri arasında istenilen yer alabilmesi açısından köprü sayılabilecek bilimsel,kültürel ,ekonomik ve demokratik açıdan önemli müsaadeler alması şarttır.
En büyük faktör ve sermayenin insan olduğu dikkate alındığında ve ilerlemelerde insanlarımızın refah mutluluğunu hedef alınması gerekmektedir.Bunun için Türk insanının kendine özgü olan gücünün ortaya çıkması açısından çağdaş,seviyeli eğitim-öğretim yapılması bunu yanında bilimsel araştırmaların yoğunlaştırılması için her türlü destek ve yardımın yapılması şarttır.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİĞİ

GEÇMİŞTEN GELECEĞE TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİĞİ
jEOPOLİTİKTE ETKİLİ OLAN UNSURLAR, (DEĞİŞEN, DEĞİŞMEYEN UNSURLAR) Türkiye'nin jeopolitik geçmişi, İstanbul ve Çanakkale boğazları, (Çok ayrıntılı anlatılacak), Türkiye çevresinde bölgesel sorunlar (kafkaslar, balkanlar, Batı trakya, Kosova, Bulgaristan, Makedonya, Bosna- Hersek, Ortadoğu Ege Adaları, Su sorunları, her biri ayrı başlık anlatında)

DÜNYADA TÜRKİYE

Türkiye'nin konumu:Bir ülkenin coğrafi konumu deyince yeryüzünün neresinde bulunduğu,kıtalara,öteki ülkelere,denizlere,ticaret yollarına göre anlaşılır.Konumun çok önemli sonuçları vardır.Ülkelerin bir çok özellikleri buna bağlıdır.
Türkiye'nin Siyasi Jeopolitik Durumu Ve Önemi
Türkiye'nin alan veya coğrafi konum açısından Asya ile Avrupa arasında bir köprü durumunda ve batı kültürü arasında bir geçiş kuşağında yer almaktadır.Coğrafi konum açısından kuzeydeki ülkelerin deniz yoluyla Akdeniz ,Hint,Okyanusu ,Atlas Okyanusu ile temas kurarak dünyaya açılması,boğazlar vasıtasıyla Türkiye üzerinden geçmektedir Aynı şekilde Avrupa'nın Orta Doğu'ya kara yolu bağlantısı yine Türkiye'nin işgal ettiği Anadolu ve Trakya üzerinden sağlanmaktadır.Bunun yanında Türkiye'nin bulunduğu kütle Orta Doğu ülkeleri için önemli bir hayat damarı halindedir.
Başta Fırat ve Dicle'nin suları ile hayat bulan Suriye ve Irak Anadolu yarımadasına sıkı şekilde bağlıdır.
Sadece bu noktalar ele alındığında Türkiye gerek batı gerekse orta doğu dünyası için bir bakıma hayati çıkarlarının sağlandığı bu alemde birbirine bağlayan,pekiştiren bir doğal köprü durumundadır.
Stratejik açıdan ele alındığında dünya petrolünün %60'ını oluşturan Orta Doğu ülkelerinde istikrarın sağlanması ve bir bakıma batının petrol çıkarlarının devam etmesi açısından da Türkiye'nin üzerine önemli görevler düşmektedir.Nitekim bu stratejik önem körfez krizi ve savaşın müddetince kendini kuvvetli olarak hissettirmiştir.Örnek olarak Birleşmiş Milletlerin aldığı ambargo kararının Irak'a uygulanmasında Türkiye anahtar durumunda olmuştur.Türkiye buna uymadığı takdirde ambargonun uygulanması mümkün olmayabilirdi ve körfez savaşında müttefik kuvvetlerin sağladığı başarı yine Türkiye'nin müttefiklerin yerine uyguladığı politika sayesinde olabilmiştir.Yine bu stratejik- jeopolitik önem dünya hakimiyeti için caba sarfeden komşumuzun Türkiye üzerindeki emellerini açıkça ortaya koymaktadır ve buna karşı Avrupa ve ABD'nin Türkiye'ye tabiri uygun ise yardımda bulunmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Türkiye'nin sahip olduğu stratejik-jeopolitik avantajı dikkate alan Batı Avrupa ülkeleri sürekli olarak Türkiye üzerinde zaman zaman baskı kurmuşlar 1.Dünya Savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunu parçalamaya ve paylaşmaya geçmişlerdir.
Batılı ülkeler aslında Türkiye'ye karşı yürütülen pişmanlık ve dostluk ;tamamen bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri menfaatler çatışmasının bir eseridir.Yine 1.Dünya Savaşı sonrasında başta orta doğuyu ellerinde tutarak Uzak Doğuya hakim olma gayretleri sonucunda Fransız ve İngilizler kendi istek ve amaçları doğrultusunda Osmanlı,imparatorluğundan miras kalan orta doğudaki topraklarımıza tabiri uygun ise zoraki olarak elimizden almışlardır.Bunun en açık örneğini Musul petrolleri ve İngilizlerle çizilen Türkiye-Irak sınırının belirlenmesini göstermektedir.
Şu gerçeği açıkça ifade etmek gerekir ki batı dünyası ne güçlü ne de zayıf bir Türkiye istemektedir.Bu amaç uygun olarak bazı batı ülkeler ve komşularımız terörist eylemler için adeta yataklık yapmışlar ve hatta gizli yollarla destek bile sağlamışlardır.Hiç bir batı ülkesinin kendi ülkesi siyasi ve demokratik düşüncesi aleyhinde çalışan bir örgüt barındırmazken Türkiye'nin parçalanması ve bölünmesi için faaliyet gösteren çeşitli örgütleri beslemekte ve onlara gizli yollardan her türlü desteği sağlamaktadır.
