Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Üniversiteyi İkiye Bölmek


İSTANBUL, Gazi ve İnönü üniversiteleri başta olmak üzere bazı üniversitelerimiz ikiye bölünerek yeni üniversiteler kurulacak.

Bu tasarı iktidar yanlıları için peşinen doğru, muhalifler için peşinen yanlıştır.

Halbuki bu konuya siyasi değil, akademik gözle bakmak lazım.

Üniversitenin aşırı büyümesi yönetimde etkinsizlik gibi sorunlar yaratabilir, bölmek gerekebilir... Ama siyasetin karar vermesinden önce akademik düzeyde araştırmalar yapılmalıydı, ilgili üniversitelerin görüşleri alınmalıydı.

1933 REFORMU

Osmanlı Darülfünunu Meşrutiyet’te, döneminde, o günkü şartlarda özerkliğe kavuşmuştu. 1933 reformu modern üniversite yapılanması getirdi fakat özerkliğe son vererek üniversiteyi Milli Eğitim Bakanı’na bağladı, akademisyen kıyımı da yaptı!

1942’de Dünya Savaşı devam ederken Milli Şef hükümeti üniversiteyi yeniden düzenleme ihtiyacını duydu.

Savaştan sonra bu eğilim güçlendi. Hükümet üniversiteden rapor istedi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Sıddık Sami Onar’ın 1 Nisan 1945 tarihli ayrıntılı raporu hükümete sunuldu.

Rapor, Bakanlık makamına bağlanan üniversitede “teşebbüs kabiliyeti ve sorumluluk hissinin söndüğünü” belirtiyor, özerkliği savunuyordu. Hükümet üniversite yönetimlerinden de görüş aldı.

Bu konuda Prof. Emre Dölen’in ‘Türkiye Üniversite Tarihi’ adlı muazzam eserine bakabilirsiniz. (Bilgi Üniversitesi, cilt 5, s. 47-76)

HALİDE EDİP KÜRSÜDE

7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti’nin programında “üniversite özerkliği” savunuluyordu.

Milli Şef hükümetinin akademiden raporlar alarak hazırladığı özerk üniversite tasarısı 13 Haziran 1946’da kanunlaştı.

1950’de Demokrat Parti iktidara geldi.

1951’de Meclis’te milli eğitim bütçesi görüşülüyor; CHP’lilerle DP’liler arasında malum konularda heyecanlı tartışmalar oluyor.

DP listesinden bağımsız İzmir Milletvekili Halide Edip Adıvar 25 Kasım günlü oturumda konuşuyor. Heyecanın “salim bir kafa, makul bir düşünce olmazsa insanı istemeyerek kötü yollara sevk edebileceği” uyarısında bulunuyor.

Büyük yazar “en çok ısrarla duracağım konu üniversite özerkliğidir” diyerek şunları söylüyor:

“Özerklik bazı bakımlardan uygulamada bazı arızalar göstermiştir ve belki de bunun aleyhinde bulunanlar vardır. Fakat özerkliğin ilk tatbik devrinde yarattığı aksaklıklar ne olursa olsun, özerkliği kısmak değil genişletmek ve icap eden değişmeleri üniversite profesörlerinin elinde bırakmak gerektir.”

Milli Şef döneminde bile tasarı böyle hazırlanmıştı. Halide Edip’in konuşması bugün için de doğrudur.

ENİNE BOYUNA

Akademik sorunlar uzmanlık alanıdır. İlgili tasarılar hem uzmanların hem akademik camianın görüleri alınarak hazırlanmalı, dışlanma duygusuna sebebiyet verilmemelidir.

Üniversitenin siyasete dalması da siyasete bağlı olması da akademik dünyada “teşebbüs kabiliyeti ve sorumluluk hissinin sönmesi”ne sebep olur.

Halbuki üniversitede yaratıcılık lazımdır, bu akademik hürriyetlerle mümkündür.

