Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Rare Images Of The Wehrmacht (German Army) From WW2: Part 4

Toilet at the front

German soldiers having some fun.

15cm Nebelwerfer 41 MRL. The German soldier won't be using it anymore..



1940, France. In the center - Heinz Gunderian, bottom left - "Enigma"

 THE ENIGMA MACHINE

The Enigma machine was an advanced electro-mechanical cipher machine developed in Germany after World War 1. The Enigma machine was used by all branches of the German military as their main device for secure wireless communications until the end of World War 2. Several types of the Enigma machine were developed before and during World War 2, each more complex and harder to code break than its predecessors. The most complex Enigma type was used by the German Navy. In addition to the complexity of the Enigma machine itself, its operating procedures became increasingly complex, as the German military wanted to make Enigma communications harder to code break.

Various intelligence evidence during World War 2 led the German military to make several investigations about the possibility that The Allies can read Enigma messages. The German intelligence and communications experts concluded that Enigma was still secure from allied code breakers. They were wrong.
Source: 2worldwar2


 Enthusiastic German troops in November 1941

Spring 1942. The Eastern Front.

Germans and their allies in Russia. Colonel-General Ewald von Kleist met with the commanders of allied forces. In the center - the chief of the engineering IRGC Colonel Mario Tirelli. On his right an officer of the Hungarian army. District Dnepropetrovsk, August 1941.

The German tries to pull the Mercedes car out of the sand. Artillery Regiment of the 3rd SS Division Totenkopf. Lithuania, June 1941.

Gas for the German tanks. Army Group South.  A tank could take up to 10 cans, which significantly increased its cruising range. July 1941.


50 mm shells for the Panzers. Army Group South. 14 th Panzer Division. July 1941


A General of the Luftwaffe inspects on the construction of anti-aircraft positions. January 1945. He seems to be in a jovial mood.


Ready for the attack


Autumn of 1944. The gloom had set in.


Panzer Division "Hermann Goering" in Italy.




WHAT WAS THE PANZER DIVISION HERMANN GOERING?


The Fallschirm-Panzer-Division 1. Hermann Göring (1st Paratroop Panzer Division Hermann Goering - abbreviated Fallschirm-Panzer-Div 1 HG) was an élite German Luftwaffe armoured division. The HG saw action in North Africa, Sicily, Italy and on the Eastern front. The division was the creation of Reichsmarschall Hermann Göring and increased in size throughout the war from an Abteilung (battalion) to a Panzer corps.

 April 1943. The Das Reich Awards are given to soldiers of SS Panzer Division after the Battle Of Kharkov



 An observer position is camouflaged



An officer of the Wehrmacht has target practice

A wedding in the Wehrmacht at the front

150-mm MLRs Nebelwerfer 42 on the basis of Opel 'Blitz' 'Maultier' (Mule)



German soldiers fooling around

German acoustic radar. Called-Ringtrichterrichtungshoerer it had a range of from 5 to 12km, up to two degrees.


German soldiers on alert as there is firing from the burning house in Russia. One of them tosses a grenade to finish the matter.

RELATED

CLICK HERE TO SEE MANY MORE IMAGES OF "WEHRMACHT" 



-- German soldiers: Part 1
-- German soldiers: Part 2
-- Rare Images Of The Wehrmacht: Part 3
-- Wehrmacht: Part 5 
-- Wehramcht (German Soldiers): Part 6 
-- Wehrmacht: Part 7

