Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

2010 YILINDA BÖLGE DEVLETİ OLAN TÜRKİYE

2010 YILINDA BÖLGE DEVLETİ OLAN TÜRKİYE

Türkiye eğer doğru tercihleri kullanırsa, doğru yönetilir ve yönlendirilirse 10 yıl içinde dünya ülkelerinin en zengin yüzde 10’nu içine girebilir. Bu, aşağı yukarı her yıl yüzde 10 dolayında bir kalkınma hızını gerektirir. Bence bütün mesele elimizdeki kaynakları doğru kullanabilecek miyiz meselesidir. Bir örnek vereyim : “Türkiye olimpiyatlarda 40 dala atlet yetiştirirse, hiçbirini kazanamaz. Ama kendisine uygun 3 dal bulur, bütün imkanlarını buralara yöneltir, bu üç dalda altın madalya alacağız” derse, o zaman 2000 yılı olimpiyatlarında 3 altın madalyamız garanti olur. Ama kaynaklarımızı her yere incecik bir zar gibi yayarsak, serbest piyasa ekonomisini kendi kendine ne olursa olur, mantığına bırakırsak, bunu başarmamız mümkün olmaz.

Türkiye, büyük kentlerde gördüğümüz disiplinsizliğe rağmen aslında çalışkan bir ülke. Eğer Türkiye tüketimi hiç arttırmamak değil, tasarruf kaynaklarını yok ettirmeyecek bir düzeyde arttırarak hareket edebilirse, 2020 yılına geldiğinde önemli bir ekonomik kalkınma düzeyine ulaşabilir.

Türkiye bugün “değişik açılardan bir dört yol ağızdadır. Türk toplumu uyumlu bir şekilde ne yapması gerektiği konusunda klişelerden uzak yeni arayışlara yönelmelidir. Bir kere Türkiye’de piyasa ekonomisinin yerleşmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin ekonomik geleceğine ilişkin senaryonun yalnızca ülkenin kendi verilerine dayanılarak çizilemeyeceğinin bilinmesi gerekir.

Türkiye hem batı ile doğu; hem de kuzey ile güney arasında bir noktada bulunuyor. Bu konumu Türkiye’nin lehine de işleyebilir, aleyhine de. Türkiye bu yüzyılın başından, Osmanlı devletinin parçalanmasından itibaren Doğu-Batı arasında merkezi bir ülke olma iddiasından vazgeçti; Batı dünyasının kenarı olma rolünü rıza gösterdi. Bugün de bu konumunu korumaya çalışıyor. Fakat şimdi dünyada Türkiye’nin iradesi dışında çok büyük değişmeler yaşanıyor. Şimdi soru: Türkiye yarının dünyasında merkez mi, yoksa kenarda bir ülke mi olacak? Bugün ekonomik güç ve yoğunluk Atlantik Havzası’ndan Pasifik Havzası’na geçmiş durumda. Bu güç yavaş yavaş Pasifik Havzası’ndan batıya, orta doğuya doğru ilerliyor. Bakın Japonlar Türkiye’ ye kadar geldiler; AT’ nin sınırlarına dayandılar.

Çin sessiz gibi görünüyor; ama bu aldatıcı bir sessizlik. Çin, var gücüyle Japon teknolojisini yakalamaya çalışıyor. Hindistan Çin’ den daha ileri teknolojiye sahip; elindeki teknoloji askeri bir güç haline çevirmeye çalışıyor. Güç merkezinin Pasifik Havzası’na kayması Avrupa’ nın gerileyeceği demek değildir. Benim düşüncem şudur ki Avrupa, büyütülmüş bir İsviçre ve Belçika olacaktır.

Yeni Avrupa bir yandan mali planlama, bankacılık hizmetleri sağlık ve sosyal hizmetler konularındaki bilgi birikimiyle genişletilmiş bir İsviçre; bir yandan da Latin ve Germen kültürlerinin, Katolikliğin ve Protestanlığın uyum içinde yaşadıkları genişletilmiş bir Belçika olmaya adaydır. Avrupa’ nın güçlenmesi sınırlarına dayanmıştır, diyorum. Bu kendisini nüfus artışının durmasından da gösteriyor. Avrupa önümüzdeki yüzyılda belirli bir sükun ve barış dönemi yaşayacaktır, ama büyümesi büyük ölçüde tamamlanmış, ekonomik bakımdan duraklamış hale gelecektir. Şimdi, böyle durağan bir Avrupa ile son derece hareketli bir Asya arasında olan bir Türkiye sözkonusu.

Türkiye’nin gerek ekonomisinin gelişmesi, refahı gerekse güveliği açısından İran’ la iyi ilişkilere ihtiyacı var. İran için Türkiye, büyük bir problem. Çünkü İran’ da çok büyük bir Türk varlığı, 14 milyon nüfuslu Azeri ve Türk aşiretleri var. Azerbaycan, Türkiye-İran ilişkileri bakımından olağan üstü ilginç, kilit bir noktada. Azerbaycan etnik kimliğini, şu dinsel kimliğinden önde tuttuğu için Türkiye ile yakın ilişki arayışı içinde. Bu, İran için büyük bir tehlike.

İran bütünlüğünü muhafaza etme insiyakı içinde, Şiilik faktörüne sarılmakta. Bunun yürüyebileceği inancında değilim. İran parçalanmayacaktır, ama değişecektir. Eğer Türkiye-Azerbaycan yakınlaşması ilerlerse, İran da bu katı bürokratik rejiminden vazgeçebilir. İran’ da insan hakları, demokratik rejim er geç gündeme gelecektir.

Türkiye’nin ekonomik gelişmesini, potansiyeli giderek büyüyen Asya’ ya açılmasına; bunun gerçekleşebilmesi için giderek değişip demokratikleşen bir İran’la kuracağı yakın ilişkilere önem vermesi gerekir.

Türkiye’nin ekonomik geleceğinin dış potansiyellerine, bir anlamda Doğuya doğru açılmasına bağlı olduğunu düşünenlerden biri de, İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi ve Türk Dünyası araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan. Yazgan’ın senaryosu şöyle: “Bir ekonominin güçlü olabilmesi için belirli şartları mutlaka yerine getirmesi gerekir. Bunlardan birincisi; kritik madde problemini çözmektir. İkincisi de; insan gücü ihtiyaçlarını gelişme seyrine paralel bir şekilde, açık vermeden karşılayabilmektir. Türk ekonomisi kritik madde sorununu çözmüş değildir... (Eğitilmiş) insan gücü açısından da ihtiyaçlarını hızlı bir değişmeye elverişli biçimde karşılayamıyor. Oysa bugün dünyada yüzünü Türkiye’ye doğru döndürmüş 250 milyonluk bir Türk kitlesi yaşamakta. Türkiye onlar için bir bakıma Kabe’dir, bir bakıma ABD’den daha güçlü bir ülke; rehber, önder bir ülkedir. Bu bakış açısı Azerbaycan’dan Kazakistan’a sıçramıştır, diğer Türk ülkelerine sıçrayacağına hiç şüphe yoktur. Çünkü milliyet asrı devam ediyor. Milliyete dayalı işbirliği ortamı devam ediyor. Bu potansiyel içinde dünya petrol kaynaklarının, altın, uranyum kaynaklarının büyük kısmı vardır. bizimle işbirliğine hazır olduklarını dünya görüyor. Ben artan bir iktisadi işbirliğiyle bu potansiyeli kullanabilir hale gelirsem, benim ekonomim Japonya ile eşit hale gelebilir.”