Batı dünyası bu amacına uygun olarak ülkemiz için çoğu uluslar arası safhalarda çifte standart uygulamıştır.Bunun en tipik örneklerinden biri Kıbrıs’ta Türk halkı katledilirken batının seyirci kalması anlaşmalardan doğan hakkımızı kullanmakla da Türkiye'nin bir "istatilacı ülke"olarak dünyaya tanıtılması başta Amerika B.D.olmaksızın silah ve diğer ambargonun uygulamasıdır.Avrupa topluluğunu Yunanistan politik nedenlerle alınırken Türkiye'nin bu topluluğa girmesini zorlaştırıcı,engelleyici işlemlerinin sürdürülmesi de batının Türkiye üzerindeki sevimsiz emellerini açıkça ortaya çıkarmaktadır.İnsan haklarına çok düşkünlüğüyle tanınan Avrupa Parlamentosu sürekli olarak Türkiye aleyhine çifte standart uygulaması adet haline getirmiş gibi görünmektedir.
Kısa olarak açıklanan bu durumlar her şeyden önce Türkiye'nin bulunduğu coğrafi konumdan ileri gelmektedir.Türkiye'nin uyguladığı siyasi politikalara gelince Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"politikasını benimsemiş ve bu politika Türkiye'nin ana hedefi olmuştur.2.Dünya S.'ından sonra Türkiye haklı olarak batılı entegrasyonda yer almayı hedeflemiştir.
Bunu için Nato, dağıtılan Cento'ya girmesi,Avrupa konseyi,Avrupa ekonomi topluluğuna tam üye olmak istemesi ,batıyla birleşme gayretinin doğal sonucudur.Bunun yanında merkeziyete dayalı devletçilik ve bu anlayışı ile sürdürülen ekonomik ve siyasi sistemlerin iflas ettiği günümüzde ülkemizin de tam kuralları ile işlemese bile liberal,serbest piyasa ekonomisi veya gümrük duvarlarının arkasına saklanmadan rekabete dayalı bir sanayinin gelişmesini gerçekleştiren ekonomik sistemin temellerinin atılmış olmasında batılı sistemde birleşme çabaları doğrultusunda yapılmış önemli bir adımdır.Bu sistemin tam anlamıyla gerçekleşmesi için içte gerekli düzenlemelerin yapılması yanında Türkiye'nin batı blokları ile kendi çıkarları doğrultusunda ödün vermeden bütünleşmesinin çok büyük yararları bulunmaktadır.
Çünkü en fazla sermaye ve teknolojik transferden yararlandığımız ihracat ve ithalat yaptığımız ülkelerin başında ABD dahil batı bloğu gelmektedir.Özellikle bazen bir çok ödünlerle aldığımız batı sermayesinde de akıllıca kullanmamız gerekmektedir.Bununla birlikte Türkiye'nin konumu ve kültürel durumu gereğince batının yanında islam ülkeleri ve özellikle Ortadoğu ve hatta Güneydoğu Asya ülkelerinde mevcut olan ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir.Türkiye'nin batı bloğunun ve islam ülkeleri arasında istenilen yer alabilmesi açısından köprü sayılabilecek bilimsel,kültürel ,ekonomikve demokratik açıdan önemli müsadeler alması şarttır.
En büyük faktör ve sermayenin insan olduğu dikkate alındığında ve ilerlemelerde insanlarımızın refah mutluluğunu hedef alınması gerekmektedir.Bunun için Türk insanının kendine özgü olan gücünün ortaya çıkması açısından çağdaş,seviyeli eğitim-öğretim yapılması bunu yanında bilimsel araştırmaların yoğunlaştırılması için her türlü destek ve yardımın yapılması şarttır.
Yeni üniversite kurma çabaları yerine en eskilerinin güçlendirilmesi ;üniversitelerin gerçek anlamda ve bilimsel araştırmalar,yayınlar yapılmalıdır
Hali hazırda pek fazla hissedilmeyen ve yakın gelecekte nüfusumuzun artışı ve doğal kaynakları olan ihtiyacın artması ile ortaya çıkacak olan yanlış arazi kullanma ve bunun sonucu olarak ülkemizin toprak ve arazi kabiliyetini kemiren "erozyon"olayına dur dememiz şarttır.Ülkemizde doğal dengeyi korumanın milli ve dini bir görev olduğu ve ülke topraklarını kemiren erozyonun bir politika haline getirilmesiyle önlenmesi mümkün olacağı görüşünün benimsenmesi gerekmektedir.Başka bir ifadeyle denilebilir ki erozyon ülkemizdeki gelir dağılımını alt üst eden fakiri daha da fakirleştiren ulusumuzun insanları arasında gelir farkı yönünden uçurumlar yaratan enflasyondan daha tehlikeli boyuttadır.
"Türkün Türk’ten Başka Dostu Yoktur."özdeyişi her zaman akılda tutulmalı sadece batının bilim ve teknolojisi alınmalı,batılılarla birlikte oluşturacağımız pakt,anlaşma ve diğer uluslar arası çeşitli birliklerin günün birinde çözülebileceği dikkatten uzak tutulmalıdır.Çünkü günümüz dünyasında güçlü devletin siyasi yönden olduğu kadar ekonomik yönden de güçlü olması gerektiği ve hatta ekonomik bağımsızlığın siyasi bağımsızlığı pekiştireceği hedef alınmalıdır.
Orta doğunun Asya ile Avrupa arasında bir geçiş alanı olması nedeniyle buradaki ülkelerin iki yanlı ilişkileri ve transit ticaretten sağladıkları yararlar bölgedeki uygarlıkların gelişmesinde büyük ölçüde rol oynamışlardır.Burada dikkat çeken ya da üzerinde durulması gereken bir özellik Anadolu’nun aynı coğrafi bölgede olmasına rağmen Avrupa ile Asya arasında ulaşım bakımından öteki Orta doğu ülkelerine göre daha üstün bir durum göstermesidir.Bu üstünlük Anadolu’nun hem coğrafi konumu hem de coğrafi yapı bakımından diğer orta doğu ülkelerinden daha değişik özelliklere sahip bulunmasından ileri gelmektedir.