-- Wehrmacht: Part 8 

KORTİZOL HORMONU NEDİR KORTİZOL HORMONUNUN FONKSİYONLERI


kortizol nedir

Kortizol, böbreküstü korteksin zona fasikulata tabakasındaki hücrelerden salgılanan bir hormondur. Kortizol hormonu vücuda gelen herhangi bir zararlı etken karşısında (sahip olduğu çok yönlü etkilerle) vücudun kendi kendini savunma mekanizmalarını harekete geçirir. Fakat vücutta yüksek miktarda kortizol bulunduğunda, bu etki tamamen tersine döner ve organizma kendi savunma önlemlerini geri çeker. Yüksek dozdaki kortizolun savunmayı yok edici bu özelliğinden, bazı hastalıkların tedavisinden yararlanılmaktadır. Kortizol hormonu zararlı bir uyan karşısında karbonhidrat, yağ ve proteinmetabolizmalarına, sinir sistemine, lenfoid dokulara ve böbreklere etki ederek insan organizmasında bir savunma alarmına yol açar.
Kortizol kanın glikoz yoğunluğunu yükseltir. Kortizol etkisi altındaki vücutta beyin ve lenfoid dokular(dalak, kemik iliği, lenf düğümleri) dışındaki organların glikoz kullanımı engellenir-ker karaciğerde glikoz yapımı hızlanır. Kortizol, yağ depolarını oluşturan yağ hücrelerinden yağların kana verilmesini sağlar. Bu yağlar daha sonra karaciğere taşınıp glikoz yapımında kullanılırlar. Yağ hücreleri kortizol etkisiyle glikozu enerji hammaddesi olarak kullanmadıklarından, yapılarındaki yağı parçalayıp enerji hammaddesi olarak kullanma yoluna giderler. Görüldüğü gibi kortizol etkisiyle yağ depolarındaki yağlar eritilip bir bölümü yağ hücresi içinde kullanılır. Önemli bir bölümü de glikoz yapımı için karaciğere gönderilir. Kortizolun yağları eritici özelliğine “Lipolitik özellik” denir. Karaciğerde yağlardan üretilen glikoz kan dolaşımına verilir. Kortizol hormonu vücuttaki proteinlerin de glikoza dönüştürülmesine neden olur. Kas hücrelerinde, deride, bağ dokusunda, kemiklerde bulunanproteinler birtakım biyokimyasal reaksiyonlarla amino asitlere parçalanırlar. Bilindiği gibi proteinler * çok sayıdaki amino asitin birbirlerine bağlanmasıyla kurulmuş yapılardır. Proteinlerin amino asitlere parçalanması olayına “katabolizma” denir. Görüldüğü gibi kortizol, katabolizma olaylarını da uyarmaktadır. Proteinlerin katabolizmaya uğramaları sonucu ortaya çıkan amino asitler, kana verilip, karaciğere taşınırlar. Karaciğere gelen amino asitlerin bir bölümünden glikoz üretilirken, diğer bir bölümünden de vücut savunması için son derece gerekli olan “Globulin” ve “Albumin” denilen proteinler üretilir. Bunlar da kan dolaşımına verilir. Katabolizma olayları karaciğer, lenfoid dokular, beyin gibi önemli dokularda değil, vücuda o an için daha az gerekli olan dokularda gerçekleştirilir. Katabolizmanın gerçekleştiği dokulardaki hücreler de, kendilerine enerji hammaddesi olarak kan glikozunu kullanmazlar. Bunun yerine yaktıkları, yani katabolizmaya uğrattıkları proteinleri enerji hammaddesi olarak kullanırlar. Katabolizma sonucu kana verilen amino asitlerin bir bölümü, vücudun lenfoid dokularına taşınırlar ve burada vücudun mikroplara karşı savunmasında çeşitli görevler üstlenecek olan globulin yapısındaki özel proteinlerin yapımında kullanılırlar. Bu olayı savaş sırasında o an için gereksiz olan demir bahçe kapılarının eritilip, tank yapımında kullanılmasına benzetebiliriz. Vücut bir mikrop hücumuna uğradığında kortizol hormonu etkisiyle o an için fazla gerekli olmayan proteinleri katabolizma olayı aracılığıyla söküp, vücut savunmasında kullanılan silahlara yani “İmmün globulin’lere çevirmektedir. Kortizol etkisiyle lenfoid dokulardan kana verilen immün globulinler, yani “Antikorlar” çoğalmaktadır. Fakat kortizol uyarısı çok uzun sürecek olursa ya da yüksek dozda kortizol salgılandığında bu olay tersine döner veantikor yapımı azalır/durur. Böylece vücut kendi savunma sistemini ortadan kaldırmış olur. Kortizol etkisi bir sür e sonra lenfoid dokularda hücre yapımını da baskı altına alıp, lenfositlerin sayıca azalmasına neden olur. Bu olaya “Lenfositopeni” denir. Kortizol alyuvar (eritrosit) yapımını hızlandırıp kandaki eritrositlerin sayısını çoğaltır. Alyuvar sayısının artmasına “Polisitemi” denir.
Kanın glikoz düzeyinin artması pankreas bezinden fazla miktarda “însulin” hormonu salgılanmasına neden olur. İnsulin, glikozun yağ hücrelerine girişini kolaylaştırır. Yağ hücrelerine giren glikoz yağ yapımında kullanılır. Örneğin, kortizol salgılanmasının arttığı bazı durumlarda yağların erimesi değil, tam tersi bir yağlanma görülebilir.
Kortizol böbreklerde daha fazla idrar üretilmesine neden olurken, diğer yandan da sodyumiyonlarının böbreklerden geri emilip kan dolaşımına verilmesine neden olur. Bu noktanın unutulmaması gerekir. Çünkü kortizollu ilaçlar kullanmak zorunda kalan hastalar, besin yoluyla tuz alımını azaltmadıklarında kanda fazla miktarda sodyum, diğer bir anlatımla tuz birikir. Kandaki sodyum miktarının artması da tansiyonun yükselmesine neden olur. Kortizol kemiklerde protein yıkımına ve buradaki kalsiyumun da kana verilmesine yol açar. Kalsiyum da böbrekler yolu ile idrar içinde atılır.
Kortizol sinir sisteminin uyarılabilmeyeteneğinide çoğaltır. Diğer yandan “Noradrenalin” denilen ve böbreküstü bezinin medulla bölgesinden ve
bazı sinir hücrelerinden salgılanan bir sinir hormonun damarları büzücü etkisi, kortizol tarafından güçlendirilir.
Bu bölümde son olarak “Glikoneojenez” kavramını açıklayacağız. Glikozun yağ, protein, amino asit gibi karbonhidrat olmayan maddelerden üretilmesi olayına “Glikoneojenez” denir. Kortizol etkisiyle yağların ve proteinlerin sökülerek karaciğere taşındıklarını anlatmıştık. Bu maddeler anımsanacağı gibi karaciğerde glikoza çevriliyorlardı. Diğer bir anlatımla kortizol, aynı zamanda glikoneojenezi uyarıcı bir etkiye de sahiptir.

CHOLİNE (KOLİN) VİTAMİNİNİN FAYDALARI


Kolin: Hafıza vitamini
Dilara Koçak

Bu madde, 1998’de tıp ve beslenme dünyası tarafından kabul edildi. Bugün, kolinin önemini ve kaynaklarını anlatıyorum
Yağların vücutta işlenmesini, yakılmasını böylelikle de karaciğerin yağlanmasını engelleyen kolin, yiyeceklerde bol miktarda olmasına karşın suya karşı dirençsizdir. Besinlerin pişirilmesi, işlenmesi ve saklanması sırasında çabuk bozulur. Bağırsaklarda kolaylıkla emilir ve kan-beyin bariyerini geçebilen tek vitamindir. Bu özelliğiyle beyindeki kimyasal olaylarda rol alır. Kendisine hafıza vitamini de denilmektedir. Sinirlerdeki iletilerde önemli görevi olan asetilkolin maddesi için gerekli bir moleküldür. Kolinin vücutta kompleks bir rolü vardır. Diyet üzerinde etkili olma potansiyeli büyüktür. Hamilelik ve emzirme süresinde koline ihtiyaç vardır.

