Küçükken yaşlılara çocukluk fotoğrafınız var mı diye sorardım. “O zaman fotoğraf mı vardı evlâdım?” derlerdi. Fotoğraf o zaman da vardı ama hayatımıza girip yaygınlaşması çok eski değildir. Hele köylük yerlerde yaşayanlar daha 1950’lerde ölen dedelerinin resimlerini boşuna ararlar. Yine de fotoğraf, tarihî şahsiyetleri, mekânları, hâdiseleri anlamaya yardım eden çok değerli bir buluş olmuştur.
Fotoğrafçılığın esasını teşkil eden karanlık oda tecrübeleri çok eskidir. Daha XI. asırda Arap âlimleri bununla meşgul oldu. XV. asırda Leonardo da Vinci kezâ. Rönesans geometri ve perspektifi, XVIII. asır kimya ve fiziği ortaya fotoğrafı çıkarttı. Araştırmaya meraklı eski bir Fransız rahibi Joseph Nicephore Niepce 1826’da sekiz saat ışık altında ilk fotoğrafı aldı. Bu, bir levha üzerine düşürdüğü güneşli bir duvar idi. Ancak negatifti ve biraz sonra da kaybolmuştu. Görüntünün kalıcılığı için çok uğraştı. Sonradan ortak olduğu Louis-Jacques Daguerre, yıllarca çalışarak 1835’te resmi sabitleştirmeyi ve resim çekme müddetini üç dakikaya indirmeyi başardı. Ama 1833’te sefalet içinde ölen Niepce bunu göremedi. Büyük buluş 1839’da Fransız ilimler akademisi tarafından ve ilk defa fotoğraf tabiri kullanılarak açıklandı. Fotoğraf çekme müddeti giderek saniyelere indi
Semeresini başkası yedi!
George Eastman, 1883’te New York’ta ilk sarmalı film Kodak’ı imal etti. O zamana kadar levhalara çekiliyordu. 1940’da yanmayan asetatlı film bulununcaya kadar kullanıldı. Hiç manası olmayan Kodak ismini de çok sevdiği annesi ile oynadığı bir kelime oyunu sayesinde bulmuştu. 1889’da kutu makineyi yaptı. Böylece fotoğraf çekmek kolaylaştı. O günlerde büyük bir tren kazasında yolculardan birisi yanındaki Kodak makine ile hurdahaş vagonların resmini çekince, Kodak ismini herkes işitti. Sonra dünyaca meşhur bir marka oldu. Gazetelerdeki reklamlarında şu slogan kullanılıyordu: “Sadâkatsiz kocalar! Okul kaçağı çocuklar! Kodak sizi görüyor!” Bu sayede Eastman’ın serveti o zamanın parasıyla 1 milyon doları buldu. Eastman’ın sloganı şuydu: “Siz sadece düğmeye basın. Gerisi bize ait!”
1900’de ürettiği makine 80 sene sonra bile demode olmadan kullanılmaktadır. I. Cihan Harbi sırasında bir yelek cebine sığacak kadar küçük bir makine üreterek çok sükse yaptı. Dünyanın her yerinde fabrikalar kurarak sıkı Amerikan kanunlarından kurtulmayı başardı. 1912’de 11.500.000 dolar kârın 500 binini çalışanlarına dağıttı. Massachusetts teknoloji enstitüsünü finanse etti. Tiyatro ve müzik mektepleri yaptırdı. Diş sağlığı enstitüleri kurdu. 1924’te bir milyon dolardan fazla vergi ödedi. Malikânesinin yıllık masrafı 100 bin dolardı. Çok sevdiği annesiyle yaşadı. Hiç evlenmedi. İmzasını tasdik eden her şahide on dolar vermek âdetiydi. 1930’da sinir hastalığına yakalandı ve yürümesi zorlaştı. 1932’de vasiyetini hazırladı. Yatağına uzanıp tabancasının namlusunu şakağına dayayıp intihar etti. Bıraktığı son notta “Daha fazla neden bekleyeyim?” yazıyordu.