TÜRKİYE'NİN NÜFUS POLİTİKALARI

TÜRKİYE'NİN NÜFUS POLİTİKALARI
Gelecekte nüfus tahmini, Türkiye yaşlanıyor, Türkiye'nin nüfus piramitleri

Türkiye’de Uygulanan Nüfus Politikaları

Planlı dönem başlangıcından bu yana, kalkınma planları ile nüfus politikasının yasallaştığı görülmektedir. 1960’larda D.P.T.’nin kurulması ile D.P.T. ve Sağlık Bakanlığı tarafından 1960 öncesi nüfus artışını teşvik eden pronatalist nüfus politikasının değiştirilmesi üzerinde tartışmalar başlatılmıştır.
1. Beş Yıllık Kalkınma Planında yeni bir nüfus politikasından söz edilmektedir. Hızlınüfus artışının ekonomik gelişmeyi engellediği görüşünden hareketle, nüfusplanlamasına dayalı bir nüfus politikasının gereği sunulmuştur. Bu politika antikontraseptifyasaların değiştirilmesini, sağlık personelinin nüfus planlaması konusunda, isteyenlere gebeliği önleyici yöntemler konusunda bilgi verilmesinikontraseptiflerin ücretsiz dağıtımını içermektedir.
2. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise, konuya yaklaşım açısı değişmekte, “nüfusplanlaması” deyiminin yerini “aile planlaması” deyimi almaktadır. İkinci plandöneminde konuya bakış açısı değişirken aynı zamanda hükümetlerin ilgisininazaldığı izlenmektedir.
3. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise aile planlamasının sağlık hizmetlerindeayrılamayacağını dolayısıyla ana ve çocuk sağlığı ile aile planlaması hizmetlerininbirleştirilmesi gereği ortaya konmuş ve ilgili kuruluşlar arası işbirliğine önemverilmesi kararlaştırılmıştır.
4. Beş Yıllık Kalkınma Planında sosyal, ekonomik ve Demografik faktörlerin karşılıklıetkilerini ve nüfus politikasının, sosyal ve ekonomik politikaların bir türevi olduğuvurgulanmıştır. Yüksek bebek ölüm hızının ve yetersiz ana-çocuk sağlığıhizmetlerinin birer nüfus sorunu olduğu belirtilmiştir. Ayrıca aile planlamasının,ana-çocuk sağlığı hizmetleriyle birlikte ele alınması gereği üzerinde durulmuştur.
5. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise belirgin bir aile planlaması uygulaması dilegetirilmemiştir. Temel ilkenin nüfus kalitesinin yükseltilmesi olduğu belirtilmiştir.
6. Beş Yıllık Kalkınma Planında yüksek nüfus artışının istenen ekonomik büyüme vesosyal gelişmeyi engellediği görüşünden hareketle, nüfus artış hızını azaltmayayönelik politika ve programların uygulanması öngörülmüştür.
7. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise hızlı nüfus artışının, bireylerin refah açısındandaha fazla pay alabilmesini ve ekonominin değişim sürecinin daha hızlı gelişmesiniengellediği, sürdürülebilir kalkınma çabalarını güçleştirdiğini, konut, sağlık, eğitimve altyapıya olan ihtiyacı arttırdığı belirtilmektedir. Ayrıca aile planlaması
hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve hizmet sunumunda etkinliğin arttırılmasıihtiyacının önemini koruduğu vurgulanmaktadır. Stratejinin temel yapısal değişimprojeleri bölümünde, birey refahını daha hızlı arttırabilmek için nüfus artış hızınıyavaşlatmak ve kalkınma hedefleriyle uyumlu bir nüfus yapısını oluşturmak temel
amaç olarak yer almıştır.

