1-DÜNYANIN EKSTREMLERİ
Sıra dışı Doğa Olayları (Aşırı sıcak, soğuk, fırtına, şiddetli rüzgâr, volkanizma, kuraklık, heyelan)
2007'de dünya rekor seviyede ekstrem hava olayları ile karşılaştı.BM'in hava durumu ajansı, yıl başından bu yana, dünyanın pek çok bölgesinde olağan dışı seller, ısı dalgaları, fırtınalar ve ani soğumaları içeren rekor seviyede ekstrem hava koşullarının yaşandığını açıkladı.
Dünya Meteoroloji Örgütü, ilk gözlemlerin ayrıca Ocak ve Nisan aylarındaki küresel yer yüzeyi sıcaklıklarının bu aylarda şu ana kadar kaydedilmiş en yüksek seviyelere ulaştığını gösterdiğini bildirdi.
DMÖ, küresel yer yüzeyi sıcaklıklarının Ocak ayı ortalamasından 1.89 derece ve Nisan ayı ortalamasından 1.37 derece daha sıcak olduğunu açıkladı. DMÖ'den Omar Baddour gazetecilere, yalnızca Avrupa'da Nisan sıcaklıklarının ortalamanın 4 derece üzerinde olduğun düşünüldüğünü söyledi “
Baddour ayrıca şuanki durumun, küresel ısınmanın ilerleyişini ve nedenlerini izleyen BM'nin Devletarası İklim Değişimi Paneli'nde bilim adamları tarafından sunulan daha sık yaşanacak ekstrem hava olayları tahminleriyle uyuştuğunun altına çizdi. "2007 yılının başlangıcı uç hava olayları açısından çok aktifti."
Dünya üzerindeki buzullar sürekli olarak erimekte, doğal hayati ve temiz su kaynaklarını tehdit etmektedir. Global ısınma modelinin öngördüğü üzere, sera gazlarının atmosfere saliniminin bu hızla devam etmesi durumunda, kutuplarda aşırı ısınmaya yol açması kaçınılmaz olacak. Bu arada, artan okyanus sıcaklıkları da Antarktika kıyılarına büyük miktarlarda isi taşıyacak
Antarktika’daki sıcaklık artısı denizdeki buzulların erimesine sebep olacak. Bu modern altyapıyı altüst etmenin yanisira pek çok ekosistemi, geleneksel yasama biçimlerini de yok edecek. Kutuplardaki erime, deniz seviyesinde büyük yükselmelere sebep olacak. Ekosistemler adaptasyon sistemlerine meydan okuyan zor bir testten geçerlerken, küçülen kar ve buz kütleleri yüzünden insanların ihtiyacı olan temiz su kaynakları da azalacak.
Dünyanın son 10 bin yıllık tarihinde, hava olayları genelde tutarlı bir çizgi izlemiştir. Ne kadar seller, kuraklıklar vs. de olsa uzun süren sakin dönemlerde birdenbire ortaya çıkan yıkıcı hava olayları nadir görülmüştür. Bugün, doğanın bu sakin ritmi bozulmuştur.
20. yüzyılda, hava felaketlerinin sıklığı çok artmıştır. 1990'lardaki hava olaylarının sonucunda meydana gelen felaketlerin sayisi 1950'dekinin dört katidir, ekonomik sonuclari ise 14 kati daha yikici olmustur.
Sert kis fırtınaları: 1970'lerin ortalarından beri, Kanada'daki sert kis fırtınalarının sayisi ikiye katlanmıştır. Modellerin öngördüğüne göre bu fırtınaların sayısında büyük artışlar olacaktır. Bu da seyahatte zorluklar, maddi hasarlar ve kaza ölümlerine sebep olacaktır.
Ani yağışlar: Amerika'da günlük aniden bastıran şiddetli yağışlar son 90 yılda %20 artış göstermiştir. Bu yağışlar ani sellere, kanalizasyon taşmalarına, erozyona, toprak kaymalarına, sonrasında ise kuraklıklara neden olmaktadır. Kanadali'larin modeline göre 50 yıl içinde, bu ani yağışların sıklığı günümüzün iki katina çıkacak ve %50 daha şiddetli hale gelecektir.
Kasirgalar: Sıcaklıklardaki artış yüzünden nemli alçak atmosfer koşulları büyük kasırgaların sıklaşmasına sebep olacaktır, Kanada'da Pine Gölü'nde oluşan ve ciddi hasarlara yol açan kasırga gibi.
Kontrol edilemeyen yangınlar: Son on yılda Kanada’nın Borsal ormanlarında çıkan yangınlar ve böceklenme iki katina çıkmıştır. Birçok faktör etkili olmasına rağmen, en büyük artış isinin yükseldiği bölgelerde görülmüştür. Devam edecek sıcaklık artısı mevsimler arası büyük farklılıklara yol açacaktır. Yıldırım düşmesinde %44'lik bir artış beklenmektedir ki bu da önümüzüdeki 59 yıl içinde orman yangınlarının %78 oranında artması demektir.
Siradisi Felaketler: Kanada'da 1998'de meydana gelen büyük buz fırtınası gelecek felaketlerin bir habercisi idi. Normal koşullarda çok sert bir fırtına sayılamayacak bu fırtınanın felaket sonucu, inanılmaz derecede uzun sürmesi ve boyutları idi. Kanada tarihindeki en büyük doğal felaket olarak 3 milyar dolar hasara yol açtı.
2- YARINDAN SONRA (Filmden esinlenerek)
Küresel ısınma, Buzullar eriyecek, Atmosfer değişikliği, Bitki hayvan değişikliği
Küresel ısınma:
İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artışa verilen isimdir.
50 yıldır saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır. Dünya'nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0.6 (± 0.2) °C artmıştır. İklim değişimi üzerindeki yaygın bilimsel görüş, "son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu" yönündedir [1].
Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, güneşten gelen radyasyonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğutarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.
Buzullar eriyecek
İngiliz Guardian gazetesinin haberine göre, Grönland ve Antarktika’da yapılan son araştırmaların sonuçları, buzul erimelerinin kaçınılmaz olduğu sonucunu ortaya koydu. Raporda, buzulların erimesi sonucu deniz seviyesinin dört ila altı metre yükseleceği kaydedildi. Uzmanlar, deniz seviyesinde bu denli bir yükselişin, Maldivler’i bir bataklık haline getireceği, Hollanda gibi ülkelerle Londra, New York ve Tokyo gibi okyanus kenarı şehirlerde de büyük su baskınlarına neden olacağı uyarısında bulundu.
Bitki ve hayvan değişikliği
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun da yayınladığı mesajda,’ Biyolojik çeşitlilik daha önce görülmemiş bir hızla kaybediliyor‘ diyerek bu tehlikeye karşı hızla harekete geçmek gerektiğini vurguladı.
OSLO - Dünyada her saat 3 bitki veya hayvan türünün insan faaliyetleri yüzünden ortadan kalktığı bildirildi.
Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü dolayısıyla bilim adamları ve çevreciler, konuyla ilgili çeşitli raporlar yayınladılar. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Başkanı Ahmed Djohlaf, “Dinozorların yokolmasından beri görülen en büyük soyların tükenmesi dalgasıyla karşı karşıyayız” dedi.
Djohlaf, türlerin çok hızlı bir biçimde soylarının tükendiğini belirterek, “Saatte bir 3 tür yok oluyor. Her gün 150 kadar tür kaybediliyor. Her yıl 18 bin ila 55 bin türün soyu tükenmiş oluyor. Nedeni insan faaliyetleri” dedi.
Dünya Koruma Birliği de, Avrupa’daki her 6 memeliden birinin soyunun tükenme tehlikesi içinde bulunduğunu bildirdi. Bir başka araştırmada da, küresel ısınmanın yabani patates, yerfıstığı gibi bitkilerin yüzyılın ortasına dek ortadan kaybolmasına yol açabileceği belirtildi.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı ile Balina ve Yunus Koruma Derneği de, balina ve yunusların iklim değişimi yüzünden artan tahditle karşı karşıya olduklarını dile getirdi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun da yayınladığı mesajda, “Biyolojik çeşitlilik daha önce görülmemiş bir hızla kaybediliyor” diyerek bu tehlikeye karşı hızla harekete geçmek gerektiğini vurguladı.
3- İNSAN VE DOĞA ETKİLEŞİMİ
Önemli Tüneller (Manş)
Manş Denizi’nin tebeşir kayalarından meydana gelen tabanında kolayca tünel açılabileceğini düşünen bir Fransız mühendis, 1802'de Dover Boğazında iki kıyıyı birleştiren bir tünelin yapılmasını teklif etti.
Napolyon tarafından beğenilen teklif savaş yüzünden askıya alındı.
Bu tür teklifler 19. yüzyılda defalarca gündeme geldi. 1880'li yılların başlarında bazı özel kuruluşlar iki kıyı arasında bir demiryolu tüneli yapmak için kazılara başladılar.
Tünel
Fransa ve İngiltere hükümetleri 1960'lı yılların ortalarında tünelin yapılması için tekrar anlaştılarsa da daha sonra yüksek maliyetleri gerekçe gösteren İngiltere, 1970'li yıllarda yapımı durdurdu. Manş Tüneli 1986'da tekrar gündeme geldi.
Proje Fransız ve İngiliz firmalarından meydana gelen bir konsorsiyum tarafından çok sayıda bankadan borç alınarak ve hisse senedi çıkarılarak finanse edildi. Dover ile Calais'yi birbirine bağlayan tünel
14.000 işçinin görev aldığı bu projede, milyonlarca metrik tonluk taş, toprak ve çamurun atılması için son derece gelişmiş kazı makineleri kullanılmıştır.
Yapı üç tünelden oluşmaktadır. bunlardan ikisi tren yolları için yapılmıştır ve 7.6m lik bir çapa sahiptirler. Ortadaki tünel ise acil durumlar, bakim ve havalandırma olarak kullanılmaktadır. Bu tünel 4.8m lik bir çapa sahiptir. Tüneller deniz yatağının 45m altında inşaa edilmiştir.
Bugün Fransa-İngiltere arası seyahat etmekte olan trenler 160km/h gibi bir hızla tünelden 20 dakika'da geçmektedirler.
Manş Denizi'nin altından geçişi sağlayan Fransa ile İngiltere'yi birbirine bağlayan tünel. 6 Mayıs 1994 tarihinde açılmıştır. Açılışı Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterland ve İngiltere Kraliçesi, Kraliçe 2. Elizabeth yapmıştır.
Günümüzde tünel çalışmakta olup İngiltere ile Fransa arasında sağlanan ulaşımda çok önemli bir role sahiptir.
Çölde yaşam alanları
VAHALAR GENELLİKLE ÇÖLLERDE KÜÇÜK ALANLAR KAPLAYAN YERLER OLARAK BİLİNMEKTEDİR. BAZI VAHALARDA ANCAK BİRKAÇ AĞAÇ VE KÜÇÜK BİR KAYNAK BULUNUR. BUNA KARŞILIK BİNLERCE İNSANI BARINDIRABİLECEK NİTELİKTE VAHALAR DA VARDIR VAHALAR GENELLİKLE YERALTI SULARININ BULUNDUĞU KURAK ÇÖLLERDE BULUNUR. AFRİKA, ARABİSTAN, SURİYE, AMERİKA, ASYA VE AVUSTRALYA’DAKİ ÇÖLLERDE BİRÇOK VAHAYA RASTLANIR. BU VAHALAR KITALARA GÖRE DEĞİŞİK ÖZELLİKLER GÖSTERİRLER. LİBYA’DAKİ SİVA VAHASI DÜNYANIN EN VERİMLİ VAHALARINDAN BİRİDİR.
BU VAHA LİBYA’DA GERÇEK BİR YAŞAM ALANI OLUŞTURUR.