Karaciğer bozukluğu raporlarına dayanarak 19 yaş ve üzerindeki bireylerin özellikle hamile ile emziren kadınların günde 550 mg. kolin alması gerekiyor. Kolin, besinlerden alınabilir ancak yetersiz kolin alımı, alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması hastalığına yol açabilir. O nedenle, maksimum sağlık için diyette yeterli kolin alımı çok önemlidir. Kolin yetersizliğinin karaciğer ve kas bozukluğuna yol açtığı bilinmektedir.
Hamilelik ve Emzirme
Kolin ihtiyacı, özellikle hamilelik ve emzirme sürecinde daha fazladır. Araştırmalar, kolinin beyin gelişimi üzerindeki etkilerini kanıtlamıştır. Bu yüzden anne karnında ve iki yaşına kadar kolin açısından yeterli beslenmek önemlidir.Anne sütü kolin bakımından çok zengin olsa da, miktar, emzirme sıklığına ve annenin ihtiyaçlarına göre değişebilir. Yetersiz kolin alımı, doku depolarının bitmesine yol açar.
Yaşlanmayla gelişen hafıza kayıplarında kolinden zengin beslenmeyle hastalığın seyrinde gerileme kaydedilmiştir. Kolin geniş bir yiyecek yelpazesinde bulunur ama karaciğer, yumurta ve rüşeym (buğday tohumu) en zengin kolin kaynaklarıdır. Yumurta daha çok konsantre bir kolin kaynağı olmakla beraber, süt daha zengin bir kaynaktır.
Kadınlar mı iştahlı yoksa erkekler mi?

- İştah, kişinin yemek yeme arzusu olarak tanımlanabilir. Metabolik ihtiyaçların sağlanması için yeterli enerjiyi düzenleme işini görür. Yemek yeme arzusunun ciddi olarak azalması durumuysa anoreksiyadır. İştahın düzensiz olması yeme bozukluklarına sebep olabilir.
- Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde Ocak 2009’da yapılan bir çalışmaya göre, erkekler kadınlara göre iştahlarını kontrol etmede daha iyi.
- Bu çalışmada araştırmacılar, kadın ve erkek gönüllülerin beyin aktivitelerini tomografiyle (PET) izlediler. Bu kişiler araştırmaya alınırken normal kilodaydı ve yaklaşık 20 saat boyunca yemek yemediler. Ardından katılımcılara en sevdikleri besinler sunuldu ve bunları koklamaları, tatmaları ancak yememeleri söylendi.
- Bir başka gündeyse açlık ve yeme düşüncelerini bastırmak için, bilişsel engel olma tekniği kullanıldı. Bu teknik aynı yemeklere maruz kalmadan önce insanların bunlara karşı iştahlarının azalmasını öğretmek için kullanıldı. Diğer bir günde kontrol etmek amacıyla gözden geçirilme seansı yapıldı. Kadınlar ve erkekler açlıklarının azaldığını iddia ettiler.
- Bu çalışmanın ardından gelen yorumlarsa cinsiyet farklılığının şüpheli olduğu yönündeydi. Bazı araştırmacılar bu sonuçların kadınların ve erkeklerin alması gereken besinlerin farklılıklarından ileri geldiğini savunuyor.
- Bence iştahı kontrol etmek davranış ve düşünce biçimindeki değişiklikle ilgili. Bu yüzden her iki cinsiyetinde iştahla baş etmek için kişisel gelişim ve otokontrolle çalışması daha faydalı olacaktır.
Diyetetik öneriler
Günümüzde kolesterol alımının genel olarak günlük 300 mg. ve kalp hastaları için de 250 mg. altında önerilmesi yumurtayla et tüketiminin kısıtlanması, zengin kolin kaynaklarını da doğal olarak azaltıyor.
Ayrıca, beslenme uzmanları dahil sağlık çalışanlarıyla yapılan bir anket, profesyonellerin sadece yüzde 10’unun bu yiyecekleri hastalarına önerdiğini ortaya çıkardı.

LENS NASIL KULLANILMALI

Lens kullanırken dikkat!

Peki kontakt lens kullanırken nelere dikkat etmek gerekir veya herkes lens kullanabilir mi? İşte bu soruların cevabını Doç. Dr. Ateş Yanyalı’dan öğrendik.

Günümüzde görme kusurlarının düzeltilmesi kadar,kozmetik amaçlı da kullanılan kontakt lensler birçok kişinin günlük hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuş durumda. Özellikle son 20 yıldır gelişen teknolojiler sayesinde, eskiden kullanım alanı kısıtlı olan kontakt lensler herkesin ihtiyacına cevap verecek şekilde üretilmeye başlandı. Artık, gözlük kullanmak istemeyen ve göz yapısı uygun olan herkes kontakt lens kullanabilir.

Kontakt lens kullanımında yaşanan sorunların temelinde kontrolsüz lens kullanımı gelmektedir. Göz doktoru muayenesi yapılmadan, lens uygunluğu denenmeden kullanılan lensler kişilerin birçok sorunla karşı karşıya kalmasına neden olabilmekte. Sadece ilk kullanımda değil lens kullanıcılarının düzenli olarak senelik muayeneleri yaptırmaları da çok önemli. Her ne kadar ileri teknoloji ile üretilse de kontakt lensler vücut için bir yabancı cisim olduğundan bunun meydana getirebileceği problemler olabilmektedir. Bu kurallar zincirinde oluşan aksamalar göz enfeksiyonlarından alerjilere, kornea zedelenmelerine kadar birçok problemi meydana getirebilmektedir.

Kozmetik Lensler
Özellikle bayanların tercihi olan numarasız kozmetik lensler genelde kontrolsüz olarak uygulanmakta ve kullanılmaktadır. Oldukça sık karşılaşılan sorunlardan biri renkli lenslerin arkadaşlar arasında değiş tokuş yapılarak, başkasına ait lenslerin takılması ve buna bağlı olarak bazı göz enfeksiyonlarının ortaya çıkmasıdır.
Kontakt lens kullanan kişilerin makyaj konusunda bazı kurallara dikkat etmeleri gerekmekte. Önce lensler takılmalı ve sonra makyaj yapılmalıdır. Kullanılan göz ürünlerinin krem tarzı olması lense gelebilecek yabancı maddeleri azaltır. Göz kalemi kullanılırken iç kısma uygulanmaması tercih edilmelidir. Rimel kullanılırken lense değmemesine dikkat edilmelidir. Makyaj temizlenmeden önce lensler çıkartılmalı ve makyaj daha sonra temizlenmelidir.