Başlangıçtan 1950-60 yılları da dahil olmak üzere nüfus politikalarında birdeğişiklik olmamıştır. 1950 yılında iktidara yeni gelen hükümet nüfusun fazlalaşmasınıisteyen bir politik tutum izlemiş fakat artışı sağlayacak her hangi etkili politikauygulamasına geçmemiştir.1960’larda Türkiye’de nüfus politikası alanında önemli sayılabilecek bazı gelişmelerolmuştur. 1963-67 yıllarında uygulamaya konulan I. Beş Yıllık Kalkınma Planında yenibir nüfus politikası oluşmaya başlamıştır. Bu yeni politika, ekonomik kalkınmaya olumsuz olarak etkilemesini önlemeye yönelik bir amaç taşımaktadır. Bunun içingebeliği önleyici araçların ithalini ve satılmasını önleyen kanunların değiştirilmesi,isteyenlere bilgi verilmesini ve başlatılacak programları uygulayacak kişilerin eğitilmesidüşünülmüştür. Nüfus planlaması alanındaki hizmetleri yürütmek için 1965 yılındaSağlık Bakanlığına bağlı Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kurulmuştur. NüfusPlanlaması Kanunu ile “kişilere istediği zaman, istediği sayıda çocuk sahibi olmaözgürlüğü tanınmıştır. 1968’de uygulamasına geçilen II. Beş Yıllık Kalkınma Planındapolitika “aile planlaması” olarak değişmiştir.1973’ten sonra uygulanan III. Beş Yıllık Kalkınma Planında hızlı nüfus artışı uzundönemde çözümlenmesi gereken sorun olarak ele alınmakta, ancak konuya ilişkin herhangi bir politika ve önleme rastlanmamaktadır.

TÜRKİYE'DE ULAŞTIRMA SİSTEMLERİ

TÜRKİYE'DE ULAŞTIRMA SİSTEMLERİ
Ulaşımda etkili olan faktörler, demiryolu ve karayolunun 1950'den günümüze kadar dönem dönem gelişimi, (limanlar, boru hatları, bolu tüneli, marmaray projesi)


***Bir ülkede ulaşımın gelişmesi daha çok o ülkenin gelişmişlik düzeyine bağlıdır. Gelişmiş ülkeler doğal koşulların olumsuz etkilerini aşarak ülkenin birçok yerine her türlü ulaşımı götürmüştür. (Japonya, ADB vb.)

Karayolları

• Ülkemizde hem yolcu hem de yük taşımacılığında en çok kullanılan ulaşım türüdür.
• Ülkemizde ulaştırma faaliyetlerinin daha çok kara yolu ile yapılması bazı sorunları ortaya çıkarmıştır. Bu sorunların Başlıcaları:
—Yol güvenliğinin azalması
—Trafik kazalarının artması
—Yol bakım ve onarım giderlerinin artması
—Karayollarının fiziki kapasitesinin yetersiz kalması
—Yolların kısa zamanda tahribe uğraması

• Karayollarımızın uzanışı dağların uzanışı paralellik gösterir.
• Karayolu ulaşımının en yoğun olduğu bölge Marmara Bölgesidir.

Demiryolları

• Ülkemizde demiryolu taşımacılığına gereken önemin verilmeyişi, yeni demiryolu güzergâhlarının yapılmayışı ve hızla gelişen demiryolu teknolojisinin ülkemizde getirilmeyişinden dolayı demiryolu ulaşımı ülkemizde ikinci plana düşmüştür.
• Demiryolları ülkemizde daha çok düz alanlarda bulunur.

Denizyolları

• Deniz yoluyla yük ve yolcu taşıma daha ucuzdur.
• Denizyolu ulaşımında yük taşımacılığının tercih edilmesindeki nedenler;
—Gemilerin yük taşıma kapasitesinin fazla olması
—Limanlarda kullanılan vinçlerle yükleme ve boşaltma faaliyetlerinin daha kolay olması
• Bir limanın gelişip büyümesinde ya da işlek olup olmamasında limanın art bölgesi(Hinterlandı)oldukça önemlidir.
• Başlıca önemli limanlarımız: İzmir, İstanbul, Mersin, Samsun, Trabzon

Havayolları

• Hava yoluyla uzak mesafelere kısa zamanda ulaşılması hava yolu taşımacılığının gelişmesini sağlamıştır.

Türkiye’de Ulaştırma-Haberleşme sektörü, %27.2’lik pay ile kamu sektörü sabit sermaye yatırımları içinde en ağırlıklı sektördür. Ulaştırma sektörü, haberleşme ile birlikte GSYİH'nin %16'sına yakın bir bölümünü oluşturmaktadır.

Ülkede yurtiçi yük taşımalarında, karayolu yaklaşık %90’'lık bir payla ağırlığını korumaktadır. Bu oran demiryolunda %3.5, denizyolunda %4.5 ve boru hattında %2 civarındadır. Yurtiçi yolcu taşımalarının %95'i karayolu ile yapılmaktadır. Yurtdışı yolcu taşımaları havayolu, yük taşımaları ise denizyolu ağırlıklı yapısını sürdürmektedir.

Karayolları. Türkiye'de toplam karayolları uzunluğu 63.220 km’dir. Son yıllarda otoyol ağı hızlı bir şekilde genişlemektedir. 2002 yılı sonu itibariyle toplam otoyol ağı 1.851 km'ye ulaşmıştır. 31.319 km’lik devlet yoluna karşılık, il yolu uzunluğu 30.050 km’dir.

Türkiye’nin ana yol sisteminin bel kemiği olan 3.200 km. uzunluğundaki TETEK güzergahı; Bulgaristan sınırından başlamakta, İstanbul, Ankara ve Gerede’den geçerek bir kolu Suriye sınırında son bulurken, diğer kolu da Irak sınırına kadar devam etmektedir. TETEK, Avrupa ve Orta Asya karayolları ağına bağlıdır. Orta Asya, Batı Asya ve Kuzey Afrika’ya uzanan en kısa transit güzergahıdır.

Son yıllarda uluslararası karayolu taşımacılığı faaliyetleri sayesinde, Türk ekonomisine giderek artan oranlarda döviz girdisi sağlanmıştır. Bu alt sek– törün ekonomiye kazandır-dığ döviz miktarı, yıllık bazda 1.5-2 milyar ABD Doları arasında değişmektedir.