2010 yılında Türk seçkinlerinin zihninde varolan temel senaryo şöyle betimleyebiliriz:

· Türkiye önümüzdeki otuz yılda kalkınmasını sürdürerek, 2020 yılında bugünkünden daha büyük bir refaha ulaşacaktır. Türk ekonomisinin geleceği konusunda iyimserdir. Bu iyimserlerin bir bölümü, Türkiye’yi “mucizeler yaratmaya namzet” görmekte ve Türkiye’nin gelişmiş ülkelerin ortalamasını yakalayarak yeni bir İtalya olabileceğine inanmaktadır. Çoğunluk gelişmiş ülkeleri yakalayamasa da otuz yıl sonra Türkiye’nin uluslararası ekonomik refah ve güç sıralamasında bugün olduğundan daha yukarıda bir konuma geleceği kanısındadır. Türkiye’nin ekonomide yerinde sayacağına ya da gerileyebileceğine insanlar çok azınlıktadır. Kısaca, Türk eliti, büyük çoğunluğuyla ekonominin geleceğine güvenmektedir.

·Büyük çoğunluk dünyada ekonomik bütünleşmenin ilerleyeceği, 2010 yılında Türk ekonomisinin de bu bütünleşme içinde, uluslararası rekabete açık bir piyasa ekonomisi olacağı görüşündedir. Farklı siyasi eğilimlerden kişiler arasında bu konuda mutabakat olduğu görülmektedir. 1960’larda ve 1970’lere değin hayli yaygın olan, dışa kapalı, otarşik, kendi kendine yeterliği amaçlayan, planlı ve devlet ağırlıklı ekonomi modelinin geçerli olabileceğini düşünenler pek kalmamıştır.

·Farklı siyasi görüşlerden kimseler Türkiye’nin dışa açık bir piyasa ekonomisi olarak geleceğine ilişkin inancı paylaştıkları gibi, bu piyasa ekonomisinin kendi haline bırakılamayacağı fikrinde de buluşmaktadır. Gerek Türkiye ekonomisinin uluslararası rekabet gücüne sahip olabilmesi açısından, gerekse piyasa ekonomisinin yol açtığı sosyal dengesizliklerin giderilmesi bakımından devletin ekonomide düzenleyici bir rol oynaması gereği üzerinde birleşilmektedir.

·Türkiye ekonomisinin en temel zaaflarının, yılda % 2,4 dolayındaki, Hindistan da geride bırakan nüfus artışı ile eğitim alanındaki darboğazlar olduğu çok yaygın bir görüştür. Kalkınmanın getirdiği üretim artışını yutan nüfus patlamasının önlenmesi, nüfus artışının yılda % 1 dolayında indirilmesi için ulusal bir nüfus planlaması politikasının gerekliliğine inananların sayısı kabarıktır. Zorunlu ilköğretimin 11-12 yıla çıkarılması, ortaöğretimde meslek eğitiminin yaygınlaştırılması, yüksek öğretimde kalitenin yükseltilmesi, bilim ve teknoloji daha büyük yatırım Türkiye’nin 21.yy.’a hazırlanmasında en önemli adımlar olarak görülmektedir.

·Seçkinlerimiz arasında temel hak ve özgürlüklerle dayalı çoğulcu demokratik düzenin, öteki siyasal rejimlere üstünlüğü konusunda çok yaygın bir mutabakat görülmektedir.

Türkiye’de komünizmin ve faşizmin tehlikeli olmaktan çıktığı; sağ ve sol otoriter bir askeri rejimin kurulup yerleşmesi tehdidinin geride kaldığı konusunda neredeyse oybirliği vardır. Fakat laik düzeni tehdit eden şeriatçı akımlar ile ülkenin bütünlüğünü tehdit eden Kürt aykırıcılığı, demokratik düzenin karşı karşıya olduğu iki büyük tehlike olarak algılanmaktadır.

Ancak görüşülenlerin tamamına yakın bir bölümü ne şeriatçıların ne de ayrılıkçıların amaçlarına ulaşabileceğini düşünmektedir. Gerek şeriatçılar iktidara gelip Türkiye’ de bir İslâm Cumhuriyeti kurabileceğine, gerekse Kürt ayrılıkçılığının başarı kazanarak Türkiye’yi parçalayabileceğine ihtimal verenler bir iki istisnayı geçememektedir. Ancak şeriatçı tehdidin şu veya bu tür bir askeri müdahaleye yol açabileceğini düşünenlerin sayısı az değildir.

·Laikliye yönelik tehlikelerin demokrasi içinde aşılabileceğine inananlar, şeriatçı akımların demokratik bir gelişmenin akımı olarak daha geniş ölçüde örgütlenme ve toplumda seslerine daha çok duyurma olanaklarına kavuştuklarını; ancak güçlerinin sınırı ve gerilemekte olduğunu, toplumu peşlerinden götürme imkanına sahip olmadıklarını düşünüyor. Azınlık görüşü ise, şeriatçı akımların özellikle son on yılda gelişerek, devlet içinde örgütlenerek laik rejimi tehdit edebilecek güce ulaşacakları, önümüzdeki on yıl içinde bunları bir “hesaplaşma” nın gündeme gelebileceğidir.

·Kürt ayrılıkçığının başarılı olmayacağına, ayrılıkçılık sorununun demokrasi içinde çözülebileceğine ilişkin görüş birliğine karşılık, sorunun nasıl aşılabileceği konusunda görüşler ayrılmaktadır. İlginçtir ki, çoğunluk Türkiye’nin genel olarak bugün izlemekte olduğu politikaların, yani bir yandan Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin ekonomik kalkınması için yatırımları, bir yandan da güvenlik önlemlerini sürdürmesinin sorunun halline yeteceği kanısındadır. Çoğunluk görüşüne göre, ayrılıkçılık sorunun çözümü, ekonomidedir. Azınlıkta kalan ama hayli yaygın görünen öteki yaklaşıma göre ise, Doğu ve Güneydoğu’nun ekonomik kalkınmasının sağlanması ayrılıkçılık sorunun çözümü açısından yeterli olamaz. Türkiye’nin önümüzdeki otuz yılda başta Azerbaycan olmak üzere SSCB’nin Türkçe konuşulan Cumhuriyetleriyle, Türki halklarla ekonomik ve kültürel ilişkilerin giderek güçleneceğine inanalar, bu yönde anlamlı bir gelişme görmeyenlere nazaran çoğunlukta. Türki halklarla ilişkilerin, siyasi bağlamda sonuç verebileceğini, bazı Batılı senaristlerin ortaya attığı gibi Türk Birliği veya Türk Konfederasyonunun doğabileceğini düşünenler yok değil, ama çok az sayıda. Türkiye’nin laik ve demokratik rejimiyle Türki halklara örnek olacağı yaygın bir düşünce. Türkiye’nin Türk halklarla bu anlamda artan ilişkilerinin, Türkiye-SSCB yada Rusya ilişkilerini zedelemeyeceği, aksine güçlendireceği ağır basan bir başka görüş.

·Türk seçkinleri arasında Türk-Yunan ilişkilerinin geleceği konusunda, dikkat çekici bir kutuplaşma olduğu görülüyor. 2010 yılında Türklerle Yunanlıları birbirinden en yakın iki ulus olarak görenler ile, iki ulus arasında “yapısallaşmış bir husumet” in, otuz yıl gibi bir vadede aşılması mümkün olmayacak düşmanlıkların bulunduğunu düşünenler arasında bölünüyor. Ancak, önümüzdeki otuz yılda Türkiye ile Yunanistan’ın aralarındaki sorunları halledeceklerine inanalar çoğunlukta. Birçoklarına göre, sorunların halli için iki tarafta da, bu konuda niyetli ve kararlı yöneticilerin iktidara gelmesi yeterli. Hâkim görüş, 2020 yılında Ege’nin bir barış denizine dönüşeceği.

·Batı komşumuz Yunanistan ile sorunlarımızın halledebileceğine ilişkin yaygın iyimserliğine karşılık güney komşularımızla yani Suriye, Irak ve İran' la sorunlarımızın çözümlenmesine yetmeyeceği çok ağır basan bir görüş.