Lens Kullanırken Dikkat!

Kontakt lens kullanırken kaşıntı, batma, yanma, yabancı cisim hissi, aşırı sulanma, normal olmayan bir göz akıntısı varsa lensler hemen çıkartılmalıdır. Lens çıkartıldığında şikayetler yok oluyorsa bu şikayetlerin lensteki bir hasardan meydana gelmiş olma ihtimali yüksektir. Lensin temizleme solüsyonu ile yıkanıp bir yıpranma var mı kontrol edilmesi, eğer yıpranma varsa lenslerin kullanılmaması ve değiştirilmesi gerekir. Eğer lens çıkartıldığında şikayetler geçmiyorsa mutlaka bir göz doktoruna başvurulmalıdır, bu şikayetler ciddi bir göz probleminin başlangıcı olabilir. Lens kullanırken bazı kişilerde kuruma hissi olabilmektedir. Bu ortam hava şartları ile ilgili olabilir. Bu kişiler lens üzerinden kullanılan suni gözyaşı damlalarını kullanabilirler.
Kontakt lens kullanımında en büyük sorun bilinçsiz kullanımdır. Doktorunuzla bağlantıda olarak, kurallarına uygun lens kullanmanız görme kalitenizi artırır.

SELÜLİTE VARİSE SON


Selülitte Son Dakika!
Selülit ağırlıklı olarak kadınların sorunu olmakla birlikte, kilo alan ve androjen hormonu eksikliği (veya yetmezliği) olan erkeklerde de görülebiliyor. Selülitin nedenleri arasında, cilt altı bağ dokusunda genetikyapımız ve sıklıkla hormonal sikluslarımızla ilişkili olarak ödem (su tutulması) oluşması, mikrodolaşımın bozulması, dolayısıyla yağ tutulumunun artması ve yağ lobüllerinin sert fibröz kapsülle çevrelenmesi, yani bir kısır döngü şeklinde birbiriyle ilişkili olaylar sıralanabiliyor.
Dermatoloji Uzmanı Dr. Betül Şengör’e göre amaç selülite oluş sebeplerine yönelik bir tedavi uygulamak. Bu yüzden tek bir tedavi yönteminden bahsetmek mümkün olmadığı gibi bunların hiçbiri de tek başına yeterli sonuç vermiyor. Uygulanan başlıca yöntemlere gelince; LPG masajı, elektrostimulasyon (ESM- Quantum-Caci), infrabaldan, mezoterapi ve karboksiterapi. Bunun dışında tedaviler sırasında yapılan diyetler, alınan ilaçlar ve sürülen ürünler de önemli.
Mezoterapi
Mezoterapi yöntemi ile selülit tedavisi bahar ve yaz aylarında popülarite kazanıyor. Mezoterapi kelimesi deri içine tedavi veya estetik amaçlı ilaç verilmesini ifade ediyor. Günümüzde özellikle vücuttaki lokalize yağlardan kurtulmada, selülitin tedavisinde veya cilt gençleştirme ve saçları besleme amacıyla sıkça uygulanıyor. Ayrıca fizik tedavi verehabilitasyon uzmanları tarafından ağrı gidermek amacıyla da kullanılıyor.

Karboksiterapi
Bu yöntemin asıl çıkış noktası bir ortamın oksijensiz bırakılmasının (hipoksik ortam), o ortamdaki yağ hücrelerinin kullanılmasını, dolayısıyla yağ dokusunun azaltılmasını tetiklediği görüşüydü. Nasıl etki ettiğine gelince; cildin altına ince bir iğne aracılığıyla verilen karbondioksit gazı öncellikle o bölgeye kan akışını hızlandıran daha da önemlisi dolaşımı düzenleyen mekanizmayı tetikliyor. Karbondioksit verilen bölgeye gelen kanın bu bölgedeki karbondioksiti alıp yerine oksijen bırakmasıyla yağ hücrelerinde yağ yakımı başlatılmış oluyor. Ayrıca bu tedaviyle oksijenlenen hücreler canlandığı için cilt sıkılaşıyor, cilt çatlakları belirgin şekilde iyileşiyor ve hücreler daha fazla yağ yakmaya başlıyor. Karboksiterapi de mezoterapi gibi özellikle LPG ile desteklendiğinde mükemmel bir selülit tedavisine, bölgesel zayıflamaya ve sıkılaşmaya olanak sağlıyor.
Caci: Selülitle Savaş
Masajın selülit tedavilerinde olumlu etkisi yıllardır bilinen bir gerçek. Mikro akım ile yüklenmiş 24 rulonun masajı yardımıyla hücrelerin hem içini hem de dışını uyarıyor. Elektrikli pedler sayesinde önceden çalışmayan adaleler çalışmış oluyor. Bu sayede de söz konusu bölgede cilt yapısı düzelip gözle görülür bir toparlanma gerçekleşiyor.
Quantum: Çok yönlü estetik
Az zamanı olan ve birkaç açıdan tedavi görmesi gereken kişiler için Quantum çok uygun bir metod.
Yer değiştirmeden ve iki kere zaman ayırmaya gerek kalmadan, örneğin hem zayıflama programı hem de yüzdeki ya da eldeki kırışıklıkları giderici teknikler aynı anda uygulanabiliyor. Quantum’da tedaviler 20 dakikalık seanslardan oluşuyor ve tek bir seansta bile fark edilir sonuçlar alınabiliyor.
Quantum Couture Mode
Bu tedavi Slim Mode’a paralel olarak gevşemiş kasların toparlanmasını ve güç kazanmasını sağlamak için uygulanıyor. Göğüs, kalça, iç bacak, karın gibi bölgelerde oluşan sarkmalar bu yöntemle form kazanıyor. Hem incelmek hem de selülitlerden kurtulmak isteyenlere, Quantum cihazındayken elektro selülit masajının yanı sıra Lenfatik Drenaj uygulaması da yapılabiliyor.
Infrabaldan
İdeal vücut ölçülerini yakalayabilmek için tasarlanan infrabaldan, kişinin genel görünümünde gözle görülür farklılıklar yaratıyor. Kasları sıkılaştıran, metabolizmayı hızlandırıp geliştiren, bedeni toksinlerden arındıran infrabaldan, sadece tedavi süresince değil, yıllar sonra bile geçerli olan bir metabolizma değişimi gerçekleştiriyor. Aktif olarak pedal çevirme ve infrared ışığıyla yağ yakımının aynı anda gerçekleştiği bu sistemle sadece spor yaparak harcayabildiğimizden daha fazla kaloriyi kısa zamanda harcamış oluyoruz.
Seans süresi 40 dakika olan bu sistemle ortalama 1.5 saatlik hızlı bir spora bedel kalori harcanmakta. Üstelik bu kalori harcanması yerleşmiş olan yağ dokusundan oluyor. Ortalama her seansta 400-900 gr arasında kilo kaybetmek mümkün.