Denizyolları. Yurtdışı yük taşımacılığında denizyolları ağırlığını korumaktadır. 6.480 km. Anadolu, 786 km. Trakya, ve 1.067 km. Adalar kıyısı olmak üzere 8.333 km. sahil şeridi bulunan Türkiye, ihracatının %72’sini, ithalatın ise %95’ini deniz yolu ile yapmaktadır.

Türkiye'de toplam karayolları uzunluğu 63.220 km'dir.

2001 yılında toplam 113.4 milyon tonluk taşıma hacminin %31’i Türk bayraklı, %69’u yabancı bayraklı gemilerle taşınmıştır. Kent içi taşımacılığın ise, %3’lük bölümü denizyolu ile yapılmaktadır. Dünya genelinde 18. sırada bulunan Deniz Ticaret Filosu’nda, 18 GRT’nin üzerinde 86 adedi kamuya, 3.110 adedi ise, özel sektöre ait olmak üzere toplam 9.650.796 DWT’lik 3.196 gemi bulunmaktadır. Türk filosunun yaş ortalaması 18.33’dür.

Haydarpaşa-Trieste, Samsun-Novorossisk, Trabzon-Sochi ve Zonguldak-Ukrayna hatları ağırlıklı olmak üzere, toplam 20’nin üzerinde Ro-Ro hattında seferler gerçekleştirilmektedir.

Havayolları. Uzun bir süre hava ulaşımı hizmetlerinde tekel konumunda olan Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı (THY), 1933 yılında bir devlet işletmesi olarak faaliyete geçmiş; 1955 yılında ise yerli ve yabancı sermayeli bir Anonim Şirket haline dönüştürülmüştür. 1990'lı yılların başlarında, özel havayollarına da ulaşım hizmeti sunma hakkının verilmesinden sonra tekel olma konumunu kaybetmiştir. Özel havayolları, turizm sektörünün gelişimi ile paralellik göstermektedir. Sektörün canlı olduğu dönemlerde, toplam uçak sayısı 50’nin üzerine çıkmakta ve dışhat yolcu taşımacılığındaki payları ise %30’un üzerinde seyretmektedir.

THY Filosu, dünyanın en genç filoları arasında yer almaktadır. Sürdürdüğü modernleşme ve gelişim politikaları sonucunda, 2003 yılı Mayıs ayı itibariyle 65 uçaklık bir filo ile hizmet veren THY, iç hatlarda 26, dış hatlarda 75 olmak üzere dünyanın 101 noktasına uçuş yapmakta ve 2002 yılı sonu itibariyle 10.984 personel istihdam etmektedir. THY’nin filo yapısı, çalışma anlayışı ve işletmeciliği tamamen modern bir yapıya kavuşmuştur. THY, 2002 yılında toplam 10.4 milyon yolcu ve 119 bin ton kargo taşımacılığı yapmıştır.

Türkiye’de 2003 yılı itibariyle, uluslararası standartlar uyarınca uçuşların emniyet, sürat ve özenle yapılması için 44.569 km’lik kontrollü bir uçuş yolu şebekesi tesis edilmiştir.

Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (DHMİ) tarafından işletilen havalimanı ve meydanları sayısı, 20’si uluslararası statüde olmak üzere toplam 33’tür.

Demiryolları. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi (TCDD), 8.671 km’si ana hat, 2.269 km’si tali hat olmak üzere toplam 10.940 km’lik demiryolu hattında yolcu ve yük taşımacılığı yapmaktadır. Bu hatların %97’sinde tek hat işletmeciliği yapılmaktadır. Hatların %19’u elektrikli, %23’ü sinyalli, %5’i çift hatlı, %0.3’ü ise üç yollu hatlardır. 2002 yılı itibariyle demiryolları, ulaştırma sektörü içerisinde yolcuda %2, yükte ise %4 paya sahiptir. TCDD hatları Asya-Avrupa arasındaki en kısa uluslararası koridor üzerinde yer almaktadır. IV. numaralı Pan-Avrupa taşıma koridoru TCDD hatları ile buluşmaktadır.

TCDD’nin yolcu ve yük taşımacılığını önemli ölçüde artıracağı tahmin edilen Ankara-Haydarpaşa Mevcut Demiryolu Hattı Rehabilitasyon Projesi'nin temeli 8 Haziran 2003 tarihinde atılmıştır. Söz konusu projenin tamamlanması halinde bu hat kesimindeki seyahat süresi 3 saat 10 dakikaya inecektir.

Ayrıca TCDD, demiryolu bağlantısı olan Haydarpaşa, İzmir, Mersin, İskenderun, Samsun, Bandırma ve Derince limanlarının da işletmeciliğini yapmaktadır. 91/440 Sayılı Avrupa Birliği Konseyi Direktifi çerçevesinde yürütülen yeniden yapılanma çalışmaları, özel sektör işletmecilik zihniyetini ve katılımını sağlama hedefi doğrultusunda yürütülmektedir.

Boru Hatları. Türkiye’de ilk boru hattı, 1966 yılında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından Batman-Dörtyol (İskenderun Körfezi) arasında döşenmiş ve işletmeye açılmıştır. Bu hatla Diyarbakır ve Batman’da çıkarılan petrol Dörtyol’a taşınmaktadır.