İslam ve Arap aleminde demokratikleşme bugünkü otoriter ve totaliter rejimlerin yerini demokratik düzenlere bırakması sorunların çözülmesi, ilişkilerin düzelmesi bakımından temel koşul olarak görülüyor. Ancak dünyadaki demokratikleşme dalgasının önümüzdeki otuz yılda İslam ve Arap alemini kapsayacağını düşünenler azınlıkta

Türk seçkinlerine göre 2020 yılının Türkiye' sini birkaç cümleyle şöyle betimleyebiliriz: Ekonomide bugün olduğundan çok daha müreffeh, uluslararasındaki ekonominin gelişmişlik sıralamasında yukarılara doğru tırmanmış, fakat gelişmiş ülkeleri henüz yakalayamamış bir Türkiye

Demokratik rejimi Batı demokrasilerinin standartlarına uydurma yolunda hayli yol almış, fakat tam anlamıyla açık toplum kimliğini kazanamamış bir Türkiye. Batı’ ya tarihsel yöneliminden ayrılmayan, “Atlantik’ten Urallar’ a Avrupa” bütünleşmesi içinde yer alan ,fakat AT üyesi olmayıp bölgesinde önemli bir siyasi-iktisadi rol üslenen bir Türkiye.

2010 Yılında Türk seçkinlerinin zihnindeki Türkiye’nin geleceğine ilişkin ana senaryoyu ortaya çıkardığı gibi, bazı genel eğilimleri konusunda yargıda bulunmayı olanaklı kılıyor. Bu araştırma temelinde, Türk seçmenleri arasında siyasette çoğulcu ve özgürlükçü demokratik düzenin, ekonomide uluslararası rekabete açık bir piyasa ekonomisinin üstünlüğü konusunda tam olmasa da oldukça yaygın bir mutabakat olduğunu söylemek mümkün görünüyor. Öte yandan çeşitli konulardaki görüş farklılıklarının açıklanmasında, geleneksel sağ-sol ayırımı hayli yetersiz kalıyor; geleneksel anlamda sağ ve solda yer alanların birçok konuda görüş birliğinde oldukları gözleniyor.

Seçkinlerimizin siyasetle ve ekonomiyle ilgili bazı temel tercihlerde düne göre bugün çok daha büyük bir mutabakata ulaşmış olmaları; demokrasinin ve ekonominin geleceği konusunda oldukça iyimser görünmeleri; önümüzdeki otuz yılda Türkiye’nin demokrasisini ve ekonomisini ilerleteceğine ve bölgesinde önemli rol oynayan bir güç haline gelebileceğine ilişkin inancı birçoklarının paylaşması, toplum olarak da geleceğe iyimser bir gözle bakmamız için önemli bir neden olarak değerlendirilebilir.

TÜRKİYE’ NİN 21. YÜZYIL HEDEFİ NE OLMALI?

Batı dünyası 21.yüzyıl için “bilgi toplumunu” hedeflemiştir. Önümüzdeki çağ şimdiden “bilgi çağı” olarak nitelendiriliyor. ABD ve JAPONYA bu çağı daha 1990’larda yakalamak üzere... Avrupa topluluğu ABD ve Japonya’dan geride kalmamak için yeni projeler ve araştırmalar yapıyor. Bu genel durum içinde Türkiye ne yapıyor, ne yapmalı ve neyi hedeflemeli?

Türkiye’nin bugünkü görünümünü “sanayileşme çabası içinde tarım toplumu” şeklinde nitelendirmek mümkündür. 1990’lı yılların başında nüfusun hâlâ % 50’ den fazlası (% 53) tarımda çalışıyorsa tarım toplumu karakteri ağır basıyor demektir.

Bilgi çağına girerken batı dünyası ağır sanayi ve sanayi üretimini yavaş yavaş daha geride gelen ülkelere terk ederek, teknoloji üretim,ne ağırlık vermeye başlamıştır. Üretim bu istikamette yeniden şekillenmekte, hizmet sektörü ilk plana çıkmaktadır.

Sanayileşmenin henüz tamamlanmamış olan Türkiye’nin, Bilgi Çağına girmeğe hazırlanan, Batı Dünyasının terk etmeğe hazırlandığı sanayi yapısını ithal etmek yerine bilgi çağının gereklerini şimdiden yerine getirmesinde kanımızca çoğunluk vardır. bunun için ileri teknoloji üretimi ve hizmet sektörünün genişletilmesinin hedef alınmalıdır.

Bunun için, her şeyden önce insan faktörüne yatırım birinci planda ele alınmalıdır.

İktisadi Kalkınma Vakfının (İKV) Türkiye’nin 21. yüzyıla uyum konusundaki önerileri şöyledir.

· Türkiye batılaşma politikasını temel ilke olarak devam ettirmelidir.

· Hızlı nüfus artışının yavaşlatılması milli politika haline getirilmelidir.

· Enflasyon tek haneli hale getirilmelidir. Bunun için, Kamu harcamaları kaynaklarla dengeli hale getirilmelidir.

· Yeni, çağdaş, yaygın ve etkili bir vergi politikası uygulanmalıdır.

· Kamu yönetimi uygun bir hukuk düzeni içinde çağın gereklerine göre yeniden düzenlenmelidir.

· Dünya kamuoyundaki Türkiye görüntüsü düzeltilmeli ve ülke ürünlerinin dünya pazarlarında tanınması sağlanmalıdır.

· Ülkenin kültür seviyesini bir bilgi toplumu olabilmesi için gerekli seviyeye yükseltilmeli ve toplama sanayi kültürü verilmelidir.

· 21. yüzyılın yeni teknoloji ve bilgi ortamında çalışabilecek teknik eleman yetiştirilmek üzere teknik eğime önem verilmelidir.

· Türkiye Araştırma ve Geliştirme kapasitesini artırmalıdır.

· Ülke şartlarının en uygun teknolojiyi satın alıp, bunları kullanırken geliştirmelidir.

Yeni teknolojileri ülkeye getirmek, finanse etmek ve uygulamayı izleyip, yeni gelişmeler sağlaması için TÜBİTAK‘ a bağlı bir Teknoloji Bilgi Bankası kurulmalıdır.

· Türk sanayisinin dünya sanayi yapısı içinde rekabet gücüne göre katma değeri yüksek sanayi kollarını seçip, yol gösterici ve özendirirci önlemler alınmalıdır.

“Bu ve benzeri önlemlerle Türkiye gelecek çağın koşullarına göre şekillendirilir ve gerekli çalışma ortamı hazırlanırsa, Türklerin yaratıcılık, problem çözüm ve uyum kabiliyetleri ile 21. yüzyılın koşullarına uymaları için hiçbir neden görülmemektedir.”

İKV’ nın bu görüşmelerine genel hatlarıyla katılmak mümkündür. Bu görüşler, statik durumu koruma yerine 21. yüzyılda yaşamaya yönelik yeni şartları öngörmektedir. Türkiye 21. yüzyılda ilk sıralara kendini hazırlayacak politikaları üretmek mecburiyetindedir. Bunun temelinde eğitim ve insan faktörüne yatırım vardır.

TÜRKİYE İÇİN HEDEFLER

Türkiye bu hedeflere ulaşacak potansiyele sahiptir. Bu iddiamızın nedenleri, şu gerçeklere dayanmaktadır:

· Türkiye ileri teknoloji üreten ve satan bir ülke haline gelmiştir. Bunun örnekleri ASELSAN ve TUSA üretimleri ile sergilenmektedir.

· Türkiye’ de Uzay Sanayiinde önemli bir aşama kaydedilmiştir.

· Türkiye, yaratıcı beyinler yetiştirmek ve yeni teknoloji üretmek üzere üniversiteler kurmuştur. “Bilgi Toplumu” olma yolunda önemli mesafeler alınmaktadır.