D VİTAMİNİNİN FAYDALARI NELERDİR


D vitamininin faydaları!
D vitamininin öneminin, bugüne kadar bilinenden çok daha fazla olduğu, bu vitaminin insandaki 200’den fazla geni etkilediği, bu genler arasında kanser ve bağışıklıkla ilgili hastalıklarla bağlantılı olanların da bulunduğu anlaşıldı.

Bu bulgular, D vitamini eksikliğinin ne kadar ciddi bir durum olduğunu ortaya koydu. Çalışmayı yapan bilimciler, dünyada 1 milyardan fazla kişide D vitamini eksikliğinin bulunduğuna dikkati çekiyor.

Oxford Üniversitesi Fonksiyonel Genomik Birimi’nden Andreas Heger’in başında bulunduğu araştırma, tıp dergisi Genome Research’da yayımlandı.

Heger, "çalışmamız, D vitamininin sağlığımız üzerinde, geniş bir yelpazeyi kapsayan alanlarda, çarpıcı etkilerinin bulunduğunu ortaya koyuyor" dedi.

Bu vitamin, insan genomunun belirli noktalarında yer alan "D vitamini alıcıları (VDR)" üzerinden, DNA’ları etkiliyor. Heger’in ekibi, bu noktaların haritasını çıkardı ve bunların doğrudan etkilediği 200’den fazla geni belirledi.

D vitamini eksikliğinin raşitizm hastalığıyla bağlantısı biliniyordu. Yeni çalışmayla, bu vitaminin eksikliğinin ayrıca, "MS (multipl skleroz),
romatizmal eklem iltihabı, tip 1 diyabet, bunama, kan kanseri ve kolorektal kanser dahil belirli kanser türleri" gibi,bağışıklık sistemiyle bağlantılı hastalıklara yatkınlığa yol açtığına dair bazı bulgular elde edildi.

Araştırma ekibi bu düşünceyle, gen haritasının hastalıklarla ilgili bölümlerine bakarak, buralarda VDR düzeyinin fazla olup olmadığını inceledi. Sonuçta, bağışıklık sistemiyle bağlantılı olduğu bilinen, yukarıda belirtilen hastalıklarla ilgili bölgelerdeki VDR bağlarının oldukça zengin düzeyde bulunduğu belirlendi.

GÜNEŞ IŞIĞI VİTAMİNİ
Oxford Üniversitesi "Wellcome Trust Centre for Human Genetics"den Sreeram Ramagopalan, sonuçların, "D vitamininin insanlar için ne kadar önemli olduğunu, bu vitaminin, bünyede bulunan biyolojik işleyişlerin çok geniş bir kesimi üzerinde rol oynadığını gösterdiğini" belirtti.

Vücut, güneş ışığının deriyle teması sonucunda, ihtiyacı olan D vitamininin büyük bölümünü üretiyor. Bu vitamin ayrıca balığın karaciğer yağı ve yumurta, somon, ringa ve uskumru gibi yağlı balıklarda bulunuyor veya hap şeklinde alınabiliyor.

Bazı uzmanlara göre D vitamini, dünya nüfusunun yarısında, bulunması gereken en uygun düzeyin altında. Yaklaşık 1 milyar kişide ise D vitamini eksikliği var. İnsanlar kapalı alanlarda giderek daha fazla zaman geçiriyor ve bu da D vitamini eksikliği sorununu zamanla daha da büyütüyor.

Mart ayında yayımlanan bir araştırma da, insan bağışıklık sisteminin, T hücreleri denen öldürücü hücreleri harekete geçirmesinde D vitamininin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştu. Bu araştırmada, kanda D vitamini eksikliğinin bulunması halinde, T hücrelerinin vücuttaki enfeksiyonlardan haberinin olmadığı ve bu nedenle harekete geçmediği anlaşılmıştı.

Ramagopalan, yaptıkları yeni araştırmanının ise D vitamini ve belirli hastalıklara yatkınlığın ortaya çıkması arasındaki bağlantıyı ortaya koyduğunu ifade ederek, doktorların, "hastalıklara karşı önleyici olarak çocuk ve hamile kadınlara D vitamini takviyesi yapma konusunu dikkate almaları gerektiğini" belirtti. Ramagopalan, araştırmanın sunulduğu makalede, "hamilelik sırasında veya erken yaşlardaki D vitamini alımı, çocuğun ileri yaşlarındaki sağlığı üzerinde olumlu etki yaratacaktır" diye yazdı. Ramagopalan, Fransa gibi bazı ülkelerin D vitamini takviyesini, rutin halk sağlığı önlemi olarak uygulamakta olduğuna dikkati çekti.

D vitamininin en uygun dozunun ne olduğuna dair yapılan çalışmalar sonucunda uzmanlar, günlük 25-50 mikrogram alınmasını öneriyor.

