Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Sınav kabus olmasın

Haziran ayı demek; sınav demek, heyecan demek, korku demek! ÖSS, OKS ve SBS`ler yaklaşırken, öğrenci ve velileri saran stres dalgasından kurtulmanın, kaygıyı başarıya dönüştürmenin yolları.....

ÖSS , SBS , OKS , LGS ... Bütün bu terimler kimilerinde hiçbir anlam ifade etmese de, öğrenciler ve onların aileleri için adeta `ölüm-kalım ` meselesi olan sınav isimlerinin kısaltılmışıdır!


İyi bir eğitim almak ve başarılı olmak için geleceğini bu sınavlara bağlayan gençler şu günlerde var güçleriyle yaklaşan sınavlara hazırlanıyor. Korku, panik, öfke ve heyecan gibi karmaşık duygular yaşayan gençleri, bu hislerinde aileleri de yalnız bırakmıyor. Peki bu çok önemli sınavlara gençler nasıl hazırlanmalı, sınav sırasında nasıl davranmalı, aileler çocuklarına nasıl yaklaşmalı?


Tüm bu soruların yanıtını Bahçelievler Medical Park Hastanesi `nden Psikolog Şebnem Turhan `dan aldık. Şu günlerde sınav stresi yaşayan öğrenci ve velilerin kendisine sıklıkla başvurduğunu belirten Turhan `ın çarpıcı açıklamaları ve önerileri şöyle:


YÜKLENEN ANLAM ÖNEMLİ


"Sınav kaygısı yaşamamak için öncelikle sınavı kaygı haline getiren nedenleri bilmek gerekir. Birincisi; sınavla ilgili bilgi almak çok önemli:


Sınav nasıl bir şey, ne kadar sürüyor, ne olacak? İkincisi ise öğrencilerin, öğrenme modelini keşfetmeleridir. Nasıl öğreniyorlar? Sözel mi, sayısal mı, görsel mi, işitsel mi öğreniyorlar? Bununla birlikte öğrencilerin akademik anlamda düzenli çalışmaları gerekiyor. Eğer ki bunlar yapılmazsa kaygı yaşanması çok doğaldır. Çünkü hazır değilsinizdir. Hazır olmadığımız bir şey de bizi tehlikeye sokar. Aslında sınavı kaygı haline getiren şey, sınava yüklediğimiz anlamdır. En önemlisi de sınav hakkındaki düşüncelerimizdir. Eğer sınav bizim için ölüm-kalım meselesiyle, hayatımızın dönüm noktası ise o zaman kaygıyı hem aileler, hem de öğrenciler daha yoğun yaşar.


`NORMAL BİR DUYGUDUR`


Dozunda olduğu sürece, sınav kaygısı hedefe ulaşmak için motive edici normal bir duygudur. Ama ailelerin `Sen başarırsın, sana güveniyoruz` gibi gaz vermeleri, `Senin için çalıştık, didindik, şimdi sıra sende` gibi fedakarlık edebiyatları çocuğu motive etmiyor, aksine derslerden uzaklaştırıyor.


Ailelerin yaklaşımı sınav kaygısının fobiye dönüşmesinde önemli rol oynuyor. Sınav kaygısını problem haline getiren unsurlardan biri sınava girecek kişinin üzerindeki yük ve taleplerdir. Sınava girecek kişinin ya da etrafındaki insanların beklentileri kişinin bilgi düzeyinden yüksekse sınav kaygısı olumsuz bir işlev kazanmaya başlayabilir . Diğer bir unsur ise sınava yüklenen anlamdır.


Çevremize baktığımızda, her sınava giren kişi aynı düzeyde stres hissetmediğini görürüz. Bunun önemli sebebi çevresel ve sosyal faktörler. Sınava girecek çocuğu olan bazı aileler, yapılan maddi ve manevi yatırımlar sebebiyle sınava bir ölüm kalım meselesi olarak bakabiliyorlar. Bu da çocuklar üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturuyor. Eğer aileler sınavı;


* Bir ölüm-kalım meselesi haline getiriyorsa,


* `Sen başaracaksın, biz sana çok güveniyoruz` diyerek zamansız ve uygun olmayan cesaretlendirmelerde bulunuyorsa,


* Kazanamadığında bunun çocuk için felaket olacağı mesajını veriyorsa,


* Sınavı kazanması için yapılan maddi-manevi fedakarlıklar çocuğa sıklıkla aktarılıyorsa, başarılarını küçümsüyor, başarısızlıklarını abartıyorsa,


* Yaşıtlarıyla karşılaştırarak çocuğu değerlendiriyorsa,


* Bugüne kadar başarılı olduğu alanları da olması gerekenden daha fazla şekilde ödüllendiriyorsa (başarının abartılması) sınav bir o kadar daha olumsuz yönde ve kaygı yaratıcı şekilde anlam kazanmaya başlayacaktır.


`UNUTMAYIN, O BİR ERGEN `


Kaygı duygusu çok kolay ve çabuk şekilde bulaşan bir duygudur. Çocukların sınav karşısında duydukları kaygıları en aza indirmek istiyorsak ; aile olarak sınav karşısında öncelikle kendi duygularımızı tanıyıp kontrol etmeliyiz ki çocuklarımıza yardımcı olabilelim. Ailece sınavın anlamanı sorgulamak, değerlendirmek ve en uygun hale getirmek de kaygıyı azaltacaktır.


MOTİVE EDİCİ ÖNLEMLER


* İlk yapılacak iş neyle karşılaşılacağını bilmek ve sınav hakkında bilgi edinmektir; hangi konulardan soruların gelebileceği, zamanı etkin kullanma yöntemleri gibiBu konuda okul ya da dershanedeki rehberlik servislerinden yardım alınabilir.


* Yapabildiklerinizin farkında olup kendinize gerçekçi hedefler koyun.


* Öğrenme modelinizi tanımalı ve çalışma sisteminizi bu modele göre planlamalısınız.


* İç diyaloglarınızı gözden geçirmeli, düşünce hatalarınızı fark etmeli ve düzeltmelisiniz. `Sınavda hiçbir şey yapmayacağım, kazanamayacağım yerine, elimden geldiğince çalıştım ve sınavda da elimden geleni yapacağım, sonuçta sınav nasıl biri olduğumu değil, bilgi birikimimin nasıl olduğunu gösterecek` diye düşünmelisiniz.


* Gevşeme egzersizleri öğrenmek ve düzenli bir şekilde uygulamak da kaygıyı en aza indirmeye yardımcı önemli tekniklerdendir.


* Tüm bu önerileri denediğiniz halde halen sınav kaygınızı yenmek de zorluk çekiyorsanız bir uzmana danışmanız çok doğru olacaktır.

Jericoacoara - Land of Sand

I found my new favorite place! It was hard to get to, but in the end, it was totally worth it! To get here, I had to take a bus for 2 hours, wait for another 2 hours, take another bus for 8 hours, wait for another 2 hours, take a bus for 5 hours, get off and then on to another "bus" (this one is 4 wheel drive, open sided with bench seats and the luggage goes on the top) for an additional hour.

After all that, I arrive in a town with all sand roads, no sidewalks, barely 2 small markets and no
stress. This town is, as the locals say, TRANQUILO, tranquil, layed back and beautiful. The beach stretches some 30 km the town one way and I dont know how many the other way... I was going to stay here for two or three days and then...Chris finally met back up with me AND we both loved it so much we ended up staying about a week. We met some great people, hung out at the beach, relaxed at the hostel with our books, chatted with the owners of the pousada, hiked up sand dunes, rode horses, watched MANY sunsets.... it was great.
Then we decided to get back to the real world...but first we wanted to go to a Park called Lençois Marahenses, which is full of sand dunes and lakes. But to get there, we had to...take a 4x4 for about 2 hours, a van for about 3 hours, a bus for about 4 hours...to the town of Tutoia, where we spent the night. Then the next day, we took another 4x4 to a small town where we spent the night, then the next day another two hours to Barrerinhas, where you can do a jeep tour to the dunes. Whew!