· TÜRKSAT uydusunun uzaya fırlatmak suretiyle, kendi haberleşme uydusuna sahip on altı ülkeden biri Türkiye olmuştur.

· GAP projesi gibi dev bir proje uygulanmaya konulabilmektedir. Bu sayede, bölgedeki gelir seviyesi beş kat arttırabilecek ve 3.5 milyon kişi için iş olanağı yaratabilecektir.

· Su, petrolden kıymetli hale gelmektedir. Türkiye’nin ise zengin su kaynakları vardır.

· Türkiye, Avrasya ve Karadeniz Bölgesindeki işbirliği sayesinde bir cazibe merkezi haline gelmiştir. 350 milyonluk bir pazarın tam ortasındadır. Türkiye’nin konumumdan kaynaklanan sayısız üstünlükleri vardır.

· Avrasya bölgesini dünyaya bağlayacak doğal gaz ve petrol boru hatlarının yolu Türkiye’ den geçmektedir.

· Sadece yaş sebze ve meyve ihracatından birkaç yıl içinde on milyar dolar sağlayacak kapasite mevcuttur.

· 21. yüzyılın en gözde sektörlerine namzet olan Turizm sektöründe çok önemli rol oynamaya hazırlanmaktadır. 10 milyar dolarlık turizm geliri kısa vadeli hedefler arasındadır.

· Avrupa Bankalarında Türk vatandaşlarının 300 milyar DM’ ye varan tasarrufları olduğu hesaplanmaktadır.

· Kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesi halinde % 30 - % 50’lik bir kaynak artışı sağlanması mümkündür.

· Türkiye altın zengini sayılabilecek, bir duruma gelmiştir.

· Özelleştirme ile ilk aşama 30 milyar dolar kaynak sağlanırken, işletmelerin verimlerinde de büyük artışlar beklenmektedir.

· Yüzde 70’ ten fazlası 35 yaşın altında olan genç ve dinamik bir iş gücü ordusu vardır.

· Dış ülkelerde çalışan “Türk beyin gücünün” Türkiye’ ye çekilmesi ve ilk aşamada 5 bin kişilik bir gruba ileri ülkelerde üniversite üstü eğitim sağlanması halinde Türkiye’ deki insan faktörü batı ülkeleri seviyesine ulaşacaktır.

· Türkiye, Japonya gibi bir süper güçle işbirliği yaparak sermaye ve teknoloji alanındaki eksiklerini de tamamlayacak bir konumdadır.

· Türk girişimcileri dünyanın her yerinde rakipleriyle boy ölçüşebilmekte ve iş yapabilmektedir.

· Bir çok kalkınmış ülkeye kıyasla “kullanılabilir kaynaklar” bakımından Türkiye’nin üstünlükleri vardır.

Büyük Atatürk’ ün 1923 yılında l. İktisat Kongresinde ifade ettiği “Türkiye çalışkanlar diyarı, zenginler diyarı olacaktır.” Hedefine 2000’li yıllarda ulaşacağımıza inanmalıyız ve buna göre hazırlanmalıyız.

Anadolu’ da; Denizli, Tokat, Kayseri, Gaziantep gibi illeri gezenler büyük bir potansiyelin fışkırdığını göreceklerdir. Anadolu müteşebbisi yoktan var etmesini bilmiş, inanılmaz bir girişimcilik ruhuyla büyük bir gelişme sağlamıştır.

DPT Müsteşarı Profesör Güvenen yeni bir strateji hazırlığı içersindedir. Bu stratejiye göre Türkiye 2007 yılında dünyadaki 185 ülke içinde sisteme en fazla etki yapan 15 ülkeden biri haline gelecektir. Böyle bir strateji düşünüldüğüne göre bizim önerdiğimiz hedef hiç de hayalci değildir. bir çok bilim dallarında uluslararası birincilik kazanan öğrencilerimiz ve kendi dallarında şampiyon olan sporcularımız, dünyaca ünlü sanatçılarımız dikkate alındığında sisteme yeterince etki yapabileceğimizi iddia edebiliriz.

Türkiye’nin dış ülkelerden görünümü daha güçlü ve heybetlidir. İçeride bunun bilincine henüz varılamamıştır.

Büyük ve güçlü Türkiye imajından çekinen ülkeler vardır. zorluklara ve engellere rağmen, Türkiye etkili ve istikrarlı bir yönetimle daha büyük hedeflere ulaşacaktır.

2000’ Lİ YILLAR VE İNSAN FAKTÖRÜ

Ülkelerin kalkınmasında sermaye birikimin rolünün % 30, sermayenin etkinliği artıran eğitim, bilgi ve teknolojinin rolünün % 70 olduğu hesap edilmektedir. Türkiye’nin 2000’li yıllara hazırlanırken, ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan gücünü sağlayabilmesi için iki önerimiz vardır.

· Türkiye’nin dış ülkelerde çalışan bilim adamlarını yurda çekmek...

· Bir uzman ordusu yetiştirebilmek için, üniversite öğretimi sonrası eğitim yapmak üzere, beş bin kişinin Avrupa ve Amerika’ ya gönderilmesi.

· Yeterli insan gücünü yetiştirmenin şüphesiz en sağlıklı yolu ülke içinde yüksek öğretime gerekli desteği vermektir.

Bu önemli konunun çözümü için ortaya konan öneriler şöyledir.

· Üniversitelere ayrılan finansman kaynakları ciddi olarak yükseltilmelidir.

· Yüksek öğretimin finansmanına, kaynak sağlamak için teşvik tedbirleri alınmalıdır.

· Döner sermaye gelirleri arttırılarak yatırıma dönüştürülmelidir.

· Özel üniversitelerin sayılarının arttırılması için teşvik tedbirleri alınmalıdır.

· Yeni kurulu üniversite ve ileri teknoloji enstitülerinden her biri için 100 araştırma görevlisi olmak üzere, yılda toplam 2300 araştırma görevlisi, doktora yapmak üzere yurtdışına gönderilmelidir.

Diğer taraftan; Türk eğitim sisteminin temel sorunlarını çözmek ve 2000’li yıllardaki hedeflerini belirlemek amacıyla Milli Eğitim Bakanlığımızca uzun vadeli bir “Eğitim Ana Planı” hazırlanmaktadır. Bu plan, XV. Milli Eğitim Şurası kararları ile VII. Beş yıllık kalkınma planında ön görülen önlemleri esas alarak 15 yıllık bir süreyi kapsamak üzere hazırlanmaktadır.

15 Yıllık Eğitim Ana Planını amaçları özele şu şekilde belirlenmiştir:

· “Bilgi Çağı” nın getirmekte olduğu değişimi doğru yorumlayarak, önümüzdeki dönemde Türk Milletini, insanı, ülkesi, kültürü, modern devlet ve üretimi ile dünya faaliyetinde daha fazla söz ve pay sahibi kılmanın, eğitime düşen hazırlıklarını zamanında tamamlamak,

· Milli Eğitimin politika belgeleri olan Beş Yıllık Kalkınma planlarıyla Milli Eğitim Şura kararlarını bir bütün halinde uygulanmaya aktaracak yöntemleri geliştirmek.

· Türkiye’nin hızla kalkınmakta olduğu, İlke olarak Avrupa Birliği ile bütünleşeceği, rekabetçi ve nitelikli insan gücü ihtiyacının giderek artacağı dikkate alınarak eğitim sistemine girecek öğrenci kitlesinin boyutlarını, artışını ve çeşitli kesimlerin eğitim ihtiyaçlarını belirlemek,

· 2005 yılına kadar lise kademesinde Avrupa Birliği okullaşma ve nitelik ortalamalarına erişmek,

· Eğitim sektörüne hızla aktarılması beklenen mali kaynakların gerçekçi bir tahmini yapmak, kaynakların akılcı ve etkili kullanımını sağlayıcı tedbirleri geliştirmek,

· Bu imkanlar içinde Türk öğrencisine demokratik, katılımcı, çağa uygun ve daha nitelikli eğitimin verilebilmesi için yeterli seçenekleri, fırsat eşitliğini sağlamak için alt yapı hazırlamak,

· Eğitimin birikmiş içsel ve dışsal sorunlarından Milli Eğiştim Bakanlığınca aşılabilecek olanları sistem ve kademe boyutlarında çözümleyerek geleceğin çeşitli eğitim ihtiyaçlarına cevap sunacak sağlıklı bir yapı oluşturmaktır.