REZİLLİK Kİ NE REZİLLİK KAPALI PONPON KIZLAR

İngiltere’nin en çok satan gazetelerinden Daily Mail, Türkiye’de düzenlenen Basketbol Dünya Kupası’nda gösteri yapan ponpon kızların, İran’ın maçlarına muhafazakâr formalarla çıkmasına dikkat çekti. İki milyon tirajlı gazete, ABD-İran maçına çıkan ponpon kızların kısa şortlar ve dar t-shirtlerden oluşan üniformaları yerine bol t-shirtler ve uzun taytlar giydiğini yazdı. Gazeteye göre organizatörler bunun “İslam hukukuna uymak için” yapıldığını söyledi. Haberde, “Bu önlem de İranlıların gönlünü almaya yetmedi, İranlı yetkililer kızlar sahneye çıkınca arenayı terk etti” dendi. Daily Mail “Ponpon kızlar aşırı muhafazakâr İran’ı temsil etmek için uygun giyindiler” yorumu yaptı.
‘Müslüman hukukuna uymak için uzun tayt giydiler’
‘Biraz düzenleme yapmak’
Uluslararası Basketbol Federasyonu (FIBA) Genel Sekreteri Patrick Baumann konuyla ilgili daha önce yaptığı açıklamada “Mesele, bir kültüre saygı duymakla basketbolun tüm heyecanını ve eğlencesini yansıtmak arasında bir denge kurmak. Bunun için biraz düzenleme yapmak gerekiyorsa, bizim için sorun değil” demişti.
Gazete, turnuvada ponpon kızları yer almasının çoğunluğu Müslüman ancak laik olan Türkiye için de problem yarattığını belirtti. Haberde şöyle denildi:
“Türkiye’nin son iki maçında ponpon kızlar yoktu. Diğer maçlarda ise yetkililer, kızlar performanslarını sergilerken arkalarını döndü. Bir kaynağa göre, Başbakan Tayyip Erdoğan ve türbanlı eşinin katıldığı Rusya maçında, politik İslam kökenleri olan AK Parti hükümeti yetkilileri, gayri resmi olarak ponpon kızların sahneye çıkmamasını istedi.”

Kızlar beklemede
Basketbolda ülkemizde daha önce düzenlenen birçok organizasyonda da sahneye çıkan ancak Ankara’da oynanan Dünya Şampiyonası C Grubu maçlarında gösteri yapmaları engellendiği için tartışma konusu olan Ukraynalı grup Red Foxes’ın bugün İstanbul’da sahaya çıkıp çıkmayacakları merak konusu oldu. Özellikle Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın izlediği Rusya maçında gösteri yapmayan, Türkiye’nin diğer karşılaşmalarında ise sadece ilk periyotlarda, oldukça kapalı kıyafetlerle şovlarını sunan Red Foxes’ın direktörü Elena Roshkova, Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçte, yıllardır geldikleri Türkiye’de ilk kez yerel organizasyon komitesi (TBF) tarafından kendilerine ramazan ayı dolayısıyla kıyafetlerine dikkat etmeleri gerektiğinin söylendiğini, Rusya maçından önce ise gösteri yapmayacaklarının bildirildiğini ifade etmişti. İstanbul’daki eleme grubu maçları öncesindeki durumları ile ilgili görüşlerini aldığımız Elena Roshkova, “İlk gün programında yer aldığımızı biliyoruz. Ancak ikinci gün, yani Türkiye’nin maçıyla ilgili bir program bize verilmedi. Gösterimizi yapacağımızı düşünüyorum” ifadesini kullandı. Roshkova, yeni bir uyarı alıp almadıkları veya Türkiye maçlarında yine kapalı kıyafetlerle mi yer alacakları sorusunu ise yanıtsız bıraktı.

September muscle mix 2010


Gerardo Repollo (Argentina)


No ID


Zoltan Voros (Hungary)


Antonio Osta (Urugay)


Michalis Kefalianos (Greece)


Robert Piotrkowicz (Poland)


Habdullah Aykutlu (Turkey)




No ID

EXTRA JEL (X-tra Gel) İNCELME ZAYIFLAMA SIKILAŞTIRMA KREMİ

Extra Jel (X-tra Gel) inceltici ve sıkılaştırıcı krem

Siz de böyle bir ürün aramıyor musunuz?

Bu isteklere cevap verebilmek adına gelişmiş laboratuarlarda yapılan çalışmalar şaşırtıcı, bir o kadar da memnuniyet verici sonuçlar verdi. Buna bilimin yağ kütlelerine açtığı savaşta diyebiliriz. Uzay çağında yaşarken nasıl olurda yağ kütlelerine bir çözüm bulunamıyor diyenlerdenseniz, bu haber sizi oldukça sevindirebilir. Extra jel.

Extra jel (xtra gel), bilimin ve tıbbın ortak çalışmasından doğan etkisi tartışılmaz inceltici ve sıkılaştırıcı bir jeldir. Extra jel’in etkisi artık tartışılmıyor? Bunun nedeni; X-tra Gel’in kendini kanıtlamış olmasıdır. Extra jeli deneyen insanlar, önce şaşırdılar sonra bu fikre alıştılar ve Extra jele hayran oldular. Bu zayiflama jelini deneyipte etkisini görmemiş hiç kimse ya da literatüre geçmiş hiç bir olumsuz bilgi yoktur. Extra jeli hala tanımıyorsanız sizde sadece 10 dakika ayırarak Extra jel zayiflama mucizesini tanıma fırsatını yakalayın. Sadece 10 dakika içerisinde 1 cm inceleceksiniz.

Extra jel neden bu kadar etkili?

Bilimin doğayı keşfetmesiyle hazırlanan Extra jel (Xtra Gel) in içeriği bu kadar etkili olmasında ki tek sırdır. Extra jel, doğada cilt için yaratılmış en iyi bitkileri içerir.

Guarana: Yapısında kafein bulunan Guarana bitkisi Extra jelin mucize bitkisidir. Cildin incelmesini ve görünümün düzleşmesini sağlar.

Buğday proteini (Hydrolyzed Wheat Protein): Besin maddesi olarak oldukça fazla tükettiğimiz buğday proteini, cildin sarkık görünümden kurtulup sıkılaşması sağlar.

Biberiye (Rosmarinus Officinalis): Kan dolaşımını hızlandırarak, hücrelerin oksijen ihtiyacını fazlasıyla karşılayan Biberiye, cildin Selülit görünümünde kurtularak sıkılaşmasını sağlar.