The jeep tour was great! We went in the afternoon to be able to see the sunset, but it was kind of cloudy. However, we did swim in a few warm fresh water lakes and hike over some beautiful white dunes...
Next we went to the big city of Sao Luis, where we walked around the colonial center, met a bunch of people and got to see the locals practicing for the Bumba do Moi festival by dancing around in cool feather costumes...It was very cool!

So, next stop, Brasilia and then the Pantanal!

Fitness At Home: How To Stay Fit At Home

Sound health and excellent fitness is recently gaining primary concern for people from every walk of life. As fitness becomes a major issue for everyone it is not possible for all to manage time daily to visit local gyms. With urbanization being prevalent in entire communities’ access to big jogging grounds in near locality might only be a dream. Yet a desire to exercise and find ways to attain, in shape fit bodies is existent widely.

Home fitness equipments offer best alternative to costly gyms sessions and rare public parks. Among the numerous benefits offered by home fitness machines is the availability of equipment at any time of day that suits you. One does not need to follow difficult timings of the instructor in the fitness center.

An in house facility enables one to practice fitness sessions without hampering their job responsibilities. Public fitness studios regularly charge expensive memberships even if a person is not attending the sports club he is supposed to pay his membership fees in due time. Personal fitness equipments are only a one time expense they do not require any recurring expenditure they are free to use at anytime of the day and also till any time span desired by its owner.

Occasional lengthy workout sessions would be costly due to extra time involved but machines at home are forever available. Equipments at home are also a pride for its owner and the owner can boost in front of guests by occasionally allowing them to utilize exercising machines.

Treadmills are the most popular among home exercise devices as it appeals equally to both young and elderly. One can practice regular walking or jogging routines on a treadmill even if the weather is bad outside. The equipment comes with various motorized setting that would be suitable for everyone. Latest machines have a body fat monitor enabling people to actually monitor their progress. A strap to measure heart rate comes free and handy with the device that is a convenient source to professional evaluate ones present heart rate. Surveys conducted reveal that treadmills sales are the fastest growing commodity among fitness equipments in U.S.

Elliptical trainers are popular home based exercise equipments. It gives a perfect gym feel and comes with sophisticated computers that provide different programs heart rate control and fitness tests. It provides a perfect alternative to health clubs when managing time to reach there is difficult and results in irregular fitness sessions. Getting on an elliptical trainer within ones house is easier than driving all way towards health centers. Pedals on the machine are adjustable so that different users in house ranging from children to elders all are equally comfortable on it.

Exercise bikes are a favorite among adults and children alike. It gives a unique experience like exercising outdoor. Computers installed in the machine accurately inform about the present rate of exercising. Also the comfortable seat along with dual action handles of the cycle ensures maximum comfort to person using it.

Rowing machines are unique in a sense that they provide exercise option for both lower and upper part of the body. Its adjustable settings make it convenient to exercise as hard or as easy according to ones will. Even this allows monitoring progress of the person while exercising.

About the author:
Mansi gupta writes about fitness equipments and treadmills. Learn more at http://www.ultim8fitness.co.uk

Archaeology in the Ottoman Empire

Debbie Challis has published her study of British archaeology in the Ottoman Empire. This covers three main areas:
  • Asia Minor: Lycia and Caria
  • North Africa: Carthage and Cyrene
  • Ionian Greece: Ephesus and Smaller Excavations
This book discusses the period before the establishment of the Asia Minor Exploration Fund (see also Funding) and the later work by students of the British School at Athens (see Gill 2004).

References
Challis, D. 2008. From the Harpy Tomb to the Wonders of Ephesus: British archaeologists in the Ottoman Empire 1840-1880. London: Duckworth. [WorldCat]
Gill, D. W. J. 2004. "The British School at Athens and archaeological research in the late Ottoman Empire." In Archaeology, anthropology and heritage in the Balkans and Anatolia: the life and times of F.W. Hasluck, 1878-1920, edited by D. Shankland, pp. 223-55, vol. 1. Istanbul: The Isis Press. [WorldCat]

Health Benefits of Exercise And 10 Reasons Why You Should Start An Exercise Routine

Exercise not only contributes to our physical health, but our mental health as well. Here are some of the best reasons why you should begin an exercise routine:

1. Promotes weight loss - Dieting without exercising is a waste of time. You need to incorporate cardio vascular exercises to promote weight loss. Cardio vascular exercises include anything that really gets your heart going like stair stepping, rowing, running and jumping. When you work off a sweat, you are burning calories. Make sure that you drink plenty of water when doing cardio vascular exercises so as to replenish fluids lost in sweat;

2. Increases your energy level - You may think that exercising in the morning will drain you of your energy, but just the opposite is true. You will actually find that you have more energy when you exercise vigorously in the morning and that energy will carry you through the day;

3. Alleviates stress - Nothing beats stress like a good workout. Most of us face stress throughout our lives and we can actually work it out by exercising. Both cardio vascular exercising and low impact exercising can alleviate stress;

4. Tones muscles - If you want to see toned muscles, you have to do some low impact stretching exercises such as Pilates. Pilates concentrate on the muscles and stretch them to the limit, giving them a sharp tone. Sit ups are also incorporated into Pilates. If you want those six pack abs, you need to tone up your abdomen with sit ups and Pilates;

5. Eliminates back pain - Much lower back pain is due to inactivity. One way to eliminate lower back pain is through exercise. People who are sedentary tend to complain more of aches and pains, especially in the back, than those who are active;

6. Keeps your heart healthy - If you want to keep your ticker ticking, make sure that you get plenty of exercise. Exercising promotes blood flow and keeps your heart pumping better and stronger;

7. Staves off depression and anxiety - Exercise not only improves your physical being, but also your mental being as well. Exercise raises your endorphins which are said to control the chemical process in your brain. In addition to raising your energy level, exercise is a natural mood booster, and much safer than any pills. Whether you are suffering from anxiety or depression, or both, exercise is a must to help stave off these common complaints;

8. Gets rid of cellulite - Those pockets of flesh on your thigh and buttocks are cellulite. This condition can easily be eliminated though exercise. Getting the blood flow back into those areas works well to get rid of cellulite and you should notice the results within a week.

9. Staves off disease - The medical community believes that the possibility of getting some diseases, including diabetes and some cancers, can be reduced by steady exercise.

10. Improves concentration - Because exercise raises your serotonin levels, you will find yourself able to have a better memory as well as improved concentration.

When you feel good about yourself, both mentally and physically, you will also develop confidence in yourself. This will be reflected to others who will pick up on your new found confidence and find you more attractive. Exercises has so many benefits that it is foolish not to incorporate exercise into your daily routine right away.

Türk Dünyası Fikri Canlanıyor


Kırgız-Türk Manas Üniversitesi'nde (KTMÜ) konuşan Cengiz Aytmatov, "Öğrencilik yıllarımızda Türkiye'nin nerede olduğunu dahi bilmiyorduk. Sovyetler zamanında bizlere Türkiye hakkında hiçbir bilgi verilmiyordu. Şimdi ise KTMÜ çatısı altında tüm Türk cumhuriyetlerinden öğrencileri bir arada bulunduğunu görüyorum. Bu tabloyu yaşamak çok güzel bir duygu."dedi. 80 yaşındaki Kırgız yazar için, ülkede Aytmatov yılı ilan edildi ve kutlama törenleri yapılıyor. KMTÜ'de ise 22-26 Nisan tarihlerini Cengiz Aytmatov haftası olarak ilan edildi ve üniversitenin Cal Kampüsü'nde tören düzenlendi. Törene katılan Aytmatov gençlik yıllarında yaşanan siyasetten dolayı Türkiye'nin nerede olduğunu dahi bilmediklerini ancak zaman içerisinde değişen şartlar sayesinde artık daha da yakın olduklarını belirtti.

Kırgız yazar konuşmasında olması gerekenin hayata geçtiğini belirterek, "Ben 1976 yılında bir kitabımın tanıtımı için Türkiye'ye giden ilk Kırgızım. O zamanlar şartlar çok farklıydı. Oysa şimdi aradaki engellerin ortadan kalkması ile birlikte tüm Türk Dünyası birbirimize daha yakınız."dedi.

