Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

DEPREM SEİZMA DEPREMLER NASIL OLUŞUR?

DEPREM SEİZMA DEPREMLER NASIL OLUŞUR?
DEPREM
Deprem, Yerkabuğunda meydana gelen salınım ve titreşim hareketlerine denir.İnceleyen bilim sismoloji, ölçen alet sismoğraftır. Şiddeti Richter Ölçeğine göre belirlenir.
Depremin kaynağını aldığı yere
İç merkez (Hiposantr),yer yüzünde buna en yakın noktaya da dış merkez (Episantr) denir. Episantr depremin en şiddetli hissedildiği yerlerdir.

Okyanus veya deniz diplerinde olan depremin etkisiyle dev dalgalar oluşur. Bunlara Tsunami denir.
Oluşumlarına Göre Depremler
A) Çökme Depremler: Karstik alanlarda yeraltında kayaların erimesiyle oluşan boşlukların, mağaraların tavanlarının çökmesiyle meydana gelen depremlerdir. Etki alanları dardır. Akdeniz Bölgesi’nde yaygındır.
B) Volkanik Depremler: Volkanizma faaliyetleri sırasında oluşan depremlerdir. Etkin volkanların çevresinde görülen depremlerdir. Etki alanları dardır.
C) Tektonik Depremler: Yerkabuğunun iyice oturmamış kırık alanlarında görülen en yaygın, en şiddetli depremlerdir.

Not: Dünya üzerindeki volkanik alanlarla; deprem bölgeleri, fay hatları, genç kıvrım dağları ve sıcak su kaynakları arasında bir paralellik vardır. Sebebi bu alanlarda yer kabuğunun hareket halinde olmasıdır.

Türkiye’deki Deprem Bölgeleri
1)Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı: Saroz körfezinden başlar, Marmara denizinden geçtikten sonra Kuzey Anadolu Dağlarının güneyini takip ederek Van Gölünün kuzeyine doğru uzanır.
2)Batı Anadolu Deprem Kuşağı: Güney Marmara’dan başlar Ege Bölgesindeki çöküntü ovalarını takip eder.
3)Güney Anadolu Deprem Kuşağı: Hatay’dan başlar, Güney Anadolu Toroslarını takip ederek Van gölünün güneyine doğru devam eder.
Deprem Tehlikesinin En Az Olduğu Alanlar:
1)Konya, Karaman, Taşeli Platosu ve İçel çevresi.
2)Mardin-Şırnak çevresi.
Dünya Üzerindeki Deprem Bölgeleri
1)Atlas Okyanusunun orta kesimi,
2)Akdeniz ve çevresi
3)Büyük Okyanus çevresi (En fazla bu bölgede görülmektedir. Sebebi katı haldeki yerkabuğunun (Sial) ince ve zayıf olmasıdır.)
Deprem Tehlikesinin Az Olduğu Yerler
1. K.Batı Avrupa-Grönland adası
2. Asya'nın kuzeyi (Sibirya)
3. Kanada'nın K.Doğusu
4.Güney Afrika
Depremlerden Korunma Yolları
1)Fay hatları üzerinde büyük yerleşim merkezleri kurulmamalı ve yüksek katlı binalar yapılmamalı.
2)Binalardaki yapı malzemesi ve yapı tekniği sarsıntılara dayanıklı olmalıdır.
3)Deprem konusunda halk eğitilmelidir.
4)Binaların yapıldığı zemin sağlam olmalı. Yer altı suyu bakımında zengin olan alüvyal alanlara çok katlı bina yapılmamalıdır.
5)Deprem sırasında merdiven ve tavan boşluklarında durulmamalı. Bina içinde üzerimize düşüp altında kalabileceğimiz mobilya ve eşyalardan uzak durulmalıdır.
6)Bina dışında ise ağaç, duvar ve elektrik telleri gibi devrilebilecek şeylerden uzak durmalıyız.
7)Deprem sırasında mümkünse, yanan sobalar söndürülmeli,elektrik ve su kapatılmalıdır.

Evinizi 10 liraya ısıtabilirsiniz - Toprakla Isıtma ve Soğutma

Evinizi 10 liraya ısıtabilirsiniz - Toprakla Isıtma ve Soğutma
Yerin 2 metre kadar altına döşenecek borularla evlerde kışın ısınma, yazın da soğutma yapılabiliyor. Toprağın sıcaklığıyla ısınan konutta fatura % 80 azalıyor.

Doğalgaza ve kömüre gelen zamlar, ısınmada farklı yolların geliştirilmesini beraberinde getiriyor. Zaman gazetesinin haberine göre, bir artezyen kuyusu veya yerin 2 metre kadar altına döşenecek borularla evlerde kışın ısınma, yazın da soğutma yapılabiliyor.

Kanada'da yıllar önce kullanılmaya başlanan bu sistemin ülkemizde kullanımı artıyor. Sistemi 500 metrekare dubleks villasına kuran Özgüven Kablo Yönetim Kurulu Başkanı Osman Karakamçı, günlük 10 liraya ısındığını söylüyor: "Sistemin kullanımından çok memnunum. Çok geniş bir alanı ucuza ısıtabiliyorum. Kim görse yaptırmak istiyor." İstanbul Riva Konaklarında topraktan ısı kullanarak 650 metrekarelik dubleks villayı ısıtan ve aylık 390 lira elektrik faturası ödediğini söyleyen Murat Bilişik de, "Bu büyüklükte yerin ısınması normalde doğalgazla 3 milyarı bulur." diyor.

Binaları bu yöntemle ısıtmak, yüzde 80'in üzerinde yakıt tasarrufu sağlıyor. Böyle bir sistemi konutlara kuran Euro-House Genel Müdürü Hakkı Kocakülah, Türkiye'de fazla tanınmayan ancak yeni yeni kullanılmaya başlanan bu teknolojiden ABD ve Avrupa ülkelerinde yıllardır binlerce ev, işyeri ve okulun ısıtması ve soğutmasında faydalanıldığını söyledi.

Söz konusu sistem, ısı pompası görevi yapan bir kompresörle çalışıyor. Bu pompa, dışarıdan enerji verilmesi ile düşük sıcaklıktaki ısı kaynağından aldığı ısıyı yüksek sıcaklıktaki ortama aktarıyor. Yeraltına dikey veya yatay döşenen boruların içinden dolaştırılan su, toprağın sıcaklığını alarak ana cihaza iletiyor. Bu sayede çok az bir enerji harcamasıyla azami miktarda ısıtma veya soğutma sağlanıyor. Yazın havanın ısısı, bir ısı pompası yardımıyla toprağa veya yeraltı suyuna aktarılırken kışınsa tam tersi bir işlemle topraktan ısı çekiliyor. Binaları bu yöntemle ısıtmak, yüzde 80'in üzerinde yakıt tasarrufu sağlıyor. Bir düğmeyi açıp kapatmak kadar kolay çalışan sistem, 150 metrekare daire için ortalama 9 ile 24 bin liraya mal oluyor. Euro-House Genel Müdürü Kocakülah, topraktan ısıtma ve soğutma sisteminde kullanılan ısı pompalarının, buzdolabıyla aynı prensipte çalıştığını ifade ederek şu açıklamayı yaptı: "Bir taraf soğutulurken (buzdolabının içi), diğer taraf (mutfak) oradan alınan enerjiyle ısınır. Başka bir deyişle ısı, bir yerden başka yere aktarılır."

Isı pompalarının, enerjiyi aldığı yere göre su, toprak veya hava kaynaklı olduğunu belirten Kocakülah, "Sistemin iyi çalışabilmesi için ısı yalıtımı çok önemli. Fransa'da Isı Yalıtım Kanunu 1970'lerde çıktı. Yalıtım yoksa, binalara elektrik bağlanmadığı gibi satılması bile yasak." diye konuştu. Euro-House Genel Müdürü Hakkı Kocakülah'a göre sistemin yalıtımla desteklenerek uygulandığı Almanya, İsveç ve Norveç'te insanlar, iklim Türkiye'den daha soğuk olmasına rağmen daha az enerjiyle ısınabiliyor. Araştırmalara göre Almanya'da metrekarede 40-50 vat elektrik yeterliyken Türkiye'de 350-400 vat harcanıyor. Türkiye'den daha soğuk ülkeler daha az enerjiyle ısınabiliyor. Devlet, bu konuda gerekli teşvikleri yapmalı.

Pamukkale Üniversitesi Makine Mühendisliği Öğretim Üyesi ve Teknik Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Rasim Karabacak ise elektrik, kömür veya doğalgaz kullanmadan yeraltındaki ısıdan faydalanılan söz konusu cihazla yüksek verimli bir iklimlendirme sistemi kurulup hem konfor sağlanacağını hem de ev ekonomisine katkı yapılacağını vurguladı. Sistemin en büyük özelliğinin, dış hava şartlarına bağlı kalmadan ve çok az enerji harcayarak ısıtma ya da soğutma yapabilmesi olduğunu anlatan Prof. Dr. Karabacak, şunları söyledi: "Toprağın veya yeraltı suyunun sıcaklığı, yaz ve kış aylarında hemen hemen sabit, 7 ile 22 derece arasındadır. Bunun enerjisinden faydalanmak suretiyle kışın ısıtma, yazın soğutma yapabiliyoruz. Fosil yakıtlı ısıtma sistemleriyle kıyaslandığında, karbonmonoksit açığa çıkmadığı için çevreyi de kirletmiyor."

Coğrafya'nın Tarihi

Coğrafya'nın Tarihi

1. İlk Çağ:

İlk çağda coğrafya büyük medeniyet merkezlerinin kurulduğu yerlerde diğer bilimlerle beraber gelişme sağlamıştır. İlk çağlarda coğrafya basit gözlemlere ve bu gözlemlerlerin haritalara aktarılmasına dayanıyordu. Yine bu çağda coğrafya bilgileri diğer bilimlerin bilgileriyle içi içe verilmiştir. Değişik yerler ve insanlar hakkındaki merak coğrafi bilgilerin artmasını sağlamıştır.
Babilliler dünyayı bir okyanus üzerinde yüzen yuvarlak şekilli bir kara parçası olarak düşünüyorlardı. Bu çağda Herodot'un (yaklaşık M.Ö.485-425) "Tarihler"adlı yapıtı coğrafya için önemli yer tutar. Bu çalışmada topografik çalışmaların yanında yeryüzünün ölçülmesi ve astronomi de gelişmeye başlanmıştır. Tales güneş sistemini incelemiş, çeşitli ölçümler yapmıştır. Anaksimendros matematik coğrafyanın kurucusu olarak kabul edilir. Eksenin eğikliği, evrenin sonsuzluğu, gökyüzünün kutup yıldızı etrafında döndüğüne ait keşifler Anaksimendros' a aitti. Pisagor dünyanın bir ateş etrafında başka gök cisimleriyle birlikte dönmekte olduğunu ileri sürmüş ve gök cisimlerinin yuvarlak olma olasılıklarının daha fazla olacağı üzerinde durmuştu. Dünyanın yuvarlaklığı Platon (yaklaşık M.Ö.427-347) tarafından derinlemesine incelenerek ortaya konulmuştur. Topografik ve astronomik hesaplar teolojik geleneklere sıkı sıkıya bağlıydı. Dünyanın büyük güç tarafından bir yaratılış amacı ve bir düzeni olduğu; çevrenin insan üzerinde bir etkiye sahip olduğu ve insanın da çevreyi değiştirdiği inancı vardı.
Helenistik Çağın sonuna doğru, Roma İmparatorluğ'nun güçlenmesiyle coğrafi bilgiler de artmaya başlamıştı. Eratostenes, coğrafya ismini ilk kullanan kişi olduğu için coğrafya ilminin adını ilk koyan kişi olarak bilinir. Dünyanın ekvator üzerinde çevre uzunluğunu ve bir derecelik meridyen yayını hesaplamıştır. Yunanlı Strabo'nun (yaklaşık M.Ö.60-M.S.21) dünyanın tasvirlerini içeren 17 ciltlik çalışması Geographia'nın çıkmasıyla coğrafya "kendi yaşayan ifadesi"ni bulmuştur. Bundan sonra Plinius'un (M.S.23-79) Doğal Tarih adlı çalışması önemli bir çalışmadır. Burada yerküre bir astronomik konum içinde ele alınarak "dünyanın ve elemanlarının bir dökümü" yapılmıştır. Batlamyus (M.S.90-168), Strabo ve Plinius'un çalışmalarına zıt çalışmalar yapmıştır. Batlamyus, Coğrafya adlı eserinde coğrafyayı felsefenin içinden ayırmış ve coğrafya ilmi, bağımsızlığını kazanmıştır. Çalışmasında belirli yerlerin çeşitli özelliklerinin hesaplanmasıyla ilgili matematik ölçümler (enlem, boylam vb.) ağır basmaktadır. Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden, Avrupa'da aydınlanma çağı olan 15.yy.da Rönesans çağına kadar uzun bir dönem boyunca batıda çok az coğrafi bilgi birikimi olmuştur. Bu yüzden de Batlamyus'un coğrafyayla ilgili kitabı 1406'da Latince olarak tekrar ortaya çıktığında bile hala coğrafi bilginin en yetkili tek kaynağı olarak kabul ediliyordu. Strabo ve Batlamyus'un coğrafyaları sayesinde klasik dönemin coğrafyası ortaçağda da hayatta kalabilmeyi başarmıştır. 476'da Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle Avrupa'da "karanlık çağ"a girmiş, coğrafyası da bundan etkilenmiştir.