Tartışılan konular, ortaya konulan örneklerin pek çoğu yeni harcama isteyen konulardır. Diğer taraftan Milli Eğitim’ e devlet bütçesinin en büyük payı ayrılmıştır. Bunun yanında ayrılan bu ödeneklerin en büyük payı personel harcamalarına gidecektir. Milli Eğitim’ de yatırım için fazla bir kaynak ayrılmamaktadır. Sorun burada düğümlenmektedir.

1997-1998 öğretim yılında Sekiz Yıllık zorunlu temel eğitime geçilmiş ve bunun getirdiği güçlükler aşılmaya çalışılmıştır. Nitekim, 1998 konsolide bütçe yatırımları içerisinde 407.2 Trilyon Lira Eğitim yatırımları için ayrılmıştır. Böylece yatırımlar içinde eğitim sektörünün payı 1997 yılında % 18.3 iken, 1998 yılında % 40.7 ye ulaşmaktadır.

21. yüzyılı büyük iddialarla hazırlanmakta olan Türkiye’nin her şeyden önce Eğitim sorununu kökünden halletmesi gerekiyor. Cumhuriyet’ in ilk yıllarında başlatılan, “Milli Eğitim Seferberliği” aynı heyecanla devam ettirilememiştir.

XV. Milli Eğitim ªşurası ve takip eden uygulamalar 21. yüzyıla doğru yeni bir milli eğitim seferberliğinin ilk işaretleri sayılabilir.

Tropik Yağmur Ormanları

Tropik Yağmur Ormanları

Milyonlarca yıl önce ortaya çıkan ve yeryüzünde yaşayan hayvanların yüzde 80'ini barındıran tropik yağmur ormanları günümüzde yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ekolojik sistemler bozulurken, pek çok canlının yaşam alanı yok edilmektedir. Bitki örtüsünün yoğunluğu nedeniyle tropik yağmur ormanları gezegenimizin en önemli oksijen kaynaklarından biri durumdadır. Ayrıca kıtalar üstündeki en büyük su deposu işlevini görürler. Bu nedenle onların yok edilmesi büyük ekolojik felaketlere yol açabilir.

Tropik Sera İklimi

Yerküreyi ikiye “bölen” Ekvator çizgisinin her iki yanında yer alan bölgeye tropik kuşak denir. Burası her zaman sıcak (kış ortalaması 20° C’nin üstünde), yağışlı ve yılın 12 ayı bol güneş alan bir bölgedir. Sıcaklığın yıl içindeki dağılımı çok değişmediğinden mevsimler arasındaki farklar da fazla değildir. Buna karşılık gündüzle gece arasındaki fark görece daha büyüktür. Tropik iklim kuşağında yıl içindeki değişiklikleri ve kuşağın ekolojik düzenini daha çok yükseklik farkları ve yağışlar belirler.

Ekvator çevresinde, ısınan havanın yükselmesi nedeniyle ortaya çıkan ve bütün dünyayı kuşatan bir alçak basınç kuşağı oluşur. Bunu dengelemek için kuzeydoğudan ve güneydoğudan alize rüzgarları eser. Isınıp yükselen ve onun yerine gelen hava kütleleri 10. ve 25. enlemler arasında kuzeye (temmuz) ve güneye (ocak) doğru gidip gelir. Bu hava hareketlerini yağış izler. Kuzey Yarıküre’de yaz aylarında hava akımları kuzeye kayınca yağış düşer; buna karşılık güneyde yağış olmaz. Kuzeyde kış olunca hava akımları güneye kayar ve bu kez oraları yağış alırken kuzey kuraklaşır. İşte, kurak ve yağışlı mevsimlerin birbirini izlemesi, tropik kuşağın tipik özelliklerinden biridir. (Bu konuyla ilgili olarak, savanların anlatıldığı bölüme bakınız.) Tropik kuşakta Güneş ışınları bölgeye dik olarak indiği zaman yağmur yağdığından bu yağışlara zenit (doruk) yağmurları denir. Ekvator’un 10° kuzey ve güneyi arasında kalan bölgede kuraklık yaşanmaz. Buna karşılık buradan uzaklaşılıp dönencelere yaklaşıldıkça yağışlı ve kurak mevsimler daha belirgin hale gelir. Yağışlı mevsimlerin uzayıp, kurak mevsimlerin kısalması hem bitkiler, hem de hayvanlar için dayanılması zor koşullar yaratır.

Yeşil Cehennem

Tropik kuşak yeryüzünün en çok yağış alan yeridir. Bu bölgeye yılda en az 1.500 mm yağmur düşer. Kamerun Dağı (4.070 m) gibi bazı dağların yamaçlarında bu miktar 10.000 mm’ye kadar çıkabilir. Yıllık ortalama sıcaklık ise 25 derece dolayındadır. Bunun sonucunda bu kuşak dünyanın en zengin bitki örtüsüne sahip bölgesi durumuna gelmiştir. Balta girmemiş ormanlarda bitkiler yüksekliklerine göre kümelenir. En altta otlar ve sürünen bitkiler, onun üstünde yüksek çalılıklar, daha yukarıda da 20-30 m yüksekliğindeki ağaçlar yer alır. Ağaçların yaprakları zeminin üstünü bir şemsiye gibi örter. Bunların arasında tek tük 2-3 m kalınlığındaki bir gövde üstünde 60-70 m’ye yükselen ağaçlara rastlanır. Ağaçların gövdesini yaklaşık 100-200 m uzunluğundaki tırmanıcı bitkiler sarar. Dallardan aşağıya, havadaki yoğun nemden yararlanarak yaşamlarını sürdüren, orkide gibi epifitler sarkar. Bu ormanlarda yükseklikleri 10 m’ye, yapraklarının büyüklüğü ise 1 m’ye ulaşan palmiyeler görülür. Bu tabloyu olağanüstü büyüklükte meyveler veren ağaçlar ve bambu gibi ağaç yüksekliğindeki otlar tamamlar. Bu ormanlarda yaşayan canlı türlerinin sayısının 5-30 milyon arasında olduğu sanılmaktadır. Bu konudaki araştırmalar henüz başlangıç aşamasındadır. Bitkiler çok hızlı büyüdüğünden otların kesilmesiyle açılan yollar birkaç gün içinde yeniden kapanır. Burada hava birdenbire kararır ve gece olunca sürünen ya da tırmanan hayvanlar çığlıklar ve ötüşler arasında deliklerinden çıkar. Yeşil cehennemdeki bu konsere kurbağalar, kuşlar ve maymunlar da katılır. Orman renkli kolibriler ve cırtlak sesli aralar gibi birçok ilginç hayvanın da barınağıdır. Sağlıksız sera havası yalnızca çok sıcak değil, aynı zamanda yüzde 80-90’ı bulan nem oranıyla çok ağır ve bunaltıcıdır. Burada ekmek çok çabuk küflenir, tuz ıslanır ve teknik araçlar inanılmaz bir hızla paslanır.