Dünyaca ünlü yazar Türkiye'ye her gidişinde çok iyi ağırlandığını vurgularken, kendi romanından uyarlanan Beyaz Gemi filminin Türkiye'de yeniden çekilmesinin gündemde olduğunu kaydetti. Aytmatov, Türkiye'ye gittiğinde hiç yabancılık çekmediğini söyleyerek, kendisini evinde gibi hissettiğini vurguladı. Sekseninci yaş günü dolayısıyla Türkiye'den de davetler alan Aytmatov, geçtiğimiz yıl 15. Hazar Şiir Akşamları'na katılmak üzere Elazığ'a gittiğini, orada açılan bir parka kendi isminin verilmesi dolayısıyla çok sevindiğini aktardı. Bu gibi şeyleri ortak kültürü geleceğe taşıma adına olumlu bulduğunu dile getiren Aytmatov, iki ülke arasındaki dostluk bağlarının gurur verici olduğunu sözlerine ekledi.

"AYTMATOV, ATATÜRK'TEN SONRA TÜRK DÜNYASI'NIN EN ÖNEMLİ İSMİDİR"

KTMÜ Rektörü Prof. Dr. Süleyman Kayıpov, kitaplarını okuyarak büyüdükleri Cengiz Aytmatov ile bir arada olmanın gurur verici olduğunu söyledi. Tüm insanlığa mal olmuş yazar hakkında konuşmanın gerçekten zor olduğunu vurgulayan Kayıpov, ulusun ruhunu, kültürünü ve tarihini en iyi şekilde anlatan Aytmatov'un daha uzun yıllar aralarında olması temennisinde bulundu.

Kayıpov'un ardından söz alan KTMÜ Rektör vekili Prof. Dr. Uğur Oral ise Cengiz Aytmatov'un Atatürk'ten sonra Türk Dünyası'nın en önemli ortak değeri olduğunu dile getirdi. Seksen yaşına basan yazara karşı Aytmatov haftası düzenlemenin kendileri için kaçınılmaz bir durum olduğunu aktaran Oral, belirli bir yaşa ulaşmış insanların karakterinin şekillenmesinde Aytmatov hikâyelerinin önemli bir yer tuttuğunun altını çizdi.

Öte yandan programa katılan Kültür ve Enformasyon Bakanı Sultan Raev, Milli Eğitim Bakanı Yardımcısı Ardak Ormonbekova, Bişkek Türk Büyükelçiliği birinci kâtibi Özgür Gökmen ve Kırgız Milli Yazarlar Birliği Başkanı Omor Sultonov birer kısa konuşma yaptı.

Konuşmaların ardından daha önce düzenlenen Cengiz Aytmatov Haftası Yarışması'nın ödül töreni yapıldı. Törenin ardından Aytmatov salondaki davetliler tarafından uzun süre ayakta alkışlandı. Öğleden sonra Aytmatov'un kitabından uyarlanan 'Al Yazmalım Selvi Boylum' filminin Türkçe versiyonun gösterimi yapıldı.

Tören sonunda gazetecilere açıklamada bulunan Aytmatov, Lüksemburg büyükelçiliği görevini tamamladığını kaydederek artık Kırgızistan'da kalacağını ve kalan ömrünü burada geçireceğini söyledi. 80 yaş kutlamaları için Türkiye'den de davet aldığını belirten yazar, kutlamalar için Türkiye'ye gideceğini söyledi.

Türkçe´nin Verdiği Kelimeler (Verinti) Sözlüğü


Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından hazırlatılan, Türkçeden başka dillere giren kelimelerin yer aldığı "Verinti Sözlüğü"nün birkaç ay içinde tamamlanacağı bildirildi.

TDK Başkan Danışmanı Prof. Dr. Recep Toparlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bugüne kadar Türkçenin başka dillerden kelime alan, başka dillerin boyunduruğu altına girmiş bir dil olarak gösterildiğini söyledi. Prof. Dr. Toparlı, TDK olarak işin gerçek yönünü ortaya çıkarmak amacıyla 'Verintiler Sözlüğü' adı altında bir çalışma yaptırdıklarını belirterek, bu yeni çalışmada Türkçeden yabancı dillere verilmiş 20 binin üzerinde kelime tespit edildiğini bildirdi.

Prof. Dr. Günay Karaağaç tarafından gerçekleştirilen bu çalışmada, Türkçeden Ermenice, Sırpça gibi başka dillere verilen kelime sayılarının fazlalığının göze çarptığına işaret eden Prof. Dr. Toparlı, şöyle konuştu:

"Mesela, bir Sırpça sözlüğünü açıp baktığınızda Türkçe sözlüğü zannedersiniz. Türkçeden Sırpçaya giren 9 binin üzerinde kelime var. Aynı şekilde İngilizce, Fransızca ve diğer dillere de çok sayıda kelime vermişiz. Rusçaya 2 bin 500, Bulgarcaya 3 bin 500, Sırpçaya 9 bin, Rumenceye 3 bin, Farsçaya 3 bin, Çinceye 300, Ukraynacaya 800, Finceye 118 kelime vermişiz. Sadece Ermeniceye 4 bin 262 kelime vermişiz, ama onlardan 25 kelime bizim dilimize girmiş. O kelimeler de zaten 'madik' gibi argo kelimeler. Türkçenin başka dillere verdiği kelimeler, 'döner, yoğurt ve dolmuş' gibi birkaç kelimeden ibaret değil."









--------------------------------------------------------------------------------

“Çengiz Han” ve ” Aksak Temir Bek” Hakkında(Hüseyin Nihal ATSIZ)

Millî şuurun ve ilmî tarihçiliğin hâlâ gereğince gelişememesi, dinî taassubun hâlâ ruhlara hükmetmesi dolayısıyla tarihimizin bazı büyüklerine karşı saygısızlıkta bulunmak, yahut Türk ırkının şu veya bu bölümlerini birbirine düşman saymak gibi yanlışlıklar sık sık yapılmaktadır. Bunların arasında en yaygını Çengiz ve Temir düşmanlığıdır. Bu düşmanlığı yapanlar arasında Şarlman’la Şarlken’i birbirine karıştıran felsefeciler bulunduğu gibi tarihçi geçinenler de vardır.



Bu tarihçi geçinenlerden biri Türk soyunun güzelliği hakkında yazdığı bir gazete makalesinde yine dinî taassup sebebiyle Çengiz ve Temir’den “mahlûkat” diye bahsederek onların sarı “Moğol” ırkından olduğunu Türklerin ise beyaz ırkın mümessili olduğunu ileri sürdü.



Artık ilmî bir değeri kalmayan bu eskimiş sarı ırk, beyaz ırk tabirleri yanında muharririn Çengiz ve Moğollar hakkındaki son neşriyattan da habersiz olduğu, bu yazıları kırk yıl önceki ilmin kırıntılarıyla yazdığı anlaşılmaktadır.



Burada tafsilâta girişerek, bazı gençlerin sorularını cevaplandırmak üzere, şimdiye kadar varılan ilmî sonuçların özetini vereceğim:



1- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun - Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).



2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollar’a (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollar’la dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarlar’ın da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen “budun”lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylar’dır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.



3- Fakat Çengiz’in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasî bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.



4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarlar’ı, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.



5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türkler’le Moğollar’ın ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.



6- Türkler’in kendileri de “Tatar”ı Türkler’in bir parçası ve belki de Doğu Türkçe’siyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşah’la birlikte Anadolu’ya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.



Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicrî 843′te yazılıp tarafımdan yayınlanan bir tarihî takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihî Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi). Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye’de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türk’e düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türkleri’ni veya Tatarlar’ı yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını millî bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumî bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, Batılılara karşı da gösterilirdi.



8- Türkler’le Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türk’tü. Çengiz’in Türklüğü tarihî geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941′de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946′da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66) Çengiz Kaan’ı 1221′de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz’in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler’den inen büyük bir uruktur. Çengiz’in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengiz’in aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin’in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçe’de “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca’da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.



Çengiz’in ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengiz’in oğullarından Çağatay ve Ögedey’in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.



9- Aksak Temir Bek’in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir’in Türklüğüne engel değildir. Temir’in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir’in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir’in anadili de Türkçe’dir.