2. Orta Çağ:

Orta Çağ'da coğrafya, Müslümanların en fazla geliştirdikleri ilimlerden biridir. İslam dininin yayılmasıyla coğrafya biliminde bir başka büyük gelenek ortaya çıkmıştı. İbadet için kıbleye dönülmesi, namaz vakti, dini günlerin belirlenmesi gibi çeşitli amaçlar coğrafi mevkilerde enlemlerin ve boylamların belirlenmesini gerektirdiğinden matematik coğrafya ve astronomi İslam dünyasında büyük gelişme sağladı. Yunan ve Roma eserleri Arapçaya tercüme edilmiştir. Bu konuda başta Araplar olmak üzere, Farslar ve Türkler çok sayıda eser bırakmışlardır. Bir yandan At¬lantik kıyılarından Pasifik kıyılarına kadar gerçek anlamda hemen hiç bir sınırla karşılaşmadan seyahat edebilme imkânı, diğer yandan da hem uzun bir yolculuk, hem de o zamanlar bilinen dünyanın dört bir yanından gelen âlimlerle fikir alış verişi imkânı sağlayan Hac seyahatleri, coğrafyanın zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.
Müslümanlar arasındaki coğrafya çalışmaları, sadece Endülüs'le, Kuzey Afrika'yla, Güney Avrupa'yla ve Asya ana karasıyla ilgili çalışmalardan ibaret değildir. Hint Okyanusu ve çevre denizleri de bu çalışmaların kapsamına giriyordu. Müslümanlar deniz ulaşım araçlarını ve onlarla yakından ilgili olan haritacılık sanatını geliştirerek açık denizlerde dolaşabilecek duruma gelmişlerdi, İslâm dünyasındaki coğrafyacılar Batlamyus'un Coğrafya'sını çok kullanmışlar ve bu eseri Müslümanlar arasında bu ilmin temel taşı yerine geçirmişlerdir. İslâm dünyasında, coğrafya, astronomiyle de yakından ilişkiliydi. Rasathanelerde, enlemlerin, boylamların hesaplanması, eğrilerin ölçülmesi gibi birçok yöntemin kullanıldığı coğrafî ölçümler yapılıyordu. Nitekim Birunî yeryüzü şekilleriyle ilgili ölçümlerinden ötürü, genellikle, jeodezi (yer ölçümü) biliminin kurucusu sayılır. Birunî yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır. Avrupa'da buna "Birunî kuralı" denilmektedir. Dünyanın yuvarlak ve kendi etrafında dönmekte olduğunu Kopernik'ten, yerçekimin varlığını da Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu. Coğrafya konulu kitabı "Kitab Tahdid Nihayet el-Amakin'de (Kentlerin Koordinatlarının Belirlenmesi), değişik bölgelerin sadece hayvan ve bitki örtülerini değil, aynı zamanda haiz oldukları mineralleri de işleyerek, betimleyici coğrafya dalını başlatmıştır. El Mukaddisi'nin (M.S.945-988) çalışmaları tamamen kendi deneyimlerine dayanıyordu. El İdrisi (1099-1180) Avrupa hakkında bilgi toplamış, dünyanın diğer kesimleriyle birlikte yaşayan bugünküne benzeyen bir dünya haritası hazırlamıştır. Harita 180 derecelik bir dünya yüzeyini güneyde ekvatordan, kuzey kutbuna ve batıda Kanarya Adalarından, Doğu Çin'e kadar içine almakta ve o gün için bilinen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını oldukça doğru olarak göstermektedir. Sadece yönler değişiktir. Kuzeyi aşağıda, güneyi yukarıda, batıyı sağda, doğuyu da solda göstermiştir. Ortaçağ'da İslam Âlemi Batlamyus devrine oranla haritalarında daha ileri projeksiyonlarla yeryüzünün belirttiler.
476'da Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle Avrupa,'da karanlık çağ'a girmiş, bilim dünyası da bundan etkilenmiştir. Avrupa'da bilim Kilise'nin baskısı altında kalmıştır. Avrupalılar, ilkçağda yetişen Yunan filozoflarının yazdığı eserlerden bile habersizdi. Birçok çalışma yok olmuş ve de tahrip edilmiştir. Hıristiyanlar uzun bir dönem yaşadıkları bölgelere kapandıkları için coğrafî bilgileri gelişmemiştir. Bu durumu değiştiren en önemli etkinlik son dönem gezginlerinden Marco Polo'nun Doğu'ya yapmış olduğu gezilerdir. Romalılar eski İyonyalı coğrafyacıların görüşüne dönüş yaparak disk şeklinde çevresinde okyanusların yer aldığı dünya haritası oluşturmuşlardır. Yaptıkları haritalarda Asya yukarıda, Afrika sağda, Avrupa solda bulunuyordu. Yapılan haritalar felsefi düşünceye uygun olarak teorik bir dünya çizilmiştir.

3.Yeni Çağ

Yeniçağ, coğrafya tarihinde önemli bir geçiş ve gelişme devresi olarak bilinir. Batlamyus'un coğrafyası 1410 yılında Latinceye tercümesi İtalya'ya yerleşen bir Bizanslı tarafından başlatılmış fakat talebesi tarafından bitirilmiştir. Batlamyus haritalarının hataları düzeltilmiş ve eksik yerler ilavelerle düzeltilmiştir. 15.yy.ın başlangıcında Avrupa'daki Rönesans ve Keşifler Çağı olarak bilinen kültürel uyanışla birlikte Avrupa tekrar coğrafi bilginin merkezi haline geldi. Osmanlı Devleti'nin Doğu Akdeniz ticaret yollarını denetimi altına alması Avrupalıları yeni yollar aramaya teşvik etmiş, bu da yeni kıtaların keşfedilmesiyle sonuçlanmıştır. Coğrafi keşifler dünyanın daha yakından tanınmasını ve coğrafyaya önem verilmesini sağlamıştır. Bu çağın diğer önemli özelliği de gezginlerin seyahat gözlemlerini seyahatnamelerine aktarmasıdır. Bu yüzden bu dönem ansiklopedik devre olarak adlandırılmıştır. Araştırma ve fetihler yoluyla bilinen dünyanın sınırları iyice genişledi ve o kadar çok yeni coğrafi bilgi Avrupa'ya taşındı ki Avrupalılar bunları kataloglama ya da organize etmek için yeni yöntemler bulmaya çalıştılar. Bu sırada esas olarak Almanya'da modern coğrafya çalışmaları ortaya çıkıyordu. 1650'de Bernhard Varen'in Geographia Generalis adlı eserinin yayınlanması ile coğrafyanın şekilsel olarak sınırları belirlenmiş ve coğrafya kozmografi teriminden ayrılmıştır.
Bu dönemde Türk coğrafyasında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'a çağırılan Ali Kuşçu'nun Kozmografya adlı eseri önemlidir. 1470 - 1554 yılları arasında yaşayan büyük Türk Amirali Piri Reis devrinin en ünlü Türk kartografıdır. Ayrıca Dünya haritasını hazırlayan ilk Türk unvanına sahiptir. Bu haritanın sadece Amerika'yı gösteren paftası günümüze ulaşmıştır. Piri Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte Kitab-ı Bahriye ( Denizcilik kitabı) kitabında anlatmış ve haritalar çizmiştir. Seydi Ali Reis Mir'atül Memalik (Memleketlerin aynası) adlı eserini Kanuni Sultan Süleyman döneminde yazmıştır. Kâtip Çelebi coğrafya ile birlikte kozmografya bilgilerine de yer verdiği Cihannûma'sını 1648'de yazmaya başlamış ancak yeni edindiği bilgileri de dikkate alarak 1654 yılında ikinci kez yazmıştır. Kâtip Çelebi Cihannûma'sını Batlamyus kuramına dayandırmakla birlikte, o güne dek hemen hemen hiç yararlanılmayan Batı kaynaklarını Osmanlı Coğrafyacılığı'na tanıtması bakımından büyük önem taşır. 1611-1682 yılları arasında yaşamış ünlü bir seyyah olan Evliya Çelebi de Gezdiği yerlerin beşeri ve fiziki coğrafya özelliklerini tasvir ederek Seyahatname'sinde toplamış ve bu eser günümüz coğrafyacılar tarafından benimsenen önemli bir kaynaktır.

4.Yakın Çağ

18.yy.ın ikinci yarısında Almanya'da coğrafi uygulama ve teoride ikinci bir atılım ortaya çıktı. Anton Friedrich Bösching (1724-1793) "Yeni Dünya Tasviri" adlı eserinde yeryüzünün korografik ve topografik en doğru tasvirini arama çabaları göstermiştir. Bu eserdeki bölgesel tasvirlere ilk kez nüfus yoğunluğuyla ilgili istatistiklerin de katılmasıyla eser ayrı bir önem kazanıyordu. Alman filozofu Immanuel Kant'ın teorik düzeydeki çalışmaları coğrafyanın gelecekteki gelişmesi üzerinde çok etkili olmuştur. Ona göre tarih olguların zamanla ilişkili olarak incelenmesi, yani kronoloji ise; coğrafya da olguların mekânla bağlantılı olarak incelenmesi yani korolojiydi. 1802'de yayınlanan Fiziki Coğrafya adlı eserinde fiziksel coğrafyayı dış duyular, insanı da iç duyular içinde tutarak çözümlüyordu. Bu iki tür duyu oluyla elde edilen algılar insanın dünyaya ilişkin tüm empirik bilgisini sağlıyordu. Kant, coğrafyayı mekânsal kalıpların -bir yerden diğerine olan benzerlik ve farklılıkların- incelenmesi olarak, yani bugünkü anlayışa yakın bir şekilde tanımladı.
19.yy. boyunca bilimsel coğrafya olayların dağılış nedenlerini araştırarak her zamankinden çok daha canlı bir şekilde gelişme olanağı bulmuştu. Bu sırada iki Alman bilim adamı Alexander von Humboldt ve Karl Ritter çalışmaları ile modern coğrafyanın temellerini atmış ve eski tasvirci coğrafya ile modern analitik coğrafya arasında bir geçiş oluşturmuşlardır.
Humboldt, geniş seyahatler yapmış, fiziki coğrafyanın yanında, insanın ekolojik sistemin bir parçası olduğu inancını da ortaya koymuştu. Coğrafya ilmine bilimsel anlamda gezi-gözlem metodunu kazandırmıştır. Coğrafya ilmine sebep-sonuç, dağılış ve ilgi prensiplerini kazandırmıştır. İzoterm, izohips, izobat, profil ve kesit gibi yardımcı ifade şekillerini coğrafyaya kazandırmıştır. Bazı fiziksel olayların mekânsal açıklamasını araştırırken coğrafyayı keşfetmiştir. Daha çok olguların düzeni ve sınıflandırılmasıyla ilgilenmiştir. Tutkulu bir bitkibilimci olarak da coğrafyaya doğa bilimlerinin sınıflandırma yöntemini getirmiştir. Ritter, beşeri coğrafyaya bir bilim ruhu kazandırmış ve insanların mekânsal davranışlarının yasalarla açıklanabileceğine inanmıştı. Tarihten esinlenmiştir. "Doğa ve Tarih" sürekli birbirine bağlanan, düşüncelerinin durmaksızın gidip-geldiği iki terimdi. 19 ciltlik muazzam eseri Die Erdkunde (Coğrafya) ile ün yapmıştır. Humboldt ve Ritter modern akademik coğrafyanın kurucusu, günümüz coğrafyasının "büyükbabaları" sayılmaktadır.
19.yy. sonu ve 20.yy. başlarında bazı coğrafyacılar insan faaliyetlerinin ve başarılarının fiziki çevre tarafından kontrol edildiği sonucuna varmışlardı. İnsanlar ve habitatları arasındaki çevreci determinizm olarak anılan bu yorum özellikle Amerikalı coğrafyacılar arasında 1920'ler öncesinde çok tutulmuştu. Friedrich Ratzel beşeri coğrafya adlı eseri ilk yazan bilim adamıdır. Ayrıca politik coğrafya adlı eseriyle siyasi coğrafyanın kurucusu sayılır. Bu eserinde ileri sürdüğü görüşler, Hitler'in dünya egemenliği kurma hülyasına bile esas oluşturmuştur. 1920'lerde ABD'de de çevreci determinizm şiddetle eleştirilmeye ve alternatif fikirler ileri sürülmeye başlanmıştı. Deterministlerin dünyaya yalnızca bir sebep ve etki şeklinde baktıkları ve insanla çevresi arasındaki ilişkiyle ilgili sorulara cevaplarının önceden belirlenmiş ve hep aynı olduğuna işaret ediliyordu.
Günümüzde de beşeri coğrafyada insan-çevre ilişkisinde başlıca iki yaklaşım açık olarak gözlenmektedir. 1.İnsanın çevre ile ilişkilerinin incelenmesi ve 2.insanın mekânı nasıl kullandığı ve düzenlediğinin incelenmesi. Bunlar, bütün unsurların birbiriyle ilişkili olduğu bir işlevsel bütünlük içindeki iki sistem ya da yapı olarak kabul edilebilirler. İnsanın çevre ile ilişkilerinin incelenmesinde, coğrafyacı, içinde insan ile çevrenin birbirini karşılıklı olarak etkilediği ekolojik sistemin şekil ve yapısını esas alır. İkincisinde, yani insanın mekânı kullanma ve düzenlemesinin incelenmesinde ise coğrafyacı bu kez insanın ekonomik, toplumsal ve siyasal faaliyetleri yoluyla birbiriyle karşılıklı etkilenme içinde bulunduğu mekânsal sistemin şekil ve yapısını inceler. Yakın yıllarda insan bilimlerinin geleneksel temel bilimlerle yeniden yapılanmayı sağlayıcı bir mücadele içine girdiği gözlenmektedir. Bu coğrafyaya Schaefer (1953) ile giren ve çok taraftar bulan pozitivizm olarak anılan akımdır.
Son yılların, coğrafyada da hissedilen, moda akımı post-modernizmde ise matematik kesinlik yoktur; geçmişteki görüşlerin büyük kısmını reddetmeyi içine alan bir akım olduğu için bazı bakımlardan bu terimin yeni ve farklı olan her şey için kullanılması moda haline gelmiştir. Soja (1989), Harvey (1989) ve Cooke (1990) tarafından yazılmış yakın zamanlı üç coğrafya kitabı en azından bu konudaki tartışmaların ana hatlarını izlemektedir. 1950'lerden sonra "toplumsal yapının ve insan unsurunun rolünün çeşitli yönlerden vurgulanması"olan yapısalcılık ve insan deneyimlerini göz önüne alan ve coğrafyayı beşeri bir bilim dalı olarak niteleyen hümanizm akımları oluşmuştur. Böylece coğrafya pozitivizm, hümanizm ve yapısalcılık olmak üzere üç parçaya ayrılmış oldu. Fakat coğrafyacıların çoğu kendilerini bu üç epistemolojiden birine ait gibi görmüyorlardı. 1980'lerde coğrafyanın insanla ilgili konularla açık ya da kapalı ilişkisi üzerine yorumlar artmış, 1990'larda da coğrafyacıların en tuttukları konuları doğrudan insanla ilgili olanlar oluşturmaya başlamıştı.
Osmanlı Hükümeti ilk olarak 1875 yılında Paris Milletlerarası Coğrafya kongresine iştirak etmiş ve kongrenin sergisine bazı kitaplar göndermişti. Osmanlı Devleti'nde 18. ve 19. yy.larda birtakım coğrafya ve kozmografya kitaplarıyla bazı haritalar Batı dillerinden tercüme edildi, bir kısmı yeni açılan askeri okullarda kullanıldı. Coğrafya - Tarih ansiklopedileri 19. yy.ın sonlarında yayımlanmaya başlandı. Bunlar arasında en önemlileri şunlardır: Ahmed Rıfat Efendi'nin derlediği Lûgat-ı Tarihiye ve Coğrafiye ( 7cilt ) ve Şemseddin Sami'nin kaleme aldı Kams'ül Âlam ( Özel isimler sözlüğü, 6 cilt ) . Tanzimat Devri'nden itibaren memlekette coğrafya ile ilgilenen kurumların temeli atıldı. 19.yy. sonunda haritacılık öğrenimi için bazı genç subaylar Avrupa'ya gönderildi. 1894'te kurulan Taksim'i Arazi (jeodezi) komisyonu topografya haritaları alınması için bazı çalışmalar yaptı. Bazı haritalar Türkçeye çevrildi. Büyük ölçekli ilk haritaların alınması Meşrutiyet Devri'nde gerçekleşti. Bu alanda haritacı Şevki Paşa'nın (1865-1927) önemli çalışmaları oldu. 1928'de Türkiye'nin 1/200.000 ölçekli iktikşaf haritası tamamlandı. 1/50.000 ve kısmen 1/25.000 ölçekli topoğrafya haritasının bir kısmı yayımlandı. Birinci Cihan Harbi sırasında İstanbul Dârülfünununa (Üniversite) bağlı bir Coğrafya Dârülmesaisi (Enstitü) kuruldu. Prof. Erid Obst ve Faik Sabri (Duran) öğretim göverinde bulundular. Daha sonra bu çalışmalara Prof. İbrahim Hakkı Akyol, Macit Arda ve Hamit Sâdi Selen devam ettiler. 1933'ten sonra yeni üniversite içinde ve Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesi'nde Batı memleketlerinde öğrenimlerini tamamlamış coğrafyacılar yer aldı. 1941'de Ankara'da toplanan Birinci Türk Coğrafya Kongresi'nde, Türk Coğrafya Kurumu'nun meydana getirilmesi kararlaştırıldı. Sonra bu kurum Türk Coğrafya Dergisi'ni yayımlamaya başlamıştır. Daha önce Genelkurmay başkanlığı'nda kurulan Coğrafya Encümeni, çeşitli çalışmaları arasında birtakım bölgelere ait eserler de yayımladı. Harita Genel Müdürlüğü tarafından da haritacılıkla ilgili bir dergi yayımlanmaya başlandı.