ÇÖLÜN ORTASINDA BİNLERCE İNSANIN HAYATINI SÜRDÜRDÜĞÜ BİR YER KONUMUNDADIR.
ÇÖL İKLİMİNİN ETKİLİ OLDUĞU YERLER ÇOK ZOR HAYAT ŞARTLARINA SAHİP OLSA DA İNSANOĞLU BURALARA DA YERLEŞMİŞTİR BAZI ÜLKELER ÇÖLDE MUCİZEYİ GERÇEKLEŞTİRMİŞLERDİR. BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ BUNLARDAN BİRİDİR. İSRAİL DE ÇÖLDE MUCİZEYE İMZA ATAN ÜLKELERDEN BİRİDİR.BUGÜN TÜRKİYE TANK MODERNİZASYONUNU BU ÜLKEYE YAPTIRMAKTADIR. DOMATES, SALATALIK VE BAZI MEYVELERİN TOHUMLARI İSRAİL’DEN TEMİN EDİLMEKTEDİR. ÇÖLÜN ORTASINDAKİ İSRAİL’DEN VE ALINAN BU TOHUMLARIN YENİDEN ÜRETİLME İMKANI YOKTUR. TEKRAR TOHUM EKMEK İÇİN İSRAİL’İN KAPISINI ÇALMAK GEREKMEKTEDİR.1kg DOMATES TOHUMU 22.000YTL’DİR.
Alp dağları
Okyanus ve kara rüzgârlarının sınırında bulunan Alpler'de, iklim genel olarak ılımandır. Ancak yer ve yüksekliklere göre farklı iklim şartları tarıma elverişli değildir. Yağış ortalamaları oldukça yüksektir. En çok yağış
Hollanda Kıyıları
Ekolojik tarım deyince çoğumuzun aklına en basit, en katıksız tarım şekli geliyor.
Hollanda’nın her yerinde görülebilen seralar bile, gün geçtikçe artan ekolojik sebze talebine ayak uydurmaya çabalıyor. Sera sahipleri bazı araştırma fonları sayesinde seralarını değiştiriyorlar.
Bir diğer yenilikçi uygulama ise ekolojik tarım arazilerinde Coğrafik Bilgi Sistemlerinin (GIS) kullanımı. Hollanda’nın yüzde 60’ı denizden kazanılmış topraklar üzerine kurulu (polder’ler). Çok emek verilerek getirilen veya yaratılan bu değerli toprakların sağlığı ve sürdürülebilirliğini sağlamak için, 1980’lerde Hollanda hükümeti, ekolojik yöntem uygulayan çifçilerin buraya taşınmasını desteklemiş.
Jaap Korteweg gibi bu bölgede çalışan çiftçiler, GIS traktörleri kullanarak tarlalarında her zaman aynı tekerlek izlerinden geçmeyi hedefliyorlar. Bu sayede topraklarının sıkışmasını ve sürülmesini önlüyorlar. GIS kullanımının bir diğer avatajı ise detaylı şekilde hasat miktarını ölçerek, eksik olan gübrelemeyi sağlamak. Bütün bu yöntemler belki de tarımda uzay çağı çiftçiliğinin habercisi olabilir!
Hollanda sahillerinde, zeminin gelecek 100 yıl içinde
Sel tehlikesi
Araştırmaya göre, Hollanda sahillerinde önümüzdeki 100 yılda ortaya çıkacak çökme, zaman ve derinlik açısından farklılıklar gösterebilecek. Bazı noktalarda daha hızlı çökme görülürken bazı bölgelerde bu daha geç meydana gelebilecek.
Sahillerdeki zemin çökmesi öncelikle sel tehlikesini de beraberinde getirecek. Bu nedenle kıyıların denizden gelecek su baskınına karşı korunması konusunda alınacak önlemlerin, daha geniş zaman dilimi dikkate alınarak planlanması gerekiyor.
Pentagon da aynı sonuca vardı
Pentagon tarafından gizli olarak hazırlandığı bildirilen daha sonraysa basına yansıyan bir raporda da, Hollanda sahilleri ve ülkenin büyük bir bölümünün yakın bir gelecekte deniz seviyesindeki yükselmeye bağlı olarak sular altında kalacağı görüşü dile getirilmişti.
4- İLK KÜLTÜR MERKEZLERİ
Medeniyetlerin doğulu (Mezopotamya, Mısır, Hint, Çin, Maya, Astek uygarlıkları)
Mezopotamya
Mezopotamya (Aram Nehrin), bugün Irak, doğu Suriye ve Güneydoğu Anadolu'yu (Türkiye) kapsayan coğrafi bölgeyi tarif eden bir isimdir. Mezopotamya Eski Yunanca'da "iki nehir arasındaki yer" demektir; μέσος ("arasında") ve πόταμος ("nehir"). Kastedilen iki nehir Fırat ile Dicle'dir, zira bölge bu iki nehrin arasında kalır.
Verimli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yoğun göçe sahne olmuş Mezopotamya, birçok farklı kültür ve halkın karıştığı bir bölge olmuştur ve bu nedenle de medeni gelişime sahne olmuştur. MÖ.IV. binyılın sonunda bir yazı dili icat etmiştir. Bilinen ilk okuryazar topluluklara ev sahipliği yapmış bölgede birçok medeniyet gelişmiştir ve bu sebeplerden Medeniyet(ler) Beşiği olarak da anılmıştır.
Mısır
Uygar toplum biçimlerinin İ.Ö. 2500 dolaylarından önceki dönemde yayılması son derece özel coğrafya koşullarını gerektirdi. Uygar zanaat ve bilgi düzeylerine ulaşmak için gerekli olan uzmanlar ordusu, yalnızca sulama yapılabilen ırmak vadilerinde, o tarihlerde bilinen tekniklerle beslenebilirdi. Sümer'e oldukça yakın çevrelerde bulunan birkaç küçük ırmak, bu özel koşulları yerine getirdi.1930'lara kadar Mısır'ın yeryüzünün en eski uygarlığı olduğuna inanıldı. Fakat günümüzün Mısırbilimcileri, eskiliği ilk olarak 1920'lerde ortaya çıkarılan Sümer'in Mısır uygarlığından önce doğduğu konusunda görüş birliği içindeler. Yukarı Mısır'la Aşağı Mısır'ın Kral Menes yönetiminde birleştirilmesi, Mısır tarihinin geleneksel başlangıç noktası olarak alınır. Bu birleşmenin gerçekleştiği İ.Ö. 2850 dolaylarında, Sümer kentleri birkaç yüz yıllık gelişme dönemlerini geride bırakmıştı bile.Mısır'ın siyasal birliğinin gerçekleşmesi, Sümer araç takımının içindeki öğelerden Mısır yerel gelenekleriyle ya da coğrafya koşullarıyla uyuşmayanların bir yana bırakılarak, Mısır'a uygun görülenlerin hızla benimsenmesi sürecini daha ileri noktalara taşıdı. Bir başka deyişle, Mısır uygarlığı, kendine özgü biçem (üslup) birliğiyle ve kurumsal yapısıyla, hızla ortaya çıktı. Mısırlıların Sümer deneyiminden yararlanabilmelerinin sağladığı üstünlükle, Mezopotamya'da bin yıl ya da daha uzun bir sürede olanların Mısır'da gerçekleştirilebilmesi için bunun yarısı kadar az bir süre yetti.Kendisi ölümsüz olduğu gibi, öteki insanlara da ölümsüzlük bağışlayabilirdi. Bu inancın altında Firavun'a boyun eğilmesini sağlayacak güçlü bir güdüleme yatar. Çünkü değerbilir bir tanrı-kraldan, bu dünyada kendisine iyi hizmet etmiş olanları, kendi tanrısal ölümsüzlüğü sırasında sadık hizmetçileri olarak yanında bulunmalarına izin vererek ödüllendirmesi umulabilir. Öte yandan Firavun'a karşı çıkmanın cezası öteki dünya yaşamına ilişkin tüm umutların yitirilmesi anlamına gelecektir.
Hint
Hindistan, iklimi, besin zenginliği, yaşama kolaylığı yüzünden sık sık dış saldırılara uğrayan bir ülke olmuştur. Dış saldırıların yanı sıra Hindistan’da toplumun kaynaşmasını önleyen en önemli faktör, Kast Sistemidir.
Kast, bir meslekler topluluğudur. Bir kasttan oluş doğuştandır. Başlıca kastlar şunlardır:
1. Brahmanlar(Din Adamları)
2. Asiller(Soylular)
3. Asker-Tacir-Zanaatkarlar
4. Köylüler-İşçiler
Hiçbir Kasta giremeyenlere ise Parya adı verilirdi.
Hindistan’da İlkçağda Vedizm, Brahmanizm ve Budizm gibi dinler görülür.
Hintliler sıfır rakamını bulmuşlardır.
Hint dinsel inançları içinde barındırdığı yüzlerce tanrı-kahraman-bilge-imleciyle Batı geleneğinden ayrılır. İç içe geçen tanrılar birbirlerinden doğar, birbirlerine dönüşürler. Bazen ibadetin merkezinde, bazen arka planında yer alırlar. Hem eril hem de dişil ilkeyi yansıtırlar. Batılı anlamda iyi-kötü, bağışlayan-cezalandıran ya da güçlü-zayıf değildirler. Brahma, Vişnu ve Şiva bir yandan Yaratıcı, Koruyucu, Yokedici sıfatları aynı anda taşırken öte yandan bir ve tek Mutlak'ın farklı tezahürleridirler, yani tektirler. Ruhani bir bağlılıktan ileri bir şeye, sosyal yapının ve yaşayış biçiminin belirleyici unsuruna dönüşen Hint dinsel inançları, Batının biçimsel ve felsefi düzenlemelerinin kısa koridorlarına değil de, sonsuzun enginliğine açılan 'algı kapıları'nı inşa eder.
Maya
Maya uygarlığı Amerika kıtasındaki Kolomb öncesi uygarlıklarından biridir. Bir Orta Amerika uygarlığı olan Maya uygarlığı, binlerce yıl boyunca Meksika’nın güneydoğusundan, Honduras, El Salvador ve Guatelema’ya kadar uzanan bir bölgede hüküm sürmüştür. Meksika’nın güneydoğusunda beş devlet kurmuş Mayalar tarihleri boyunca yüzlerce lehçe yaratmışlardır ki, bu lehçeler, bazıları günümüzde halen konuşulan 21-44 Maya dilinin oluşumunu sağlamıştır. Bu uygarlık M.Ö. 600 dolaylarında yükselişe geçmiş, M.S. 3.yy.'da altın çağına (klasik dönem, M.S.250-900) adım atmış, kent-devletlerinin siyasi kargaşalar sonucunda çöktüğü M.S. 900'e dek, geniş bir alanda varlığını sürdürmüş ve İspanyol işgaliyle de sona erme sürecine girmiştir. Maya uygarlığı birçok bakımdan sona ermişse de, dünyada yaygın halk inanışının aksine, Mayalar yok olmamışlar, halen bu ülkelerde yaşamakta ve Maya dillerinden bazılarını konuşmaktadırlar. “Mayalar”ın astronomi, matematik,mimari ve sanat alanında olduğu gibi, birçok alanda ileri bir uygarlık düzeyinde oldukları görülmektedir. İspanyol işgali 1697’de Itzá Mayaları’nın başkenti Tayasal’ın ve Guatemala’daki Ko'woj Mayaları'nın başkenti Zacpetén’in alınmasıyla tamamlanmış, son Maya devleti ise 1901’de başkentinin (Chan Santa Cruz) Meksika tarafından işgaliyle ortadan kalkmıştır.