Ardıç (Juniperus communis): Ardıç yapısal özelliği ile insan sağlığı ve güzelliği için çok faydalı bir bitkidir. Ciltte oluşan selüliti, inişli çıkışlı görünümü, kontür bozukluğunu düzeltir.

Itır (Pelargonium Odoratissimum): Ciltte oluşan renk değişikliklerini giderir ve cildi güzelleştirir.

Deniz yosunu (Macrocystis Pyrifera): uzun yıllardır bilinen etkisi ile deniz yosunu cildin elastikiyet kazanmasını ve sıkılaşmasını sağlar.

Greyfurt (Citrus Grandis): Greyfurt, antioksidan özelliğine sahip bir meyvedir. Cilt gözeneklerine yerleşmiş toksinlerin atılmasına ve kan dolaşımının hızlanmasına neden olur.


Portakal (Citrus Dulcis): Içeriğinde ki vitamin ve mineral zenginliği ile cildin direnç kazanarak sağlamlaşmasını ve sıkılaşmasını sağlar.

Dikkat ettiyseniz, Extra jel içeriğinde bulunan kafein ve buğday normalde kilo aldıran maddelerdir. Bu maddeler ağızdan alındığında kilo yapar fakat haricen kullanıldığında incelmeye ve sıkılaşmaya neden olur. Laboratuar raporlarında geçen bu bilgiler şaşırtıcı olabilir fakat gerçektir.


Yağ ve selülitler neden inatçıdır?

Bu sorunun bir çok cevabı olabilir fakat en çok rastlanan sebep dolaşım bozukluğudur. Kan yeteri kadar oksijen taşıyamadığında ve dolanımını hızlandıramadığında sadece yağ ve selülitler değil bütün vücut bundan etkilenir. Kana hayati sıvı denmesinin nedeni de budur. Cilt altındaki dolaşım bozukluğu kütle görünümlü ve oluşumlu yağ ve Selülit parçalarını oluşturur. Sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzı, dolaşım bozukluğu, fazla kilo ve Selülit oluşumu dahil birçok soruna neden olabilir. Hazır beslenme alışkanlıkları ve doğal olmayan besinler vücuda toksin ve kalıntı olarak çöker. Bu çöküntüler zamanla birikip cildin yapısını bozabiliyor.

Doğallıktan gittikçe uzaklaşan hayatlar, insan vücudunu takviye güçlere mecbur bıraktı. Spor, diyet vs uygulamalar kilo verdirebilir fakat her uygulama cildi sıkılaştırıp toparlayamaz. Üstelik bölgesel olarak zayıflamak ayrıca çaba gerektirir.

Aşılması çok zor gibi görünen bölgesel yağlanma, cilt sarkıklığı ve Selülit problemleri Extra jelzayıflama jeli ile yok olmaya ve cilt santim santim incelmeye, sıkılaşmaya başlar.

Extra jel kullanımından en iyi sonucu almak için?

Orta sıcaklıkta ki su torbası ya da ısıtılmış bir havlu ile Extra jeli uygulamak istediğiniz bölgeye kompres yapın. Bu yöntem gözeneklerin açılmasını ve X-tra Gel zayıflama jeli’in daha hızlı etki etmesini sağlar. Extra jeli kullanırken kendinizi mezura ile ölçmeyi unutmayın. Gördüğünüz rakamlar sizi şaşırtabilir.

Uyarı: Extra jel’in içinde bulunan deniz yosunu iyot içeren bir bitki olduğu için troid hastalarının doktor danışıklığı ile kullanması gerekir.

SAĞLIKLI BİR GEBELİK İÇİN 10 SORU

Hamile kaldığınızı öğrendiğiniz andan itibaren, sağlıklı bir gebelik dönemi geçirmeniz için ne zaman, hangi test yaptırmanız gerektiğini bilmelisiniz.

Hamilelik süreci ile ilgili doğru bilinen yanlışlar ve diğer konularla ilgili olarak Anadolu Sağlık Merkezi Ataşehir Tıp Merkezi’nden Kadın Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Meltem Çam, on soruda bilgi verdi.

Anne adayı size geldiğinde ilk olarak hangi testleri yapıyorsunuz ?
Gebelik başladıktan sonra ilk etapta yani beklenen adet günü geçtikten sonra, gebeliği tespit için kanla ya da idrarla bir gebelik testi yapıyoruz. Ultrasonla gebeliği tespit etmeye çalışıyoruz. Gebeliğin ultrasonla ilk değerlendirilmesi son adetten 5 hafta sonra yapılıyor.
article_gebelik
İlk üç ay içinde başka testler uygulanıyor mu ?
İlk üç ay içerisinde herhangi bir genetik anormallik olup olmadığını belirlemek için yaptığımız ilk test, ikili test dediğimiz tarama testidir. Bu testle, kanda iki tane özelliğe bakıyoruz. Annenin kanına bakılırken ultrasonla da bebeğin bazı ölçümleri yapılıyor. Bebeğin ensesindeki kalınlığa bakılıyor. Çünkü ense kalınlığı arttığı zaman bebeklerde bazı genetik anormallikler ya da kalp anormalliklerinin riski artıyor.
article_gebelik

Bu anormallikler neler olabiliyor?
Sık bilinen Down sendromu var, yani Mongolizm. Bir de daha ender görülen trizomi 13 ya da 18 dediğimiz, döllenme sırasında oluşan genetik kodlama hataları görülebiliyor. Bizi en çok rahatsız eden ise Down sendromu. Çünkü Down sendromlu doğan bazı çocuklar, uzun yıllar yaşayabiliyor, eğitim alabiliyorlar. Ama bir ailenin Down sendromlu bir bebek sahibi olması gerçekten çok sıkıntılı bir durum. Biz bu sorunu tespit edebiliyoruz. Eğer ailenin onayı varsa, doktor onayı da varsa gebelik 3-3,5 aylıkken sonlandırılabiliyor. Fakat bu bebeklerin doğduktan sonra yaşama olanağının olması, gebeliğin sonlandırılmasını tartışmalı bir konu haline getiriyor.