Hesap verirlik lazımdır, bu ancak özerk denetimle sağlanabilir.

İlk baskısı 1997’de çıkan ‘Bilim ve Yanılgı’ adlı kitabımdan beri ben rektör seçimlerine de rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına da karşıyım, değişik modelleri düşünülebilecek mütevelli heyet sistemini savunuyorum.

Meclis’e sunulan tasarı aceleye getirilmeden üniversitelerden görüş alınarak enine boyuna tartışılsa bari.

Fatih Aydınlığı


FATİH Sultan Mehmet’in Topkapı’daki hünkâr hamamının külhanı bulundu, ısı ve su mühendisliği incelenecek tabii.

Seçim Kampanyası


MERHUM Adnan Menderes 1950 seçimlerini yüzde 53 oyla kazanmış, Meclis’teki 487 sandalyeden 416’sını almıştı!

Başbakan Menderes 31 Mayıs’ta hükümet programını okudu; ayrıntılı, dolgun bir programdır. Tek Parti’den kalan anti demokratik kanunları değiştirmeyi, bu yönde anayasa değişikliği yapmayı vaad ediyordu.

Dava ve İlke


İDEOLOJİK kavramları sürekli tekrarlamak ‘ilkeli siyaset’ sayılır mı?

Sarkozy ve İslam


ESKİ Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile 300 kadar kişinin yayımladığı açık mektupta, Kuran-ı Kerim’deki bazı ayetlerin kitaptan çıkarılması isteniyor!

Sanki onlar isteyince olacak; hatta Müslümanların içinden birileri bunu yapmaya kalksa sanki Müslümanlar bunu kabul edecek!

Tipik Jakoben kafası...

İncil ve Kilise yerine siyasi kararla “akıl tapınağı”nı koyunca herkesin bunu kabul edeceğini sanan Robespierre ve arkadaşları Fransa’yı yüzyıl sürecek kanlı din-laiklik çatışmalarına itmişlerdi... Şimdi de Müslümanların kutsal kitabına aynı hamakatle bakıyorlar.

BİRBİRLERİNİ KÖRÜKLÜYORLAR
Haziran 2016’da Paris’in varoşlarındaki bir cami “radikal İslam” gerekçesiyle kapatıldığında yine tartışmalar çıkmıştı. Zamanın Cumhurbaşkanı Hollande, Paris başimamı Faslı Delil Bubekir’i Elysee sarayına davet ederek sakinleştirici açıklamalar yapmış, imamlar da şiddeti kınayan bir bildiri yayımlamıştı.

The Economist tarafından “küçük adam” olarak nitelenen Sarkozy ise her zaman Türk ve İslam düşmanlığıyla popülist siyaset yaptı.

Sarkozy ikinci defa cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken “Fransa’da azınlık istibdadı” gibi yine ahmakça konuşmalar yaptığında, rakibi devlet adamı Alain Juppe, bu davranışının “Fransa’yı iç savaşa sürekleyebileceği” uyarısında bulunmuştu.

SarkozyBewilderAnders Gravers gibi fanatik İslamofobikler, İslam dünyasındaki radikal Selefi ve cihadist duyguları körüklüyorlar.

Cihadistler de kanlı eylemleriyle onları körüklüyor!

FRANSA’DA YAHUDİ DÜŞMANLIĞI
Mahut açık mektup, 2017 yılında Fransa’da 93 antisemitik suç işlenmiş olmasını gerekçe gösteriyor. Şuçluların ne kadarının Müslüman kökenli olduğunu bilmiyoruz. Fakat Fransız Yahudi Cemaati, 27 Mart 2018’de yaptığı açıklamada “2000 yılından beri 11 Yahudinin antisemitik duygularla katledildiğini” açıklamıştı.

En vahimi, Nazi zulmünden kurtulan 85 yaşındaki Mireille Knoll’un defalarca bıçaklanarak öldürüldükten sonra cesedinin yakılmasıydı!