10- Ne Çengiz ne Temir Bek, Aryanî tipinde değildi. Klâsik Türk tipi bazı sahtekârların iddia ettiği gibi Hind Avrupa tipi olmayıp Çinlilerle Aryanîler arasında orta bir tiptir. Mezarlardan çıkan kafatasları, eski heykeller, eski duvar resimleri ve tarihî tavsifler bunu gösterdiği gibi Arap ve Fars şiirlerinde de çekik gözlü Türk güzellerinin övülmesine dair birçok örnek vardır. Milâdî 1114′te, yani daha Çengiz’in ve Moğollar’ın ortaya çıkmasından ne kadar önce ölmüş olan Zemahşerî’nin bir Türk güzeli hakkında yazdığı şu şiirlere bakın:



“O ne kutlu bir gündü ki Yâfes kızlarından güzel ve cilveli bir kıza malik olmuştum. O güzel gözleri her ne kadar dar ise de sihir kârlık bakımından geniştir. Baktığı vakit gözlerinin karası görünürse de güldüğü zaman bu siyahlığın hepsi kaybolur.”



* * *



“Türk”‘ neslinden bir güzel kız beni kendi isteğimle ölüme doğru götürmektedir. O kızın kendi fettan, gözleri de öldürücüdür. Zaten Türk’ün öldürücülüğü meşhur değil midir? Bu kızın kardeşinin kılıcı ne kadar kesici ve öldürücü ise de bu hususta onun gözü erkek kardeşinin kılıcından daha kesicidir. Kardeşi, aldığı esirleri azad ederse de bunun esirleri azad kabul etmez. Kardeşi bazı insanların kanını dökerse de bu herkesin kanını dökmektedir. Kardeşinin elinde kâfirler feryad etmektedir. Bu ise Müslümanları inletmektedir. Ben onun hicranı ile ağladıkça o benim karşımda güler ve güldüğü vakit büsbütün darlaşan gözleri kalbimi yaralar.”



* * *



“Su’dâ (1) ya şöyle söyle: Bizim sana ihtiyacımız yoktur ve biz iri siyah gözlüleri istemeyiz. Dar gözler ve dar gözlüler bizim düşüncemizi ve hayalimizi doldurmuşlardır. Onlar baktıkları vakit yalnız gözlerinin siyahlıkları görünür. Fakat gülecek olurlarsa o siyahlık da görünmez olur. Türk yüzü-ki Tanrı onları kem gözden esirgesin-gökteki ay gibidir” (Atsız Mecmua, Sayı: 15, 15 Temmuz 1932, Sayfa: 66-67.)



11- Oğuzlar’ın da vaktiyle tam klâsik Türk tipinde olduklarının en büyük delili daha Selçuklu devleti kurulmadan önce ölmüş bulunan Mes’ûdî’nin kaydıdır. Mes’ûdî “Oğuzlar çekik gözlüdür. Fakat onlardan daha çekik gözlü olanlar da vardır.” demektedir. Genellikle Oğuzlar’ın torunları olan bugünkü Türkiye Türkleri’nin arasında da bu tipin tam veyâ biraz değişik örnekleri çok sayıda göze çarpmaktadır.



12- Aksak Temir’in Türkiye Türkleri ile çarpışmasını bir millî dâvâ haline getirmeye çalışmak millî bir ihanetten başka bir şey değildir. Aksak Temir’in Yıldırım Bayazıda karşı savaşan ordusunda pek çok Doğu Anadolulu Türkmen vardı. Bu savaş gerçekte Osmanlı-Karaman, Osmanlı - Akkoyunlu, Osmanlı - Safevî vuruşmaları gibi bir iç savaştır. Osmanlı - Karaman ve Osmanlı - Safevî savaşlarında gösterilen sertlik Osmanlı - Çağatay savaşındakini bastıracak niteliktedir. Bu çarpışmalar Türk tarihinin oluşundaki bir kader sonucudur. Türk tarihi pek çok iç çârpışmalarla doludur. Nitekim Osmanlı tarihinde de prensler arasındaki kıyıcı savaşlar büyük bir bölüm teşkil eder.



13- Son zamanlarda Kül Tegin anıtının bulunduğu yerde keşfedilip Kül Tegin’e ait olduğu iddia edilen heykelin tipi arkaik Orta Asya tipidir. Herhalde Kül Tegin’in veya Gök Türkler’in de “Moğol” olduğu iddia edilemez.



14- Selçukluların İranlı saray şairlerinden “Dih Hudây Ebu’l-Ma-âlîyi’r Râzi” Selçuk sultanının sarayındaki Türk kölemenlerden bahsederken şöyle demektedir: “Hepsi Kırgız ve Çin kökünden olan servi boylular, hepsi Yağma ve Tatar tohumundan olan gül yüzlü güzeller. Aralarında gümüş çeneli Oğuz ve Kıpçak güzelleri, mis yüzlü ve ay gibi Kay ve Kimekler de var. Tanrım, bu Türk çocukları ne güzel şeyler ki onlara bakan insanın gözleri bahar gibi olur.”



Buradaki Çin’den maksat uzakdoğu Türkleri ve belki de Moğollardır. Tatarlar’ın Yağmalarla birlikte gül yüzlü güzeller olarak gösterilmesi onların su katılmamış Türklüklerine en büyük delildir.



15- Bugün özellikle “Tatar” denilen Türkler Kazanlılarla Kırımlılardır. Kazanlılar eski Bulgar Türklerinin, Kırımlılar da Kıpçakların torunlarıdır. Yani bugün siyasî ve hatta coğrafi bir anlamı olan Tatar kelimesini bir Moğol uruğu, yahut Türk’ten başka bir şey diye düşünmek imkânsızdır.



Bu şartlar içinde Türk tarihinin iki büyük şahsiyeti olan Çengiz Han ile Temir Bek’i Türk’ten gayrı ve hele Türk düşmanı olarak görmek, göstermek ve düşünmek tarihi tahrif etmekten başka bir şey değildir. Özellikle Tatar kelimesini Moğol veya gayrıtürk bir millet anlamında kullanmak hiçbir şey bilmemek demektir.



Türkler, Türk tarihinin birinci sınıf insanlarından bazılarını tenkit etmek, beğenmemek, sevmemek hakkına maliktirler. Fakat hanedanlar arasındaki rekabetler dolayısıyla bunlardan birini tutarak onun hasmını millî düşman diye ilan edemezler. Irk davalarında coğrafyanın hiçbir değeri yoktur.



Türkler’den bazılarını millî düşman diye göstermek hem tarihi değiştirmek, hem de yarınki Türk birliğini baltalamak olur. Bu baltalama, tarihî düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir.



(1) “Su’dâ”, Zemahşerî’nin Arap sevgilisinin adıdır. Bu şiirleri o zaman Kelâm Tarihi profesörü, sonra Diyanet İşleri Başkanı olan Şerefeddin Yaltkaya tercüme etmişti.



Ötüken, 23 Temmuz 1966, Sayı: 31 - 32

Kaynak: Türkçü.Net

Türk Dünyasında Ortak Alfabe Çalışmaları


Orta Asya ile 34 harfli‚ ortak alfabe çalışması başlatılıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‚ Türkmenistan ziyaretinde kendisine eşlik eden bilim adamlarından‚ Türk cumhuriyetleri arasında iletişimi kolaylaştıracak ortak alfabe oluşturulması konusunda bilgi aldı.



Uzmanlar‚ Latin alfabesine dayalı ortak bir yazı dili önerirken söz konusu alfabede 34 harfin bulunması gerektiği yönündeki görüşlerini Cumhurbaşkanı ile paylaştı. Bilim adamları ayrıca Türk dili konuşan ülkeler arasında cumhurbaşkanlarına bağlı çalışacak ”Türk Dünyası Genel Sekreterliği” kurulması konusunda Abdullah Gül’den öncülük etmesini istedi. Ortak alfabe konusunda mesafe alınması için ise Türkiye’nin ısrar etmesinin önemine işaret ediliyor. Abdullah Gül’ün Türkmenistan gezisinde yanında Fatih Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kara‚ Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Fikret Türkmen ile Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sema Barutçu Özönder de vardı.