Astek
Aztekler bugünkü orta Meksika bölgesinde 14. ve 16. yüzyıllar arasında yaşamış bir Orta Amerika halkıdır. Zengin bir mitoloji ve kültürel mirasa sahip Azteklerin başkenti, günümüzde Ciudad de Mexico'nun bulunduğu Texcoco Gölü'nün ortasında yer alan Tenochtitlan kentiydi. Aztek İmparatorluğu'nun başkenti olan şehir 1300 yıllarında Texcoco Gölü'nün üzerindeki bir dizi adaya Aztek tanrılarından biri olan Huitzilopochtli'nin tapınağı etrafına kuruldu.Şehirde binalar 2,5-
5- EKONOMİK FAAALİYETLERİN SOSYAL VEW KÜLTÜREL ETKİLERİ
Almanya'daki Ruhr bölgesi
Ruhr Bölgesi Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfelya eyaletindeki en büyük sanayi bölgesidir.Duisburg,Mülheim en der Ruhr,Essen,Gelsenkirchen,Bochum,Oberhausen,Bottrop ve Dortmund bu bölgenin belli başlı kentleridir.Bu bölgenin esas gelir kaynağı yakın bir zamana değin kömür ve çelik üretiminden sağlanıyordu. Öyle ki I. Ve II. Dünya Savaşları sırasında Ruhr Bölgesi aynı zamanda ekonomik anlamda "Avrupa'nın kalbi" durumundaydı.
6- SANAYİLEŞME VE ŞEHİRLEŞMENİN ETKİLERİ
Şehirlerin doğuşu, sanayileşme, göç, şehirleşme, şehirlerin gelişimi, göç ve kentleşme, Gebze
Şehirlerin doğuşu
10. ve 12. yüzyıllarda Avrupa’da şehirlerin doğuşu, Batı Avrupa tarihinde bir dönüm noktası oldu.
– 11. yüzyıldan itibaren şehirler birer değişim ve imalat yeri haline geldi
– Şehirler birer değişim yeri olmaya başlayınca sınai faaliyetler de
malikanelerden şehirlere kaydı
– Şehirlerin büyümesinin temelinde yığınlar halinde göç hareketi
bulunuyordu
– İnsanlar biri itici, diğeri çekici gücün etkisiyle şehirlere göç ediyorlardı
İtici Güç: Pek çok serf malikanede sıkıntı çekiyordu. Bu durumdan kurtulması
ancak o bölgeyi terk etmesine bağlıydı.
��Çekici Güç: Şehirler bir yenilik unsuru, talihi deneme şansı idi. Şehir yeni ve
dinamik bir dünya idi.
“Şehir havası insanı hür yapar” sözü bir atasözü haline gelmişti.
Sanayide Yaşanan Gelişmeler
– 10 ve 12. yy’larda imalat faaliyetleri şehirlere kaydı
– İmalat faaliyetleri artık ihtisaslaşmış kişilerce yürütülmekteydi
– Sanayinin ölçeğinde artış yaşandı. 10. ve 11. yy’lardan itibaren 14. yy’a kadar üretim genişledi.
– Üretimdeki bu artışa rağmen sınai üretim birimleri Ortaçağ dönemi boyunca hep küçük kaldı.
– Ortaçağ’da ideal üretici sınıfı kalfa ve çırakların yardımıyla üretim yapan ustalardı.
– Şehirlerde imalat faaliyetlerini yürüten esnaflar, loncalarda örgütlenmişlerdi.
– Esnaf loncalarının şehir ticareti üzerindeki tekelci uygulamalar nedeniyle doğduğu kabul edilir.
Göç
Göç olgusu, temelinde sosyal bir hareket olmasına karşın, ekonomik yaşamdan kültüre kadar hayatın her yönünü etkileyen temel bir değişim aracıdır. Ülkemizde 1950'li yıllardan sonra belli sosyo - ekonomik şartlar neticesinde kırsal alanlardan şehirlere doğru gerçekleşen iç göç hareketi, bugün kentlerimizin içinde bulunduğu sorunlar yumağının en büyük sebebidir.
Şehirleşme
Şehirleşme, bir ülkenin nüfusunun belirli bir ölçekte şehir merkezlerinde yaşama oranındaki artışı dile getirir. Her ne kadar şehirler sosyal, siyasal ve iktisadi olarak daima önemli olmuşlarsa da, XIX. yüzyılda sanayileşmiş Batılı toplumların şehirleşmesi çok hızlı ve kısa bir zaman zarfında olmuştur. Örneğin 1800 yılında İngiltere'de nüfusun yüzde 24'ü şehirliyken 1900 yılında bu oran yüzde 77'ye yükselmiştir. Halen tüm bu toplumlar için şehirleşmeyi S-bi-çirnli bir eğri takip etmiştir; önce çok usulca temelleri atılır, çok hızlı bir şekilde genişler ve ardından yavaşça çöker, hatta daha büyük kenar mahallelerin gelişmesiyle yavaşça tersine döner. XIX. yüzyılda vuku bulan nüfusun oranındaki bu hızlı artış büyük ölçüde kırsal kesimden şehire göç yoluyla olmuştur. Ne var ki daha hızlı bir şekilde şehirleşmekte olan çağdaş az gelişmiş toplumlarda artış, daha ziyade şehir nüfusundaki normal artıştan kaynaklanmaktadır, halk sağlığı ve tıbbi kolaylıklar sağlandıkça da tek bir şehirde toplanmaya eğilim duyulmaktadır.
Genel olarak şehirleşme dönemleri sanayileşmeyle ilişkili olarak ortaya çıkar. Ancak, kapitalizmin bu süreçte oynadığı rol konusunda bazı ihtilaflar mevcuttur. Şehirleşme ekonomik kalkınma için çelişkili sonuçlara gebedir. Zira o, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin maliyetini ucuzlatırken artık küçük ölçekli zirai üretimle geçimini sağlayamayan işgücünün, emeğin maliyetini artırmaktadır.
7- GÜNÜMÜZ DÜNYASINDAN GELECEĞİN DÜNYASINA
Teknolojik gelişme ve doğa, teknolojinin yarar ve zararları, teknoloji ve değişim, (Japonya’daki köprüler), gelecekteki nüfus ve yerleşme
Teknolojinin tanımı
• Teknoloji terimi konusunda genel kabul görmüş bir tanım olmamakla birlikte en basit ve dar tanımıyla teknoloji:Bir mal veya hizmetin üretim için gerekli ve uygulanan bilgi ve deneyimdir.
• Daha geniş kapsamlı tanımıyla teknoloji:Malların veya hizmetlerin üretiminin planlanmasından,dağıtımın gerçekleştirilmesine kadar geçen süre içerisindeki teknik veya yönetsel yöntemlerin ve bilgilerin tümüdür.
• Teknoloji;insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel disiplindir.
Teknolojik gelişme ve büyüme
• Dünya iktisadında yaşanan büyüme ile ilgili iki gerçeğin açıklanması gerekmektedir.
• Bunlardan ilki, çok uzun süredir bazı ülkelerde kişi başına düşen gelirin önemli oranlarda yükselmekte olmasıdır.
• İkincisi ise, zaman dilimi sabit tutulduğunda ülkelerarası büyüme oranlarının farklı olması ve ülke sabit tutulduğunda ise çeşitli zamanlarda büyüme oranlarının farklılık göstermesidir.
• Gelişmekte olan ülkelerde, araştırma ve geliştirme için yapılan harcamalar son yıllarda belirgin bir şekilde artış göstermiştir.
• Teknolojik yeniliğin iktisadi büyümeye katkısını ölçmek zordur.İktisadi büyüme ile üretim fonksiyonundaki emek ve sermaye faktörlerinin verimlilik oranları mukayese edilmekte, emek ve sermaye faktörleri ile açıklanamayan büyümenin teknolojik yenilikten kaynaklandığı kabul edilmektedir.
• Gelişmekte olan ülkelerde ise teknolojik yenilik iktisadi büyüme sürecinde belirleyici bir faktör değildir. Sözkonusu ülkelerde araştırma ve geliştirme faaliyetlerine önem verilmemektedir.
• Gelişmekte olan ülkeler grubu, dünya iktisatı açısından orjinal yenilikler gerçekleştirememektedir. Ancak, sözkonusu ülkelerdeki sanayileşme sürecinde teknolojik değişim yaşanmaktadır.
Teknolojik gelişme nasıl sağlanır
• Yoğun rekabet nedeniyle giderek azalan kârsızlığın ilacı, muhakkak ki farklılaşma ve yenilik. Ancak farklılaşma ve yenilik de yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve uygulanması ile mümkün olabiliyor.
• Doğal olarak, sanayinin yabancı kaynak ihtiyacını azaltacak bu formülle büyüme hızlanacaktır. Elbette ki bu sonuca bir sihirli değnekle hemen ulaşılamaz. Öncelikle çalışmaların yapılacağı zeminin hazırlamak gerekecektir. Ürettiğimiz ürünleri emsallerine göre daha katma değerli hale getirecek olan bu teknolojiler, bilginin paylaşıldığı merkezlerde geliştirilebilir.
Teknolojik gelişmelerin ekonomiye katkıları
• 1970'lerde dünya kapitalizminin içine girdiği krizde, ekonomik ortamın yarattığı belirsizlik, özellikle teknolojik değişim karşısında hem firmalar hem de hükümetler açısından doğru değerlendirmeler yapılıp, doğru politikalar ve stratejiler saptamayı çok önemli kılıyordu.
• Dünya ekonomisinde kriz sonrası ortaya çıkan tüm bu gelişmeler rekabetin koşullarını da değiştirdi ve Batılı ülkelerin sanayilerini bir yeniden yapılanmaya zorladı. 1970'lerden bu yana, dünya pazarlarında dalgalanan ve sürekli değişen talebe karşı esneklik kazanma çabası içinde üretim süreçlerinde teknolojik bir dönüşüm gerçekleştiriliyor.
• Üretim süreçlerinde ortaya çıkan bu teknolojik dönüşümün doğası, yönü, nedenleri ve sonuçları üzerine farklı alanlarda yapılan çeşitli çalışmalar, bu dönüşümün çok farklı yanlarını ön plana çıkarıyor.
• Bu çalışmaların hemen tümünün vurguladıkları nokta, ürün geliştirmenin ve yeni teknolojilerin yaygın kullanımının ülkelerin ekonomik büyüme süreçleri üzerinde çok önemli rolleri olduğudur.
• Genellikle gelişmiş ülkelerde yapılan bu çalışmalarda ulaşılan teknolojik yeniliklerin ekonomik büyümenin itici gücü olduğu sonucu kabul görmüştür.
• Son dönemlerde uluslararası ticaret alanında yürütülen teorik ve ampirik çalışmalarda da, ülkelerin rekabet gücü kazanmasında teknolojinin önemi vurgulanıyor.
Teknolojinin ZARARLARI
Teknoloji insanların hayatlarını yoluna koymak için tasarlanmıştır. Her yıl çok daha fazla araba yollara çıkmakta. bu yeni araçlar önceki modellerden daha çevreyle barışık olmasına rağmen, artan araç sayısı inkar edemez.. Teknolojinin çevresel etkileri sadece son zamanlarda idrak edildi.
• Ozon incelmesi ve delinmesi – otomobiller ve aerosol kutuların fazlalığına bağlıolarak
• Yağmur ormanlarının katledilmesi – toprakların genişletilmesi, kağıt ürünleri için kesim gibi…, hayvan endüstrisi için milyonlarca hayvanın üretilebileceği çayırlar yaratmak için.
ÇEVRE VE TEKNOLOJİ
İnsanoğlunun yaşamını kolaylaştırmak için fabrikalarında ürettiği bu ürünler gerek üretim aşamasında, gerekse üretim sonrası kullanımlarında çevreye çeşitli atık maddeler bırakmaktadırlar. Yemek atıkları, dışkı, kağıt, plastik, cam parçaları, deterjan ve petrol atıkları, asitler, karbondioksit gazları kirliliğe neden olmakta, çevrenin doğal dengesini bozmaktadırlar. Her canlı beslenme, barınma, çoğalma gibi temel ihtiyaçlarını doğayla ve başka canlılarla paylaşırlar. Doğada yer alan tüm hayvan türleri, bitkiler ve cansız varlıklar dengeli bir uyum içinde yaşarlar. Ancak dışarıdan bir müdahale sonucu bu doğal denge bozulabilmekte ve bunun sonucunda çevre sorunları ortaya çıkmaktadır.