Her insan gibi Yahudilerin de güven içinde yaşama hakkı vardır.

Her dinden insanlar gibi Müslümanların içinden de katiller çıkabilir ama Fransa’daki bütün antisemitik saldırıların sorumlusu Müslümanlar olamaz.

Hitler’in katliam işbirlikçisi Fransız Mareşal Petain Müslüman mıydı?!

Nazi Almanyası dışında en yaygın Yahudi düşmanlığının olduğu ülke Fransa’dır.

KURAN AYNI KURAN
Müslümanlara Kuran-ı Kerim’den ve tarihten gelen bir “antisemitizm” yoktur. Yahudi asıllı tarihçi Bernard Lewis “antisemitizm”in Avrupa eseri olduğunu, Müslüman imparatorluklarda Yahudilerin huzur ve güven içinde, ilgi ve iltifat görerek yaşadıklarını anlatır.

O çağlarda da Kuran, aynı Kuran’dı.

İsrail’in BM kararlarına aykırı işgal ve zulümleri hem radikal İslamcılığı hem Yahudi karşıtlığını körükledi. Daha önce böyle bir şey yoktu.

Tabii bütün bu gerçekler Müslümanların kusurlarını ortadan kaldırmaz. İslam dünyası sadece geriliğiyle değil, Hıristiyan ve Yahudilerden çok birbirlerini öldürmeleriyle dünyaya korkunç bir mesaj veriyor, İslamofobiyi körüklüyor.

Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in deyişiyle bunlar:

“İslamın cihanşümul hak ve adalet anlayışına, sevgi, şefkat ve rahmet mesajına gölge düşürmüş, medeniyet yürüyüşünü sekteye uğratmış, Batı dünyasında İslamofobik korkuların oluşmasına sebep... olmuştur.”  (V. Din Şurası, 8.12.2014)

Müslümanlar Kuran-ı Kerim’i “hikmet”iyle anlamalı, zamanları birbirine karıştırmamalıdır

Muslumanlar Nereye Dikkat İslamfobi


İSLAMOFOBİ bir yönüyle Batı aşırı sağının ürünüdür, öbür yönüyle İslam dünyasında son elli yılda yeniden patlak veren kanlı mezhep çatışmalarının, Selefi-bağnaz yorumların ve din adına kelle kesen terör örgütlerinin tetiklediği bir süreçtir.

İslamofobiyi eleştirirken sorunu hamasete boğmamak ve şu iki gerçeği gözden kaçırmamak lazım:

- Batı’da Müslüman göçmenleri savunan yaygın insan hakları savunucuları ve kurumlar vardır. ‘Haçlı Batı’ genellemesi yanlıştır. Müslümanlar Batı’daki bu çevrelerle İslamofobiye karşı ortak bir hürriyet ve hukuk dili geliştirebilmelidir.

- Ancak bunun için İslam dünyasında özgürlükler ve hukukun üstünlüğü konusunda güçlü akımlar ortaya çıkmalı, siyaset de dinsel çatışma dili yerine özgürlük ve hukuk dilini geliştirmelidir.

GERİLEME, OTORİTERLEŞME

Avrupa tarihinde 13. yüzyılda başlayan ticaret devriminin körüklediği gelişmeler ve nihayet bilimsel devrim ve sanayileşme yaşandı.

Avrupa dışındaki coğrafyalarda bu olmadı.

Osmanlı gerilemekte olduğunu 17. yüzyılda hissetti ama çözümü “şanlı geçmiş”te aradı.

Halil İnalcık hocamız ticarileşen ve tüfekli düzenli orduya geçen Avrupa karşısında Osmanlı’nın Kanuni zamanındaki tarımsal tımar sistemini ve tımarlı sipahiyi ihya etmeye çalıştığını, nasıl ters gidildiğinin örneği olarak anlatır. “Yivli tüfek karşısında ok-yay, mızrak ve kılıçla donanmış Osmanlı tımarlı sipahisi işe yaramaz duruma düşmüştü” diye yazar. (Devlet-i Aliyye, cilt II, s. 5)

Hukuk sahasında da yenilik yerine eski fetva kitaplarına bakıldı.