1846’da Paris’te yılda 2000 fotoğraf makinesi satılıyordu. 1852’de İngiltere’de ilk fotoğraf cemiyeti kuruldu. Fotoğrafçılık çok sükse yaptı. Her yerde sergiler açılıp müsabakalar tertiplendi. 1885’ten sonra gazete ve mecmualarda da fotoğraf kullanılmaya başlandı. 1925’te Leica tarafından 36 pozluk film üretildi.
Fotoğrafın iyisi İstanbul’da!
Memleketimize fotoğraf makinesinin gelişi 1842 tarihidir. Bu yeni buluş gazetelerde duyurulmuştur. İlk fotoğraf stüdyosu 1842’de Beyoğlu’nda Daguerre’in çırağı Compa tarafından açılmıştır. Gazete malumatına nazaran “Güneşte 6 saniyede, güneşsiz havada yarım dakikada işini bitirmektedir”. 1845’te İtalyan Carlo Naya, 1850’de de Rum Basil Kargopulo Pera’da (Beyoğlu) stüdyo açtı. 1858’te Bayezid’de stüdyo işleten Abdullah Biraderler, 1867’de Beyoğlu’na geldi. Pascal Sebah 1857’de Beyoğlu Postacılar Caddesi’nde stüdyo açtı. 1860’ta Beyrut’ta ilk stüdyosunu açan Tancrede Dumas, 1866’da İstanbul’a gelip Cadde-i Kebir’de (İstiklâl Caddesi’nde) stüdyo açtı. 1870’lerde Bayezid’den nakleden Nikola Andreomenos, İsveçli Berggren, Ermeni Gülmez Biraderler Beyoğlu’nu şenlendirdiler. Kumkapılı bir balıkçının oğlu Bogos Tarkulyan, 1890’da Phèbus adlı meşhur stüdyoyu açtı. 1937’ye kadar çalışan bu stüdyo bilhassa portrede usta idi. Sebah, 1885’te İstanbul’da çalışan Policarpe Joaillier ile ortak olarak adını Sebah-Joaillier olarak değiştirdi ve çok tanındı. Abdullah Biraderlerden sanatı öğrenen Aşil Samancı’nın Apollon stüdyosu pek meşhurdu ve 1925’e kadar çalıştı. Görüldüğü üzere her sanatta olduğu gibi, fotoğrafçılıkta da Ermeni ve Rumlar önde gelmektedir. İşe sonra Levantenler, yani Osmanlı ülkesinde yerleşmiş Avrupalılar girdi.
Bu fotoğrafçıların müşterek hususiyeti iyi malzeme kullanmaları idi. Fotoğraflar senelerce canlılığından bir şey kaybetmemektedir. Bunun için masraftan kaçınılmamaktadır. Kartlar Viyana ve Paris’ten gelmektedir. Bu sebeple İstanbul fotoğrafçıları çok meşhur oldu. İstanbul’daki ecnebi memurlar, tüccarlar ve turistler resim çektirmeden gitmez oldu. Bu vesileyle fotoğrafçılar en çok kazanan esnaf arasına girdi. İzmir, Selânik, Bursa, Edirne, Yanya, Konya, İzmit, Trabzon, Haleb, Beyrut ve Bağdad’da fotoğrafhaneler açıldı. Stüdyo olmayan şehir ve kasabalara seyyar fotoğrafçılar giderek icra-i sanat ederek çok para kazandılar. Resimler tekrar tekrar cam levhalara çekildiği için negatifler silinmektedir. Ama çekilen fotoğraflar canlılığını kaybetmeden günümüze intikal etmiş; tarihî şahsiyetler, eski kıyafetler, tarihî mekânlar bu sayede günümüze kadar hiç değilse suretlerde yaşatılarak intikal edebilmiştir.