Abdullah Gül‚ Köşk’e çıkmasının ardından yurtdışı seyahatlerinde işadamlarına da yer vermeye başlamıştı. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı’nın bilim adamlarını da seyahatlerine dâhil etmesi olumlu bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Türkmenistan seferinde uçakta yer alan akademisyenlerden Prof. Dr. Türkmen‚ ”Cumhurbaşkanımızın‚ bilim adamlarını anımsaması ve uçağına alması iyi bir başlangıca işaret ediyor. Türkmenistan gibi bu coğrafyadaki Türk dünyası ülkelerine sadece ekonomik değil‚ kültürel‚ bilimsel ve iletişimi sağlayacak her alanda yakın temas kurulmalı. Örneğin‚ Türkmenistan ile Dede Korkut ve Oğuz Kağan destanı gibi yakından öte aynı kültürel öğelerimiz var.” diyor.
Türkmen‚ ülkeler arasındaki vize sorununun aşılarak‚ uluslararası ortak konferanslar düzenlenmesi önerisinde bulundu. Cumhurbaşkanı’ndan Türkmenistan seyahatine katılım konusunda aldığı davetten duyduğu memnuniyeti dile getiren Kara da‚ Türkmenistan ve Türkiye Türkçesindeki ortak kelimelerin yüzde 80 olduğunu anlattı. Kara‚ bu yüksek orana rağmen iki ülke vatandaşlarının anlaşmakta zorluk çekmesini‚ alfabeler arasındaki farklılığa dayandırdı. Kara‚ bilim adamları olarak‚ bu noktada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e‚ 34 harfli ortak alfabe konusunda Türkiye’nin öncü rol üstlenmesi gerektiği yönünde öneride bulunduklarını aktardı. Prof. Dr. Barutçu ise Türkmenistan gibi dilleri Rusçadan etkilenmiş ülkeler ile mutlaka ortak alfabe konusunda anlaşmaya varılması gerektiğinin altını çizdi. Barutçu‚ ortak bir dil ile güçlü bir iletişimin sağlanabileceğine dikkat çekti.



Cumhurbaşkanı Gül’ün‚ iki günlük Türkmenistan ziyareti‚ Türkiye ile Orta Asya Türk cumhuriyetleri arasında yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülüyor. Cumhurbaşkanı düzeyinde 7 yıl sonra Türkmenistan’a ziyaret gerçekleştiren Abdullah Gül‚ iki günlük temasları sırasında‚ planlananın ötesinde Türkmenistan Cumhurbaşkanı Gurbangulu Berdimuhammedov ile toplam 6 saat baş başa görüşmüştü. Gül‚ Türkmen lideri de Türkiye’de ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağını belirterek kendisine resmî davette bulundu. Davet‚ 2007 yılı Şubat ayında ülkesinde cumhurbaşkanlığı görevine gelen Berdimuhammedov tarafından kabul edildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‚ Ortaasya Türk cumhuriyetlerine yönelik ikinci resmi ziyareti ise fazla zaman geçirmeden gerçekleştirecek.



Gül‚ 12-15 Aralık’ta Kazakistan’a resmî bir ziyarette bulunacak. Bakan‚ diplomat‚ bürokrat‚ işadamı ve gazetecilerin katılacağı 150’nin üzerinde ismin yer alacağı ziyaret çerçevesinde Abdullah Gül‚ başkent Astana ve Almatı’da temaslarda bulunacak. Gül‚ Orta Asya ülkelerinden önce‚ ekim ayı içinde Güney Kafkasya’da yer alan iki önemli ülke‚ Azerbaycan ve Gürcistan’a gitmişti. Türkiye‚ söz konusu iki ülkenin de yer aldığı bir ”ortak ekonomik alan”ın temelleri de bu ziyaretlerde attı.