Göç Nedenleri Göçün Sonuçları Göçü Önlemek İçin Alınabilecek Önlemler Etkinlik ÇALIŞMASI SAYFA 176 LİSE 10.SINIF COĞRAFYA KİTABI LİSE 2.SINIF

Göç Nedenleri Göçün Sonuçları Göçü Önlemek İçin Alınabilecek Önlemler Etkinlik ÇALIŞMASI SAYFA 176 LİSE 10.SINIF COĞRAFYA KİTABI LİSE 2.SINIF
Aşağıdaki örnekleri değerlendirerek göçün olumlu ve olumsuz sonuçlarını söyleyiniz.
Göç Nedenleri
Hızlı nüfus artışı
Miras yoluyla tarım topraklarının parçalanması
Tarımda makineleşme nedeniyle işsizliğin oluşması
Yüzey şekilleri nedeniyle tarım topraklarının küçük ve parçalı olması
Tarımsal üretimdeki verim düşüklüğü
İş imkânlarının kısıtlı olması
Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerden yararlanma isteği
Göçün Sonuçları
Nüfus dağılışında dengesizlik
Çarpık kentleşme,
çevre kirliliği,
belediye hizmetlerinde aksama
Şehirlerde işsizlik
Eğitim ve sağlık olanaklarında aksama
Şehir yaşamına uyum zorluğu
GÖÇ ALAN YERLERDE ;
NÜFUS ARTAR.
HANE SAYSI ARTAR.
GECEKONDULAŞMA VE ÇARPIK KENTLEŞME ORTAYA ÇIKAR.
YEŞİL ALANLAR YOK OLUR VE BETONLAŞMA ARTAR.
ZAMANLAR ŞEHRİN BÜYÜMESİYLE DAHA ÖNCEDEN ŞEHRİN İÇİNDE OLMAYAN YERLER (FABRİKALAR) ŞEHRİN İÇİNDE KALIR.
ÇEVRE KİRLİLİĞİ ARTAR.
TRAFİK SIKIŞIKLIĞI ORTAYA ÇIKAR.
ALT YAPI ( YOL,SU,KANALİZASYON) İNSANLARA YETMEZ HALE GELİR.
EĞİTİM VE SAĞLIK GİBİ HİZMETLER İNSANLARA YETMEZ HALE GELİR.
SOSYAL SORUNLAR (SOKAK ÇOCUKLARI,  SUÇ ORANLARINDA ARTIŞ) ORTAYA ÇIKAR.
KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK ARTAR.
İŞ ALANLARI ARTAR VE ÇEŞİTLENİR.
OKUMA-YAZMA ORANI VE EĞİTİM DÜZEYİ YÜKSELİR.
ŞEHİRLERDE YETİŞKİN VE ERKEK NÜFUS ORANI ARTAR.
GÖÇ VEREN YERLERDE;
NÜFUS AZALIR.
HANE SAYISI AZALIR.
OKUL VE SAĞLIK OCAĞI KAPANIR.
ÇEVRE DAHA BAKIMSIZ HALE GELİR.
TARIMSAL ÜRETİM AZALIR.
GÖÇ VEREN YERLERDE ERKEK VE YETİŞKİN NÜFUS ORANI AZALIR.
Göçü Önlemek İçin Alınabilecek Önlemler
Modern tarım yöntemleri yaygınlaştırılmalı. Besi ve ahır hayvancılığı geliştirilmeli.
Tarıma dayalı sanayi kolları, kırsal alanlara kaydırılmalı.
Kırsal alanlarda eğitim, sağlık, yol, su, elektrik gibi hizmetler yaygınlaştırılmalı.

Güneş sistemi dışında su VAR MI?

Güneş sistemi dışında su VAR MI?
Güneş sistemi dışında ilk su izi
Uluslararasi bir bilimadamı ekibi, güneş sisteminin dışında da su bulunduğunu gösteren ilk somut bulgulara ulaşıldığını açıkladı.
Araştırmacılar, dünyadan 64 ışık yılı uzaklıkta saptanan dev bir gezegenin atmosferinde tartışma götürmeyecek netlikte su buharı işaretlerine rastladıklarını belirtiyorlar.
Jüpiterden daha büyük olan ve HD18973B kod adı verilen gezegen, Vulpecula-Tilki takım yıldızında yer alıyor.
Sıcaklığı 2 bin santigrat dereceye varan gezegen bildiğimiz türden bir canlı barındırmaya müsait değil.
Fakat, kendi güneş sistemimizde su bulunduğuna dair somut bulgulara yıllarca süren araştırmalardan sonra varan bilimdünyası, ilk kez güneş sistemi dışında da aynı bulguların tespit edilmesini büyük ilgiyle karşıladı.
BBC bilim muhabiri, HD18973B gibi 64 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegeni en son model teleskoplarla bile görmenin mümkün olmadığını söylüyor.
Öyleyse bilimadamları, H20'yu nasıl tespit etti? Bu kısmen, şanslı olmalarına bağlı...
HD18973B, dünyanın perspektifinden bakıldığında, komşu bir yıldızın tam önünden geçerek yörüngesinde dolanıyor, ve bu yıldız NASA'nın Spitzer adlı teleskobuyla görülebilecek kadar büyük ve parlak.
Gezegen, önünden geçtiği yıldızın ışığını kısmen karaltıyor. Ve dünyadan bakıldığında gezegenin varlığını bu karaltıdan anlıyoruz.
Bilimadamları, yıldızdan kaynaklanan ışığın, gezegenin atmosferinde nasıl değiştiğini inceliyor.
Işığın analizi, sözkonusu gezegenin atmosfer yapısının hesaplanmasını sağlıyor.
Araştırmanın bir kısmını University College London yürüttü.
Ekibin başkanlarından Profesör Jonathan Tennyson, bu sistemle güneş sistemi dışındaki diğer gezegenleri de inceleyebileceklerini belirtiyor.
Bilimadamlarının bundan sonraki hedefi, sıcaklığı dünyamızınkine yakın olup atmosferinde su buharı bulunan bir gezegeni tespit etmek.
Şayet bu gezegenin atmosferine çürüyen bitkilerin saldığı metan gazı da saptanırsa, güneş sistemi dışında hayata işaret eden ilk bulgulara kavuşmuş olacaklar.

Birleşmiş Milletler ETKİNLİK SAYFA 179 LİSE COĞRAFYA 12.SINIF KİTABI LİSE 4.SINIF

Birleşmiş Milletler ETKİNLİK SAYFA 179 LİSE COĞRAFYA 12.SINIF KİTABI LİSE 4.SINIF
Birleşmiş Milletler
24 Ekim 1945'te kurulmuş dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslar arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan uluslararası bir örgüttür. Birleşmiş Milletler kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş global bir kuruluş" olarak tanımlamaktadır. Uluslararası İlişkilerde, kuvvet kullanılmasını ilk olarak evrensel düzeyde yasaklayan ilk antlaşma BM Sözleşmesi'dir.
Örgütün, kurulduğu yıllarda 51 olan üye sayısı şu an itibariyle üyeliği kaldırılan Vatikan ve değiştirilen Çin Halk Cumhuriyeti son katılan üye Karadağ dahil 192'ye ulaşmıştır. Türkiye kurucu üyeler arasında yer almaktadır. Örgütün yönetimi New York'ta bulunan genel merkezinden yürütülür ve üye ülkelerle her yıl düzenli olarak yapılan toplantılar yine bu genel merkezde gerçekleştirilir.
Örgüt yapısal olarak idari bölümlere ayrılmıştır; Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı. Örgütün en göz önündeki merciisi Genel Sekreterdir.
Birleşmiş Milletler fikri ilk olarak, II. Dünya Savaşı'nın bitiminde savaşın galibi ülkeler tarafından, ülkeler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırarak ileride meydana gelebilecek ve kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir savaşın önüne geçebilmek amacıyla ortaya atılmıştır. Örgüt yapısının halen bu amacı koruduğunu BM Güvenlik Konseyi'nin varlığı ve çalışmalarıyla ortaya koymustur. Güvenlik Konseyi on beş ülkeden oluşmakta olup,bu üyelerden beşi daimi üye statüsündedir ve mutlak veto yetkisine sahiptir. Bu ülkeler ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Krallık ve Fransa'dır. Güvenlik Konseyinin karar alabilmesi için 9/15 oranı gerekli olup, daimi üyelerden birisini aksi yönde oy kullanmaması gereklidir. BM içtihatlarına göre Güvenlik Konseyi karar alırken veto yetkisine sahip üyelerden biri veya birkaçının oylamaya katılmaması bu üyelerin kararı veto ettiği anlamına gelmemektedir. Ayrıca daimi üyelerin çekimser kalmaları da aynı sonucu vermektedir.
Kuruluşu
BM kuruluş anlaşmasının imzalanmasıBirleşmiş milletler (United Nations) terimi ilk olarak Franklin D. Roosevelt tarafından II. Dünya Savaşı sırasında müttefik ülkeler için kullanılmıştır. İlk resmî kullanımı ise 1 Ocak 1942 yılında Birleşmiş Milletler'in beyannamesinde ve Atlantik Bildirisi ndedir. Bu tarihten sonra müttefik devletleri kendilerini "United Nations Fighting Forces" olarak adlandırmışlardır.
Birleşmiş Milletler fikri 1943 yılında Moskova, Tahran ve Kahire'de müttefiklerin toplantıları sırasında çıkmış olup Fransa, Çin, İngiltere, ABD, SSCB'nin temsilciliğiyle oluşmuştur.
Örgüt Yapısı
Genel Kurul
Genel Kurul, üye devletlerden oluşur. Her üyenin Genel Kuruldaki temsilcileri 5 kişiden çok olamaz. Genel Kurul'un görevleri şunlardır:
Silahsızlanma ve silah denetimi konusunda önerilerde bulunmak.
Barış ve güvenliği etkileyecek görüşmeler yapmak, her konuda önerilerde bulunmak.
Ülkeler arasındaki iyi ilişkileri bozucu sorunların, barışcıl yollarla çözümü için önerilerde bulunmak.
Güvenlik Konseyi
Siyasal alanda bir yürütme organıdır. Konseyin 5 daimi üyesi olan ABD, Çin, İngiltere, Fransa, Rusya'nın veto hakkı bulunmaktadır. 10 geçici üye ise iki yıllık bir süreç için seçilirler. Seçimlerinde coğrafi denge esas alınır. 15 üyesi olan bu kurulun görevleri şunlardır:
Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine uygun biçimde barış ve güvenliği korumak.
Uluslararası bir anlaşmazlığa yol açabilecek her türlü çekişmeli durumu soruşturmak.
Uluslararasında çekişmeli konularda anlaşma koşullarını önermek.
Silahlanmayı denetleyecek planlar hazırlamak.
Barışa karşı bir tehlike veya saldırı olup olmadığını araştırarak, izlenecek yolu önermek.
Saldırganlara karşı askeri birlikler kurularak önlemler almak.
Güvenlik Konseyinin Karar Alma Süreci:
Güvenlik Konseyinin karar alabilmesi için 9/15 oranı gerekli olup, daimi üyelerden birisini aksi yönde oy kullanmaması gereklidir. BM içtihatlarına göre Güvenlik Konseyi karar alırken veto yetkisine sahip üyelerden biri veya birkaçının oylamaya katılmaması bu üyelerin kararı veto ettiği anlamına gelmemektedir. Ayrıca daimi üyelerin çekimser kalmaları da aynı sonucu vermektedir.
Konseye bağlı başlıca kuruluşlar şunlardır:
Ticaret ve Kalkınma Konferansı
Çocuklara Yardım Fonu
Mülteciler Yüksek Komiseri Ofisi
Dünya Gıda Konseyi
Dünya Gıda Programı
Eğitim ve Araştırma Enstitüsü
Kalkınma Programı
Silahsızlanma Araştırmaları Enstitüsü
Sinaî Kalkınma Örgütü
Çevre Sorunları Programı
Birleşmiş Milletler Üniversitesi
Birleşmiş Milletler Özel Fonu
Sosyal Kalkınma Araştırma Enstitüsü
Kadının İlerlemesi İçin Uluslararası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü
Ekonomik ve Sosyal Konsey
Genel kurulca seçilen 54 üyeden oluşur. Üyelikleri sona erenler yeniden seçilebilirler. Başlıca görevleri şunlardır:
Birleşmiş Milletler'in ekonomik ve sosyal çalışmalarını yürütmek.
Uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel konularda raporlar hazırlamak.
54 üyeden oluşan bu konsey, BM’in ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele edebilmesi amacıyla kurulan bir organdır. Ekonomik ve sosyal konsey herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklere etkin bir şekilde saygı göstermesini sağlamak üzere tavsiyelerde bulunabilir. Yetkisine giren konulara ilişkin olarak, genel kurula sunulmak üzere antlaşma tasarıları hazırlayabilir. Ekonomik ve sosyal konsey görevini daha etkin yapabilmek amacıyla kendi gözetimi altında çalışacak komisyon ve komiteler kurmuştur. Bunlar;
İnsan Hakları Komisyonu; 1946 yılında kurulan insan hakları komisyonu, ECOSOC bünyesinde insan hakları normlarının hukuki bir şekle dönüştürülmesiyle ilgili olarak faaliyet gösterir. 43 değişik üye coğrafi bölgelerden eşit temsil esasına göre seçilir. 1967’ye kadar insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak şikâyetlere mani olmak için yaptırım gücü veya harekete geçme yetkisi yoktu. 1967’de 1235 sayılı ECOSOC kararıyla komisyon ve onun alt organı olan azınlıkların korunması ve ayrımcılığın önlenmesi alt komisyonu inceleme ve araştırma yetkileriyle donatıldılar. Bu tarihte insan hakları ihlallerine yönelik inceleme ve araştırma yapma yetkisi verilmiştir. 1970’de 1503 sayılı ECOSOC kararı ile komisyona insan hakları ihlallerini soruşturma ve tavsiyelerde bulunma yetkisi verilmiştir.
İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (UNHCHR);BM şartının 1, 13 ve 55. maddelerinden görevini alan yüksek komiserlik, BM’in insan hakları programlarının koordinasyonunu sağlamak ve insan haklarına evrensel saygıyı güçlendirmek amacıyla kurulmuştur. Merkezi Cenevre’dedir. New York’ta bir bürosu vardır.........
Uluslararası Adalet Divanı
Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler'in yargı organıdır. Ülkeler, istedikleri davayı Adalet Divanı'na götürürler. Divan 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar, Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nce seçilirler. Görev süreleri dokuz yıldır. Divanda bir devletten iki yargıç bulunamaz. Uluslararası Adalet Divanı, Hollanda'nın bir kenti olan Lahey'dedir.
Genel Sekreterlik
Genel Sekreterlik, Birleşmiş Milletler'in öbür organlarının çalışmaları için gerekli ortam ve koşulları sağlar. Ortaya konan program ve politikaları uygular. Uluslararası barış ve güvenliği bozucu olaylar konusunda raporlar hazırlayıp Güvenlik Konseyi'ne sunar. Genel Sekreterliği 2006 yılından itibaren Kore Cumhuriyetinden Ban Ki-Moon yapar.
VİKİPEDİ'DEN ALINTIDIR.