Tehlikeli Boyutlara Ulaşan Bir Yağma

Tropik hastalıkların tedavi biçimleri ve aşıları bulununcaya değin tropik yağmur ormanları beyaz adamın mezarı sayılırmış. Bu nedenle bu ormanların tıpkı çöller gibi yüzyıllar boyunca el değmemiş olarak kalmasına şaşmamak gerek. Burada yetişen meyveler sera etkisiyle çok çabuk çürürken, bu balta girmemiş ormanlarda yalnızca Pigmeler, Amazon bölgesinde de Yerliler yaşamayı becerebiliyor. Bunların yanı sıra yüzyıllardan beri kuzeyden Sudanlılar, güneyden Bantular Afrika’nın tropik ormanlarından küçük parçalar koparmaya çalışıyorlar, bunu da çoğunlukla tarla açmak amacıyla ormanı yakarak gerçekleştiriyorlar. Tümüyle yanmamış ağaç köklerinin altındaki toprağı çapayla biraz gevşettikten sonra burada muz, manyok, yam, darı ve tatlıpatates yetiştiriyorlar. Yüksek yağış miktarı nedeniyle toprağın içindeki mineraller çabucak akıp gidiyor ve toprağın besleyiciliği hızla azalıyor. Afrikalılar bunun üzerine tarlalarını ve köylerini terk edip başka bir yere gidiyorlar. Onların bulunduğu eski yeri ikincil bir orman alıyor. Yerlilerin kendi gereksinmelerini karşılamak için yaptıkları bu tarımın yanı sıra, beyaz sömürgecilerin kurduğu plantasyonlar da var, buralarda dünya pazarlarına sunulmak üzere, kakao, kahve, muz, hindistancevizi, kola ve palmiye yetiştiriliyor. Eskiden Amazon bölgesinin bir milyar insanı besleyebileceği düşünülürken bugün yağmurların değerli besinleri alıp götürdüğü ve balta girmemiş ormanların insanlar tarafından yağma edilmesinin büyük felaketlere neden olabileceği biliniyor.

MAĞARALAR ve OLUŞUMLARI

MAĞARALAR ve OLUŞUMLARI

Yeraltında bulunan, en az bir insanın girebileceği kadar genişliğe sahip olan boşluklara mağara denir. Bunlar bir kaç metreden kilometrelerce uzunluk ve yüzlerce metre derinlik veya yüksekliğe ulaşabilirler. Mağaralar oluşum şekline göre doğal ve yapay mağaralar olarak iki gruba ayılır. İnsanların kazdığı (kaya mezarları ile volkanik tüf veya marnlarda açılan yeraltı şehirleri, kaya evleri ve tapınaklar, meyve-sebze depoları...vb. ) veya hayvanların oyduğu boşluklar yapay mağaraları oluştururlar. Buna karşılık ana kaya oluşurken veya oluştuktan sonraki fizikokimyasal olaylarla oluşan mağaralara da doğal mağara adı verilir. Bu grup mağaralar oluştuğu kayaya bağlı olarak, gelişim zamanına göre birincil mağaralar veya ikincil mağaralar olmak üzere iki alt gruba ayrılırlar. Ana kaya ile birlikte oluşan mağaralara birincil mağara adı verilir. Lav mağaraları, buzul mağaraları, traverten boşlukları gibi. Ana kaya oluştuktan sonra gelişen mağaralara da ikincil mağaralar adı verilir. Karbonatlı (dolomitik kireçtaşı,karbonat,çimentolu konglomera ve kumtaşı), sülfat (jips) ve klorürlü (tuz) kayaların yer altı suları tarafından aşındırılması sonucu oluşan mağaralar bu grupta yer alırlar. Mağaraların oluşumuna ortam hazırlayan en önemli kaya, kireçtaşıdır. Bu kayaların kimyasal bileşimi ve bol çatlaklı yapıları mağara gelişimine uygun ortam hazırlamıştır.

Derinlikleri yüzlerce metreyi bulabilen bu mağaraların araştırması son derece zor ve tehlikelidir. Buna karşılık ova, göl veya nehir seviyesine yakın bölgelerde veya hemen altlarında geçirimsiz birimlerin bulunduğu kireçtaşlarında son derece uzun ve yatay mağaralar gelişmiştir. Bu mağaralara dışarıdan su girse de (düden veya subatan), çoğunlukla içinden su çıkan kaynak durumundadır. Birbirine bağlı bir kaç kattan oluşan bu mağaraların içleri yer yer göller, damlataş havuzları ve her türden damlataşlar ile kaplı olabilir.

Mağaralar sadece karanlık boş galeri ve salonlardan oluşmamışlardır. İçleri, yerüstü ve yeraltı suları tarafından dışarıdan getirilmiş kil, mil, çakıl, blok ve moloz yığınları ile yerinde oluşmuş damlataşlar ile kaplıdır.
Mağara çökellerinin biçim, boyut ve değişik renkli olmalarında mağaranın geliştiği ana kayanın kimyasal bileşimi, tabakaların duruşları, çatlak veya kırık yapıları ile yer altı sularının fiziksel ve kimyasal özellikleri belirleyicidir.

Yer altı sularının genel özellikleri, mağaraya giriş şekilleri, mağaradaki hareketleri ve mağarayı oluşturan kayacın fiziksel-kimyasal yapısına göre damlataşlar 5 gruba ayrılır:

1- Damlama ve sızma ile oluşan damlataşlar (sarkıt, dikit, sütun, duvar damlataşları, göğüslük, sayvan, soğan sarkıt, fil ayağı sarkıt, mantar dikit...)

2- Aykırı (erratik) şekiller (heliktit veya ekzantrik, mağara kalkanı,. mağara çiçeği, mağara iğnesi, mağara karnıbaharı, patlamış mısır şekillleri... )

3- Suyun yüzeyde serbest akımı ile oluşanlar (örtü damlataşı, damlataş köprüsü, şelale damlataşları)

4- Su altında ve düzeyinde oluşanlar (damlataş havuzu, mağara incisi, mağara sütü)

5- Buz oluşumları.

Mağaraya ulaşan suların ilk oluşturduğu şekil sarkıtlardır. Tavandaki çatlaklar veya tabaka aralarından damlayan bu sularda bir kısım CO2'in serbest hale geçmesiyle damlanın çevresinde ince, yarım küre şeklinde CO3 çökelir. Dairesel çekirdeğin ortası boş olduğundan, su buradan damlar. Damlayan her su, bu çekirdeği silindirik olarak büyütür. Böylece, zamanla içi boş, genişliği her yerde eşit çubuk makarna veya tüp şeklinde saydam şekiller oluşur. Sarkıt oluşumunun başlangıç dönemini karakterize eden bu şekillere makarna sarkıt adı verilir ve damlamanın seyrinde herhangi bir değişiklik olmadığı sürece çapları 5-10 mm, boyları 1-3 metreye ulaşabilir.

(Sarkıt-Dikit Gelişimi)

Düşey yönde büyüyen makarna sarkıtlarının içindeki kanalın tıkanması veya su akımında küçük bir değişikliğin olması durumunda, sular makarnanın içinden değil, dış yüzünden akarlar. Böylece düşey yönde uzama ile yanal yönde kalınlaşma birlikte olur. Dış görünümleri genel olarak havuca benzeyen sarkıtların geometrileri, damlanın devamlılığına, çatlak yapısına, tabakaların duruşuna, mağara tavanının yüksekliğine ve mağaradaki yer altı suyunun oynama düzeyine göre: huni, küre, yumru veya silindir şeklinde olabilir. Dış yüzeylerinde, genellikle yüzeye paralel olarak gelişen büyüme tabakalarının enine kesitleri, iç içe halkalar şeklindedir.