İkili testten sonra hangi testler yapılıyor?
İkili testten sonra 16. ve 19. haftalarda üçlü test var. Yaklaşık olarak gebeliğin 3,5 ayında ikili teste benzer şekilde anne kanı alınarak yapılan bir testtir. Fakat her iki test için de bunların tarama testleri olduğunu belirtmemiz gerek. Anneden kan alarak bebekle ilgili fikir sahibi olmaya çalışıyorsunuz. Bu testler hiçbir zaman yüzde yüz kesin sonuç vermiyor. Ancak size istatistiki veri sağlıyor. Böyle bir çocuk sahibi olma riskiniz binde bir ya da yüzde bir gibi. Bu risk hep vardır. Bu riski ortadan kaldıramazsınız. Tarama testi olduğu için annenin kuşkularını da aslında ortadan kaldırmaz.

Yüzde 100 tespit sağlamak için ne yapılabilir?
3,5-4 ay olduğunda anne karnından ince bir iğneyle girip bebeğin suyundan örnek alınabiliyor. Bunu tahlile gönderiyoruz ve bebeğin genetik yapısı inceleniyor. Bu yöntem bebek hakkında genetik olarak yüzde 100 kesin bilgi veriyor. Biz buna amniyosentez diyoruz. Aynı şekilde bebek kanı alınarak da yapılabiliyor fakat bunun düşük riski daha yüksektir.

Gebelikte diyabet riski çıktığında ne tür önlemler alınıyor ?
Gebeliğiin 24-28 haftaları arasında 50 gr. şeker yükleme testini yaptıktan sonra sonuç belli bir sınırın üzerinde çıktıysa hastayı doğrudan gebeliğe bağlı diyabet olarak kabul ediyoruz. 50 gram yükleme de bir tarama testi ve onun da bir yanılma payı var. Eğer bu testte yüksek çıkarsa bizi yanıltmasın diye bir de 100 gram yükleme testi yapıyoruz. Bu yüklemeyi herkesten istememe nedenimiz ise güç olmasıdır. 3 saat takip gerektirir. Bunların sonucunda hastanın gebeliğe bağlı diyabetli olduğuna karar verdiğimizde ilk etapta hastaya diyet öneriyoruz ve kontrole alıyoruz. Diyetle şekerini kontrol altına alırsak devam ediyoruz. Ama diyetle halledemezsek o zaman insülin kullanmaya başlıyoruz. İnsülin kullanmamızın nedeni de insülin bebekle anne arasındaki bariyeri aşmıyor.

Gebelikte diyabet, ne tür riskleri beraberinde getiriyor ?
Bebek sürekli çok şekerli bir ortamda olduğu için normalden fazla büyüyor. Doğum travmaları artıyor. Çünkü o kadar büyük bir bebeği doğurmaya çalıştığınızda normal doğumda hem anneye hem de çocuğa zarar verebiliyor. Diyabetik bebeklerin kiloları genelde gövde ve omuz çevresinde oluyor. Bebeğin kafası çıkıyor ama ondan sonra omuz takılıyor ve çok büyük bir risk oluşturabiliyor. Bebeğin iri olmasını sezaryenle aşabilirsiniz. İkinci problem bebeklerin akciğerlerinde bulunan sürfaktan denilen bir madde var ve bu madde akciğerlerinin düzgün genişleyip, düzgün solunum yapmasını sağlıyor. Diyabetik bebeklerde akciğer gelişimi de problem oluyor. Akciğerler daha geç ve güç gelişiyor. Bu bebekler, akciğer gelişimi problemi yaşıyorlar. Diyabetik annelerin de bebeklerinde bazı anormallikler görülebiliyor. Kalp problemleri daha sık görülüyor. Diyabetik annelerin bebeklerinde 28. haftada mutlaka fetal eko da yapmak gerekiyor.

Erken doğum riski dönemi bittikten sonra, gebeler hangi aşamalardan geçiyor ?
28. haftadan sonra erken doğum riskinin bittiği dönem olan 37. haftaya kadar hastayı özel durumlar haricinde idrar tahlili ve kan sayımlarıyla takip ediyoruz. 37. haftadan sonra önemli olan doğum zamanını tespit etmek ve sağlıklı olarak bebeğin doğumunu sağlamaktır. 37. Haftadan sonra bebeğin büyüklüğünü ultrasonla takip ediyoruz. Bebeğin içinde bulunduğu su kesesine bakıyoruz; çünkü su miktarı önemli. Bir de kardiyotokografi dediğimiz bir alet var, bebeğin kalp atımlarının düzenli olup olmadığını kontrol ediyoruz. Bebeğin kalp atımları da çok önemli, çünkü bebek anneden rahat oksijen alabiliyorsa kalp atımları da normal oluyor. Fakat bir sorun varsa annenin doğumunun başlamasını beklemeden müdahale ederek bebeğin doğumuna karar veriyoruz.

Gebelikte vajinal muayenenin yanlış olduğuna dair bir inanış var. Bu ne kadar doğrudur ?
Biz gebe hastayı gerek vajinadan elle muayene ettiğimizde, gerekse vajinadan ultrasonla baktığımızda hasta tarafından bir dirençle karşılaşıyoruz. Özellikle hastanın kanaması olduğunda ya da düşük şüphesi olduğunda doğru kararı verebilmek için mutlaka bu muayeneleri yapmak gerekir. Sadece bebeğin eşinin (plasenta) aşağıda olduğu özel durumlarda bu muayeneler sakıncalı olabilir.

Cinsel ilişki kaçıncı aya kadar normal şekilde devam edebiliyor ?
Erken doğum ya da düşük tehdidi varsa hastaya cinsel ilişkiyi yasaklıyoruz. O da sadece sperm faktöründen dolayıdır. Onun dışında bilgi olarak son bir aya kadar anne adayları normal bir şekilde aktif cinsel hayatına devam edebilir.

Kaynak : NTV-MSNBC