Ülkelerin kalkınmaları, çağı yakalaması, bilgi çağına geçmesi ancak bilgi toplumu olmasıyla mümkündür. İnsanoğlunun önüne her gün yeni bir buluşun ürünü sunulmakta ve bunları kullanması istenilmektedir. Uydu teknolojisi, nükleer teknoloji dünyayı küçültmüş, iletişim teknolojisi sayesinde kıt’alar arasıdaki sınırlar adeta yok olmuştur. Hızlı gelişen bu teknoloji ise beraberinde çevre sorunlarını getirmiştir.
Sağlıksız ve doğal dengesi bozulmuş bir çevre, başta insan sağlığını ve diğer canlıları etkilemektedir. Sanayi kuruluşların bacasından çıkan duman ve motorlu taşıtların egzozundan atılan zararlı ve zehirli gazlar hava kirliliğine yol açmakta, çevrede önemli ölçüde gürültü yaratarak insanın solunum ve sinir sistemini bozmaktadırlar. Asit yağmurları; havayı, suyu ve toprağı etkilemekte, ağacı, yeşili ve ormanı yok etmektedirler. Akarsulara, deniz ve göllere bırakılan atıklar ise suyun kalitesini bozarak, suda yaşayan canlıların yaşamını olumsuz yönde etkilemekte, bu yollarla mikroplu ve zehirli maddeler insan vücuduna geçmektedir. Teknoloji ürünü cihaz ve sistemlerin yaymış olduğu radyasyon ve şu an için bilinmeyen olumsuz etkileşimler sonucu, ileride gerek insan vücudunda, gerekse doğal dengede ne gibi tahribat yapacağı merak konusudur.
Teknolojinin bu çarpıcı gelişimi insan oğlunun yaşamını kolaylaştırmakta çevreye duyarsız yaklaşımlar ise; doğal dengeden, insan sağlığından ve ömründen kayıplar vermektedir. İşletmeler insan yararına sundukları bu ürünlerini, çalışma alanları hangi boyutta olursa olsun çevre kirlenmesine yol açmayacak ve gerekli önlemleri alarak yapmalıdırlar. Geride yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için bizlerinde yapabileceği şeyler olduğu gibi en büyük sorumluluk eğitim kurumlarına ve politikacılara düşmektedir. Günlük çıkar ilişkileri içerisindeki yaklaşımlar doğal dengede tahribat yaparak gelecek nesilleri tehlike altına almaktadır. Bugün Dünya, teknolojiden ödün vermeden gelecek nesillere sağlıklı bir çevre ve yaşanabilir bir dünya bırakabilmenin paniği ile karşı karşıyadır. Bu panik, çevre sorunlarının sosyal sorumluluk açısından ele alınma sürecini hızlandırmıştır. İşletmeler ürettikleri ürün ne olursa olsun, yaptıkları faaliyetlerinde kendi çıkarları yanında, bir bütün olarak toplumun çıkarlarını da korumak ve gözetmek , bu duyarlılığı her zaman göstermek zorundadırlar. Çünkü bizler bu çevreyi atalarımızdan ödünç aldık, gelecek nesillere de güzel bir Dünya bırakmalıyız. Birlikte yaşadığımız bu Dünya hepimizin…
GELECEKTE NÜFUS ARTIŞI
Nüfus artışında da belirttiğimiz gibi, iktisatçıların yaptıkları hesaplara göre dünya nüfusu 2000 yıUannda 6 milyan aşacaktır. Bu 1960 yılındaki nüfusun iki misli demektir. 2000 yılında dünya nüfusunun % 65'inin Asya'da, % 15'inin Avrupa ve Rusya'da, % 15'inin Kuzey ve Güney Amerika'da, % 8'inin de Afrika'da yaşayacağı sanılmaktadır. Her gün 200.000 dolayında artan dünya nüfusunun gelecekteki artışını kuşkusuz dünya toplam nüfusu ve nüfusun dağılışı açısından olmak üzere iki yönden düşünmek gerekir. Önce dünya nüfusunun bütünüyle artışına bakacak olursak, hızlı bir artışın söz konusu olduğu açıkça görülmektedir. Öyle ki geçen yüzyıllarda % 1 olan yıllık artış temposu bu yüzyılın ortasında % 2'ye ulaşmış ve halen artmakta olarak 2000 yılına doğru da % 3'e varacağı hesaplanmaktadır.
Bilindiği gibi, yeryüzünde karalar 136 milyon kilometre kare kadardır. Bu kadar arazi yaklaşık olarak bir kenarı
8- TÜRKİYE COĞRAFİ BÖLGELERİNİN TESPİTİ
1941 Coğrafya Kongresi, Bölgelerin oluşturulma kriterleri, 7 bölgenin sınırları neye göre belirlenmiştir (Bölge bölge açıklanacak)
Yurdumuzun farklı bölgesel özelliklere sahip olduğu eskiden beri biliniyordu. Fakat ayrılan bölgelerin sayıları, alanları, sınırları ve adları yazarlara göre değişiyor ve bu durum özellikle öğretimde kargaşaya yol açıyordu. Bu karışıklığa son vermek için konu, Türk Coğrafya Kurumunun 1941 yılında toplanan birinci kongresinde ele alındı. O dönemin tanınmış coğrafyacıları, bölgelerin özelliğini belirleyen bütün faktörleri dikkate alarak bir rapor hazırladılar. Bu rapor uzun uzun tartışılarak sonuçta yurdumuzun yedi coğrafî bölgeye ayrılması kararlaştırıldı. Bu bölgelere de konumlarına göre Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri adı verildi. Bölge haritasına dikkat edilirse coğrafî bölgelerimizin ayırımında daha çok denize göre konum, yüzey şekilleri ve iklim gibi tabiî şartlara dayanıldığı sonucuna varılır. Bu şartların bitki topluluklarını, ulaşımı, yerleşmeleri ve ekonomik özellikleri doğrudan veya dolaylı olarak etkilediği düşünülürse bölge ayırımında uygulanan bu yöntemin uygun olduğu anlaşılır. Nitekim bu ilişkiler nedeniyle Türkiye'nin yüzey şekilleri ve iklim bakımından farklı bölgelerini gösteren haritalar ile bölge haritası arasında ana çizgileriyle büyük benzerlik vardır.
Alan bakımından bölgelerimizin en büyüğü Doğu Anadolu, en küçüğü Güneydoğu Anadolu'dur. En kalabalık bölgemiz ise Marmara Bölgesi'dir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, nüfusu az olan iki bölgemizdir. Demek ki nüfusumuzun dağılışı, bölgelerin yüz ölçümleriyle orantılı değildir.
Geniş alan kaplayan bölgelerimizin her yeri aynı özellikte değildir. Tabiî ve ekonomik bakımdan bazı farklar görülür. İşte bu farklılaşmalara dayanılarak bölgelerimiz 21 bölüme ayrılmıştır.
Türk Coğrafya Kurumunun 1941 yılında belirlediği bölge, bölüm sınırlarına o tarihten beri uyulmaktadır. Bununla beraber, bazı sınırların tartışmalı olduğu veya zamanla değişebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca bölge, bölüm sınırlarını birer çizgi olarak düşünmemek gerekir. Aslında bu sınırlar birer geçiş alanıdır.
Coğrafi bölgelerimizin belirlenmesinde dikkate alınan başlıca özellikler şunlardır:
1- Karadeniz Bölgesi:
Kuzey Anadolu Dağlarının kıyıya paralel uzanması,
Enlemin de etkisiyle nemli Karadeniz ikliminin oluşması,
Gür ormanların bulunması,
Kıyı boyunca nüfus ve yerleşmenin yoğun olması,
2- Marmara Bölgesi:
Yüksekliği az olan ova ve platoların geniş yer kaplaması,
Karadeniz iklimi ile Akdeniz iklimi arasında bir geçiş iklimi özelliği göstermesi,
Türkiye'nin ve bölgenin en gelişmiş kenti olan İstanbul'un bu bölgede yer alması,
Sanayi, ticaret ve ulaşımın çok gelişmiş olması,
3- Ege Bölgesi :
Dağların kıyıya dik olarak uzanması ve aralarında çöküntü ovalarının yer alması,
Deniz etkisinin iç kesimlere kadar sokulabilmesi,
Kıyıların çok girintili çıkıntılı olması,
Büyük bir liman şehrimiz olan İzmir’in burada yer alması,
Nüfusun kıyı kesiminde yoğun olması,
4- Akdeniz Bölgesi:
Batı ve Orta Toros dağlarının kıyıya paralel uzanması,
Dağların, kıyının hemen gerisinde yükselmesi nedeniyle kıyı ovalarının genellikle dar olması,
Tipik Akdeniz ikliminin etkili olması,
Nüfusun, özellikle tarım, sanayi ve ticaretin geliştiği yörelerde toplanması,
5- Güneydoğu Anadolu Bölgesi:
Güneydoğu Torosların güneyinde, ova ve platoların geniş yer kaplaması,
Orta kesiminde Karacadağ volkanik dağının; doğu kesiminde ise Mardin Eşigi'nin yer alması,
Buharlaşmanın çok fazla olması. Yaz mevsiminin çok sıcak ve kurak geçmesi,
Özellikle batı kesiminde Akdeniz iklimi etkilerinin görülmesi,
Türkiye'nin petrol üretim bölgesi olması,
6- Doğu Anadolu Bölgesi:
Ortalama yüksekliğinin fazla olması.
Birbirine paralel sıradağlar ile volkanik dağların bulunması. Bu dağlar arasında yüksek ova ve platoların yer alması.
Yükseklik ve denizden uzaklığa bağlı olarak karasal iklimin etkili olması,
Nüfusun az ve yerleşmenin seyrek olması,
Hayvancılığın en önemli ekonomik faaliyet olması.
7- İç Anadolu Bölgesi:
Etrafı yüksek dağlarla çevrili ova ve platoların geniş yer kaplaması,
Bölgede genellikle karasal iklimin etkili olması,
Başkent Ankara'nın burada yer alması,
Buğday tarımının ön planda olması.
9- TÜRKİYE'DE ULAŞTIRMA SİSTEMLERİ
Ulaşımda etkili olan faktörler, demiryolu ve karayolunun 1950'den günümüze kadar dönem dönem gelişimi, (limanlar, boru hatları, bolu tüneli, marmaray projesi)
***Bir ülkede ulaşımın gelişmesi daha çok o ülkenin gelişmişlik düzeyine bağlıdır. Gelişmiş ülkeler doğal koşulların olumsuz etkilerini aşarak ülkenin birçok yerine her türlü ulaşımı götürmüştür. (Japonya, ADB vb.)
Karayolları
- Ülkemizde hem yolcu hem de yük taşımacılığında en çok kullanılan ulaşım türüdür.
- Ülkemizde ulaştırma faaliyetlerinin daha çok kara yolu ile yapılması bazı sorunları ortaya çıkarmıştır. Bu sorunların Başlıcaları:
—Yol güvenliğinin azalması
—Trafik kazalarının artması
—Yol bakım ve onarım giderlerinin artması
—Karayollarının fiziki kapasitesinin yetersiz kalması
—Yolların kısa zamanda tahribe uğraması
- Karayollarımızın uzanışı dağların uzanışı paralellik gösterir.
- Karayolu ulaşımının en yoğun olduğu bölge Marmara Bölgesidir.
Demiryolları
- Ülkemizde demiryolu taşımacılığına gereken önemin verilmeyişi, yeni demiryolu güzergâhlarının yapılmayışı ve hızla gelişen demiryolu teknolojisinin ülkemizde getirilmeyişinden dolayı demiryolu ulaşımı ülkemizde ikinci plana düşmüştür.