Gerileme arttıkça isyanlar baş gösterdi, ister istemez devlet büsbütün otoriterleşti. Bu gerçeği Cevdet Paşa da yazar.

İSTİBDAT ELEŞTİRİSİ

İkinci Meşrutiyet İslamcıları bu tabloyu görüyor, özgürlüğü ve hukuk devletini savunuyorlardı. İşte en saygın İslamcılardan Şehbenderzâde Ahmet Hilmi Bey’in 1910’da yazdıkları:

“Biz istibdat dedikçe, hatrımıza yalnız Abdülhamid’in çeyrek asırlık saltanatı geliyor. Halbuki Emevilerle, yani bin bu kadar senedir Müslümanlar, pek kısa ve az istisnalarıyla, hep istibdat ile idare edilmişlerdir. Kâh yalnız idari istibdat, kâh dini istibdat ve bazen her ikisi birleşerek milleti esire, İslam vatanını harabeye çevirmiştir...”(İsmail Kara, Dinle Modernleşme Arasında, s. 91)

Şehbenderzâde, bu yüzden Müslüman toplumların pasif kaldığını belirtir.

Abdülhamid de imparatorluktaki Hıristiyan halkların aktif, Müslümanların pasif olmasından yakınırdı.

Azınlıklar “sivil toplum” dinamizmi kazanmışlardı; Müslümanlar hâlâ itaatkâr teba idi özetle...

SÜRÜDEN AYRILMAK

Geleneksel ya da ataerkil bütün toplumlarda “sürüden ayrılmama”, inisiyatiften, serbest hareketlerden sakınma yaygın bir davranıştır.

Avrupa bu yapıyı ticaret ve sanayi ile yıkmış, özgür düşünce böyle gelişmiş, Magellan da Galileo da “sürüden ayrılarak” yeni ufuklara yönelmişlerdi.

İslam dünyasında bireyi uydu halinde tutan yozlaşmış tarikat, cemaat, aşiret yapıları yahut Baas örneğindeki gibi totaliter siyasi yapılar özgürlük fikrini engelledi.

Bu iklim ister istemez dini düşüncede “tecdid” yani yenilenmeyi zorlaştırdığı gibi, dinsel olsun, seküler olsun siyasi alanda bireysel özgürlüklerin gelişmesini zorlaştırıyor.

Batı’ya karşı öfke patlamaları da Selefi-cihadist hastalıklar halinde oluyor.

Fakat çağ zorluyor. Müslümanlar yavaş da olsa görmeye başladılar, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler olmadan “gelişmiş ülke” olma imkânı yok.

Bu olumlu değişimin acılı sancılarını yaşıyoruz

Ey Doğalgaz


İSRAİL Doğu Akdeniz sularında büyük doğalgaz rezervlerine sahip. Bunun Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılması düşünülürken dün çok çarpıcı bir haber ajanslara düştü:

“İsrail Başbakanı Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Çipras ve Güney Kıbrıs yönetimi lideri Anastasiadis bu gazın Türkiye’yi dışlayarak deniz altında döşenecek borularla Güney Kıbrıs, Girit, Yunanistan ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması konusunda projenin bu yıl imzalanacağını açıkladılar.”

AB’nin finansman desteği vermesini umuyorlar.

Evvela KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı’yı yürekten kutluyorum. Yaptığı açıklamada bunu protesto etti, barışa hizmet etmeyeceğini belirtti.

MAVİ MARMARA VE UZLAŞMA

Türkiye’nin dış politikası bütün iktidarlar döneminde Filistin’i desteklemek, bu sebeple İsrail’i eleştirmek ama İsrail’le ilişkilere de önem vermek olmuştu.