NATO ETKİNLİK SAYFA 179 LİSE COĞRAFYA 12.SINIF KİTABI LİSE 4.SINIF

NATO ETKİNLİK SAYFA 179 LİSE COĞRAFYA 12.SINIF KİTABI LİSE 4.SINIF
Dosya:NATO expansion.png
NATO ( Türkçe: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün kısaltması),
II. Dünya Savaşı sonrası oluşan politik ayrımda, İngiliz Lord Ismay'ın deyişi ile "Rusları dışarıda, Almanya'yı alaşağı edilmiş halde ve ABD'yi içeride" tutmak için kurulmuştur. Yani amaç salt SSCB'ye karşı güvenlik değil, aynı zamanda Avrupa'nın güvenliği için ABD'nin katkı koymasını sağlamak, Almanya'nın yeniden silahlandırılmasını bölgeye tehdit oluşturmadan gerçekleştirmektir. Çünkü bilindiği gibi o dönemde ABD kongresi ve kamuoyu ülkenin Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilere karışmasını istemiyordu.
9 Nisan 1949'da Washington Antlaşması ile kurulan NATO bir kollektif savunma örgütü olarak bilinmektedir. Kurucu antlaşmanın özellikle 3., 4., ve 5. maddeleri önemlidir. Bu maddelerle üye ülkeler, ortak savunma için yeteneklerini gelistirmeye, herhangi bir uyenin toprak butünlüğu, siyasi bagimsizlik ve guvenligi tehlikede oldugunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine saldırıldığında bu saldırıya hepsine karsi yapilmis bir salidiri olarak kabul etmeyi taahhut etmislerdir.
NATO'nun kuruluşuna karşı, SSCB ve Doğu Bloğu ülkeleri, kendi savunma anlaşmalarını yapmışlar ve Soğuk Savaşın yol açtığı kutuplaşma iyice belirginleşmiştir. Varşova Paktı olarak bilinen bu anlaşma, 1955'ten 1991'e kadar varlığını sürdürmüştür.
Türkiye ve Yunanistan 1952 yılında eş zamanlı olarak NATO'ya kabul edilmiştir. Batı Almanya da 1955 yılında Türkiye'nin onayı alınarak NATO'ya üye olarak kabul edilmiştir. Sadece demokrasi ile yönetilen Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin bulunduğu bu ittifaka, İspanya, Franko diktatörlüğü yıkıldıktan sonra, 1982 yılında katılmıştır.
NATO'nun etkinlği dış güvenlik ile sınırlı kalmamıştır. 1950'li yıllarda İtalya'dan başlayarak NATO ülkelerinde gizli Özel Harekat daireleri kurulmuştur. Gladio adı ile anılan bu birimler ülkelerdeki devrimci sol hareketler başta olmak üzere her tür muhalefete karşı bir önlem olarak oluşturulmuştur. Bu birimler aynı zamanda Derin Devlet kavramının da ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. Pek çok ülkede daha sonra bu birimler ortaya çıkarılarak sorumluları yargılandıysa da, Türkiye dahil çoğu ülke bu süreci henüz yaşamamıştır. NATO, Soğuk Savaş sonrası Gladio kurumlarının dağıtıldığını iddia etse de, bu birimlerin şu anki durumu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Günümüzde NATO ve savunduğu değerler tartışılmakta, kuruluş amacı olan SSCB ve Doğu Bloğu'nun dağılması nedeni ile kendisine yeni amaçlar aramaktadır. Artan uluslararası terör olaylarına karşı etkin rol oynaması, şu durumda olasılığı en fazla olan yeni misyondur. Doğal afetlere müdahalede harekete geçirilmesi de 2005 yılında ard arda gelen doğal afetler sonucunda gündeme gelmiştir. Bununla birlikte Bosna katliamına müdahale etmekte geç davranmış, Kosova'da ise daha başarılı olmuştur.
Özellikle Gladio birimlerinin teker teker ortaya çıkması ve ABD'nin Irak ve Afganistan işgallerinde oynadığı rol, NATO'ya ciddi eleştiriler yöneltilmesine sebep olmuştur. Ayrıca, BM kararlarının NATO'ya herhangi bir etkisinin olmadığı görüldükten sonra, pek çok grup NATO'ya karşı muhalefeti arttırmışlardır. 21. yüzyıla girilirken, NATO'nun geleceği konusunda tartışmalar hala devam etmektedir.
NATO'nun Askeri Yapısı
Teşkilatın askeri yapısı, üye ülkelerin Genelkurmay Başkanlarından veya onlar adına daimi görev yapan temsilci askeri personelden oluşur. Konseye karşı sorumlu olan Askeri Komite, ittifakın en üst düzeydeki askeri merciidir. Konseye ve Savunma ve Planlama Komitesine askeri konularda bilgi sağlayan ve önerilerde bulunan Askeri Komite, iki büyük Nato Komutanlığına direktif verebilmektedir.
NATO'nun Değişmeyen Prensipleri
İttifak, savunma amaçlıdır.
Caydırma için yeterli bir gücü muhafaza etmek esastır.
Üyelerin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı garanti edilerek dünya barışına katkı devam ettirilir.
Üye ülkelerden birine yapılan tecavüz, tamamına yapılmış kabul edilir. (5 nci madde)
İttifak, Avrupa'da ABD'nin konvansiyonel ve nükleer askeri varlığını zaruri sayar.
NATO Savunmasının kollektif tabiatı, işbirliğine ve entegrasyonuna istinad eder.
Nükleer silahlarda sıfır çözüme ulaşıncaya kadar, konvansiyonel ve nükleer silahların uygun bir kombinasyonunu kullanmaya devamı zorunlu görür. Nükleer silahların amacı siyasi olup, ittifakın güvenliğinin en önemli garantisidir. Bu kuvvetler savaşı ve dengeyi korumak için asgari düzeyde tutulur.
NATO'ya Göre Tehdit Değerlendirmesi
Doğu Bloku'nun dağılmasından sonra NATO'nun geleneksel tehdit değerlendirmesi sona ermiştir. Bunun yerini Belirsizlik, İstikrarsızlık, çok yönlü tehdit ve riskler alIr. Buna göre; 1990'lı yıllardan itibaren Türkiye ve NATO için esas risk, Rusya'nın cepheden planlı bir taarruzundan ziyade, bölgesel kriz ve çatışmaların teşkil ettiği riskler teşkil etmeye başlamıştır.
Büyük NATO Komutanlıkları
NATO'nun Avrupa'da genişleme süreciNATO'nun halen Askeri Komiteye bağlı Atlantik Müttefik Komutanlığı ve Avrupa Müttefik Komutanlığı olmak üzere iki büyük komutanlığı bulunmaktadır. Ayrıca Kanada ve ABD Bölgesel Planlama Grupları da mevcuttur. Savunma Planlama Komitesinin 12 Mayıs 1992 tarihli kararıyla; "CINHAN" adıyla bilinen Manş Müttefik Komutanlığı, teşkilatı ve sorumluluk sahası tadil edilerek 1 Temmuz 1994 tarihinden itibaren "Afnortwest" adıyla Avrupa Yüksek Komutanlığına bağlanmıştır. Avrupa Müttefik Komutanlığı (ACE)'nın sorumluluk sahası; kuzeyde, Norveç'in kuzey burnundan Akdeniz'in güney kıyılarına; Batıda, Atlantik Okyanusu'ndan Türkiye'nin Doğu sınırlarına kadar uzanır. "SHAPE" adıyla anılan karargahı, Belçika'nın Mons şehrindedir ve komutanı "Saceur" olarak bilinir. Saceur'un ana ast komutanlıkları ise; Kuzeybatı Avrupa Müttefik Komutanlığı (AFNORTWEST), Merkezi Avrupa Müttefik Komutanlığı (AFCENT) ve Güney Avrupa Müttefik Komutanlığı (AFSOUTH)'dur
AFSOUTH (Güney Avrupa Müttefik Komutanlığı)'nın Kuruluşu da şöyledir:
(1) LANDSOUTH: Bir İtalyan Generalinin komutasında İtalya'nın savunulmasından sorumludur.
(2) LANDSOUTHEAST: Karargahı İzmir'de olup, bir Türk Generalinin komutasında Türkiye'nin savunmasından sorumludur.
(3) AIRSOUTH: Güney Bölgesi Hava Komutanlığıdır. Nato'nun komutanlık yapısı; gelişen durum ve şartlara uygun olarak değişikliğe açık bir özellik arzeder.
Türkiye'nin NATO Üyeliği
Sovyetler Birliği ile Lenin zamanında imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşması, Moskova Antlaşması ve Kars Antlaşması'na rağmen, 2. Dünya Savaşı sırasında Stalin'in önce 1939'da Molotov kanalıyla Ribbentrop ve Hitler'den, daha sonra da 1945'te Truman ve Churchill'den Türkiye sınırları ile ilgili talepleri dolayısıyla Türkiye, Batı ittifakı ve NATO ile yakınlaşmıştır. 1950'de Adnan Menderes hükümeti döneminde TBMM kararıyla Kore Savaşı'na Birleşmiş Milletler komutası altında ABD ve Güney Kore'nin yanında çarpışmak üzere asker gönderilmiş ve böylece NATO üyeliği konusundaki niyetini uluslararası arenaya göstermiştir. Kore savaşında verilen şehitler dönemin muhalefet lideri İsmet İnönü ve partisi CHP tarafından NATO üyeliği için yapılan bir taviz olarak adlandırılmıştır.
Başlangıçta 12 devletin iştirakiyle akdedilmiş olan Kuzey Atlantik Antlaşmasına Londra'da 17 Ekim 1951 tarihinde düzenlenen bir Protokol ile Türkiye ve Yunanistan'ın da katılımları onaylanmış, Türkiye 18 Şubat 1952'de yine Fuat Köprülü'nün dışişleri bakanlığını yaptığı Adnan Menderes hükümeti döneminde NATO'ya resmen üye olmuştur. Norveç, Danimarka gibi üyeler Türkiye'nin üye olmasına, çok yakın zamana kadar diktatörlükle yönetildiği ve yeterli demokrasi tecrübesi olmadığı gerekçesiyle uzun müddet karşı çıkmışlardır.
8 Eylül 1952'de  Türkiye NATO'ya kabul edildikten yedi ay sonra İzmir'de Müttefik Kara Kuvvetleri Karargahı (LANDSOUTHEAST) kurulmuş, karargahın başına ABD'li bir korgeneral getirilmiştir. 1954'te karargaha Fransa, İngiltere ve İtalya'dan askerler dahil edilerek üs güçlendirilmiştir.
“NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi” adlı uluslararası anlaşma, İzlanda hariç, NATO üyesi diğer devletler tarafından imzalanmıştır. Sözleşme Türkiye tarafından 10 Mart 1954 tarihli ve 6375 sayılı kanunla onaylanmıştır. NATO Kuvvetleri Sözleşmesi, her biri oldukça detaylı kaleme alınmış yirmi maddeden oluşur. Kısaca bu anlaşmayla ABD’nin Türkiye topraklarında askeri tesisler ve üstler kurması ve askeri personel bulundurulması kabul edilmiştir.
1966'da, NATO'ya ait haber alma tesislerinin sayısı 112'ydi. Türkiye'de 35 kilometrekarelik alan NATO'nun denetiminde olup buraya, bakanlar dahil Türk yetkililerin NATO komutasından izinsiz girmesi yasaktı.
ABD ile Türkiye arasında 1976 yılında imzalanan "ABD-Türkiye Savunma ve İşbirliği Anlaşması", İncirlik, Kargaburun ve haber alma tesislerinin NATO adına ABD tarafından kullanılmasını sağladı. 1980 yılında 12 Eylül Darbesi sonrasında imzalanan "Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması" ise 12 askeri üssün NATO adına ABD tarafından 5 yıllık kullanılmasına karar verildi. Bu anlaşma, ABD'nin talebi doğrultusunda halen yürürlüktedir...
NATO'DA GÖREV YAPAN TÜRK DAİMİ TEMSİLCİLERİ
1952-1954 - Fatin Rüştü Zorlu
1954-1957 - Mehmet Ali Tiney
1957-1960 - Selim Sarper
1960-1960 - Haydar Görk
1960-1972 - Muharrem Nuri Birgi
1972-1976 - Orhan Eralp
1976-1978 - Coşkun Kırca
1978-1988 - Osman Olcay
1988-1989 - Tugay Özçeri
1989-1991 - Ünal Ünsal
1991-1997 - Tugay Özçeri
1997-2002 - Onur Öymen
2002-2004 - Ahmet Üzümcü
2004-2006 - Ümit Pamir
2006- - Tacan İldemir
Türkiye'deki NATO Üsleri
İncirlik Hava Üssü yönetimi ve denetimi TSK'da olan, NATO'nun önemli bölgesel bir depo üssüdür. Adana'ya 10 km uzakta bulunan üs, Akdeniz'e 56 km uzaklıktadır. Türk Hava Kuvvetleri 10. Ana jet üssü ve ABD hava kuvvetleri 39. Ana jet üssü burada görev yapmaktadir.
İzmir Hava Üssü İzmir'in 17 km kuzey batısında Çiğli'de bulunan Avrupa'daki ABD hava kuvvetleri'ne (USAFE) bağlıdır. 42 uçak ve 300 asker-personel bulunan üste I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmıştır. İzmir Hava Üssü NATO'nun Türkiye'deki en eski üssü olmakla beraber, son yıllarda önem kazanmıştır. 11 Ağustos 2004'de LANDSOUTHEAST karargâhı Napoli'den İzmir'e taşınmış [3], 1 Ocak 2006'da da ABD 16. hava filosu, Almanya'nın Ramstein hava üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir.
Şile üssü: Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır.
Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS'lar burada üslenmiştir.
Balıkesir 9. Hava Jet Üssü: Bu üsde 6 adet "vault" denilen füze rampası bulunmaktadır.
Muğla Aksaz Deniz Üssü.
Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin'de NATO'ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri (CAOC6) bulunmaktadır.
NATO Altyapı Programı
NATO Altyapı Programı; Askeri Kuvvetleri desteklemek için ihtiyaç duyulan ve NATO altyapı envanterinine ait bina, tesis, teçhizat ve sistemleri temin etmek için tahsis edilen bir fondur. NATO üyesi ülkeler bu fona mali destek verirler ve bu fondan giderlerini karşılarlar. Türkiye, NATO Altyapı Programına katıldığı 1953 yılından, 2007 yılına kadar programa 284 Milyon Avro katkıda bulunmuş, NATO Fonlarından yaklaşık 4.5 Milyar Avro pay almıştır. Türkiye'nin fonda katkı oranı yaklaşık %1.5 dur.
VİKİPEDİ'DEN ALINTIDIR.