- Demiryolları ülkemizde daha çok düz alanlarda bulunur.
Denizyolları
- Deniz yoluyla yük ve yolcu taşıma daha ucuzdur.
- Denizyolu ulaşımında yük taşımacılığının tercih edilmesindeki nedenler;
—Gemilerin yük taşıma kapasitesinin fazla olması
—Limanlarda kullanılan vinçlerle yükleme ve boşaltma faaliyetlerinin daha kolay olması
- Bir limanın gelişip büyümesinde ya da işlek olup olmamasında limanın art bölgesi(Hinterlandı)oldukça önemlidir.
- Başlıca önemli limanlarımız: İzmir, İstanbul, Mersin, Samsun, Trabzon
Havayolları
- Hava yoluyla uzak mesafelere kısa zamanda ulaşılması hava yolu taşımacılığının gelişmesini sağlamıştır.
Türkiye’de Ulaştırma-Haberleşme sektörü, %27.2’lik pay ile kamu sektörü sabit sermaye yatırımları içinde en ağırlıklı sektördür. Ulaştırma sektörü, haberleşme ile birlikte GSYİH'nin %16'sına yakın bir bölümünü oluşturmaktadır.
Ülkede yurtiçi yük taşımalarında, karayolu yaklaşık %90’'lık bir payla ağırlığını korumaktadır. Bu oran demiryolunda %3.5, denizyolunda %4.5 ve boru hattında %2 civarındadır. Yurtiçi yolcu taşımalarının %95'i karayolu ile yapılmaktadır. Yurtdışı yolcu taşımaları havayolu, yük taşımaları ise denizyolu ağırlıklı yapısını sürdürmektedir.
Karayolları. Türkiye'de toplam karayolları uzunluğu 63.220 km’dir. Son yıllarda otoyol ağı hızlı bir şekilde genişlemektedir. 2002 yılı sonu itibariyle toplam otoyol ağı
Türkiye’nin ana yol sisteminin bel kemiği olan
Son yıllarda uluslararası karayolu taşımacılığı faaliyetleri sayesinde, Türk ekonomisine giderek artan oranlarda döviz girdisi sağlanmıştır. Bu alt sek– törün ekonomiye kazandır-dığ döviz miktarı, yıllık bazda 1.5-2 milyar ABD Doları arasında değişmektedir.
Denizyolları. Yurtdışı yük taşımacılığında denizyolları ağırlığını korumaktadır.
Türkiye'de toplam karayolları uzunluğu
2001 yılında toplam 113.4 milyon tonluk taşıma hacminin %31’i Türk bayraklı, %69’u yabancı bayraklı gemilerle taşınmıştır. Kent içi taşımacılığın ise, %3’lük bölümü denizyolu ile yapılmaktadır. Dünya genelinde 18. sırada bulunan Deniz Ticaret Filosu’nda, 18 GRT’nin üzerinde 86 adedi kamuya, 3.110 adedi ise, özel sektöre ait olmak üzere toplam 9.650.796 DWT’lik 3.196 gemi bulunmaktadır. Türk filosunun yaş ortalaması 18.33’dür.
Haydarpaşa-Trieste, Samsun-Novorossisk, Trabzon-Sochi ve Zonguldak-Ukrayna hatları ağırlıklı olmak üzere, toplam 20’nin üzerinde Ro-Ro hattında seferler gerçekleştirilmektedir.
Havayolları. Uzun bir süre hava ulaşımı hizmetlerinde tekel konumunda olan Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı (THY), 1933 yılında bir devlet işletmesi olarak faaliyete geçmiş; 1955 yılında ise yerli ve yabancı sermayeli bir Anonim Şirket haline dönüştürülmüştür. 1990'lı yılların başlarında, özel havayollarına da ulaşım hizmeti sunma hakkının verilmesinden sonra tekel olma konumunu kaybetmiştir. Özel havayolları, turizm sektörünün gelişimi ile paralellik göstermektedir. Sektörün canlı olduğu dönemlerde, toplam uçak sayısı 50’nin üzerine çıkmakta ve dışhat yolcu taşımacılığındaki payları ise %30’un üzerinde seyretmektedir.
THY Filosu, dünyanın en genç filoları arasında yer almaktadır. Sürdürdüğü modernleşme ve gelişim politikaları sonucunda, 2003 yılı Mayıs ayı itibariyle 65 uçaklık bir filo ile hizmet veren THY, iç hatlarda 26, dış hatlarda 75 olmak üzere dünyanın 101 noktasına uçuş yapmakta ve 2002 yılı sonu itibariyle 10.984 personel istihdam etmektedir. THY’nin filo yapısı, çalışma anlayışı ve işletmeciliği tamamen modern bir yapıya kavuşmuştur. THY, 2002 yılında toplam 10.4 milyon yolcu ve 119 bin ton kargo taşımacılığı yapmıştır.
Türkiye’de 2003 yılı itibariyle, uluslararası standartlar uyarınca uçuşların emniyet, sürat ve özenle yapılması için 44.569 km’lik kontrollü bir uçuş yolu şebekesi tesis edilmiştir.
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (DHMİ) tarafından işletilen havalimanı ve meydanları sayısı, 20’si uluslararası statüde olmak üzere toplam 33’tür.
Demiryolları. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi (TCDD), 8.671 km’si ana hat, 2.269 km’si tali hat olmak üzere toplam 10.940 km’lik demiryolu hattında yolcu ve yük taşımacılığı yapmaktadır. Bu hatların %97’sinde tek hat işletmeciliği yapılmaktadır. Hatların %19’u elektrikli, %23’ü sinyalli, %5’i çift hatlı, %0.3’ü ise üç yollu hatlardır. 2002 yılı itibariyle demiryolları, ulaştırma sektörü içerisinde yolcuda %2, yükte ise %4 paya sahiptir. TCDD hatları Asya-Avrupa arasındaki en kısa uluslararası koridor üzerinde yer almaktadır. IV. numaralı Pan-Avrupa taşıma koridoru TCDD hatları ile buluşmaktadır.
TCDD’nin yolcu ve yük taşımacılığını önemli ölçüde artıracağı tahmin edilen Ankara-Haydarpaşa Mevcut Demiryolu Hattı Rehabilitasyon Projesi'nin temeli 8 Haziran 2003 tarihinde atılmıştır. Söz konusu projenin tamamlanması halinde bu hat kesimindeki seyahat süresi 3 saat 10 dakikaya inecektir.
Ayrıca TCDD, demiryolu bağlantısı olan Haydarpaşa, İzmir, Mersin, İskenderun, Samsun, Bandırma ve Derince limanlarının da işletmeciliğini yapmaktadır. 91/440 Sayılı Avrupa Birliği Konseyi Direktifi çerçevesinde yürütülen yeniden yapılanma çalışmaları, özel sektör işletmecilik zihniyetini ve katılımını sağlama hedefi doğrultusunda yürütülmektedir.
Boru Hatları. Türkiye’de ilk boru hattı, 1966 yılında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından Batman-Dörtyol (İskenderun Körfezi) arasında döşenmiş ve işletmeye açılmıştır. Bu hatla Diyarbakır ve Batman’da çıkarılan petrol Dörtyol’a taşınmaktadır.
Irak ham petrolünün, İskenderun Körfezi'ne taşınması amacıyla 1974 yılında kurulan BOTAŞ, 1987 yılında doğal gazın ithali, pazarlanması, satışı ve boru hatlarıyla iletimi görevlerini de üstlenmiş ve 2 Mayıs 2001 tarihli 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Düzenleme Kanunu’yla tekel yetkisi kaldırılmış, doğal gaz piyasası da üçüncü şahıslara açılmıştır.
Türkiye’nin en önemli ham petrol boru hattı olan Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı, Kerkük ve diğer üretim sahalarından elde edilen petrolü, İskenderun Körfezi’ndeki Ceyhan Deniz Terminali’ne ulaştırmaktadır. 1976 yılında işletmeye açılan hattın yıllık taşıma kapasitesi 70.9 milyon ton/yıl’dır.
Türkiye’nin zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip Hazar Bölgesi ve Ortadoğu Ülkeleri ile bu kaynaklara ihtiyaç duyan Batılı Ülkeler arasındaki kesişme noktasında olması nedeniyle, BOTAŞ çeşitli uluslararası projelerin gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalarını sürdürmektedir.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi ile de, Azerbaycan’da üretilen ham petrolün Gürcistan üzerinden, Ceyhan’daki deniz terminaline, buradan da tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması amaçlanmaktadır. Bu boru hattının kapasitesi yılda 50 milyon ton, toplam uzunluğu 1.776 km’dir.
16 milyar m3/yıl Türkmenistan doğal gazının Türkiye’ye taşınması için 1999 yılında 30 yıl süreli “Doğal Gaz Alım Satım Antlaşması” ile 6.6 milyar m3/yıl Azerbaycan doğal gazının Türkiye’ye sevkine ilişkin 2001 yılında 15 yıl süreli “Doğal Gaz Alım Satım Antlaşması” imzalanmıştır.
Azerbaycan ve Türkmenistan doğal gazlarının Türkiye içinde taşınması amacıyla yapılması planlanan yaklaşık
"Mavi Akım Projesi" kapsamında, yılda 16 milyar m3 doğal gazın, Karadeniz’in
10- ULAŞIM SİSTEMLERİ VE KALKINMA
11- TÜRKİYE'DE TİCARET
Ticareti etkileyen faktörler, ticaret çeşitleri, (iç, dış, transit) sanayi faaliyet bölgesi, orta ve büyük kentler, tarım bölgeleri, hal, pazar, panayır, fuar bölgeleri, turistik kentler
Ekonomik faaliyetlere göre Türkiye’nin dış satımı(DİE 2004) | Ekonomik faaliyetlere göre Türkiye’nin dış alımı(DİE 2004) |
12- TÜRKİYE'NİN TURİZM POLİTİKASI
Turizmin ekonomiye etkisi, kültürel etkisi, turizm stratejisi
a)Doğal Faktörler
İklim
- Ülkemizdeki turizm faaliyetleri üzerinde en etkili doğal faktördür.
- Karadeniz kıyılarımız hariç yaz turizmi denize kıyısı olan bölgelerde oldukça önemli bir yere sahiptir.
- Bunun dışında özellikle Uludağ ve Palandöken’de de kış turizmi için uygun şartlar vardır.
Doğal plajlar
- Deniz kenarlarındaki doğal plajların çokluğu ve uzunluğu da turizme olumlu bir etki yapmıştır.
Yer şekilleri
- Ülkemiz çeşitli devirler boyunca farklı iç ve dış kuvvetlerin etkisi altında kaldığı için birçok yeryüzü şekli vardır. Bunların çoğu turistik değerler taşır.(Peribacaları, travertenler, şelaleler, yaylalar vb.)
Su kaynakları
- Akarsularımız, göllerimiz ve kaplıcalarımız turizme cazibe olan yerlerimizdir.
Bitki ve hayvan çeşitliliği
- Ülkemizin coğrafi konumu nedeniyle iklim çeşitliliğinin fazla olması beraberinde birçok bitki ve hayvan türünün doğal olarak yetişmesine olanak sağlamıştır.
- Bu varlıkların önemli bir bölümü milli park haline getirilerek turizme açılmıştır.
b)Beşeri Faktörler
Tarihi eserler
- Binlerce yıldır çeşitli uygarlıklara yurt edinmiş olan Ülkemizde bulunan tarihi eserler yerli ve yabancı turistleri ilgi odağı olmuştur.
Kültürel değerler
- Folklorümüz, geleneksel el sanatlarımız ve zengin mutfağımız turizmi etkilemektedir.