Mağara tavanından damlarken sarkıtları oluşturan veya oluşturmayan kalsiyum bikarbonatlı sular tabanda düştükleri noktada, buharlaşma ve CO2 kaybı nedeniyle, bir çekirdek etrafında çökelirler. Damlama sonucu sıçrayarak yayılan suların, damlama noktasındaki çekirdeğin çevresindeki karbonat çökelimi üst üste devam ederek dikitleri oluşturur. Şekli ve büyüklükleri tavandan düşen suyun akış şekli ve miktarı ile içerdikleri CO3 oranına bağlı olarak değişen dikitler, başlangıçta kubbe biçimindedir ve üst kesimleri damlamaya bağlı olarak çukurdur. Genel olarak kesintisiz damlayarak akan sular, taban ve üst kesimlerinin kalınlıkları hemen hemen birbirine eşit dikitleri oluşturur. Buna karşılık kalınlığı az, boyu büyük dikitler ise akışı az olan sızıntıların altında oluşurlar. Dikitlerin şekillerinde görülen değişiklik veya bozulmalar, büyümeleri sırasında iklim koşullarındaki farklılıklar ile mağaradaki çökme ve oturmalardan ileri gelir.
Dikitler, sarkıtlara oranla daha büyük olmalarına rağmen, merkezi tüplerden yoksundurlar. Bunların merkezleri yatay tabakalardan meydana gelirken, kenarlarında düşey ve ince yapraklar görülür. Ayrıca sarkıtlar gibi ışınsal büyümezler.

Sarkıt ve dikitler gelişimlerini sürdürdüklerinde belirli bir zaman sonra birleşerek sütun veya kolonları oluştururlar. Mağaranın tabanından tavanına dayanan sütunların merkezlerinin üst bölümleri sarkıt, alt bölümleri ise dikit yapısındadır. Bununla birlikte, birleşmeden sonra, tüm yüzey tavandan sızan veya damlayan suların etkisinde kalır ve sarkıt gelişimine döner. Gelişmelerinde damlayan suların sürekli yer değiştirmelerinin etkili oldukları sütunlar, zamanla büyüyerek ve birleşerek, mağara boşluklarını salon veya odalar şeklinde bölerler.

Mağaralarda en çok görülen şekillerden biri de duvar damlataşlarıdır. Mağara duvarı ve duvara yakın tavandan sızan suların oluşturduğu bu şekiller perde damlataşı, bayrak damlataşı, org ve flama gibi adlar alırlar.
Mağara tavan, duvar veya tabanında, yer çekimine aykırı olarak değişik yönlerde ve şekillerde gelişmiş, karbonatlı ve sülfatlı çökellere aykırı şekiller adı verilir. Bu şekillerden en yaygın olanı eksantrik (heliktittir). Mağaraların rüzgar hareketi olan alçak tavanlı, dar girinti veya galerilerinde oluşan eksantrikler, değişik yönlerde (aşağı, yukarı, yanal) gelişmiş, tüpsü veya makarna sarkıtlardan meydana gelmişlerdir.

Eğimi az mağaralardaki çalkantılı gölcükler ile belirgin bir akışı olan yeraltı derelerinin tabanında; yan duvarlarda ve su düzeyinin hemen üzerinde damlataş havuzları oluşur. İçinde su bulunan çoğu mağarada gelişebilirlerse de genellikle akış hızı az yeraltı dereleri ile arkası kesilmeyen sızıntılı su giriş önlerinde meydana gelen damlataş havuzları, mağaraların karşılıklı iki duvarını set şeklinde birleştirdikleri gibi, iç içe halkalar şeklinde de gelişebilirler. Genel olarak 0,2-5 m derinliğinde olan havuzlar, suyun geldiği yöne doğru yükselerek (iç bükey) gelişirler ve üstleri kubbe şeklinde kapanabilir.

Herhangi bir mağaranın oluşum ve gelişim özellikleri ile klimatik durumu, o mağaranın hangi amaçlarla kullanılacağını belirler.
Mağaraların yaygın kullanım alanları:
- Turizm
- Doğal soğuk hava depolamacılığı
- Hayvansal ürünlerin (tulum peyniri, yağ,..) olgunlaştırılması ve korunması
- Kültür mantarcılığı
- Solunum yolu hastalıkları
- Sıvılaştırılmış gaz, doğalgaz ve akaryakıt depolanması
- Askeri amaçlarla sığınak ve korunak
- Guano (yarasa gübresi) üretimi
- Plaser mineral çıkarımı
- Yer altı suyu havzalarının belirlenmesi ve yüzeye çıkartılması
- Kaynak sularının kirlenme odaklarının ve koruma yöntemlerinin belirlenmesi
-Bölgesel jeolojik, jeomorfolojik, hidrolojik, hidrojeolojik, antropolojik ve paleoekolojik özelliklerin tespit edilmesi.

MTA KARST VE MAĞARA ARAŞTIRMA BİRİMİ

· Dünyadaki diğer ülkelere göre mağara cenneti ülke durumunda olan yurdumuzda on binlercesinin (yaklaşık 40.000 adet) bulunduğu ve büyük bir ekonomik potansiyel oluşturan mağaraları belirli bir sistem dahilinde inceleyerek, bölge koşullarında kullanım alanlarını tespit etmek için 1979 yılında MTA Jeoloji Etütleri Dairesi bünyesinde kurulan ve günümüzde farklı disipline sahip (Jeomorfolog, Jeoloji Müh., Hidrojeoloji Müh., Harita Müh., Elektrik Müh., Mimar, Kimyager, Arkeolog, Biyolog) elemanlardan oluşan Karst ve Mağara Araştırmaları Birimi kurulduğu günden bugüne yürüttüğü çalışmalar ile ülkemizin değişik yörelerinde 490 adet mağaranın detay incelemesini yapmıştır. Bu çalışmalarda, mağaralar jeolojik, jeomorfolojik, hidrolojik-hidrojeolojik, meteorolojik ve biyolojik özellikleri incelenerek önemlerine göre 1/100 - 1/2500 ölçekli haritaları (plan ve kesitleri) çizilerek ekonomik olarak kullanım alanları belirlenmektedir. Daha sonraki aşamada ise kullanıma açılacak mağaraların mimari, elektrik ve çevre düzenlemelerinden oluşan Koruma ve Uygulama Projesi hazırlanmaktadır. Ayrıca mağaralardan geçen yer altı nehirleri, hareket yönleri ilişkili oldukları yeraltı ve yerüstü akarsu havzaları, kirlenme odakları ile koruma yöntemlerine yönelik çalışmalar yapılmaktadır.
MTA Karst ve Mağara Araştırmaları Birimi, geçen 20 yıl içinde yürütmüş olduğu detay mağara incelemeleri ile ülkemizin yeraltında saklı duran doğal zenginliklerini gün yüzüne çıkarmıştır. Günümüze kadar tüm yerli ve yabancı mağaracı gruplarının inceleyerek belgelendirdiği mağara sayısı 800'dür. Bunun 490’ının araştırması MTA Mağara Araştırmaları Birimi tarafından yapılmıştır. Ayrıca diğer ülkelerde yıllar önce tamamlanan veya bitirilme aşamasına gelen Mağara Kadastrosu çalışmaları yurdumuzda MTA tarafından yapılmaktadır. Bu çalışma ile her mağaraya bir kimlik ve numara verilmektedir. Mağara kadastrosunun oluşturulmasında ekibimizin araştırmalarının yanı sıra ülkemizde incelemelerde bulunan yerli ve yabancı mağaracılar, belirlenen yöntem dahilinde araştırdıkları mağaraların raporlarını MTA’ya bildirerek katkı koymaktadırlar. Böylece ülkemizin incelenerek belgelendirilen mağaraları tek bir merkezde toplandığı gibi, kulüp ve dernekler, MTA tarafından yönlendirilerek oto kontrol sistemi sağlanmıştır. Ayrıca mağaraların sağlayacağı yararlar konusunda, kamuoyunun aydınlatılmasına yönelik tanıtım faaliyetlerini de yürütmektedir.