Hatta o dönemdeki Başbakan Erdoğan, Amerika’daki Yahudi lobilerinden “cesaret madalyası” almıştı.

“One Minute” bir tarafa, sivil Mavi Marmara gemisine İsrail’in barbarca saldırısı elbette ilişkileri bozdu. Sonra Ankara ve Tel Aviv ortak çıkarların önemini dikkate alarak tazminat karşılığı uzlaştılar.

Uzlaşmanın olumlu olduğunu belirten yazımda “Doğu Akdeniz’de zengin doğalgaz yataklarının bulunduğuna” dikkat çekerek “İsrail doğalgazının Türkiye’den Avrupa’ya iletilmesi iki ülke için de önemli bir ekonomik projedir” diye yazmıştım. (27 Haziran 2016)

İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinits, İsrail doğalgazı için Yunanistan ve Türkiye alternatiflerinin düşünüldüğünü belirterek, Türkiye alternatifinin “çok daha ucuz olduğunu” söylemiş, Mısır’da da zengin yataklar keşfedildiğini hatırlatmıştı. (1 Ocak 2016)

Zira İsrail için Ortadoğu dengelerinde Türkiye, Yunanistan’dan çok daha önemliydi.

DOĞU AKDENİZ

Fakat Mavi Marmara krizini sonlandıran uzlaşma, gerilimi sona erdirmedi; söz düellosu devam etti.

Netanyahu Yunanistan ve Rum kesimiyle görüşmelere hız verdi. Ankara’nın ise Ortadoğu’daki sorunları arttı. Geçen ay şöyle yazmıştım:

“Doğu Akdeniz’de keşfedilen zengin kaynaklarda Türkiye’nin etkin olması için siyaseten İsrail, Lübnan ve Mısır’la ilişkileri önemli olduğu gibi Batılı şirketlerden finansman sağlamak da gerekecektir.” (6 Nisan)

Elbette Mısır açıklarında keşfedilen doğalgaz rezervlerini de hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Mısır ve İsrail gazları birlikte çok büyük ekonomik potansiyeldir.

Ama bizim Mısır’la da aramız açık.

Yine de Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri için Türkiye kesin kaybedilmiş değildir...

DİPLOMASİNİN DEĞERİ

Ankara hem diplomasi yaparak hem Batı’da daha uygun finansman imkânları sağlayarak projeyi Türkiye’ye çevirebilir veya iki hat olarak gündeme getirebilir.

Bunun için Batı’yla ilişkilerin niteliği önemlidir.

Türkiye ve Azerbaycan Bakü-Ceyhan boru hattını Batı’nın siyasi ve finansman desteğiyle gerçekleştirmedi mi?

Bugün İsrail açıklarında Tamar ve Leviathan bölgelerinde, Kıbrıs’ın güneyindeki Afrodit bölgesinde ve Mısır’ın Zuhr bölgesinde bulunan zengin rezervler Türkiye’nin gelecek yılları için fevkalade önemlidir.

Dış politikada ideoloji dilinin zararları görülmüş olmalıdır.

Hem Filistin davasını siyasi ve insani olarak savunmak hem İsrail’le ilişkilere özen göstermek “diplomasi” açısından mümkündür.

Türkiye’nin geleneksel diplomasisi budur.

Zaten “diplomasi dili” tarihte böyle hatta çok daha çelişkili sorunların tecrübesiyle gelişmişti.

Dış politikada tek doğru dil diplomasi dilidir

İki İttifak


‘CUMHUR’ ve ‘millet’ adlarıyla iki ittifak oluştu. Mahiyetleri biraz farklı fakat siyasi öncelikleri çok farklı.

Mahiyet dediğim; ‘Cumhur İttifakı’nın hem parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerini kapsaması hem daha sıkı bir ittifak olması.

Daha sıkı diyorum, çünkü AK Parti’nin “2023, 2053 ve 2071 vizyonu”, protokolde ittifakın ortak vizyonu olarak vurgulanıyor; iki parti böyle yoğun bir ittifak halindeler...