Ulaşım olanakları
- Türkiye’nin turizme cazibe olan turistik merkezlerimize kolaylıkla ulaşabilmeyi sağlamak için ulaşım olanaklarının gelişmesi şarttır.
13- TÜRKİYE'NİN NÜFUS POLİTİKALARI
Gelecekte nüfus tahmini, Türkiye yaşlanıyor, Türkiye'nin nüfus piramitleri
Türkiye’de Uygulanan Nüfus Politikaları
Planlı dönem başlangıcından bu yana, kalkınma planları ile nüfus politikasının yasallaştığı görülmektedir. 1960’larda D.P.T.’nin kurulması ile D.P.T. ve Sağlık Bakanlığı tarafından 1960 öncesi nüfus artışını teşvik eden pronatalist nüfus politikasının değiştirilmesi üzerinde tartışmalar başlatılmıştır.
1. Beş Yıllık Kalkınma Planında yeni bir nüfus politikasından söz edilmektedir. Hızlınüfus artışının ekonomik gelişmeyi engellediği görüşünden hareketle, nüfusplanlamasına dayalı bir nüfus politikasının gereği sunulmuştur. Bu politika antikontraseptifyasaların değiştirilmesini, sağlık personelinin nüfus planlaması konusunda, isteyenlere gebeliği önleyici yöntemler konusunda bilgi verilmesinikontraseptiflerin ücretsiz dağıtımını içermektedir.
2. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise, konuya yaklaşım açısı değişmekte, “nüfusplanlaması” deyiminin yerini “aile planlaması” deyimi almaktadır. İkinci plandöneminde konuya bakış açısı değişirken aynı zamanda hükümetlerin ilgisininazaldığı izlenmektedir.
3. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise aile planlamasının sağlık hizmetlerindeayrılamayacağını dolayısıyla ana ve çocuk sağlığı ile aile planlaması hizmetlerininbirleştirilmesi gereği ortaya konmuş ve ilgili kuruluşlar arası işbirliğine önemverilmesi kararlaştırılmıştır.
4. Beş Yıllık Kalkınma Planında sosyal, ekonomik ve Demografik faktörlerin karşılıklıetkilerini ve nüfus politikasının, sosyal ve ekonomik politikaların bir türevi olduğuvurgulanmıştır. Yüksek bebek ölüm hızının ve yetersiz ana-çocuk sağlığıhizmetlerinin birer nüfus sorunu olduğu belirtilmiştir. Ayrıca aile planlamasının,ana-çocuk sağlığı hizmetleriyle birlikte ele alınması gereği üzerinde durulmuştur.
5. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise belirgin bir aile planlaması uygulaması dilegetirilmemiştir. Temel ilkenin nüfus kalitesinin yükseltilmesi olduğu belirtilmiştir.
6. Beş Yıllık Kalkınma Planında yüksek nüfus artışının istenen ekonomik büyüme vesosyal gelişmeyi engellediği görüşünden hareketle, nüfus artış hızını azaltmayayönelik politika ve programların uygulanması öngörülmüştür.
7. Beş Yıllık Kalkınma Planında ise hızlı nüfus artışının, bireylerin refah açısındandaha fazla pay alabilmesini ve ekonominin değişim sürecinin daha hızlı gelişmesiniengellediği, sürdürülebilir kalkınma çabalarını güçleştirdiğini, konut, sağlık, eğitimve altyapıya olan ihtiyacı arttırdığı belirtilmektedir. Ayrıca aile planlaması
hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve hizmet sunumunda etkinliğin arttırılmasıihtiyacının önemini koruduğu vurgulanmaktadır. Stratejinin temel yapısal değişimprojeleri bölümünde, birey refahını daha hızlı arttırabilmek için nüfus artış hızınıyavaşlatmak ve kalkınma hedefleriyle uyumlu bir nüfus yapısını oluşturmak temel
amaç olarak yer almıştır.
Başlangıçtan 1950-60 yılları da dahil olmak üzere nüfus politikalarında birdeğişiklik olmamıştır. 1950 yılında iktidara yeni gelen hükümet nüfusun fazlalaşmasınıisteyen bir politik tutum izlemiş fakat artışı sağlayacak her hangi etkili politikauygulamasına geçmemiştir.1960’larda Türkiye’de nüfus politikası alanında önemli sayılabilecek bazı gelişmelerolmuştur. 1963-67 yıllarında uygulamaya konulan I. Beş Yıllık Kalkınma Planında yenibir nüfus politikası oluşmaya başlamıştır. Bu yeni politika, ekonomik kalkınmaya olumsuz olarak etkilemesini önlemeye yönelik bir amaç taşımaktadır. Bunun içingebeliği önleyici araçların ithalini ve satılmasını önleyen kanunların değiştirilmesi,isteyenlere bilgi verilmesini ve başlatılacak programları uygulayacak kişilerin eğitilmesidüşünülmüştür. Nüfus planlaması alanındaki hizmetleri yürütmek için 1965 yılındaSağlık Bakanlığına bağlı Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kurulmuştur. NüfusPlanlaması Kanunu ile “kişilere istediği zaman, istediği sayıda çocuk sahibi olmaözgürlüğü tanınmıştır. 1968’de uygulamasına geçilen II. Beş Yıllık Kalkınma Planındapolitika “aile planlaması” olarak değişmiştir.1973’ten sonra uygulanan III. Beş Yıllık Kalkınma Planında hızlı nüfus artışı uzundönemde çözümlenmesi gereken sorun olarak ele alınmakta, ancak konuya ilişkin herhangi bir politika ve önleme rastlanmamaktadır.
14- GEÇMİŞTEN GELECEĞE TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİĞİ
jEOPOLİTİKTE ETKİLİ OLAN UNSURLAR, (DEĞİŞEN, DEĞİŞMEYEN UNSURLAR) Türkiye'nin jeopolitik geçmişi, İstanbul ve Çanakkale boğazları, (Çok ayrıntılı anlatılacak), Türkiye çevresinde bölgesel sorunlar (kafkaslar, balkanlar, Batı trakya, Kosova, Bulgaristan, Makedonya, Bosna- Hersek, Ortadoğu Ege Adaları, Su sorunları, her biri ayrı başlık anlatında)
DÜNYADA TÜRKİYE
Türkiye'nin konumu:Bir ülkenin coğrafi konumu deyince yeryüzünün neresinde bulunduğu,kıtalara,öteki ülkelere,denizlere,ticaret yollarına göre anlaşılır.Konumun çok önemli sonuçları vardır.Ülkelerin bir çok özellikleri buna bağlıdır.
Türkiye'nin Siyasi Jeopolitik Durumu Ve Önemi
Türkiye'nin alan veya coğrafi konum açısından Asya ile Avrupa arasında bir köprü durumunda ve batı kültürü arasında bir geçiş kuşağında yer almaktadır.Coğrafi konum açısından kuzeydeki ülkelerin deniz yoluyla Akdeniz ,Hint,Okyanusu ,Atlas Okyanusu ile temas kurarak dünyaya açılması,boğazlar vasıtasıyla Türkiye üzerinden geçmektedir Aynı şekilde Avrupa'nın Orta Doğu'ya kara yolu bağlantısı yine Türkiye'nin işgal ettiği Anadolu ve Trakya üzerinden sağlanmaktadır.Bunun yanında Türkiye'nin bulunduğu kütle Orta Doğu ülkeleri için önemli bir hayat damarı halindedir.
Başta Fırat ve Dicle'nin suları ile hayat bulan Suriye ve Irak Anadolu yarımadasına sıkı şekilde bağlıdır.
Sadece bu noktalar ele alındığında Türkiye gerek batı gerekse orta doğu dünyası için bir bakıma hayati çıkarlarının sağlandığı bu alemde birbirine bağlayan,pekiştiren bir doğal köprü durumundadır.
Stratejik açıdan ele alındığında dünya petrolünün %60'ını oluşturan Orta Doğu ülkelerinde istikrarın sağlanması ve bir bakıma batının petrol çıkarlarının devam etmesi açısından da Türkiye'nin üzerine önemli görevler düşmektedir.Nitekim bu stratejik önem körfez krizi ve savaşın müddetince kendini kuvvetli olarak hissettirmiştir.Örnek olarak Birleşmiş Milletlerin aldığı ambargo kararının Irak'a uygulanmasında Türkiye anahtar durumunda olmuştur.Türkiye buna uymadığı takdirde ambargonun uygulanması mümkün olmayabilirdi ve körfez savaşında müttefik kuvvetlerin sağladığı başarı yine Türkiye'nin müttefiklerin yerine uyguladığı politika sayesinde olabilmiştir.Yine bu stratejik- jeopolitik önem dünya hakimiyeti için caba sarfeden komşumuzun Türkiye üzerindeki emellerini açıkça ortaya koymaktadır ve buna karşı Avrupa ve ABD'nin Türkiye'ye tabiri uygun ise yardımda bulunmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Türkiye'nin sahip olduğu stratejik-jeopolitik avantajı dikkate alan Batı Avrupa ülkeleri sürekli olarak Türkiye üzerinde zaman zaman baskı kurmuşlar 1.Dünya Savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunu parçalamaya ve paylaşmaya geçmişlerdir.
Batılı ülkeler aslında Türkiye'ye karşı yürütülen pişmanlık ve dostluk ;tamamen bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri menfaatler çatışmasının bir eseridir.Yine 1.Dünya Savaşı sonrasında başta orta doğuyu ellerinde tutarak Uzak Doğuya hakim olma gayretleri sonucunda Fransız ve İngilizler kendi istek ve amaçları doğrultusunda Osmanlı,imparatorluğundan miras kalan orta doğudaki topraklarımıza tabiri uygun ise zoraki olarak elimizden almışlardır.Bunun en açık örneğini Musul petrolleri ve İngilizlerle çizilen Türkiye-Irak sınırının belirlenmesini göstermektedir.
Şu gerçeği açıkça ifade etmek gerekir ki batı dünyası ne güçlü ne de zayıf bir Türkiye istemektedir.Bu amaç uygun olarak bazı batı ülkeler ve komşularımız terörist eylemler için adeta yataklık yapmışlar ve hatta gizli yollarla destek bile sağlamışlardır.Hiç bir batı ülkesinin kendi ülkesi siyasi ve demokratik düşüncesi aleyhinde çalışan bir örgüt barındırmazken Türkiye'nin parçalanması ve bölünmesi için faaliyet gösteren çeşitli örgütleri beslemekte ve onlara gizli yollardan her türlü desteği sağlamaktadır.
Batı dünyası bu amacına uygun olarak ülkemiz için çoğu uluslar arası safhalarda çifte standart uygulamıştır.Bunun en tipik örneklerinden biri Kıbrıs’ta Türk halkı katledilirken batının seyirci kalması anlaşmalardan doğan hakkımızı kullanmakla da Türkiye'nin bir "istatilacı ülke"olarak dünyaya tanıtılması başta Amerika B.D.olmaksızın silah ve diğer ambargonun uygulamasıdır.Avrupa topluluğunu Yunanistan politik nedenlerle alınırken Türkiye'nin bu topluluğa girmesini zorlaştırıcı,engelleyici işlemlerinin sürdürülmesi de batının Türkiye üzerindeki sevimsiz emellerini açıkça ortaya çıkarmaktadır.İnsan haklarına çok düşkünlüğüyle tanınan Avrupa Parlamentosu sürekli olarak Türkiye aleyhine çifte standart uygulaması adet haline getirmiş gibi görünmektedir.
Kısa olarak açıklanan bu durumlar her şeyden önce Türkiye'nin bulunduğu coğrafi konumdan ileri gelmektedir.Türkiye'nin uyguladığı siyasi politikalara gelince Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"politikasını benimsemiş ve bu politika Türkiye'nin ana hedefi olmuştur.2.Dünya S.'ından sonra Türkiye haklı olarak batılı entegrasyonda yer almayı hedeflemiştir.