· Mağaraların incelenerek jeomorfolojik, jeolojik, hidrolojik-hidrojeolojik, meteorolojik, arkeolojik-antropolojik ve biyolojik özellikleriyle ekonomik olarak kullanım alanları belirlenerek 1/100-1/2500 ölçeğinde plan ve kesitlerden oluşan haritalarının çıkarılması,

· Kullanıma uygun mağaraların koruma, mimari, elektrik ve çevre düzenlemelerinden oluşan uygulama projesinin hazırlanması,

· Karstik bölgelerdeki su yapılarının (baraj, tünel, kanal …) yer seçimi ve kullanım aşamasında, karst hidroloji-hidrojeolojisi açısından karşılaştığı sorunlar ve alınacak önlemlerin belirlenmesi,

· Mağaralarla bağlantılı yer altı sularının belirlenerek açığa çıkarılması, koruma ve kullanma yöntemlerinin belirlenmesi,

· Türkiye Mağara Kadastrosu ve Türkiye Mağaraları Haritasının oluşturulması,
Ender bulunan doğal ve kültürel şekil ve canlılara sahip mağaraların korunmasına yönelik master planların hazırlanması,

· Kullanıma açılan ve inşaat aşamasında olan mağaralarda denetim ve danışmanlık hizmetlerinin verilmesi, MTA Mağara Araştırmaları Projesi Grubu’nun çalışma alanlarını oluşturmaktadır.

Türkiye mağaraları ile ilgili bilgi ve belgelerin toplandığı genel merkez durumundaki MTA mağara araştırma grubunun şimdiye kadar hizmet verdiği veya işbirliği yaptığı kurum ve kuruluşlar:

Turizm Bakanlığı İçişleri Bakanlığı
Kültür Bakanlığı DSİ Genel Müdürlüğü
Tarım Bakanlığı Valilikler
Çevre Bakanlığı Üniversiteler
Milli Savunma Bakanlığı
Orman Bakanlığı

DÜNYADAKİ MAĞARALARDAN BAZI VERİLER






TOPRAK ÇEŞİTLERİ

TOPRAK ÇEŞİTLERİ

Toprakları ana başlıklar altında çok kısa şöyle özetleyebiliriz. 1-Taşlı topraklar
2-Kumlu topraklar
3-Tınlı topraklar
4-Killi opraklar
5-Marnlı topraklar
6-Humuslu toprakalr
7- Kireçli topraklar
1-Taşlı topraklar:İçeriği % 80 taş ve az miktarda topraktan oluşur.Kolay havalanırlar. wfakat su tutma kapasiteleri ve besin ihtivalrı azdır.
2-Kumlu topraklar:% 80 kum ihtiva ederler.İşlenmeleri kolaydır.Su tutmadıklarından bol sulama gerektirirler buda toprktaki besinin yıkanıp gitmesine neden olur.besince fakir ve genelliklede asit topraklarıdr.
4-Kili topraklar:İçeriğinin yarıdan fazlasını kil oluşturur.Su tutma kapasiteleri yüksektir. bu nednele geç tava gelirler.tava gelmeden işlenmesi halinde toprak tekstürü zarar görür.Ağır topraklar olup işlenmeleri zordur.Kurak zamanlarda toprak katı bir hal alır.
3-Tınlı topraklar:yarıdan fazlası kum ve % 30-50 arasıda kilden meydana gelirler.tava gelmeleri ve işlenmeleri kolay olduğundan tarım için elverişli topraklardır.
5-Marnlı topraklar.İçinde kum, kil,çakıl ve humus bulunur. Bağcılık bakımından uygun topraklardır.
6-Humuslu topraklar:Siyah enkte bir topraktır. koyu renk olduğu için çabuk ısınıp kolay tava gelirler.su tutma kapasiteleri iyidir.Besin maddelerince zengindirler. Tava gelince kolay işlenirler.
7-Kireçli topraklar:kil,kum humus ve kireç ihtiva ederler.kalın bir kaymak tabakası bağlarlar.suyu geçirmezler.zor işlenen bir toprak çeşididir.

TOPRAK VE ÇEŞİTLERİ

aline.gif (78 bytes)
Toprak, katı ,sıvı ve gaz halindeki madelerden oluşmuş üç fazlı bir sistem olarak kabul edilir. İyi bir bitkinin gelişimi için bu üç faz arasında belirli bir denge bulunması gerekir. Toprağın katı fazı inorganik ve organik maddelerden oluşur. İnorganik maddeler çeşitli büyüklükteki parçacıklardan meydana gelir. Toprakta asıl işleve sahip olan iki mm.den küçük parçacıklar olan kum, silt ve kildir. Topraktaki organik maddeler canlı ve cansız organizmalardan oluşur. Canlı organizmalar içerisinde toprak florası(mikroorganizmalar) ve toprak faunası(toprakta yaşayan hayvanlar) girmektedir. Cansız organik maddeler ise ayrışma ve parçalanma sonucu oluşan humustur. Humus, su ve bitki besin elementlerinin tutulmasında rol oynar.

Süs Bitkilerinde Kullanılan Toprak Çeşitleri

1. Kumlu Toprak
Süs bitkileri yetiştiriciliğinde tatlı sulardan elde edilen çok ince taneli olmayan ve toprak
içermeyen dere kumlarıdır. Kumun seçiminde dikkat edilecek nokta karbonhidratlardan
arınmış olmasıdır. Eğer kum karbonatlı ise harcın ph'sında yükselme sağlayarak organik
azotun faydasını azaltacaktır. Kumun kullanılması harcın gevşek ve geçirgen olmasını
sağlar.

2. Çürümüş Yaprak Toprağı
Yaprak çürüntüsü ormanlık alanlarda yüzeydeki yaprak döküntü tabakasının hemen
altında doğal olarak bulunduğu gibi yaprakların bir sandık veya tel kafes içerisine
konulup ezilmesiyle elde edilir. Meşe ve kayın ağaçlarının yapraklarının çürüntüleri en
iyileridir.

3. Çayır Toprağı
Çayır sahalardan elde edilen değerli bir toprak olmakla beraber elde edilmesi güç
olduğundan pratikte pek kullanılmaz. Çayır toprağı genelde kirli olduğundan çiftlik
gübresi ve kum ile karıştırmak suretiyle kullanılmalıdır.

4. Torf
Saksılı süs bitkileri yetiştiriciliğinde çok değerli bir materyaldir. Torf nemli ve çok yağış
alan yaz sıcaklarının düşük olduğu yörelerde bataklık ve benzeri su altındaki arazilerde
yetişen bitkilerin kısmen çürümesi ve kalın yataklar meydana getirmesi sonucu oluşur.
Asit reaksiyonludur. Ph'sı 3.5-4.5 tur. Azot dışında besin maddelerince fakirdir. Su
tutma kapasitesi çok yüksektir. Nispeten sterildir.

Toprak Çeşitleri

Dolgu Toprağı :
Elenmemiş Orman toprağı ile sağlam bir altyapının temeli atılmaktadır

Elenmiş Funda Toprağı : Dolgu Toprağı üzerine daha temiz ve üzerine direk çimin tatbik edileceği bir zemin oluşturur.

Çim Harcı : İçerisinde tamamı elenmiş Keçi Gübresi, mil,toprak olan özel bir karışımdır.

Torf : Yıllardan beri oluşmuş çürüntülerden oluşur,besin değeri yoktur. Bitkilerin rahat kök yapmasını, su tutmasını sağlar.Kaya bahçelerinde dekoratif görünüm ağlar.Kimyasal gübreler kullanılarak zenginleştirilmelidir.PH ve tuz oranı çok önemlidir.

Ponza Taşı : Ülkemizde çıkan önemli bir doğal kaynaktır.İçerisinde Silis, magnezyum v.b. Elementler bulunur. Su tutucu ve drenajı kolaylaştırıcı özelliği vardır. Gerekli kimyasal destek sağlanırsa sadece ponza taşı içerisinde yetiştiricilik yapılabilir.