BELİRTİSİZ NESNENİN SÖZ DİZİMİNDEKİ YERİ ÜZERİNE*Leylâ Karahan

Bu çalışmada cümle ögelerinden belirtisiz nesnenin Türkçe söz dizimi içindeki yeri
hakkında tarihî lehçeler ve Türkiye Türkçesi ile sınırlandırılmış bir değerlendirme yapılacaktır. -A
ekli – hatta -DAn ekli – bir kısım tamlayıcıların da bazı gramerlerde ve araştırmalarda nesne terimi
ile karşılandığını dikkate alarak öncelikle bu çalışmada nesne terimi ile kastedilen öge hakkında
bir açıklama yapmak gerektiğini düşünüyorum. Bu yazıda, nesne terimi ile akkuzatif ekinden
başka hâl eki taşımayan veya hâl eksiz de kullanılabilen cümle ögesi kastedilmiştir. Yazının başlığı
olan “belirtisiz nesne” terimi ise içinde anlamca belirlilik niteliği veren başka gramatikal ögeler
bulunsa da nesnenin akkuzatif eki taşımayan hâli için kullanılmıştır. Ancak yazıda belirtisiz nesne
ve belirtili nesne terimleri yerine -bu çalışmaya mahsus olmak üzere- daha çok akkuzatif ekli
nesne, akkuzatif eksiz nesne terimlerine yer verilmiştir. Bu tercihte, belirli, belirsiz, belirtili,
belirtisiz gibi terimlerin nesnenin aynı zamanda anlam boyutunu da çağrıştırdıkları için herhangi
bir karışıklığa sebep olabilecekleri endişesi etkili olmuştur.
Türkçe söz dizimindeki karakteristik özne-tümleç-yüklem sırasına rağmen cümle ögeleri,
bazı genel eğilimler yanında cümlenin anlamını çeşitli oranlarda etkileyebilecek bir hareketliliğe,
bir esnekliğe sahiptir. Yer değiştiren bir öge, bazen özel bir anlam vurgusuna, bazen bir belirliliğe
veya belirsizliğe işaret eder, bazen de cümlenin anlamını tamamen değiştirir. Cümle ögeleri içinde
yer değiştirmeye en fazla direnen ögelerden biri de belirtisiz nesne yani akkuzatif eksiz nesnedir.
Nesne, içinde yer aldığı cümlenin yardımcı değil zorunlu ögesi veya ögelerinden biridir; hâl
eksiz veya akkuzatif eki ile kullanılır. Bu iki farklı kullanılış, nesnenin söz dizimi içindeki yerini
ve anlamını etkilemiştir. Belirtisiz nesne – yani akkuzatif eksiz nesne – genellikle yüklemin
yanında yer alırken, akkuzatif ekli nesne yüklemle ilişkilerinde – akkuzatif ekli nesneye göre –
bağımsız bir öge olarak söz dizimi içinde daha rahat yer değiştirir. Akkuzatif eksiz nesne,
“belirsizlik” ve “genellik” niteliği ile zorunlu ögesi olduğu fiile bağımlıdır. Nesnenin anlamı
yüklemin anlamıyla birleşerek “dinleyenin şuurunda tamamiyle bütün bir tasavvuru çağrıştırır.”
(2004) V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri I, 20–26 Eylül 2004,
Ankara: TDK, 1615–1624.
(Grønbech 1995: 110). “Söz vermek, ders çıkarmak” örneklerinde olduğu gibi birleşik fiil
oluşturmaya diğer cümle ögelerinden daha elverişli olması, akkuzatif eksiz nesnenin bu
“belirsizlik”, “genellik” niteliğinden kaynaklanmaktadır. Aralarındaki ilişkinin mahiyetinden
dolayı böyle nesneler söz dizimi içinde yüklemin yanında yer alırlar. Ancak nesne, çeşitli
gramatikal yollarla “belirlilik” kazandığında fiille arasındaki bağ gevşemekte ve böylece
gerektiğinde yüklemin önünden uzaklaşabilmektedir.
Bu husus, nesneyi konu alan araştırmalarda ve gramerlerimizde vurgulanmıştır. Konuyla
ilgili özel tespitleri olan Grønbech, belirtisiz nesnenin bu özelliğini şöyle ifade ediyor: “Nesneden
başka bir diğer cümle unsuru doğrudan doğruya fiilin önüne gelirse ve dolayısıyla nesne daha
geriye atılmak durumunda kalırsa, sonuncu daima ekin düşmesi gerektiği durumlarda da yükleme
hâline dönüşür.” (Grønbech 1995: 139). Bu genellemelere rağmen tarihî metinlerimizde ve bugün
Türkiye Türkçesinde çok yaygın olmamakla birlikte bir anlamı öne çıkarma ve vurgulama
ihtiyacıyla veya başka bir sebeple nesne dışındaki bir öge yükleme yaklaştığında, akkuzatif eksiz
nesne akkuzatif eki almadan da başka gramatikal yollarla belirlilik kazanarak yüklemden
uzaklaşabilmektedir.
Akkuzatif eksiz bir nesne ile yüklem arasındaki bağımlı şekil ilişkisi da / de, dahi, bile gibi
bağlama, pekiştirme işlevli edatlarla ve soru eki/edatı -mI ile gevşer. Bu gevşeme, bağımlılığın da
derecesini göstermektedir. Akkuzatif eksiz nesne-yüklem ilişkisi, meselâ belirtisiz isim
tamlamalarındaki tamlayan-tamlanan ilişkisine göre daha toleranslıdır. Çünkü belirtisiz isim
tamlamalarında iki unsur arasına edat dahil hiçbir kelime giremez. Akkuzatif eksiz bir nesne ile
yüklem arasındaki şekil ilişkisini etkileyen edatlar, işlevsiz dil birimleri olmadıklarına göre bu iki
öge arasındaki anlam ilişkisini de etkileyeceklerdir. Meselâ Roman da okudum cümlesi, da edatı
ile bize Hikâye okudum, roman da okudum gibi bağlı bir yapıyı çağrıştırabilir. Bu cümlelerde
nesneler, belirtisiz nesnelerdir. Ancak bunlar tek olarak değil, bağlı yapı içinde
değerlendirildiğinde nesnelerin belirsizlik dereceleri arasında fark ortaya çıkmaktadır. Tek bir
cümle sınırları içinde bir cinsi, bir türü karşılayan roman ve hikâye, bağlı yapıda anlam
daralmasına uğrayarak kitap gibi anlam boyutu daha geniş bir cins, bir tür içinde kısmî bir
belirlilik kazanmaktadır.
Bugünkü Türkiye Türkçesinde olduğu gibi tarihî lehçelerde de bir önceki cümle ile bağlantı
sağlamak ve nesnenin anlamını pekiştirmek üzere akkuzatif eksiz nesne ile yüklem arasına
bağlama/pekiştirme edatları ve soru eki/edatı girebilmektedir. Aşağıda çok sık rastlanan bu
kullanımla ilgili birkaç örnek verilmiştir:
İncü dahı dizer (Marzubannâme 250)
İşâret hoz bilmez (Marzubannâme 242)
Ammâ eger sulh isteyüb tuhfeler dahı viribiyevüz (Marzubannâme 255)
Şol kadar ni’met ve ganîmet dahı vermeye ( Kelîle ve Dimne 28)
Ebu Müslim Kahtabe’ye yardımçun on biŋ er dahı göndürdi (Târih-i İbn-i Kesîr 246)
Bir köprüg dahı yasaŋ (Eckmann 1988: 64)
Yataçak yir mi bulduŋ, yurt mı bulduŋ noldı saŋa (Dede Korkut 192/12)
Nesnelere “belirlilik”, dolayısıyla “bağımsızlık” kazandıran ögelerden biri akkuzatif ekidir.
Bu ekin “belirlilik” kazandırma işlevi, tarihî ve bugünkü bazı lehçelerde sadece nesnede değil
ismin isimle ve ismin çekim edatlarıyla ilişkisinde de ortaya çıkmaktadır. Yani akkuzatif ekinin
işlevi sadece nesne ile sınırlı değildir. Ek, meselâ “Efrasiyabnı oglı, yıglamaknı sebebi”
örneklerinde ismin isimle, “anı teg, bizni üçün” örneklerinde ise ismin çekim edatlarıyla ilişkisinde
belirtme görevi yapmaktadır (Karahan 1996: 607). Böyle örnekler Türkiye Türkçesinde yoktur.
Akkuzatif eki bu işleviyle ilgi hâli ekine benzer. Nasıl isim tamlamalarında birinci unsur ilgi hâli
eki ile bağımsızlaştırılıyorsa nesne de akkuzatif eki ile yüklemden bağımsız hâle
getirilebilmektedir (Grønbech 1995: 123). Akkuzatif eki ile ilgili iki önemli tartışmayı da burada
zikretmek istiyorum. Bunlardan biri akkuzatif ekinin içinde bulunduğu kategoridir. Ekin hâl
kategorisi içinde değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu bugün tartışılmaktadır (Uzun 2000:
232). “Belirli kavram kategorilerinin taşıyıcısı olmadığı”nı savunan Grønbech’e göre bu ek, isim
ile fiil arasında sağlam bir bağlantı meydana gelmesini önleyen bir kelime ayırıcısıdır. O, örnek