Bunu için Nato, dağıtılan Cento'ya girmesi,Avrupa konseyi,Avrupa ekonomi topluluğuna tam üye olmak istemesi ,batıyla birleşme gayretinin doğal sonucudur.Bunun yanında merkeziyete dayalı devletçilik ve bu anlayışı ile sürdürülen ekonomik ve siyasi sistemlerin iflas ettiği günümüzde ülkemizin de tam kuralları ile işlemese bile liberal,serbest piyasa ekonomisi veya gümrük duvarlarının arkasına saklanmadan rekabete dayalı bir sanayinin gelişmesini gerçekleştiren ekonomik sistemin temellerinin atılmış olmasında batılı sistemde birleşme çabaları doğrultusunda yapılmış önemli bir adımdır.Bu sistemin tam anlamıyla gerçekleşmesi için içte gerekli düzenlemelerin yapılması yanında Türkiye'nin batı blokları ile kendi çıkarları doğrultusunda ödün vermeden bütünleşmesinin çok büyük yararları bulunmaktadır.
Çünkü en fazla sermaye ve teknolojik transferden yararlandığımız ihracat ve ithalat yaptığımız ülkelerin başında ABD dahil batı bloğu gelmektedir.Özellikle bazen bir çok ödünlerle aldığımız batı sermayesinde de akıllıca kullanmamız gerekmektedir.Bununla birlikte Türkiye'nin konumu ve kültürel durumu gereğince batının yanında islam ülkeleri ve özellikle Ortadoğu ve hatta Güneydoğu Asya ülkelerinde mevcut olan ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir.Türkiye'nin batı bloğunun ve islam ülkeleri arasında istenilen yer alabilmesi açısından köprü sayılabilecek bilimsel,kültürel ,ekonomikve demokratik açıdan önemli müsadeler alması şarttır.
En büyük faktör ve sermayenin insan olduğu dikkate alındığında ve ilerlemelerde insanlarımızın refah mutluluğunu hedef alınması gerekmektedir.Bunun için Türk insanının kendine özgü olan gücünün ortaya çıkması açısından çağdaş,seviyeli eğitim-öğretim yapılması bunu yanında bilimsel araştırmaların yoğunlaştırılması için her türlü destek ve yardımın yapılması şarttır.
Yeni üniversite kurma çabaları yerine en eskilerinin güçlendirilmesi ;üniversitelerin gerçek anlamda ve bilimsel araştırmalar,yayınlar yapılmalıdır
Hali hazırda pek fazla hissedilmeyen ve yakın gelecekte nüfusumuzun artışı ve doğal kaynakları olan ihtiyacın artması ile ortaya çıkacak olan yanlış arazi kullanma ve bunun sonucu olarak ülkemizin toprak ve arazi kabiliyetini kemiren "erozyon"olayına dur dememiz şarttır.Ülkemizde doğal dengeyi korumanın milli ve dini bir görev olduğu ve ülke topraklarını kemiren erozyonun bir politika haline getirilmesiyle önlenmesi mümkün olacağı görüşünün benimsenmesi gerekmektedir.Başka bir ifadeyle denilebilir ki erozyon ülkemizdeki gelir dağılımını alt üst eden fakiri daha da fakirleştiren ulusumuzun insanları arasında gelir farkı yönünden uçurumlar yaratan enflasyondan daha tehlikeli boyuttadır.
"Türkün Türk’ten Başka Dostu Yoktur."özdeyişi her zaman akılda tutulmalı sadece batının bilim ve teknolojisi alınmalı,batılılarla birlikte oluşturacağımız pakt,anlaşma ve diğer uluslar arası çeşitli birliklerin günün birinde çözülebileceği dikkatten uzak tutulmalıdır.Çünkü günümüz dünyasında güçlü devletin siyasi yönden olduğu kadar ekonomik yönden de güçlü olması gerektiği ve hatta ekonomik bağımsızlığın siyasi bağımsızlığı pekiştireceği hedef alınmalıdır.
Orta doğunun Asya ile Avrupa arasında bir geçiş alanı olması nedeniyle buradaki ülkelerin iki yanlı ilişkileri ve transit ticaretten sağladıkları yararlar bölgedeki uygarlıkların gelişmesinde büyük ölçüde rol oynamışlardır.Burada dikkat çeken ya da üzerinde durulması gereken bir özellik Anadolu’nun aynı coğrafi bölgede olmasına rağmen Avrupa ile Asya arasında ulaşım bakımından öteki Orta doğu ülkelerine göre daha üstün bir durum göstermesidir.Bu üstünlük Anadolu’nun hem coğrafi konumu hem de coğrafi yapı bakımından diğer orta doğu ülkelerinden daha değişik özelliklere sahip bulunmasından ileri gelmektedir.
Türkiye'nin Siyasi Jeopolitik Durumu Ve Önemi
Türkiye'nin alan veya coğrafi konum açısından Asya ile Avrupa arasında bir köprü durumunda ve batı kültürü arasında bir geçiş kuşağında yer almaktadır.Coğrafi konum açısından kuzeydeki ülkelerin deniz yoluyla Akdeniz ,Hint,Okyanusu ,Atlas Okyanusu ile temas kurarak dünyaya açılması,boğazlar vasıtasıyla Türkiye üzerinden geçmektedir Aynı şekilde Avrupa'nın Orta Doğu'ya kara yolu bağlantısı yine Türkiye'nin işgal ettiği Anadolu ve Trakya üzerinden sağlanmaktadır.Bunun yanında Türkiye'nin bulunduğu kütle Orta Doğu ülkeleri için önemli bir hayat damarı halindedir.
Başta Fırat ve Dicle'nin suları ile hayat bulan Suriye ve Irak Anadolu yarımadasına sıkı şekilde bağlıdır.
Sadece bu noktalar ele alındığında Türkiye gerek batı gerekse orta doğu dünyası için bir bakıma hayati çıkarlarının sağlandığı bu alemde birbirine bağlayan,pekiştiren bir doğal köprü durumundadır.
Stratejik açıdan ele alındığında dünya petrolünün %60'ını oluşturan Orta Doğu ülkelerinde istikrarın sağlanması ve bir bakıma batının petrol çıkarlarının devam etmesi açısından da Türkiye'nin üzerine önemli görevler düşmektedir.Nitekim bu stratejik önem körfez krizi ve savaşın müddetince kendini kuvvetli olarak hissettirmiştir.Örnek olarak Birleşmiş Millletler'in aldığı ambargo kararının Irak'a uygulanmasında Türkiye anahtar durumunda olmuştur.Türkiye buna uymadığı takdirde ambargonun uygulanması mümkün olmayabilirdi ve körfez savaşında müttefik kuvvetlerin sağladığı başarı yine Türkiye'nin müttefiklerin yerine uyguladığı politika sayesinde olabilmiştir.Yine bu stratejik- jeopolitik önem dünya hakimiyeti için caba sarfeden komşumuzun Türkiye üzerindeki emellerini açıkça ortaya koymaktadır ve buna karşı Avrupa ve ABD 'nin Türkiye'ye tabiri uygun ise yardımda bulunmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Türkiye'nin sahip olduğu stratejik-jeopolitik avantajı dikkate alan Batı Avrupa ülkeleri sürekli olarak Türkiye üzerinde zaman zaman baskı kurmuşlar 1.Dünya Savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunu parçalamaya ve paylaşmaya geçmişlerdir.
Batılı ülkeler aslında Türkiye'ye karşı yürütülen pişmanlık ve dostluk ;tamamen bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri menfaatler çatışmasının bir eseridir.Yine 1.Dünya Savaşı sonrasında başta orta doğuyu ellerinde tutarak Uzak Doğuya hakim olma gayretleri sonucunda Fransız ve İngilizler kendi istek ve amaçları doğrultusunda Osmanlı ,imparatorluğundan miras kalan orta doğudaki topraklarımıza tabiri uygun ise zoraki olarak elimizden almışlardır.Bunun en açık örneğini Musul petrolleri ve İngilizlerle çizilen Türkiye-Irak sınırının belirlenmesini göstermektedir.
Şu gerçeği açıkça ifade etmek gerekir ki batı dünyası ne güçlü ne de zayıf bir Türkiye istemektedir.Bu amaç uygun olarak bazı batı ülkeler ve komşularımız terörist eylemler için adeta yataklık yapmışlar ve hatta gizli yollarla destek bile sağlamışlardır.Hiç bir batı ülkesinin kendi ülkesi siyasi ve demokratik düşüncesi alehinde çalışan bir örgüt barındırmazken Türkiye'nin parçalanması ve bölünmesi için faaliyet gösteren çeşitli örgütleri beslemekte ve onlara gizli yollardan her türlü desteği sağlamaktadır.
Batı dünyası bu amacına uygun olarak ülkemiz için çoğu uluslar arası safhalarda çifte standart uygulamıştır.Bunun en tipik örneklerinden biri Kıbrıs!ta Türk halkı katledilirken batının seyirci kalması anlaşmalardan doğan hakkımızı kullanmakla da Türkiye'nin bir "istatilacı ülke"olarak dünyaya tanıtılması başta Amerika B.D.olmaksızın silah ve diğer ambargonun uygulamasıdır.Avrupa topluluğunu Yunanistan politik nedenlerle alınırken Türkiye'nin bu topluluğa girmesini zorlaştırıcı,engelleyici işlemlerinin sürdürülmesi de batının Türkiye üzerindeki sevimsiz emellerini açıkça ortaya çıkarmaktadır.İnsan haklarına çok düşkünlüğüyle tanınan avrupa parlemantosu sürekli olarak Türkiye aleyhine çifte standart uygulaması adet haline getirmiş gibi görünmektedir.
Kısa olarak açıklanan bu durumlar herşeyden önce Türkiye'nin bulunduğu coğrafi konumdan ileri gelmektedir.Türkiye'nin uyguladığı siyasi politikalara gelince Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"politikasını benimsemiş ve bu politika Türkiye'nin ana hedefi olmuştur.2.Dünya S.'ından sonra Türkiye haklı olarak batılı entegrasyonda yer almayı hedeflemiştir.
Bunu için Nato,dağıtılan Cento'ya girmesi,Avrupa konseyi,Avrupa ekonomi topluluğuna tam üye olmak istemesi ,batıyla birleşme gayretinin doğal sonucudur.Bunun yanında merkeziyete dayalı devletçilik ve bu anlayışı ile sürdürülen ekonomik ve siyasi sistemlerin iflas ettiği günümüzde ülkemizinde tam kuralları ile işlemese bile liberal,serbest piyasa ekonomisi veya gümrük duvarlarının arkasına saklanmadan rekabete dayalı bir sanayinin gelişmesini gerçekleştiren ekonomik sistemin temellerinin atılmış olmasında batılı sistemde birleşme çabaları doğrultusunda yapılmış önemli bir adımdır.Bu sistemin tam anlamıyla gerçekleşmesi için içte gerekli düzenlemelerin yapılması yanında Türkiye'nin batı blokları ile kendi çıkarları doğrultusunda ödün vermeden bütünleşmesinin çok büyük yararları bulunmaktadır.
Çünkü en fazla sermaye ve teknolojik transferden yararlandığımız ihracat ve ithalat yaptığımız ülkelerin başında ABD dahil batı bloğu gelmektedir.Özellikle bazen bir çok ödünlerle aldığımız batı sermayesinde de akıllıca kullanmamız gerekmektedir.Bununla birlikte Türkiye'nin konumu ve kültürel durumu gereğince batının yanında İslam ülkeleri ve özellikle Ortadoğu ve hatta Güneydoğu Asya ülkelerinde mevcut olan ilişkilerini geliştirmesi gerekmektedir.Türkiye'nin batı bloğunun ve İslam ülkeleri arasında istenilen yer alabilmesi açısından köprü sayılabilecek bilimsel,kültürel ,ekonomik ve demokratik açıdan önemli müsaadeler alması şarttır.