COĞRAFYA 11 PİRAMİTLER, MISIR PİRAMİTLERİ, LİSE 3.SINIF DÜNYANIN YEDİ HARİKASI, KEOPS PİRAMİDİ

COĞRAFYA 11 PİRAMİTLER, MISIR PİRAMİTLERİ, LİSE 3.SINIF DÜNYANIN YEDİ HARİKASI, KEOPS PİRAMİDİ
Bilimsel geleneğe göre, Büyük Piramit 20 yılda yapılmıştır; Önce bir kent yapılmış, taş blokları taşınmış ve yığılmıştır. Yüzeyin düzleştirilmesi için uzun zaman çalışıldığı sanılıyor. Ama taş blokların nasıl yerleştirildiği henüz anlaşılmış değil, çeşitli kuramlar üretiliyor; Bir kurama göre yapılan spiral bir rampaya çıkarılan taş bloklar üst üste konuluyordu. Rampa çamur kaplanıyor, sulanıyor ve taş bloklar itilerek kaydırılabiliyordu. Herodot'un yazdığına göre bu rampanın inşaası da 10 yıl sürmüş Bir diğer kurama göre, taş bloklar dev manivelalarla kaldırılıyordu. Başka bir inanışa göre ise önceleri kazılmış (100,000 işçi tarafından elle), sonra kesilen tanesi iki tonluk iki milyon taş taşınmış (100,000 işçi tarafından elle) ve son olarak üstüste dizilmiş. Yüzeyin pürüzsüz olması için bir dış kaplama yapılmış ama sanıyoruz güneş, klor, egzoz ve kum fırtınaları dış kaplamaları pek bir yıpratıyor. Aslında Piramitlerin merdivenli değil, düz bir yüzey şeklinde inşaa edildiği düşünülmektedir.
Ehramlar olarak da bilinen Mısır piramitleri, çoğu eski ve orta krallık döneminde Mısır krallarının (Firavun) mezarları üstüne yapılmış büyük anıtsal yapılardır. Orta ve Güney Amerika'da Mayalar, Aztekler ve İnkalar tarafından benzer yapılar yapılmıştır ama gerçek piramitler Mısır'dadır. Yunanca pyramis sözcüğünden türemiş olan piramitlerde genellikle taş ya da tuğla kullanılmıştır. Mezar odası çoğunlukla piramidin üzerine oturduğu kayanın içine oyulmuştur.
Eski Krallık'ta 2. hanedan döneminin sonuna kadar (yaklaşık İ.Ö.1650) krallar ve soylular masta-ba denen mezarlara gömülürlerdi. Mastabalar, dikdörtgen biçimli, yan duvarları içeriye doğru eğimli ve üst yüzeyi düz olan; daha çok üstü kesik bir piramide benzeyen anıtmezarlardı. 3. hanedan döneminde (İ.Ö.2650-2575) kral mezarlarında taş kullanılmaya başlandı. İlk piramit, bu dönemde, Kahirenin yakınındaki Sakkara'da ünlü mimar İmotep tarafından yapıldı. Kral Zoser için tasarlanan ve üst üste konmuş altı mastabadan oluşan bu anıtmezara Basamaklı Piramit denmiştir.
Kutsal sayılan ölmüş krala armağanların sunulduğu bir tapınağı da içeren Basamaklı Piramit ve ek yapıları geniş bir duvarla çevrelenmiştir. 60 metre yüksekliğinde olan ve kireç taşından yapılan bu piramit Eski Mısır'ın en güzel anıtlarından biridir. Yapının altından toprağın içine uzanan 11 geçitte kral ve bazı soyluların pembe granit ve albatrdan (kaymak taşı) yapılma lahitleri bulunur. Ne var ki, bu lahitler, daha önce soyulduğu için bu kişilerin mumyalanmış cesetleri bulunamamıştır. Bölgede daha birçok piramidin yapıldığı sanılmaktadır.1953't e Sakkara'da 3. hanedan döneminden kalma tamamlanmamış bir başka basamaklı piramidin kalıntılarına rastlanmıştır.
Napolyon, 1798'de Mısır'a girdiğinde piramitlerin önünde askerlerine; "Askerler, piramitlerin tepesinden 40 yüzyıl bize bakıyor" demişti.
"İnsan zamandan korkar, zaman ise piramitlerden..."
7 Harika'nın hala yaşayan tek kanıtı; öylesine ki, tarihçilerin veya ozanların onu harika olarak tanımlamasına hiç ihtiyacı yok. Görüntüsü, ölçüleri ve şekliyle inanılmaz güzellikte görkemli dev bir yapıt. Büyük Piramit ya da Khufu-Keops Pramidi hala zamana karşı dimdik duruyor ve yok olmamakta direniyor. İnsanların en çok karıştırdığı harika da bu; listenin tepesinde sadece antik Giza şehrinde bulunan Keops piramidi var, diğer iki büyük piramit değil. Bu durumda "Mısır Piramitleri" şeklinde kullanılan genel geçer tabir doğru olmuyor.
Kayalık bir zemine oturan piramidin dış bölümü kireç taşı ve granitten yapılmıştır. Tüm yapıda her biri ortalama 2,75 ton ağırlığında toplam 2,3 milyon taş blok kullanılmıştır.
Piramidin yapımında kullanılan kayalar Nil ırmağının karşı kıyısından getirilmiş, kireç taşı Kahire yakınlarından, granit ise Assuan'dan taşınmıştı. Kabaca yontulan granit bloklar, silindirler üzerinde çekilerek ırmağa getirilir ve buradan mavnalarla piramide en yakın yük iskelesine taşınırdı. Bloklar, iskele ile piramit arasında döşenmiş granit geçitten, tahta silindirler üzerinde çekilerek yerine ulaştırılırdı. Taş blokları çıkaran ve taşıyan kişiler kendi adlarını kırmızı bir boya ile taşın üzerine yazarlardı. Bu yazılar bugün de okunabilmektedir. Taşlar çok düzgün bir biçimde bakır aletlerle işlenirdi.
Her üç piramit de yağmalanmış oldukları için içlerindeki eşyaların çoğu kaybolmuştur. 5. ve 6. hanedan kralları da (İ.Ö.2465-2150) Gize ve Abu Şir'de birçok piramit yaptırmışlardı. 11. ve 12. hanedan krallarının (İ.Ö.2130-1756) piramitleri daha çok Dahşur, Havara ve el-Lahun'da bulunmuştur. Bu dönemden sonra, soylulara mezar olarak kullanılan piramitlerin yapımına son verildi. Mısırlılar krallarını, 18. hanedan döneminde (İ.Ö.1540-1292) başkent olan Teb yakınlarındaki Krallar Vadisi'nde kayalara oyulmuş mezar odalarına gömmeye başladılar.
Bir zamanlar Nil ırmağının batı kıyısı boyunca birçok piramit yer alırdı. Bunların Eski ve Orta Krallık döneminde yapılmış olmaları ile Mısırlılar'ın Güneş tanrısı Ra'ya tapınmaya ve ölülerini mumyalamaya başlamaları arasında bir ilişki olduğu sanılmaktadır. Eski Mısırlılar, ölen bir kişinin bedenini koru*****, ona yiyecek ve içecek sunarak ölümden sonra yaşamasını sağlayabileceklerine inanırlardı. Bu nedenle ölülerini, öbür dünyada gereksinecekleri eşyalarla birlikte gömerler, mezar duvarlarına çizdikleri resimler ve yazdıkları yazılarla ölülere karşılaşabilecekleri tehlikelerden korunma yollarını gösterirlerdi.
Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü ile de "Dünyanın Birinci Harikası" olma niteliğine hak kazanmıştır.
Yeri; Giza'da antik Memphis kentinde, bugünkü Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylası.
Tarihi; Genel kanı, Giza piramitlerinin üçünün de 7 Harika kapsamına alındığıdır ama belirtilen piramit, krallığın dördüncü hanedanlığının ikinci imparatoru Mısır Firavunu Khufu'nun, bilimsel saptamalara göre anıt-mezar olarak MÖ 2560'ta yaptırdığı Büyük Piramit'tir. Geleneksel olarak piramit yapımı Eski Mısır'da bir "platform-mastaba" kültürünün ürünüdür ve kraliyet için yapılır. Daha sonraları, sayısız yığma mastaba yapılmıştır. İlk piramitlerin en iyi örneği ünlü mimar Imhotep tarafından Kral Djoser adına yapılan Sakkara piramididir.
Tanımlama; Keops Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır. Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, Keops'un mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten sonra firavun olan Kefren'e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500'lü yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir. Büyük Piramit, 145.75 metreydi ama şimdi 10 metresini kaybettiği kabul ediliyor. 43 yüzyıl boyunca dünyanın en yüksek yapısıydı, ancak 19. yüzyılda geçilebildi. Yüzeyi yumuşak ve düzleştirilmiş taşlarla kaplıydı, kalıntısı hala görülebilmektedir. Eğimi 54 derece 54 dakikadır. Tabanının dört kenarı tam ölçüldüğünde ve yönleri belirlendiğinde kusursuzdur. Taban köşelerinin birleştirilmesiyle tam bir kare elde edilir, her kenarı 229 metredir ve kenar uzunlukları arasında maksimum hata oranı şaşırtıcı bir şekilde % 0.1 bile değildir. Piramidin, her biri birkaç ton ağırlığında olan iki milyon taş bloktan yapıldığı sanılıyor. Eğer üç piramidin taşları yan yana dizilirse, tüm Fransa'yı çevreleyecek 3 metre yüksekliğinde ve 30.48 santimetre kalınlığında bir duvar yapılabilir. Büyük piramit, Roma'daki St.Peter, Floransa Milanove, Londra'daki Westminster ile St.Paul katedrallerinin tümünü yan yana koyarsanız kapladıkları yeri tamamen dolduracaktır. Piramidin iç ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6 metre yüksekliğindedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir. Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır. Geçmişe göre artık piramitler için yeni kuramlar geliştiriliyor; Astronomik bir gözlemevi, özel bir inanç için tapınak, bilinmeyen çok eski bir uygarlığın yaptığı geometrik yapı, dünya dışı canlılar tarafından yapılan özel amaçlı bir yer... Hangisi olursa olsun, bugün dev piramit ve yanındaki iki benzeri, ilk bakıldığında ölümden sonraki yaşama doğru yapılacak mistik yolculuğun simgesi ve anısı olarak Nil'in batı yakasında gizem bulutları arasında duruyorlar.
ÖZELLİKLERİ:
Piramitler, hepsi birbirinden değerli eşsiz nitelikteki sanat eserlerini; kral, kraliçe, prens heykellerini de içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için yapılmışlardır.
Kefren Piramidinin taban kenarlarının uzunluğu 216 m, yüksekliği 143m'dir.
Mikorinos adına yapılan 66 m uzunluğundaki piramidin taban kenarlarının uzunluğu 109m'dir
Bu üç piramit tam bir teknik ustalık ve mühendislik yeteneği başyapıtıdır. Yerleştirilişi, yapının dev boyutları, kullanılan kireçtaşından yapılan blokların boyut ve ağırlıkları şaşırtıcıdır.
* Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce km. Uzaktadır.
* Bu taşların nasıl getirildiği bilinmemektedir.
* Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda iki defa güneş girmektedir.(doğduğu ve tahta çıktığı günler)
* Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan; mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.
* Piramitlerin içerisinde ultra sount, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.
* Kirletilmiş suyu, birkaçgün ‘'paramit''in içine bırakırsanız, suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
* Piramitlerin içinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve daha sonra hiç bozulmadan yoğurt haline gelir.
* Bitkiler piramitin içinde daha çabuk büyür.
* Piramitin içine bırakılmış su beş hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılır.
* Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yaymadan piramitler içinde mumyalaşır
* Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar bir piramidin içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
* Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğuna hakkında bir bilgi yoktur. Araştırmacıların çoğu ya içinde kayboldu ya da aynı yerde birkaç tur attılar fakat içlerini göremediler.
* Piramitlerin içi yazın soğuk, kışın sıcak olur.
* Piramitler Orion takım yıldızlarının düyadan M.Ö.10500 yılındaki göründüğü açıda ve birebir yaklaşımıyla inşaa edilmişlerdir...
* Büyük Piramidin açıları, Nil'in delta yöresini iki eşit parçaya bölerler.
* Gize'deki üç piramit aralarında bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5'dir.
* Büyük Piramidin tabanının yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde edilir.
* Büyük Piramidin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.
* Büyük Piramit, dünyanın kara kitlesinin merkezinde yer alıyor.
* Büyük Piramit, dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.
* Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler.
* Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.
* Büyük Piramit'le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.
* Piramidin yüksekliğiyle, çevresi arasındaki oran, bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir. Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.
* Gize'den geçen boylam, dünyanın denizleriyle anakaralarını iki eşit parçaya böler. Bu boylam ayrıca, kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup, bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.
* Büyük Piramidin tepesi Kuzey kutbunu, çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil eder ve iki uzunluk aynı mikyasa uygunluk gösterir.
* Gize piramitlerini diğerlerinden ayıran farkların başında içlerinde yazı bulunmaması ve nasıl yapıldıklarının hala çözüme ulaşmamış olmasıdır.
* Gize piramitlerinden içi ziyaret edilebilen tek piramit Kefren piramidinin mezar odasıdır.
Piramitler ile ilgili çeşitli matematiksel bulgular arasında ilginç olanları şunlar:
* Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi veriyor. (149.504.000km)
* Piramitlerin üzerinden geçen meridyen karaları ve denizleri tam iki eşit parçaya bölüyor.
* Keops Piramidinin Taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesi pi=3.14 sayısını veriyor.
Piramitler hala yapımları esnasında ki gizi korumaktalar. İşçilerin olağanüstü bir çabayla günde 10 metreküp taşı üst üste koyduklarını kabul edersek keops piramidinde yer alan yaklaşık 2.5 milyon metreküp taş, 250.000 gün, yani yaklaşık 664 yılda yerleştirilebiliyor. Oysa piramitler 20 ila 30 yıl arasında bir sürede tamamlanmıştır…