olarak Böthlingk’ten Yakutça Ū istim ‘Su içtim’ ve Ūnu istim ‘Suyu içtim’ cümlelerini nakleder ve
cümlelerin ilkinde yapılan, ikincisinde de içilen şeyin ne olduğu anlatıldığı için iki cümle arasında
fark bulunduğunu kaydeder. Akkuzatif ekinin diğer bazı hâl eklerinden farklı olarak fiil-tamlayıcı
ilişkisini kuran, yönlendiren bir ek değil, nesneye tam veya kısmî belirlilik anlamı kazandıran bir
ek olduğu dil biliminde seslendirilen bir görüştür (Karahan 1996: 610). Diğer bir tartışma da ekin
belirtme işlevi etrafında cereyan etmektedir. Akkuzatif eki, yapısında bir belirsizlik sıfatı bulunan
bir sıfat tamlamasını bir belirsizlik sıfatına rağmen – belirli yapabilir mi? Johanson’a göre
akkuzatif ekinin belirlilik işlevi bir kitabı gibi belirsizlik sıfatı biri taşıyan bir örnekte ortadan
kalkmakta ve ek belirlilikten çok özgüllük (specificity) ifade etmektedir. Meselâ Kitabı okudum
cümlesinde hangi kitabı okuduğumuz bellidir; Bir kitabı okudum cümlesinde ise hangi kitabı
okuduğumuz belli değildir. Bu yapı bazı dil bilimi kaynaklarında mantıksal olmayan bir birleşim
olarak değerlendirilir (Johanson 1977:1186-1203 Çeviri: Çelik – Özsoy ).
Akkuzatif eki ile belirlilik niteliği kazanan ve bağımsızlaşan nesne söz dizimi içinde
serbestçe dolaşabilmektedir. Ancak bu dolaşma amaçlanan anlam vurgusu çerçevesinde gelişir. Yer
değiştirmeler keyfî ve gelişigüzel değildir.
Nesnelere belirlilik anlamı veren gramatikal ögelerden biri de iyelik ekidir. İyelik eki,
eklendiği ismi söylenen veya söylenmeyen bir başka kavramla ilişkilendirerek, o kavramı
genellikten kurtarır, belirli yapar. Böyle olduğu için birinci unsuru iyelik ekli isim olan meselâ
Uygur Türkçesinden oglum savı, ögüküm köŋli (Grønbech 1995: 95), Eski Anadolu Türkçesinden
göŋlüm odı, gözlerüm nurı, bahtum güneşi, kirpügüŋ okı (Timurtaş 1981: 67, 68), Çağatay
Türkçesinden atası atı, anası kabri (Eckmann 1988: 58) gibi isim tamlamalarında birinci unsur ilgi
hâli ekine ihtiyaç duymaz. Söz diziminde de akkuzatif eki taşımayan nesneler, iyelik ekleri ile
belirlilik, dolayısıyla bağımsızlık kazanmakta ve gramatikal bir engel olmadan – tabiî gerektiğinde
– kolayca yüklemin yanından uzaklaşabilmektedir. Tarihî lehçelerden bu duruma pek çok tanık
getirmek mümkündür:
Günlerüm dün eyledi ( Timurtaş 1981:71)
Düş gördüm ve nice gördügüm girü unıtdum (Marzubannâme 263)
Oşbu benüm haberüm ol balıklara degür (Marzubannâme 273)
Ben kız kardaşum Hâbile virmezem (Kısas-ı Enbiyâ 101)
Ya Kâbil kardaşuŋ niçün öldürdüŋ? (Kısas-ı Enbiyâ 101)
Bu örneklerdeki nesneler, akkuzatif eki almamalarına rağmen bir türü, bir cinsi değil, bana,
sana, ona, yani bir şahsa ait bilinen bir varlığı karşılarlar ve söz dizimi içinde belirli nesneler
olarak serbestçe dolaşabilirler. Böyle örnekler Türkiye Türkçesinde görülmez. Türkiye
Türkçesinde iyelik ekli bir nesne mutlaka akkuzatif eki istemekte ve ancak akkuzatif eki ile söz
dizimi içinde hareket kabiliyetine sahip olmaktadır.
Nesneleri bağımsızlaştırarak gerektiğinde yüklemden uzaklaştırabilen bir başka yapı da
kelime gruplarıdır. Nesneleri belirtmek, pekiştirmek ve nitelemek amacıyla kurulan kelime
gruplarında, belirtilen, pekiştirilen, nitelenen isim genel olma, tür olma niteliğini kaybeder ve
böylece kısmî de olsa bir belirlilik kazanır. Bunun için en uygun yapı, sıfat tamlamalarıdır. Sıfat
tamlamaları, bir ismin niteleyen veya belirten tarafından daraltılmış anlamını taşır (Banguoğlu
1990: 500). Dil bilimi kaynaklarında gerek belirtme gerekse niteleme sıfatları küme daraltıcı
olarak nitelendirilmektedir (Akerson 2000: 96, 100, 106). Yani isimler, niteleme ve belirtme
sıfatları ile genelden, türden uzaklaşır, belirlilik kazanırlar. Bu özellik, tarihî lehçelerde, sıfat
tamlaması kuruluşundaki akkuzatif eksiz nesnelerin söz dizimi içindeki yerini etkilemiştir. Bu
yapıdaki nesneler, başka bir ögenin bir anlam vurgusu ile yüklemin yanında yer alması durumunda
akkuzatif eki almadan yüklemden uzaklaşabilmektedir. Aşağıda verilen örnekler, çeşitli tarihî
dönemleri temsil eden eserlerden alınmıştır. Örneklerde de görüleceği gibi nesne olan sıfat
tamlamalarının bir kısmı belirtme, bir kısmı da niteleme sıfatlarıyla kurulmuştur:
Bunça budun kop itdim (Kül Tigin Abidesi, Güney Cephesi 2, 3)
Bunuŋ gibi mâlihülyâlar şol kadar söyledi (Gülistan Tercümesi 178)
Saŋa munça türlü ni’met ve ziynet anıŋ üçün birdi (Gülistan Tercümesi 2)
Dürlü ilm hikmet anlara talim itdürür (Marzubannâme 225)
Çok mâl dost düşmen yolında harc itmişem (Marzubannâme 220)
Yana bir sir söz kulagıŋa aydı (Nehcü’l-Ferâdis 157/6)
Bir altun bir yoldaşlarına virüb ta’âm almaga viribidiler (Marzubannâme 222)
Bir kov anlar dahı getürdiler (Dede Korkut 11/10)
Amma ben bu ılan gerek baguban eliyile öldürem (Marzubannâme 227)
Bizi hayır duâdan ferâmuş itmesin diyü bir gayrı kürk hakîre ihsân eyledi (Evliyâ Çelebi
101)
Biş biŋ dahı aŋa virdi (Târih-i İbn-i Kesîr 139)
Men on miŋ yarmak bir kimerse katında emânat koydum (Nehcü’l-Ferâdis 195/3)
Tegme yılda altmış câme böz, bir kat ton za’îfenga bereyin (Kısasü’l-Enbiyâ 144r)
Beş batman etmek, beş batman et, beş batman un, beş kümüş yarmak bir câme böz ol
balık birle Süleymâŋa berdiler (Kısasü’l-Enbiyâ 144r)
Ogul kız erdin bolur tesen Meryemge isi teg ogul atasız ruzi kıldı ( Kısasü’l-Enbiyâ 67r)
Hızır gibi âb-ı hayat benden içti (Marzubannâme 239)
Belki yalıncak padişahlık nice isteyelüm (Marzubannâme 236)
Acı tırnak ağ boynına takalum (Dede Korkut 29/13)
Dede Korkut’ta geçen bazı örneklerde nesne uzaklaşması, vurgudan ziyade cümleler
arasındaki öge paralelizminden (sentaktik paralelizm) kaynaklanmaktadır (Konuyla ilgili olarak
bkz. Üstünova 2002: 50-59).
Kara otağa kondurdılar, kara kiçe altına döşediler, kara koyun yahnısından öŋine
getürdiler (Dede Korkut 11/10)
Kara otağa konduruŋ, kara kiçe altına döşen, kara koyun yahnısından öŋine getürüŋ (Dede
Korkut 13/2)
Bu cümlelerde altına kelimesi otağa ve öŋine kelimelerine paralel olarak yüklemin yanında
yer aldığı için nesne olan kara kiçe sıfat tamlaması yüklemden uzaklaşmıştır. Tekin, gramerinde
uzaklaşmayı, nesnenin yapısına değinmeyerek “Bazı durumlarda, özellikle öznenin vurgulanması
istendiğinde cümle devrik olabilir, yani özne tümleçten sonraya alınabilir.” (Tekin 2003: 211)
şeklinde açıklamakta ve nesnenin yapısına değinmemektedir. Ergin’e göre ise bu konuyu “Nesne
uzaklaşması yerine yer tamlayıcısı yaklaşması şeklinde görmek de mümkündür.” (Ergin 1963:
479). El-Kavâninü’l-Külliye’de belirtisiz nesnenin yeri ile ilgili olarak verilen “Birdüm bege bir
at” örneğinde yüklemden uzaklaşan nesne sıfat tamlaması kuruluşundadır. Ancak eserde bu
yapının değil belirtisiz nesnenin yüklemin hemen yanında bulunduğu “Bir at birdüm bege”
yapısının en fasih ve en yaygın yapı olduğu belirtilir (El-Kavânin 44). Gerçekten de akkuzatif
eksiz nesnenin yüklemden uzaklaşması olayı hiçbir dönemde yaygın değildir. Uzaklaşan nesneler