Irak ham petrolünün, İskenderun Körfezi'ne taşınması amacıyla 1974 yılında kurulan BOTAŞ, 1987 yılında doğal gazın ithali, pazarlanması, satışı ve boru hatlarıyla iletimi görevlerini de üstlenmiş ve 2 Mayıs 2001 tarihli 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Düzenleme Kanunu’yla tekel yetkisi kaldırılmış, doğal gaz piyasası da üçüncü şahıslara açılmıştır.

Türkiye’nin en önemli ham petrol boru hattı olan Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı, Kerkük ve diğer üretim sahalarından elde edilen petrolü, İskenderun Körfezi’ndeki Ceyhan Deniz Terminali’ne ulaştırmaktadır. 1976 yılında işletmeye açılan hattın yıllık taşıma kapasitesi 70.9 milyon ton/yıl’dır. 1.876 km. uzunluğundaki boru hattı Türkiye topraklarında 641 km. ve 656 km. olan iki paralel hattan oluşmakta, toplam 579 km’si de Irak’ta yer almaktadır. BM’nin Irak’a uyguladığı ambargo kararı doğrultusunda 1990 yılında işletmeye kapatılan Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı yine BM’nin kararı doğrultusunda 1999 yılında 6 aylık dönemler itibariyle, sınırlı petrol sevkıyatı için yeniden işletmeye alınmıştır. Ancak Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı’nda pompaj, Irak’ın savaş nedeniyle petrol pazarlayamayışı ve Ceyhan Terminali tank sahasında maksimum stok seviyesine ulaşılması nedenleriyle, 9 Nisan 2003 tarihinde Irak tarafından durdurulmuştur.

Türkiye’nin zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip Hazar Bölgesi ve Ortadoğu Ülkeleri ile bu kaynaklara ihtiyaç duyan Batılı Ülkeler arasındaki kesişme noktasında olması nedeniyle, BOTAŞ çeşitli uluslararası projelerin gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalarını sürdürmektedir.

Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi ile de, Azerbaycan’da üretilen ham petrolün Gürcistan üzerinden, Ceyhan’daki deniz terminaline, buradan da tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması amaçlanmaktadır. Bu boru hattının kapasitesi yılda 50 milyon ton, toplam uzunluğu 1.776 km’dir.

16 milyar m3/yıl Türkmenistan doğal gazının Türkiye’ye taşınması için 1999 yılında 30 yıl süreli “Doğal Gaz Alım Satım Antlaşması” ile 6.6 milyar m3/yıl Azerbaycan doğal gazının Türkiye’ye sevkine ilişkin 2001 yılında 15 yıl süreli “Doğal Gaz Alım Satım Antlaşması” imzalanmıştır.

Azerbaycan ve Türkmenistan doğal gazlarının Türkiye içinde taşınması amacıyla yapılması planlanan yaklaşık 225 km. uzunluğundaki boru hattı Gürcistan sınırından başlayıp Erzurum/Horasan’a ulaşacaktır. Doğal gaz arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi politikası doğrultusunda, İran’dan, Türkiye’ye yılda 10 milyar m3 doğal gaz sevkiyatına ilişkin “Doğal Gaz Alım Satım Antlaşması” 1996 yılında imzalanmıştır. Bu kapsamda yapım çalışmaları tamamlanan yaklaşık 1.491 km. uzunluğundaki Doğu Anadolu Doğal Gaz Ana İletim Hattı 2001 yılı sonunda işletmeye alınmıştır.

"Mavi Akım Projesi" kapsamında, yılda 16 milyar m3 doğal gazın, Karadeniz’in 2.150 m. derinliğindeki tabanına döşenen yaklaşık 390 km. uzunluğunda birbirine paralel iki boru hattı ile Rusya Federasyonu’ndan Türkiye’ye sevkedilmesi, 1997 yılında 25 yıllık bir doğal gaz alım-satım antlaşması ile imza altına alınmıştır. Proje’nin Türkiye bölümünü oluşturan yaklaşık 501 km. uzunluğundaki Samsun-Ankara Doğal Gaz İletim Hattı tamamlanarak 20 Şubat 2003’te işletmeye alınmıştır.

TÜRKİYE COĞRAFİ BÖLGELERİNİN TESPİTİ

8- TÜRKİYE COĞRAFİ BÖLGELERİNİN TESPİTİ
1941 Coğrafya Kongresi, Bölgelerin oluşturulma kriterleri, 7 bölgenin sınırları neye göre belirlenmiştir (Bölge bölge açıklanacak)
Yurdumuzun farklı bölgesel özelliklere sahip olduğu eskiden beri biliniyordu. Fakat ayrılan bölgelerin sayıları, alanları, sınırları ve adları yazarlara göre değişiyor ve bu durum özellikle öğretimde kargaşaya yol açıyordu. Bu karışıklığa son vermek için konu, Türk Coğrafya Kurumunun 1941 yılında toplanan birinci kongresinde ele alındı. O dönemin tanınmış coğrafyacıları, bölgelerin özelliğini belirleyen bütün faktörleri dikkate alarak bir rapor hazırladılar. Bu rapor uzun uzun tartışılarak sonuçta yurdumuzun yedi coğrafî bölgeye ayrılması kararlaştırıldı. Bu bölgelere de konumlarına göre Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri adı verildi. Bölge haritasına dikkat edilirse coğrafî bölgelerimizin ayırımında daha çok denize göre konum, yüzey şekilleri ve iklim gibi tabiî şartlara dayanıldığı sonucuna varılır. Bu şartların bitki topluluklarını, ulaşımı, yerleşmeleri ve ekonomik özellikleri doğrudan veya dolaylı olarak etkilediği düşünülürse bölge ayırımında uygulanan bu yöntemin uygun olduğu anlaşılır. Nitekim bu ilişkiler nedeniyle Türkiye'nin yüzey şekilleri ve iklim bakımından farklı bölgelerini gösteren haritalar ile bölge haritası arasında ana çizgileriyle büyük benzerlik vardır.