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Üyelik Sürecini Araştırınız, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Üyelik Süreci, coğrafya 12.sınıf ders dışı etkinlik sayfa 182

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Üyelik Sürecini Araştırınız, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Üyelik Süreci, coğrafya 12.sınıf ders dışı etkinlik sayfa 182
KALIN YAZILAR ÖZET KISMIDIR...
Genel Giriş
Türkiye İslam dünyasındaki tek laik demokrasi olarak Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerine büyük önem vermiştir. Tarihsel olarak, Türk kültürünün Doğu ve Güney Avrupa üzerinde önemli etkileri olmuştur.
Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal yapıları “Batılılaşmaya” daha 19. yüzyılda başlamıştır. Birinci dünya savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, yeni laik yapı için model olarak Batı Avrupa benimsenmiştir.
Türkiye o tarihten bugüne Batı ile yakın ittifak ilişkileri kurmuş, Birleşmiş Milletler’in kurucu üyesi olmuş, NATO, Avrupa Konseyi ve OECD’ye üye olmuş ve Batı Avrupa Birliği ile ortaklık ilişkisi tesis etmiştir. Soğuk Savaş boyunca Türkiye Batı dünyasının bir parçası olarak özgürlük, demokrasi ve insan haklarını savunmuştur. Türkiye Avrupa kıtasının savunması için hayati bir rol oynamış ve oynamaktadır. Bu çerçevede, dış politikasının ana unsurları Avrupalı ortaklarıyla örtüşmektedir.
Türkiye’nin ekonomik alanda Avrupa ile yakın bir işbirliğine girmesi Batı Avrupa ile siyasi alandaki işbirliğinin doğal bir uzantısıdır. Bundan dolayı, Türkiye gelişen Avrupa Topluluğu ile 1959 yılında yakın ilişkiler tesis etmeye başlamıştır.
Türkiye’nin AB ile ilişkileri, Avrupa Topluluğu ile 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşmasının temelini oluşturduğu ortaklık rejimi çerçevesinde başlamıştır.
1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması, Türkiye ile AB’nin bütünleşmesi için kademeli bir süreç öngörmüştür. Önce ilk adımı teşkil eden ikili ticaretin serbestleştirilmesi sağlanmış ve bilahare Gümrük Birliği 31 Aralık 1995 itibariyle tamamlanmıştır.
Taraflar arasındaki entegrasyon seviyesi bu suretle ileri bir noktaya ulaşmış ve ülkemizin bundan sonraki çabası, Ankara Anlaşması’nda bir sonraki hedef olarak yer alan tam üyeliğe yönelik olmuştur.
Aralık 1999 Helsinki Zirvesi: Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Program

10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde tam üyeliğe adaylığımızın tesciliyle birlikte Avrupa Birliği ile uzun bir geçmişi bulunan ilişkilerimizde yeni bir dönem başlamıştır.
Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin diğer aday ülkeler ile eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Zirve Sonuç Bildirisi ayrıca, Türkiye'nin diğer aday ülkeler gibi katılım öncesi stratejisinden yararlanmasını ve Türkiye için de bir Katılım Ortaklığı Belgesinin hazırlanmasını öngörmüştür.
Ülkemiz için ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. Katılım Ortaklığı Belgesinde yeralan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik program ve takvimimizi içeren Ulusal Program 19 Mart 2001 tarihinde Hükümetimiz tarafından onaylanmış ve Komisyona 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiştir.
Katılım Ortaklığı Belgesi ile Ulusal Program 2003 ve 2005 yıllarında gözden geçirilmiştir.
Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi
Zirve’de, Aralık 2004’te AB Komisyonunun rapor ve tavsiyesine dayanarak Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğine karar verildiği takdirde, katılım müzakerelerinin gecikmeksizin başlatılacağı kararlaştırılmıştır.

1993 yılında AB Devlet ve Hükümet Başkanları Kopenhag Zirvesinde kabul edilen Kopenhag kriterleriyle ilgili metin aşağıda sunulmuştur:
“Üyelik, aday ülkenin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunması ve saygı görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş olmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle başetme kapasitesini gerektirmektedir. Üyelik, adayın, siyasi, ekonomik ve parasal birliğe katılım da dahil olmak üzere, üyeliğin getirdiği yükümlülükleri üstlenebileceğini varsayar.”
Bu bağlamda, 2002 Kopenhag Zirvesinde ayrıca, Türkiye’yi AB üyeliği yolunda desteklemek amacıyla Türkiye için mevcut Katılım Stratejisinin güçlendirileceği belirtilmiş, Komisyon, mevzuatın incelenmesi sürecini yoğunlaştırmaya davet edilmiş, buna paralel olarak, AB ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliğinin genişletileceği ve derinleştirileceği, Türkiye’ye yönelik katılım öncesi mali yardımın kayda değer ölçüde artırılacağı belirtilmiştir.
Siyasi kriterler - reform süreci
Türkiye’nin adaylığının tescil edildiği 1999 Helsinki Zirvesi’nden bu yana, ülkemizde önemli siyasi reformlar gerçekleştirilmiş, insan hakları ve temel özgürlükler alanlarında hukuki ve idari reformlar yapılmış, düşünce ve ifade özgürlüğünün alanlarının genişletilmesi, gayrımüslim cemaat vakıflarının mal edinmeleri ve malları üzerinde tasarrufta bulunmalarının kolaylaştırılması, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın ve öğrenilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Bu reformlarla ayrıca, hukuk sistemimiz güçlendirilmiş, uluslararası anlaşmaların hukuk sistemimizdeki yeri kuvvetlendirilmiş, işkence ve kötü muameleye sıfır tolernas prensibi çerçevesinde işkence ve kötü muamelenin önlenmesi, kadın-erkek eşitliğinin geliştirilmesi gibi konularda düzenlemeler yapılmış, daha katılımcı bir demokrasi adına, dernek ve vakıfların faaliyetleri kolaylaştırılmıştır. Ayrıca, Anayasamızın 90ncı maddesinde yapılan değişiklik sonucunda temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası andlaşmaların ulusal mevzuatın üzerinde olduğu hükme bağlanmıştır. Bunun yanında, idam cezasına ilişkin hükümler Anayasamızdan ve tüm Kanunlarımızdan kaldırılmıştır.
AB’ye katılım süreci çerçevesinde düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili önemli düzenlemeler de gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede, başta Türk Ceza Kanunu olmak üzere ilgili tüm yasal düzenlemeler yenilenmiş ve düşünce-ifade özgürlüğünün sınırları AB standartlarına yakınlaştırılmıştır.
1999 Helsinki Zirvesi sonrasında ilk kaydadeğer adım 2001 Ekim’inde gerçekleşen Anayasa değişiklikleridir. Bu çerçevede Mart 2001’de Komisyona tevdi edilen ulusal programa uygun olarak, düşünce ve ifade özgürlüğü, işkencenin önlenmesi, demokrasi, kişi hürriyeti ve güvenliği, haberleşme, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü ve kadın-erkek eşitliği alanlarında yeni hükümler gündeme gelmiştir. 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren Yeni Türk Medeni kanununda da bu doğrultuda önemli hükümlere yer verilmiştir.
19 Şubat 2002 – 14 Temmuz 2004 tarihleri arasında AB siyasi kriterlerini karşılama amacına yönelik olarak sekiz uyum paketi hayata geçirilmiştir.
Birinci Uyum Paketi – 19 Şubat 2002
İkinci Uyum Paketi – 9 Nisan 2002
Üçüncü Uyum Paketi – 9 Ağustos 2002
Dördüncü Uyum Paketi – 11 Ocak 2003
Beşinci Uyum Paketi – 4 Şubat 2003
Altıncı Uyum Paketi – 19 Temmuz 2003
Yedinci Uyum Paketi – 7 Ağustos 2003
Sekizinci Uyum Paketi – 14 Temmuz 2004
Bu çerçevede, Şubat 2002-Temmuz 2004 döneminde çıkarılan sekiz uyum paketiyle 53 yasanın 218 maddesinde değişiklik yapılmıştır.