‘Millet İttifakı’ ise sadece parlamento seçimleri konusundadır, partilerin “farklı yaşam tarzlarına ve siyasi görüşlere sahip” oldukları da protokolde vurgulanıyor.

FARKLI ÖNCELİKLER

Tam metinlerini internette görebileceğiniz iki protokoldeki öncelikli kavramları mukayeseli olarak görelim:

‘Cumhur İttifakı’nın protokolünde şu kavramlar vurgulanıyor:

- Güçlü parlamento

- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi

- Türkiye’nin maruz kaldığı saldırılar karşısında yerli ve milli duruş

- Türkiye’ye yönelik iç ve dış kaynaklı hasmane girişimleri, saldırıları kalıcı olarak bertaraf etmek

‘Millet İttifakı’nın protokolünde ise vurgulanan kavramlar şöyle:

- Uzlaşma, barış, huzur, istikrar, normalleşme

- Milli iradenin eksiksiz tecelli etmesi, kuvvetler ayrılığına dayalı güçlü meclis

- Kuvvetler ayrılığı ilkesine göre hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı

- Başta ifade ve basın özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlükler

Ciddi farklar var. Elbette bir ittifakın öncelikleri, diğer kavramların reddedildiği anlamına gelmez ama aradaki farklar gerçekten ciddi.

CUMHUR İTTİFAKI

‘Cumhur İttifakı’ “Türkiye’ye saldırılar” kavramına odaklanıyor. Böyle olunca hukuk, demokrasi, yargı bağımsızlığı gibi kavramlara protokolde yer verilmemiş.

Zaten iki parti de OHAL’in devamından yana.

Gerçi “güçlü parlamento” deniliyor ama parlamentonun hangi yetkilerle güçlü olacağı konusunda bir işaret yok. Bu, protokol gibi kısa bir metinde ayrıntı sayılabilir ama konuşmalarında da bu konuda açıklık yok.

Milletvekili sayısının 600’e çıkması parlamentoyu güçlendirmez. Amerikan Senatosu’nda üye sayısı 100’den ibarettir ama yetkileri çok geniştir.

Parlamentolar “denetim” yetkisine ve bunu kullanma imkânına ne kadar sahipse o kadar güçlü olur.

‘Cumhur İttifakı’ parlamentonun nasıl güçleneceği, bunun için Anayasa ve yasalarda ne gibi değişiklikler düşünüldüğü konusunda ayrıntılı açıklamalar yapmalı.

MİLLET İTTİFAKI

‘Millet İttifakı’nın protokolündeki “kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, özgürlükler” vurgusu, benim de yıllardan beri savunduğum kavramlardır.

Terörle mücadelede güçlü olmak için de, uluslararası ilişkilerde saygın olmak için de hukuk ve demokrasinin önemini belirtmeye gerek bile yok.

Türkiye gibi “gelişmekte olan” ülkelerde demokratik ve kurumsal kültürün yerleşmesi için her vesileyle bu değerleri vurgulamak lazım.

Vurgulamak yetmez, ayrıntıları ortaya koymak gerekir.

Yargının bağımlı ya da bağımsız olmasını sağlayacak konumdaki HSK nasıl olacaktır? Parlamentonun denetim yetkisine gerçekten sahip olabilmesi için Anayasa’da, seçim ve partiler kanununda ne gibi düzenlemeler öngörülüyor?

Partiler bu konularda kamuoyuna somut metinler sunmalıdır.

Aslında bütün partiler soyut kavramların ötesinde, somut hukuki ve anayasal projelerini ortaya koymalı, biz seçmenler de bunu talep etmeliyiz.

Bu akşam CNN Türk’te saat 20.30’da Eğrisi Doğrusu programında konuklarım Hasan Bülent Kahraman ve Sencer Ayata ile bu konuları konuşacağız