Alan bakımından bölgelerimizin en büyüğü Doğu Anadolu, en küçüğü Güneydoğu Anadolu'dur. En kalabalık bölgemiz ise Marmara Bölgesi'dir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, nüfusu az olan iki bölgemizdir. Demek ki nüfusumuzun dağılışı, bölgelerin yüz ölçümleriyle orantılı değildir.

Geniş alan kaplayan bölgelerimizin her yeri aynı özellikte değildir. Tabiî ve ekonomik bakımdan bazı farklar görülür. İşte bu farklılaşmalara dayanılarak bölgelerimiz 21 bölüme ayrılmıştır.

Türk Coğrafya Kurumunun 1941 yılında belirlediği bölge, bölüm sınırlarına o tarihten beri uyulmaktadır. Bununla beraber, bazı sınırların tartışmalı olduğu veya zamanla değişebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca bölge, bölüm sınırlarını birer çizgi olarak düşünmemek gerekir. Aslında bu sınırlar birer geçiş alanıdır.

Coğrafi bölgelerimizin belirlenmesinde dikkate alınan başlıca özellikler şunlardır:

1- Karadeniz Bölgesi:
Kuzey Anadolu Dağlarının kıyıya paralel uzanması,
Enlemin de etkisiyle nemli Karadeniz ikliminin oluşması,
Gür ormanların bulunması,
Kıyı boyunca nüfus ve yerleşmenin yoğun olması,
2- Marmara Bölgesi:
Yüksekliği az olan ova ve platoların geniş yer kaplaması,
Karadeniz iklimi ile Akdeniz iklimi arasında bir geçiş iklimi özelliği göstermesi,
Türkiye'nin ve bölgenin en gelişmiş kenti olan İstanbul'un bu bölgede yer alması,
Sanayi, ticaret ve ulaşımın çok gelişmiş olması,

3- Ege Bölgesi :
Dağların kıyıya dik olarak uzanması ve aralarında çöküntü ovalarının yer alması,
Deniz etkisinin iç kesimlere kadar sokulabilmesi,
Kıyıların çok girintili çıkıntılı olması,
Büyük bir liman şehrimiz olan İzmir’in burada yer alması,
Nüfusun kıyı kesiminde yoğun olması,

4- Akdeniz Bölgesi:
Batı ve Orta Toros dağlarının kıyıya paralel uzanması,
Dağların, kıyının hemen gerisinde yükselmesi nedeniyle kıyı ovalarının genellikle dar olması,
Tipik Akdeniz ikliminin etkili olması,
Nüfusun, özellikle tarım, sanayi ve ticaretin geliştiği yörelerde toplanması,

5- Güneydoğu Anadolu Bölgesi:
Güneydoğu Torosların güneyinde, ova ve platoların geniş yer kaplaması,
Orta kesiminde Karacadağ volkanik dağının; doğu kesiminde ise Mardin Eşigi'nin yer alması,
Buharlaşmanın çok fazla olması. Yaz mevsiminin çok sıcak ve kurak geçmesi,
Özellikle batı kesiminde Akdeniz iklimi etkilerinin görülmesi,
Türkiye'nin petrol üretim bölgesi olması,

6- Doğu Anadolu Bölgesi:
Ortalama yüksekliğinin fazla olması.
Birbirine paralel sıradağlar ile volkanik dağların bulunması. Bu dağlar arasında yüksek ova ve platoların yer alması.
Yükseklik ve denizden uzaklığa bağlı olarak karasal iklimin etkili olması,
Nüfusun az ve yerleşmenin seyrek olması,
Hayvancılığın en önemli ekonomik faaliyet olması.

7- İç Anadolu Bölgesi:
Etrafı yüksek dağlarla çevrili ova ve platoların geniş yer kaplaması,
Bölgede genellikle karasal iklimin etkili olması,
Başkent Ankara'nın burada yer alması,
Buğday tarımının ön planda olması.