Öte yandan 2004 Mayıs’ında yürürlüğe giren anayasa değişiklik paketi ile kadın-erkek eşitliği, basın özgürlüğü, uluslararası sözleşmelerin statüsü, yargının işlevselliği alanlarında yeni düzenlemeler yapılmıştır.
AB Komisyonunun 2004 Yılı İlerleme Raporu, Tavsiye Belgesi ve Etki Değerlendirmesi Çalışması
AB Komisyonu, Aralık 2002 Kopenhag Zirve sonuçları uyarınca hazırladığı rapor ve tavsiyeyi 6 Ekim 2004 tarihinde açıklamıştır. Komisyon ayrıca, ülkemizin AB’ye üyeliğinin Birlik açısından yaratacağı olumlu ve olumsuz tesirleri içeren bir “Etki Değerlendirmesi Çalışması” da yayınlamıştır.
2004 yılı İlerleme Raporunda Komisyon, Türkiye’nin AB’ye uyum yönünde attığı adımları kapsamlı biçimde değerlendirmiştir. Tavsiye metninde ise, siyasi kriterlerin yeterli ölçüde karşılandığını tespitle, üye ülkelere Türkiye’yle müzakerelerin başlatılması yönünde tavsiyede bulunulmuştur. Komisyon tavsiyesinde, Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde, ülkemizin “AB’ye katılması mukadder bir aday ülke” olarak ilan ve tescil edilmiş olduğu da vurgulanmıştır.
“Etki Değerlendirmesi Çalışması”nda ise, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin AB’nin adalet ve içişleri, ekonomi, bütçe, iç pazar, tarım, ve balıkçılık alanlarında olası etkileri değerlendirilmiş; katılımımızın genel olarak Birliğe olumlu katkılarda bulunacağı sonucuna varılmıştır.
17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi
17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, 1999 Helsinki ve 2002 Kopenhag Zirvelerinde alınan kararlar teyit edilmiş, Türkiye’nin reform sürecinde atmış olduğu kararlı adımların memnuniyetle karşılandığı belirtilerek, ülkemizle üyelik müzakerelerinin -Zirve Sonuç Metninin 23. maddesinde öngörülen çerçeve dahilinde- 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılması kararlaştırılmıştır.
17 Aralık 2004 Zirve Sonuçları önemli ve tarihi bir karar niteliğindedir.
Zirve Sonrası Gelişmeler
17 Aralık tarihli AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi Bildirisi uyarınca Komisyon’a iki ana belge hazırlanması görevi verilmiştir.
Müzakerelerin Çerçeve Belgesi (MÇB) Siyasi ve Kültürel Diyalog (Sivil Toplum Diyalogu) hakkında bildirim olarak sıralamak mümkündür.
MÇB AB Komisyonu tarafından 29 Haziran 2005 tarihinde kamuoyuna açıklanmış ve onaylanması için Konseye gönderilmiştir. AB Dışişleri Bakanları 3 Ekim 2005 tarihinde MÇB’yi onaylayarak Türkiye ile katılım müzakerelerinin başlatılması kararını almıştır.
29 Haziran 2005 tarihinde Komisyon, MÇB’nin yanısıra Türkiye ile AB üyesi ülkelerde karşılıklı önyargı ve bilgi eksikliğini gidermek amacıyla (“Aday Ülkelerle AB arasında Sivil Toplum Diyaloğu”) Bildirimi’ni yayınlamıştır. Sivil Toplum Diyaloğu ile, Türkiye ile AB üyesi ülkelerde daha ziyade hükümet dışı örgütler, üniversiteler ve medya kuruluşları aracılığıyla işbirliği imkanlarının geliştirilmesi ve Türkiye’nin topluluk programlarından artan ölçüde yararlanması hedeflenmektedir.
Ankara Anlaşmasını 16 üyeye teşmil eden Uyum Protokolü ülkemiz ile AB Dönem Başkanlığı ve Komisyon arasında 29 Temmuz 2005 tarihinde mektup teatisi aracılığıyla imzalanmıştır. Bu imza vesilesiyle tarafımızdan, mektubumuz ve imzamızla hukuken bir bütün oluşturan resmi bir deklarasyon da yapılmıştır. Deklarasyonda Uyum Protokolü’nün imzalanmasının “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni hiçbir şekilde tanıma anlamına gelmeyeceği sarih bir şekilde belirtilmiştir. AB, ülkemizin Uyum Protokolü’ne ilişkin yapmış olduğu deklarasyona karşılık 21 Eylül 2005 tarihinde bir karşı deklarasyon yayınlamıştır.
2006 Yılından Günümüze Gelişmeler
12 Haziran 2006 tarihinde Türkiye ile AB arasındaki kurumsal anlamda en yüksek karar alma organı olan Ortaklık Konseyinin 45. toplantısı ve akabinde ilk müzakere faslı olan “Bilim ve Araştırma” başlığında fiili müzakerelerin açılıp kapandığı Hükümetlerarası Konferans gerçekleştirilmiştir.
Komisyon 29 Kasım 2006 tarihinde ülkemizle müzakerelere ilişkin tavsiye kararını açıklamıştır. Bu kararda ülkemizin Ankara Anlaşmasına Ek Protokolü tam olarak uygulamaya koymadığı belirtilerek, Türkiye’nin Katılımı Konusundaki Hükümetlerarası Konferansın Komisyonun Türkiye’nin yükümlülükleri yerine getirdiğini teyit etmesine kadar, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetine yönelik kısıtlamalarıyla ilgili politika alanlarını kapsayan fasıllarda ( toplam sekiz fasıl- “Malların Serbest Dolaşımı”, “İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi”, “Mali Hizmetler”, “Tarım ve Kırsal Kalkınma”, “Balıkçılık”, “Ulaştırma Politikası”, “Gümrük Birliği” ve “Dış İlişkiler” ) müzakereleri açmaması ve Türkiye’nin Ek Protokolle ilgili yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiğini teyit etmeden hiçbir faslın geçici olarak kapatılmaması önerilmektedir.
Komisyon önerisi 11 Aralık 2006 tarihinde yapılan Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nde (GİDİK) ele alınmış ve karara bağlanmış; ardından 14-15 Aralık 2006’da yapılan AB Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesi’nde onaylanmıştır.
Diğer taraftan, AB Dışişleri Bakanları Toplantısının sonuç bildirisine ek teşkil eden ve üzerinde siyasi mutabakat sağlanmış ancak onaylanmamış olan “Kıbrıs Türk Toplumunun Ekonomik Kalkınmasının Desteklenmesine İlişkin Nisan 2004 Konsey Sonuçlarının Uygulanması” başlıklı belgede, KKTC’ye yönelik Doğrudan Ticaret Tüzüğü taslağına yönelik çalışmaların gecikmeden başlatılması gerektiği kaydedilmektedir. Üzerinde siyasi mutabakat sağlanan sözkonusu karar Alman Dönem Başkanlığı sırasında 22 Ocak 2007’de GİDİK’te onaylanmıştır.
GİDİK toplantısının akabinde, Finlandiya Dönem Başkanlığı tarafından bir Başkanlık Açıklaması yapılmış ve “Konsey’deki tartışmaların ardından ilgili BM Güvenlik Konseyi Kararları ve AB’yi oluşturan ilkeler doğrultusunda Kıbrıs sorununda kapsamlı bir çözüme ulaşılması için müzakerelere başlanması amacıyla BM Genel Sekreteri’nin yürütmekte olduğu çabalara tam destek” ifade edilmiştir.
11 Aralık 2006 tarihli GİDİK Kararlarının ardından Almanya’nın Dönem Başkanlığını üstlenmesiyle birlikte katılım müzakereleri yeniden ivme kazanmıştır. Bu çerçevede, 29 Mart 2007 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen Başmüzakereciler düzeyindeki Hükümetlerarası Konferans’ta “Sanayi ve İşletme Politikası” faslında müzakereler açılmıştır.
AB üyelik sürecimiz çerçevesinde siyasi reformların uygulanmasına devam edilmektedir. Bu çerçevede, Sayın Bakanımız 12 Nisan 2006 tarihinde 9. Reform Paketini açıklamıştır.
Pakette yer alan aşağıdaki kanun tasarıları onaylanarak yürürlüğe girmiştir:
-Özel Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun,
-İskan Kanunu,
-Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun,
Paket kapsamında ayrıca aşağıda kayıtlı uluslararası sözleşmelere de taraf olunmuştur:
- Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi,
- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Oluşturduğu Denetim Mekanizmasının Değiştirilmesine İlişkin 14 No’lu Ek Protokol,
- Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı
- Avrupa Sosyal Şartına Değişiklik Getiren Protokol
Paket kapsamında yer alan ve henüz TBMM tarafından onaylanmayan kanunların yeni yasama döneminde ele alınması öngörülmektedir.
Ayrıca, 17 Nisan 2007 tarihinde Sayın Bakanımız ve Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Ali Babacan “Türkiye’nin AB Müktesebatına Uyum Programı”nı kamuoyuna açıklamışlardır.
Katılım müzakerelerine konu teşkil eden 33 fasılda 2007-2013 yılları arasında gerçekleştirilmesi öngörülen mevzuat uyum çalışmalarını içeren sözkonusu Programın hazırlık çalışmalarına ilgili kamu kuruluşlarının yanı sıra sivil toplum örgütleri de katılmıştır. AB Komisyonu, Türkiye’nin kabul ettiği AB Müktesebatına Uyum Programı’nı olumlu bir adım olarak nitelemiş ve memnuniyetle karşılamıştır.
Komisyon 6 Kasım 2007 tarihinde ülkemize ilişkin 2007 İlerleme Raporunu yayınlamıştır. Raporda, Temmuz 2006’daki genel seçimlerin adil ve serbest bir şekilde gerçekleştirildiği ve AB yönelimine sahip bir reform gündemi bulunan yeni bir hükümetin işbaşına geldiği kaydedilmektedir. Raporda daha önceki İlerleme Raporlarında olduğu gibi daha fazla ilerleme beklenen alanlara da yer verilmektedir. İlerleme Raporuyla birlikte yayınlanan 2007 Genişleme Stratejisi Belgesi’nde ise, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin stratejik önemine dikkat çekilmektedir.
Portekiz’in Dönem Başkanlığı sırasında (2007 yılının ikinci yarısı) 19 Aralık 2007 tarihinde düzenlenen Hükümetlerarası Konferansla iki fasılda (Trans-Avrupa Ağları, Tüketici ve Sağlığın Korunması) daha müzakerelere başlanmıştır. Ayrıca, 10 Aralık tarihinde AB üyesi ülke Dışişleri Bakanları tarafından alınan ve Devlet-Hükümet Başkanları tarafından onaylanan kararlarda 2006 ve 2007 Genişleme Strateji Belgelerine atıf yapılmak suretiyle ülkemizin de içerisinde bulunduğu genişleme sürecinin devamına AB’nin bağlılığı teyit edilmiştir.

İslam Konferansı Örgütü, İKÖ, KURULUŞ, AMAÇ, VE GÖREVLERİ PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF

İslam Konferansı Örgütü, İKÖ, KURULUŞ, AMAÇ, VE GÖREVLERİ PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
KURULUŞU :
Müslüman ülkeler arasında dayanışma ve işbirliğini geliştirmek amacıyla İslam Konferansları düzenlenmesi düşüncesi Suudi Arabistan Kralı’nın 1966 yılında "İslam Birliği" sloganı, daha sonra Fas Kralı’nın 1969 yılında "İslam Dayanışması" fikrini atmasıyla somutlaşmış, bazı Arap devletleri ise Arap Zirve Konferansları düzenlenmesini tercih ettiklerini açıklamışlardır.
İslam dünyasını ilgilendiren gelişmelerin yoğunlaşması, bu bağlamda Kudüs’te El Aksa Mescidi’nin yakılması üzerine, Suudi Arabistan ve Fas Kralı'nın girişimleri sonucunda 22-25 Eylül 1969 tarihlerinde Rabat'ta Birinci İslam Zirve Konferansı toplanmıştır. Türkiye, Zirve’ye Dışişleri Bakanı başkanlığında bir heyetle katılmıştır.
1970 yılında Karaçi'de gerçekleştirilen İkinci İslam Dışişleri Bakanları Konferansında Örgüt’e bir Genel Sekreter atanmış, 1972 yılında Cidde'de yapılan üçüncü İslam Dışişleri Bakanları Konferansında ise, ‘‘İslam Konferansı Şartı’’ kabul edilmiştir.
İKÖ'nün merkezi Cidde'dedir. Halen 57 ülkesi bulunmaktadır. KKTC dahil, 5 ülke de ‘‘gözlemci’’ statüsündedir. Her İslam ülkesi Örgüte üye olabilmektedir. Yeni üye kabulü üye ülkelerin 2/3 çoğunluğunun onayıyla gerçekleşebilmektedir.

İKÖ'NÜN AMACI:
İslam Konferanslarının amaçları, İKÖ Şartı’nda şu şekilde belirlenmiştir:
a) Üye devletlerarasında İslam dayanışmasını geliştirmek,
b) İktisadi, sosyal, kültürel, bilimsel ve diğer önemli faaliyet sahalarında üye devletlerarasında işbirliğini güçlendirmek ve uluslararası örgütlerde üye devletlerarasında dayanışmayı yürütmek,
c) Irk ayrımını, fark gözetmeyi bertaraf etmeye ve sömürgeciliğin her şeklini ortadan kaldırmaya gayret etmek,
d) Adalet üzerine kurulu uluslararası barış ve güvenliği desteklemek için gerekli tedbirleri almak,
e) Kutsal yerlerin korunması için sarfedilen gayretleri ve Filistin halkının mücadelesi için sağlanan desteği koordine etmek, haklarını tekrar kazanması ve topraklarını kurtarması için Filistin halkına yardım etmek,
f) Bütün Müslüman milletlerin onur, bağımsızlık ve ulusal haklarını korumak amacıyla verdikleri mücadeleyi desteklemek;
g) Üye devletler ile diğer ülkeler arasında işbirliği ve anlayışı geliştirmeye elverişli ortam yaratmak.
İKÖ ÜYELERİ İSLAM KONFERANSI ÖRGÜTÜ ÜYELERİ Üyeler
Üye ülkeler
* 1 - Afganistan İslam Devleti 1969
* 2 - Arnavutluk Cumhuriyeti 1992
* 3 - Azerbaycan Cumhuriyeti 1992
* 4 - Bahreyn Krallığı 1972
* 5 - Bangladeş Halk Cumhuriyeti 1974
* 6 - Benin Cumhuriyeti 1983
* 7 - Birleşik Arap Emirlikleri Devleti 1972
* 8 - Brunei Darüsselam 1984
* 9 - Burkina Faso 1974
* 10 - Cezayir Demokratik Cumhuriyeti 1969
* 11 - Cibuti Cumhuriyeti 1978
* 12 - Çad Cumhuriyeti 1969
* 13 - Endonezya Cumhuriyeti 1969
* 14 - Fas Krallığı 1969
* 15 - Fildişi Sahilleri Cumhuriyeti 2001
* 16 - Filistin Devleti 1969
* 17 - Gabon Cumhuriyeti 1974
* 18 - Gambia Cumhuriyeti 1974
* 19 - Gine Cumhuriyeti 1969
* 20 - Gine Bissau Cumhuriyeti 1974
* 21 - Guyana Cumhuriyeti 1998
* 22 - Irak Cumhuriyeti 1975
* İran 23 - İran İslam Cumhuriyeti 1969
* 24 - Kamerun Cumhuriyeti 1974
* 25 - Katar Devleti 1972
* Kazakistan 26 - Kazakistan Cumhuriyeti 1995
* 27 - Kırgızistan Cumhuriyeti 1992
* 28 - Komorlar Birliği 1976
* 29 - Kuveyt Cumhuriyeti 1969
* 30 - Libya Sosyalist Arap Halk Cumhuriyeti 1969
* 31 - Lübnan Cumhuriyeti 1969
* 32 - Malezya 1969
* 33 - Maldivler Cumhuriyeti 1976
* 34 - Mali Cumhuriyeti 1969
* 35 - Mısır Arap Cumhuriyeti 1969
* 36 - Moritanya İslam Cumhuriyeti 1969
* 37 - Mozambik Cumhuriyeti 1994
* 38 - Nijer Cumhuriyeti 1969
* 39 - Nijerya Federal Cumhuriyeti 1986
* 40 - Özbekistan Cumhuriyeti 1996
* 41 - Pakistan İslam Cumhuriyeti 1969
* 42 - Senegal Cumhuriyeti 1969
* 43 - Sierra Leone Cumhuriyeti 1972
* 44 - Somali Cumhuriyeti 1969
* 45 - Sudan Cumhuriyeti 1969
* 46 - Surinam Cumhuriyeti 1996
* Suriye 47 - Suriye Arap Cumhuriyeti 1972
* 48 - Suudi Arabistan Krallığı 1969
* 49 - Tacikistan Cumhuriyeti 1992
* 50 - Togo Cumhuriyeti 1997
* 51 - Tunus Cumhuriyeti 1969
* 52 - Türkiye Cumhuriyeti 1969
* 53 - Türkmenistan Cumhuriyeti 1992
* 54 - Uganda Cumhuriyeti 1974
* 55 - Umman Sultanlığı 1972
* 56 - Ürdün Krallığı 1969
* 57 - Yemen Cumhuriyeti 1969
Gözlemciler
* 1 - Rusya Federasyonu 2005
* 2 - Bosna-Hersek Devleti 1994
* 3 - Orta Afrika Cumhuriyeti 1997
* 4 - Tayland Krallığı 1998
* 5 - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (Kıbrıs Türk Devleti adıyla) 1979