ise genellikle sıfat tamlaması kuruluşundadır. Çok seyrek olmak üzere isim tamlaması ve tekrar
grubu kuruluşundaki bazı akkuzatif eksiz nesneler de yüklemden uzaklaşabilmektedir.
Yazıtlarda geçen Kagan at bunta biz birtimiz (Kül Tigin Abidesi, Doğu Cephesi 20)
cümlesinde nesne, bir isim tamlamasıdır ve yüklemle arasına başka ögeler girmiştir. Üze Türk
teŋrisi, Türk ıduk yiri subı ança itmiş (Kül Tigin Abidesi, Doğu Cephesi 10, 11) cümlesinin
nesnesi de akkuzatif eksiz bir isim tamlamasıdır.
Yine yazıtlarda geçen şu cümlelerde, yüklemden uzaklaşan nesneler tekrar grubu
kuruluşundadır:
Yelme kargu edgüti urgıl (Tonyukuk Abidesi, Birinci Taş, Kuzey Cephesi 2)
Altun kümüş işgiti kutay buŋsuz ança birür (Kül Tigin Abidesi , Güney Cephesi 5)
Taranan eserlerde aykırı tek tük bazı örneklere de rastlanmıştır. Yazıtlardaki Sab ança ıdmış
(Tonyukuk Abidesi, Birinci Taş, Güney Cephesi 2) ve tartışmalı bir cümle olan Öd teŋri yaşar (Kül
Tigin Abidesi, Kuzey Cephesi 10) cümlesinde uzaklaşan nesneler, kelime grubu değildir. Ergin’in
Dede Korkut Kitabı’nda verdiği(1958–1963) verdiği 12 örneğin 9’u sıfat tamlaması
kuruluşundadır. Yüz yire kodı (204-11), yüz göge tutdılar (68-8), at meydana sürdi (286-3)
örneklerinde ise uzaklaşan nesneler tamlama değildir. Taranan diğer eserlerde de Saman çok
virürler (Marzubannâme 245), Atka eger o yasadı (Eckmann 1988: 64), Benüm katımda mâl nice
emânat kor? (Târih-i İbn-i Kesîr, 178), Dahhâk’ın memleketine hatar nice irişdi. (Gülistan
Tercümesi, 136) cümlelerinde olduğu gibi aykırı birkaç örneğe rastlanmıştır.
Tarihî lehçelerde akkuzatif eksiz bir nesneyi yüklemden uzaklaştıracak kadar vurguya
ihtiyacı olan ögelerin daha çok anıŋ üçün, anlara, anlar, anda, benden, niçe, ança, bunta, biz gibi
zamir kökenli olduğu görülmektedir. Zamirlerle ilgili araştırmalarda bu eğilimin sebepleri üzerinde
durulmalıdır.
Akkuzatif eksiz bir nesneyi yüklemden uzaklaştıran bir başka yapı da bağlı cümlelerdir.
Meselâ Türkiye Türkçesinde İki kitap sana vereyim, üç kitap da arkadaşına vereyim gibi bağlı bir
yapıda akkuzatif eksiz nesnelerle yüklem arasına başka ögeler girmiş ve nesne yüklemden
uzaklaşmıştır. Tek bir cümlenin sınırları içinde gramatikal bir bozukluğa sebep olan bu durum,
bağlı bir yapının sınırları içinde kurallı bir kullanımdır. Verilen bu örnekte de olduğu gibi,
akkuzatif eksiz nesnelerin yüklemden uzaklaşabilmeleri için sıfat tamlaması kuruluşunda olmaları,
yapılarında mutlaka sayı veya belirsizlik sıfatı bulunması ve anlamca paralellik arz eden,
karşılaştırma, beraberlik bildiren bağlı cümleler içinde yer almaları gerekmektedir. Bu hususu
Gencan “de ile bağlanmış eşit kısımlardaki belirtisiz nesnelerle yüklemler arasına başka tümleçler
de girebilmektedir.” şeklinde açıklar ve Bir gömlek kendime, bir gömlek de Orhan’a aldım; Bir
top Orhan’dan, bir top da Yalçın’dan aldım örneklerini verir (Gencan 1971: 97). Aynı yapı, Uzun
tarafından da değerlendirilmiş ve “Yandaşlık Türkçede mutlak değildir, sıralı yapılarda ve bazı
bağlaçlarda belirtisiz ad öbeği – eylem yandaşlığı gerekmeyebilir.” açıklaması ile Ali bir kitap dün
aldı, bir kitap bugün (Uzun 2000: 204) örneği verilmiştir. Bu yapı, Türkçenin tarihî dönemleri için
de mümkün olabilecek bir yapıdır. Ancak sınırlı taramalarımız sırasında bu yapıyı
örneklendiremedik.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
1. Akkuzatif eksiz bir nesne bugün Türkiye Türkçesinde ve tarihî lehçelerde bazı özel
yapılar içinde yüklemden uzaklaşabilmektedir.
2. Nesneye belirlilik anlamı veren sadece akkuzatif eki değildir. Nesne başka yapılarla da
belirlilik kazanmaktadır.
3. Bir cümlede imkânsız olan öge dizilişi, birbirine bağlı cümlelerde mümkün
olabilmektedir. O hâlde öge diziliş kuralları, bağlı cümleleri de içine alacak şekilde belirlenmelidir.
4. Bu çalışmada üzerinde durduğumuz akkuzatif eksiz nesnenin söz dizimindeki yeri
konusu, hem tarihî lehçelerde, hem de bugünkü lehçelerde daha geniş bir inceleme konusu olmalı,
bu kullanımın hangi dönemlerde ve hangi lehçelerde daha yaygın olduğu araştırılmalıdır.
Örneklerin Alındığı Eserler
Dede Korkut bk. Ergin (1958–1963), El-Kavânin bk. Toparlı – Çögenli – Yanık (1999),
Evliyâ Çelebi bk. Gökyay (1996), Gülistan Tercümesi bk. Özkan (1993), Karamanlıoğlu (1989),
Kelîle ve Dimne bk. Zajączkowski (1934), Kısas-ı Enbiyâ bk. Cemiloğlu (1994), Kısasü’l-Enbiyâ
bk. Ata (1997), Kül Tigin Abidesi bk. Ergin (1970), Marzubannâme bk. Korkmaz (1973),
Nehcü’l-Ferâdis bk. Eckmann (1995), Târih-i İbn-i Kesîr bk. Ergüzel (1999), Tonyukuk Abidesi
bk. Ergin (1970)
Kaynaklar
Akerson, F. E. (2000), Dile Genel Bir Bakış, İstanbul: Multilingual.
Ata, A. (1997) Kısasü’l-Enbiyâ, Ankara: TDK Yayınları
Banguoğlu, T. (1990) Türkçenin Grameri, Ankara: TDK Yayınları
Cemiloğlu, İ. (1994) Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Sentaks İncelemesi, Ankara: TDK
Yayınları
Çelik, M. – Özsoy, A. S. (Baskıda) Türkçe Tümcelerde Belirlilik ve İletişimsel Sözce Bakış
Açısı
(L. Johanson’un “Bestimmtheit und Mitteilungsperspektive im türkischen Satz. Zeitschrift
der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, Suppl. III: 2. 1186-1203. başlıklı
makalesinin çevirisidir.)
Eckmann, J. (1995) Nehcü’l-Ferâdis, Ankara: TDK Yayınları
Eckmann, J. (1988) Çağatayca El Kitabı, çev. G. Karaağaç, İstanbul: İÜ, Edebiyat Fakültesi
Yayınları
Ergin, M. (1958–1963) Dede Korkut Kitabı 1–2, Ankara: TDK Yayınları
Ergin, M. (1970) Orhun Abideleri, 1000 Temel Eser, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi
Ergüzel, M. M. (1999) Târih-i İbn-i Kesir Tercümesi, Ankara: TDK Yayınları
Gencan, T. N. (1975) Dilbilgisi, Ankara: TDK Yayınları
Gökyay, O. Ş. (1996) Evliya Çelebi Seyahatnamesi 1, Ankara: Yapı Kredi Yayınları
Grønbech, K. (1995) Türkçenin Yapısı, çev. M. Akalın, Ankara: TDK Yayınları
Johanson, L. (1977) Bestimmtheit und Mitteilungsperspektive im türkischen Satz,
Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft Suppl.III: 2, 1186–1203.
Karahan, L. (1996) Yükleme ve İlgi Hâli Ekleri Üzerine Bazı Düşünceler, Üçüncü Uluslar
Arası Türk Dili Kurultayı, TDK Yayınları, 605–611.
Karamanlıoğlu, A. F. (1989) Gülistan Tercümesi, Ankara: TDK Yayınları
Korkmaz, Z. (1973) Marzubanname Tercümesi, Ankara: TDK Yayınları
Özkan, M. (1993) Gülistan Tercümesi, Ankara: TDK Yayınları
Tekin, T. (2003) Orhon Türkçesi Grameri, İstanbul: TDA.
Timurtaş, F. K. (1981) Eski Türkiye Türkçesi, İstanbul: İÜ Edebiyat Fakültesi Yayınları
Toparlı, R. – Çögenli, S. – Yanık, N. H. (1999) El-Kavaninü’l-Külliye Li-Zapti’l-Lügati’t-
Türkiyye, TDK Yayınları, Ankara.
Uzun, N. E. (2000) Ana Çizgileriyle Evrensel Dilbilgisi ve Türkçe, İstanbul: Multilingual.
Üstünova, K. (2002) Dil Yazıları, Ankara: Akçağ Yayınevi
Zajączkowski, A. (1934) Studja nad językiem staroosmańskim. Wybrane ustępy z
anatolijskotureckiego przekładu Kalili i Dimny, Krakowie