En büyük faktör ve sermayenin insan olduğu dikkate alındığında ve ilerlemelerde insanlarımızın refah mutluluğunu hedef alınması gerekmektedir.Bunun için Türk insanının kendine özgü olan gücünün ortaya çıkması açısından çağdaş,seviyeli eğitim-öğretim yapılması bunu yanında bilimsel araştırmaların yoğunlaştırılması için her türlü destek ve yardımın yapılması şarttır.
15- ÜLKEMİZİ SEMBOLİZE EDEN MEKANLAR
16- TÜRKİYE'NİN NÜFUS POLİTİKALARI
Neden nüfus politikaları, Nüfus politikalarının dayanak noktaları, uygulanan politikalar
17- ÜLKELER NEDEN FAKLI GELİŞMİŞLERDİR
Gelişmiş-gelişmemiş, ülkelerin karşılaştırılması, az gelişmenin ölçütleri, az gelişmiş-gelişmemiş ülkelerin özellikleri
Gelişmiş ülkelerde nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı | Geri kalmış ülkelerde nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı | Gelişmiş ülkelerde; çocuk ve genç nüfus az, yaşlı nüfus fazla, ortalama yaşam süresi uzundur. Geri kalmış ülkelerde; çocuk nüfus fazla, genç nüfus fazla, yaşlı nüfus az, ortalama yaşam süresi kısadır. |
| |
Gelişmiş ülke | Geri kalmış ülke | |||
Doğum oranı ve nüfus artış hızı düşüktür. | Doğum oranı ve nüfus artış hızı yüksektir. | |||
Ortalama yaşam süresi fazladır. | Genç nüfusun oranı fazla, yaşlı nüfus oranı azdır. | |||
Genç nüfus oranı az, orta ve yaşlı nüfus fazladır. | Nüfus grafiği geniş tabanlı üçgene benzer. Ortalama yaşam süresi azdır. | |||
Çalışan nüfusun yaş ortalaması yüksek ve bağımlı nüfus oranı azdır. | Çalışan nüfusun yaş ortalaması düşük, bağımlı nüfus oranı fazladır. | |||
Hizmet ve sanayi sektöründeki çalışan nüfus, tarım sektöründe çalışan nüfustan daha fazladır. | Tarım sektöründe çalışan nüfus fazla, hizmet ve sanayi sektöründe çalışan nüfus azdır. | |||
Nüfusun eğitim seviyesi yüksektir. | Nüfusun eğitim seviyesi düşüktür. | |||
Nüfusun yarısından çoğu, kentte yaşamaktadır. | Nüfusun yarısından çoğu, kırsal kesimde yaşamaktadır. | |||
Gelişmiş ülke | Geri kalmış ülke | |||
Doğum oranı ve nüfus artış hızı düşüktür. | Doğum oranı ve nüfus artış hızı yüksektir. | |||
Ortalama yaşam süresi fazladır. | Genç nüfusun oranı fazla, yaşlı nüfus oranı azdır. | |||
Genç nüfus oranı az, orta ve yaşlı nüfus fazladır. | Nüfus grafiği geniş tabanlı üçgene benzer. Ortalama yaşam süresi azdır. | |||
Çalışan nüfusun yaş ortalaması yüksek ve bağımlı nüfus oranı azdır. | Çalışan nüfusun yaş ortalaması düşük, bağımlı nüfus oranı fazladır. | |||
Hizmet ve sanayi sektöründeki çalışan nüfus, tarım sektöründe çalışan nüfustan daha fazladır. | Tarım sektöründe çalışan nüfus fazla, hizmet ve sanayi sektöründe çalışan nüfus azdır. | |||
Nüfusun eğitim seviyesi yüksektir. | Nüfusun eğitim seviyesi düşüktür. | |||
Nüfusun yarısından çoğu, kentte yaşamaktadır. | Nüfusun yarısından çoğu, kırsal kesimde yaşamaktadır. | |||
18- GELİŞMİŞLİK SEVİYESİNE GÖRE ÜLKELER
Almaya, Mısır, Nijerya
19- SINIRLI KAYNAKLAR
Su kaynakları tükeniyor, Konya kapalı havzası
Doğal Hayatı Koruma Vakfı-Türkiye (WWF-Türkiye), dünyanın en önemli 200 havzasından birisi olan Konya Kapalı Havzası'nın, önlem alınmaması durumunda 20 yıl içinde çölleşmenin hızlı yaşanacağı 8 havzadan biri olacağını açıkladı.
WWF-Türkiye Su Programı Müdürü Buket Bahar Dıvrak, son 40 yılda Türkiye'de 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın çeşitli nedenlerle yitirildiğini söyledi.
Geri kalan 1 milyon 250 bin hektarlık sulak alanın da akılcı su kullanımına geçilemediği için tehlike sinyalleri verdiğini dile getiren Dıvrak, özellikle Konya Kapalı Havzası'nda tehlikenin daha ciddi boyutlarda olduğunu belirtti.
WWF International tarafından yapılan çalışmada, Konya Kapalı Havzası'nın Türkiye'de Akdeniz Bölgesi ve Doğu Karadeniz Bölgesi havzasıyla birlikte dünyanın en önemli 200 havzası arasında yer aldığı belirtildi.
Dıvrak, ''Konya Kapalı Havzası, bunlardan birçok özelliğiyle ayrılıyor. Biyoçeşitlilik, endemik tür, sulak alan zenginliği, çayır ve merasıyla Konya Kapalı Havzası, WWF tarafından üzerinde önemle durulan nadir havzalardan birisidir. Türkiye'deki 26 havzadan sadece 3'ü dünya literatürlerinde yer alıyor" dedi.
Konya ovası Mars toprağı gibi...
Dıvrak, son 40 yılda yeni tarım alanları açma, bilinçsiz tarımsal sulama gibi birçok nedenle yüzyıllardır devam ede gelen ekosistemin bozulmaya başladığını vurgulayarak, Konya Kapalı Havzası'nda yıllardır tehlike çanlarının çalmasına karşın önlem alınmadığını, bu yüzden de her geçen yıl durumun daha da kötüye gittiğini söyledi.
Konya Kapalı Havzası'nın önlemlerin alınmaması durumunda çölleşmenin hızlı yaşanacağı Avusturya, Çin ve Güney ABD gibi ülkelerde bulunan sekiz havzadan birisi olduğu dünya literatürlerine girdiğini belirten Dıvrak, "Konya ovası, Mars toprağı gibi oldu. Kurutulan sazlıklardaki toprak yapısı çok farklı. Aslında çölleşme başladı ve hala sürüyor" diye konuştu.
Dıvrak, AB'nin Su Çerçeve Direktifi'ne göre hareket edilmesi ve su konusunda kesinlikle bir planlamaya gidilmesi gerektiğini belirterek, ''artık az miktarda kalan suyumuzu akılcı kullanmalıyız. Böyle giderse Konya Kapalı Havzası'nda içme suyu bile bulmak olanaksız hale gelecek. Önümüzdeki çok uzun zaman yok. Sadece 20 yılda her şeyimizi kaybedebiliriz'' dedi.
Yağışlar azalıyor
Türkiye de, kelimenin gerçek anlamıyla giderek çölleşiyor. Eskiden su zengini olan Anadolu artık su fakiri, kurak iklim kuşağına girmeye aday bölgelerden biri.
2005 yılında yağışlar, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 5, önceki yıla göre ise yüzde 10.9 oranında azaldı.
Ege ve Marmara hariç
İç Anadolu Bölgesi en az yağış alan bölgelerin başında geliyor. İç Anadolu'da altı ayda düşen yağış, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 5.5 oranında azaldı.
Akdeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve yağışlarıyla ünlü Karadeniz bölgelerinde de yağış miktarı giderek azalıyor.
Göller bölgesi kuruyor
Göller bölgesi olarak bilinen Konya havzasındaki Akşehir gölü kurudu. Beyşehir ve Meke göllerinde sular hızla çekiliyor. Hotamış ve Akgöl tamamen kurudu, bazı sulak alanlar çamur haline geldi.
Kuraklık nedeniyle Konya'daki barajlarda su seviyesi son 72 yılın en düşük düzeyine indi. Havzadaki binlerce kaçak kuyu, sulak alanların kurumasına, kuşların ülkemizi terk etmesine yol açıyor.
Tarımsal sulamadaki yanlışlıklar da İç Anadolu bölgesini çölleşmeye doğru sürüklüyor. Uzmanlar, sulamaya sınırlama getirilmesini, ağaçlandırmaya önem verilmesini ve çevre kirliliğinin önlenmesini istiyor.
20- DOĞAL KAYNAK KULLANIMI
Doğal kaynak kullanımında ülkeler, Sürdürülebilir kalkınmışlık
Bazı durumlarda aşırı kullanım; özellikle gereğinden fazla yapılan ormancılık, balıkçılık ve avlanma gibi faaliyetler yoluyla kaynağın tükenmesine yol açmaktadır. Bu aşırı kullanım kısmen; Dünya'daki belirli bölgelerde bulunan aşırı nüfusla, kaynaklara yönelik taleplerin aşırı biçimde artmasıyla ve uluslararası ticaretin gelişmesiyle açıklanabilir.
Bir sanayi kolu olarak, ahşap ürünleri ve kereste için ağaç kesimi ile; her yıl milyonlarca dekar orman arazisi yok edilmekte veya parçalanmaktadır. Aynı zamanda, türlerin uyum sağlamış olduğu habitatlar da bu faaliyetlerle birlikte yokolmaktadır. Aşırı balıkçılık faaliyetleri ile birçok balık türü, yok olma sınırına gelmiş olup, deniz hayati açısından da toplam tür çeşitliliği azalmıştır. Nesli tükenmekte olan türlerin yasaya aykırı ticareti ve aşırı avlanma; bu türlerin varolmasına karşı en büyük tehdit olmaktadır. Bu durum, ABD gibi gelişmiş olan ülkelerde bile ortaya çıkmaktadır. Örnek olarak Amerika'daki özel bir kaplumbağa türü (box-turtle) yasa-dışı olarak toplanmış evcil hayvan olarak ihraç edilmiştir. Bu olaylar sonunda ise her yıl onbinlerce kaplumbağa ölümleri ile karşılaşılmaktadır. Bu türler, önceki durumuna oldukça yavaş dönebilmekte (bunların tekrar üremesi zaman almakta) ve bazı populasyonlarda ise, hayatta kalabilen pek az sayıdaki yavru ile; yetişkinlerin ölümünün arasında olması gereken dengenin korunması zorlaşmaktadır.
Günümüze kadar yıllarca en popüler olan bir düzine balık türü ender türler durumuna gelmiş olup, bunların nesli ise yok olma tehdidi altında bulunmaktadır. Kuzey Atlantik Denizinde, (Ringa balığı gibi) bazı balık türlerinin ekonomik değeri neredeyse hiç kalmamıştır. Bu türler açısından halen bazı balıkçılık (avlanma) kotaları olsa bile; her yıl bu kotaların miktarı azalmaktadır.
Balıklar haricinde, omurgasızlar ve makro-algler de insanların (yapay etkilerin) baskısı altındadır. Pek çok ülkede omurgasız canlılar, insanlar tarafından gel-git (med-cezir) olayı esnasında toplanmaktadır. Kentlerin ve yerleşim bölgelerinin yakınlarında ise, gel-git olayını kullanan tür toplulukları, 'besin olarak kullanılma yoluyla tüketilmektedir'
21- GÜNÜMÜZ ÇEVRE SORUNLARININ OLASI ETKİLERİ
Çevre koruma projeleri, sulak alanlar (Ulubat), Çevresel etki (Çad gölü), Ülkemizde korunan alanlar, Çevre sorunlarının olası etkileri (toprak verimliliği, erozyon, canlıların yaşamında değişiklikler, yerleşim alanı açma, orman tahribi)