GELECEKTE NÜFUS ARTIŞI

GELECEKTE NÜFUS ARTIŞI

Nüfus artışında da belirttiğimiz gibi, iktisatçıların yaptıkları hesaplara göre dünya nüfusu 2000 yıUannda 6 milyan aşacaktır. Bu 1960 yılındaki nüfusun iki misli demektir. 2000 yılında dünya nüfusunun % 65'inin Asya'da, % 15'inin Avrupa ve Rusya'da, % 15'inin Kuzey ve Güney Amerika'da, % 8'inin de Afrika'da yaşayacağı sanılmaktadır. Her gün 200.000 dolayında artan dünya nüfusunun gelecekteki artışını kuşkusuz dünya toplam nüfusu ve nüfusun dağılışı açısından olmak üzere iki yönden düşünmek gerekir. Önce dünya nüfusunun bütünüyle artışına bakacak olursak, hızlı bir artışın söz konusu olduğu açıkça görülmektedir. Öyle ki geçen yüzyıllarda % 1 olan yıllık artış temposu bu yüzyılın ortasında % 2'ye ulaşmış ve halen artmakta olarak 2000 yılına doğru da % 3'e varacağı hesaplanmaktadır.
Bilindiği gibi, yeryüzünde karalar 136 milyon kilometre kare kadardır. Bu kadar arazi yaklaşık olarak bir kenarı 11.000 km uzunluğundaki bir kareye sığar. Dünyanın 1970 nüfusu esas alınırsa nüfus başına 3.7 hektar arazi düşer. 1920'de bu oran iki misli idi. Nüfus arttıkça nüfus başına düşen arazi miktarının daha da azalacağı açıktır. Kuşkusuz arazi nüfus ilişkisinde önemli olan tarıma uygun arazi oranıdır. Bu tür arazi ise çok daha azdır; nüfus başına yaklaşık 1 hektar. Yeryüzü karalarının da % 17fsi çöller, % 12'si dağlar, % 29'u buzullar, daimi karlar-ve tundralardan oluşmuştur. Böylece karaların % 60'ına yakın bir kısmının yerleşmeye çok az uygun olduğu açıkdır. Öte yandan geriye kalan % 40'm da her yeri insanlara uygun koşullara sahip değildir. Bu konuda araştırma yapanlar genellikle yeryüzü karalarının ancak % 25'inin insanların yerleşme ve tarım yapmasına uygun olduğu görüşünde birleşmektedirler.

ÇEVRE VE TEKNOLOJİ

ÇEVRE VE TEKNOLOJİ
İnsanoğlunun yaşamını kolaylaştırmak için fabrikalarında ürettiği bu ürünler gerek üretim aşamasında, gerekse üretim sonrası kullanımlarında çevreye çeşitli atık maddeler bırakmaktadırlar. Yemek atıkları, dışkı, kağıt, plastik, cam parçaları, deterjan ve petrol atıkları, asitler, karbondioksit gazları kirliliğe neden olmakta, çevrenin doğal dengesini bozmaktadırlar. Her canlı beslenme, barınma, çoğalma gibi temel ihtiyaçlarını doğayla ve başka canlılarla paylaşırlar. Doğada yer alan tüm hayvan türleri, bitkiler ve cansız varlıklar dengeli bir uyum içinde yaşarlar. Ancak dışarıdan bir müdahale sonucu bu doğal denge bozulabilmekte ve bunun sonucunda çevre sorunları ortaya çıkmaktadır.
Ülkelerin kalkınmaları, çağı yakalaması, bilgi çağına geçmesi ancak bilgi toplumu olmasıyla mümkündür. İnsanoğlunun önüne her gün yeni bir buluşun ürünü sunulmakta ve bunları kullanması istenilmektedir. Uydu teknolojisi, nükleer teknoloji dünyayı küçültmüş, iletişim teknolojisi sayesinde kıt’alar arasıdaki sınırlar adeta yok olmuştur. Hızlı gelişen bu teknoloji ise beraberinde çevre sorunlarını getirmiştir.
Sağlıksız ve doğal dengesi bozulmuş bir çevre, başta insan sağlığını ve diğer canlıları etkilemektedir. Sanayi kuruluşların bacasından çıkan duman ve motorlu taşıtların egzozundan atılan zararlı ve zehirli gazlar hava kirliliğine yol açmakta, çevrede önemli ölçüde gürültü yaratarak insanın solunum ve sinir sistemini bozmaktadırlar. Asit yağmurları; havayı, suyu ve toprağı etkilemekte, ağacı, yeşili ve ormanı yok etmektedirler. Akarsulara, deniz ve göllere bırakılan atıklar ise suyun kalitesini bozarak, suda yaşayan canlıların yaşamını olumsuz yönde etkilemekte, bu yollarla mikroplu ve zehirli maddeler insan vücuduna geçmektedir. Teknoloji ürünü cihaz ve sistemlerin yaymış olduğu radyasyon ve şu an için bilinmeyen olumsuz etkileşimler sonucu, ileride gerek insan vücudunda, gerekse doğal dengede ne gibi tahribat yapacağı merak konusudur.
Teknolojinin bu çarpıcı gelişimi insan oğlunun yaşamını kolaylaştırmakta çevreye duyarsız yaklaşımlar ise; doğal dengeden, insan sağlığından ve ömründen kayıplar vermektedir. İşletmeler insan yararına sundukları bu ürünlerini, çalışma alanları hangi boyutta olursa olsun çevre kirlenmesine yol açmayacak ve gerekli önlemleri alarak yapmalıdırlar. Geride yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için bizlerinde yapabileceği şeyler olduğu gibi en büyük sorumluluk eğitim kurumlarına ve politikacılara düşmektedir. Günlük çıkar ilişkileri içerisindeki yaklaşımlar doğal dengede tahribat yaparak gelecek nesilleri tehlike altına almaktadır. Bugün Dünya, teknolojiden ödün vermeden gelecek nesillere sağlıklı bir çevre ve yaşanabilir bir dünya bırakabilmenin paniği ile karşı karşıyadır. Bu panik, çevre sorunlarının sosyal sorumluluk açısından ele alınma sürecini hızlandırmıştır. İşletmeler ürettikleri ürün ne olursa olsun, yaptıkları faaliyetlerinde kendi çıkarları yanında, bir bütün olarak toplumun çıkarlarını da korumak ve gözetmek , bu duyarlılığı her zaman göstermek zorundadırlar. Çünkü bizler bu çevreyi atalarımızdan ödünç aldık, gelecek nesillere de güzel bir Dünya bırakmalıyız. Birlikte yaşadığımız bu Dünya hepimizin…