GÖRÜŞÜLEN KONULAR VE ALINAN KARARLAR :
İslam Konferansı Örgütü ilgilendiği konular itibariyle siyasi gündemi ağırlıklı bir forum niteliğindedir.
Bugüne kadar yapılan İslam Konferansları toplantılarında genel olarak, Orta Doğu sorunu, Filistin meselesi, Kudüs şehrinin statüsü, Keşmir, Afganistan, Irak ve bu bağlamda Kıbrıs ve Batı Trakya Türk azınlığının sorunları ile dünyanın muhtelif yerlerindeki diğer Müslüman topluluk ve cemaatlerin durumları ele alınmakta, ayrıca uluslararası toplumun gündemini belirleyen silahsızlanma, ekonomik kalkınma, çevre, sosyal, kültürel işbirliği ve enformasyon konuları üzerinde de durulmaktadır.
İKÖ'NÜN ORGANLARI :
İslam Zirvesi
Kuruluş Şartı uyarınca İslam Konferansı Örgütü'nün en yetkili organı Devlet ve Hükümet başkanlarının katıldığı İslam Zirvesi'dir. Zirve 3 yılda bir toplanmaktadır. Son olarak 10. İslam Zirvesi 11–18 Ekim 2003 tarihlerinde Kuala Lumpur’da düzenlenmiştir. Ayrıca, Aralık 2005’te Mekke’de Olağanüstü İslam Zirvesi toplanmıştır.
11. İslam Zirvesi’nin ise, gecikmeli olarak, Mart 2008’de Senegal’de düzenlenmesi öngörülmektedir.
İslam Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı (İDBK):
İslam Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı en az yılda bir kez toplanmaktadır. Bakanlar ayrıca, her yıl BM olağan Genel Kurulu toplantıları marjında Genel Kurul gündeminde yer alan konularda eşgüdüm sağlanması amacıyla da bir araya gelmektedirler.

14–16 Haziran 2004 tarihleri arasında gerçekleştirilen 31. İDBK’ya ülkemiz evsahipliği yapmıştır. 31. İDBK’da, örgütün reform çabalarına ilişkin kabul edilen diğer kararların yanında, KKTC’de halkın çoğunluğunun Annan Planı’na referandumda olumlu oy vermiş olduğu da göz önünde bulundurularak, KKTC’nin gelecekte İKÖ toplantılarına planda BM Genel Sekreteri tarafından kullanılan tanıma uygun olarak ‘‘Kıbrıs Türk Devleti’’ sıfatıyla katılması kararlaştırılmıştır.
32. İDBK 2005 yılı Haziran ayında Sana’da, 33. İDBK 2006 yılı Haziran ayında Bakü’de düzenlenmiştir. 34. İDBK ise 15–17 Mayıs 2007 tarihlerinde İslamabad’da düzenlenmiştir. 35. İDBK’nın 2008 yılında Uganda’da gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır.
Genel Sekreterlik:
İKÖ Yazmanlık hizmetleri Merkezi Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde olan Genel Sekreterlik tarafından yerine getirilmektedir. Genel Sekreter, İslam Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı tarafından, 4 yıl için, bölge esasına göre (Asya, Afrika ve Arap ülkeleri) üye ülkeler tarafından gösterilen adaylar arasından seçilmektedir.

Kuala Lumpur'da toplanan 27. İDBK'da (2000) Genel Sekreterliğe getirilen Faslı Abdülvahid Belkeziz’in görev süresini tamamlamasının ardından, 14–16 Haziran 2004 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen 31. İDBK toplantısında Türkiye’nin adayı Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu İKÖ Genel Sekreterliği’ne seçilmiştir. Genel Sekreter İhsanoğlu 1 Ocak 2005 tarihinden bu yana görevini sürdürmektedir.
İKÖ'NÜN BÜTÇESİ :
İKÖ bütçesi üye ülkelerin ödedikleri katkı paylarından karşılanmaktadır. Katkı payları ülkelerin milli gelirine göre saptanmıştır. Türkiye'nin ödemekte olduğu katkı payı oranı İKÖ Genel Sekreterliği ve yan kuruluşlarının toplam bütçelerinin % 5’idir.
İKÖ’NÜN YAN KURULUŞLARI:
İslam Konferansı Örgütü zaman içinde gelişmiş, üye ülkeler arasında ekonomik, sosyal ve kültürel konularda işbirliğinin geliştirilmesine katkıda bulunulması amacıyla muhtelif merkez ve kurumlar ihdas olunmuştur. Bunları üç başlık altında sıralamak mümkündür:
a) Yan Kuruluşlar
* İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi-The Statistical, Economic, Social Research and Training Centre for Islamic Countries (SESRTCIC-Ankara) ( http://www.sestric.org/)
* İslam, Sanat, Tarih ve Kültürünü Araştırma Merkezi-The Research Center for Islamic History, Art and Culture (IRCICA-İstanbul) ( http://www.icdt.org/ )
* Ticareti Geliştirme İslam Merkezi-Islamic Centre for the Development of Trade (ICDT-Kazablanka) (www.icdt-oic.org)
* İslam Teknoloji Üniversitesi-Islamic Institute for Technology (IUT-Dakka) (www.iutoic-dhaka.edu)
*  İslam Bilim, Teknoloji ve Kalkınma Vakfı (IFSTAD-Cidde)
* İslam Fıkıh Akademisi-The Islamic Fiqh Academy (IFA-Cidde) (www.fiqhacademy.org)
*  İslam Dayanışma Fonu-The Islamic Solidarity Fund (ISF-Cidde)
* Nijer İslam Üniversitesi (www.universite_say.ne)

b) Uzmanlık Kuruluşları
* • İslam Kalkınma Bankası-The Islamic Development Bank (IDB-Cidde) (www.isdb.org)
* İslam Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü-The Islamic Educational, Scientific and Cultural Organisation) (ISESCO-Rabat) (www.isesco.org.ma)
* Uluslararası İslam Haber Ajansı-International Islamic News Agency (IINA-Cidde) (www.islamicnews.org.sa)
* İslam Ülkeleri Yayın Örgütü The Islamic States Broadcasting Organisation (ISBO-Cidde) (www.isbo.org)

c) Bağlı Kuruluşlar
* İslam Kalkınma Bankası (Link: http://www.isdb.org/) The Islamic Development Bank (IDB-Cidde)
* İslam Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü The Islamic Educational, Scientific and Cultural Organisation (ISESCO-Rabat)
* Uluslararası İslam Haber Ajansı International Islamic News Agency (IINA-Cidde)
* İslam Ülkeleri Yayın Örgütü The Islamic States Broadcasting Organisation (ISBO-Cidde)

c) Bağlı Kuruluşlar
*
• İslam Başkentleri ve Şehirleri Örgütü-Organization of Islamic Capitals and Cities (Cidde) (www.oicc.org)
*

Uluslararası İslam Hilal Komitesi-Islamic Committee of the International Crescent (Bingazi)
*

İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu (Islamic Conference Youth Forum for Dialogue and Cooperation(ICYFDC-İstanbul) (www.icyf.com)
*

İslam Gemi Sahipleri Birliği-Organization of Islamic Shipowners Association (OISA-Cidde) (www.oisaonline.com)
*

İslam Ticaret, Sanayi Odası ve Borsası Islamic Chamber of Commerce and Industry (ICCICE-Karaçi) (www.icci-oic.org ) • Uluslararası İslam Bankaları Birliği International Association of Islamic Banks (IAIB-Cidde)
*

İslam Ülkeleri Müteahhitler Birliği-Federation of Contractors from Islamic Countries (FOCIC)
*

İslam Dayanışması Oyunları Spor Federasyonu Sports Federation of Islamic Solidarity Games (Riyad)
*

Uluslararası Arap-İslam Okulları Federasyonu (Cidde)
*

İslam Dünyası Bilim Akademileri-Islamic World Academy of Sciences (Ürdün)(www.ias-worldwide.org)
*

Uluslararası Müslüman İzciler Federasyonu-International Union of Muslim Scouts (IUMS)-Cidde
*

İslam Ülkeleri Müşavirler Federasyonu-Federation of Consultants from Islamic Countries (FCIC)
İstanbul İslam Konferansı Örgütü tarafından Nijer, Uganda, Malezya ve Bangladeş'te kurulan veya örgüt tarafından finanse edilen 4 adet İslam Üniversitesi bulunmaktadır.
İslam Konferansı Örgütü çerçevesinde Bakanlar düzeyinde belirli konularda çalışmalar yapmak üzere (Ad-Hoc) statüde, Kudüs Komitesi, Filistin Komitesi, Afganistan Komitesi gibi Komiteler mevcuttur.
İKÖ yan kuruluşlarından, İslam, Sanat, Tarih ve Kültürünü Araştırma Merkezi ve İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin Sekretaryaları Türkiye’de bulunmaktadır. İKÖ’ye bağlı kuruluşlardan İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu’nun Sekretarya Eylül 2006’da İstanbul’da açılmıştır.
Öte yandan, son yıllarda İKÖ’nün yeniden yapılandırılması konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Aralık 2005’te Mekke’de toplanan Olağanüstü İslam Zirvesi’nde kabul edilen İslam Dünyasını Bekleyen Sorunlara Karşı 10 Yıllık Eylem Programı ve İKÖ’de reforma yönelik Akil Adamlar Komisyonu tarafından hazırlanan rapor yeniden yapılanma sürecinde önemli gelişmeler olarak değerlendirilmektedir.
Bu raporlarda özellikle İKÖ kararlarının uygulanabilirliğini artırmak ve krizlere anında müdahil olabilmek amacıyla tesis edilmesi öngörülen İcra Komite’sinin de son dönemde işlevsellik kazandığı gözlenmektedir. İKÖ Zirve ve Dışişleri Bakanları Troykalarının bir araya gelmesi ile oluşan İcra Komitesi önemli gelişmeler karşısında ilgili tüm üye ülkelerin de katılımıyla toplantılar yapmaktadır. Örneğin, Ağustos 2006’da Malezya’da, Lübnan krizi nedeniyle Hükümet başkanları seviyesinde bir genişletilmiş icra komitesi toplantısı yapılmıştır.
Bunların dışında yılda bir kez toplanan Ekonomik, Kültürel ve Sosyal İşler İslam Komisyonu bulunmaktadır. Üye ülkelerin katıldığı bu Komisyon, bir yandan Örgütün yan kuruluşlarının Genel Kurulu olarak vazife görmekte, bir yandan da ekonomik, kültürel ve sosyal konularda İslam dünyasını ilgilendiren konuları ele alarak, İslam Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansına tavsiyelerde bulunmaktadır.
Daimi Komiteler
Üçüncü İslam Zirvesinde üye ülkeler arasındaki çeşitli alanlardaki işbirliğini güçlendirmek ve eşgüdüm sağlamak amacıyla her birine bir Devlet Başkanının başkanlık ettiği üç Daimi Komite kurulmuştur. Daimi Komiteler şunlardır:
• Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi (COMIAC – Senegal )
• Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (COMCEC – Türkiye )
• Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Daimi Komitesi (COMSTECH – Pakistan )

Bu komiteler, uygulamada İKÖ Zirvesine muhatap olmakta ve faaliyetleri hakkındaki raporlarını Zirveye sunmaktadırlar.
İSEDAK
İKÖ bünyesinde ekonomik işbirliği konularının giderek önem kazanmasıyla birlikte, 1981 yılında Mekke’de yapılan III. İslam Zirvesi’nde, Ekonomik İşbirliğinin Güçlendirilmesine Yönelik Eylem Planı kabul edilmiş ve Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi’nin (İSEDAK) kurulması kararlaştırılmıştır.

İSEDAK, 1984 Ocak ayında Kazablanka’da yapılan IV. İslam Zirvesi’nde Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Komitenin Daimi Başkanlığına seçilmesiyle faaliyetlerine başlamıştır.
İSEDAK, Türkiye’nin ev sahipliğinde İKÖ üyesi ülkelerin Ekonomi ve Dış Ticaretten Sorumlu Bakanları düzeyinde yılda bir defadan az olmamak üzere toplanmaktadır. 23. İSEDAK toplantısı 14–17 Kasım 2007 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleştirilmiştir. ( www.oic-cif.org )
İSEDAK’ın belli başlı  görevleri:
* İslam Konferansı Örgütü tarafından ekonomik ve ticari işbirliği alanında alınmış ve alınacak kararların uygulanmasını izlemek;
* Üye ülkeler arasında ekonomik ve ticari işbirliğini güçlendirmek için mümkün olan yolları incelemek, ve
* Üye ülkelerin ekonomik ve ticari alanlarındaki kapasitelerini artırmaya yönelik programlar hazırlamak ve öneriler sunmaktır.