Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

BSA Students and St Andrews

Only a small proportion of students admitted to the BSA had studied in Scotland. There was a single student from St Andrews. Mary Hamilton, originally from Dundee, graduated from St Andrews in Classics in 1902, and subsequently held a Research Fellowship under the Carnegie Trust (1903/04). This resulted in her study of Incubation, or, the cure of disease in pagan temples and Christian churches (1906) [WorldCat]. She was formally admitted as a student to the BSA in 1905/06 and 1906/07; in 1905 she was also admitted to the British School at Rome.

Three former students of the BSA were lecturers in St Andrews:
  • William John Woodhouse (1866-1937) was lecturer in Ancient History and Political Philosophy (1900). He had been admitted as a student at the BSA in 1889/90 and had subsequently been an assistant lecturer at Bangor (1896-99). In 1901 he moved to Sydney to be professor of Greek.
  • Adolph Paul Oppé (1878-1957) was a lecturer in Greek from 1902 immediately after his year in Athens (1901/02). In 1904 he was appointed lecturer in Ancient History at Edinburgh.
  • Alan John Bayard Wace (1879-1957) was appointed lecturer in Ancient History and Archaeology (1912-14) after a long-period as a student in Athens (first admitted 1902/03) and librarian for the British School at Rome (1905/06). He left St Andrews to become director of the BSA.

Weight Lifting Exercises For Women

Weight lifting is a common way to develop strength and size of skeletal muscle. It's very common for women nowadays as more and more women are looking forward in developing stronger muscles. The best part of weight lifting for women is to develop a stronger heart and stronger immune system. It also helps to control weight and offers protection against osteoporosis, a major disease which often occurs after menopause.

The importance of weight lifting for women should not be underestimated. If done properly they can be a successful athlete or an bodybuilder, weight lifting is now recognized to be an essential part of any fitness regimen and has gained incredible popularity over the last decade or so. Socially it's perfectly acceptable for women to take up weight lifting as a sport.

The biomechanical system of women and men are different though women has to work hard to get the similar results as men. The reason behind are physiological and hormonal. Men are typically stronger than women thus generate more force and men also produce ten times more testosteron than women. Testosterone helps in increasing muscle size. Thus, the concept is very clear that woman who has more testosterone may have a greater strength and power development than other women.

For developing the body, women must lift weight around forty five minutes twice in a week. It is always better to take your doctor's advice before hitting the gym and similary consult with a fitness expert before starting your exercise program.

It is better to start with strength development and the important thing is to learn the proper technique of weight lifting because without proper technique one can hurt themselves and cause serious damage. Once you got the technique then you can start with heavy weights. Equipment that plays major roles in weight lifting are dumb bells, calisthenic, free weight, weight machine and stretch bands.

Weight lifting has been proven to benefit everyone, as many women rely on low calorie diet and cardiovascular activity to enhance physical appearance.

Edebiyatımızda bir mihenk taşı: "Leyla ile Mecnun"

Edebiyatımızda Bir Mihenk Taşı: "Leyla ile Mecnun"


Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla‘nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla‘ yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.



Mecnun‘ un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla‘yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla’ yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun‘ u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ’ yı tanımaz. Babası Mecnûn’ u iyileşmesi için Kâbe’ ye yasal kelımeürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:
“Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni.”



Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.



Bir zaman sonra âilesi, Leylâ’ yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm’ ı vuslatından uzak tutmayı başarır.



Mecnûn, çölde, Leylâ‘ nın evlendiğini arkadaşı Zeyd’ den işitince çok üzülür. Leylâ’ ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn’ a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.



Bir müddet sonra Mecnûn‘ un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn’ u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ’nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn’ u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ’ nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

“Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez.”



Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn‘ un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:



“Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ’ dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.”



——————



Leyla ile Mecnun’un aşkları bir Arap efsanesine dayanmaktadır. Bu efsanede Mecnun mahlasıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle Leyli ( Leyla ) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk serüveni anlatılmaktadır.



Söylentiye göre Kays ile Leyla kardeş çocuklarıdır. Küçük yaşta birbirlerini severler. Kays’ın Leyla için söylediği şiirler dillerde dolaşır. Leyla’nın babası ,adını dillere düşürdüğü için kızının Kays’la evlenmesini önler. Leyla başka biriyle evlendirilir. Kays çöllere düşer. Mecnun (deli ) diye anılmaya başlar. Ayrılık acısına dayanamayan Leyla kederinden ölür. Mecnun bunu duyunca onun mezarının başına koşar ve o da orada can verir. Bu efsane Arap edebiyatında X. yüzyılda çok yaygın bir hale gelmiş ,Mecnun’a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikaye haline getirilmiştir. Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da işlenmiştir.



Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli‘nin yapıtıdır ( 1535) Aşağıda okuyacağınız küçük hikaye Fuzuli`nin Leyla vü Mecnun adlı mesnevisinden alınmıştır. Kays, bilinen adıyla Mecnun, Leyla`nın aşkından kendisinden geçip yarı meczup bir halde çölde giderken, namaz kılmakta olan bir dervişin önünden geçer. Derviş hemen namazını selamlayıp, Mecnun’a “Namaz kılan birinin önünden geçilmez, bunu bilmiyor musun?” diye çıkışır. Mecnun cevap verir “Ben Leyla’nın aşkından öyle bir hale geldim ki, senin burada namaz kıldığını görmedim bile, sen nasıl bir aşkla namaz kılıyorsun da benim senin önünden geçtiğimi görüyorsun?” Leyla ve Mecnun’un hikayesi Türk Halk edebiyatının da etkilemiş ve Leyla ile Mecnun adıyla bir Karagöz oyunu haline getirilmiştir. Karagöz oyunlarında işlenen Leyla ile Mecnun hikayesi ise şöyle : Oyunun başında Leyla ile Mecnun birbirlerine olan sevgilerini şiirlerle dile getirirler.



Aralarında bir gül ağacı vardır. Zebani gelerek gül ağacını alır ve yerine karaçalı koyar. Karagöz bu karaçalıyı almak isterken zebani Karagöz‘ü kaldırıp baş aşağı kara çalının üzerine atar. Hacıvat gelerek Karagöz’e Leyla ile Mecnun’un hikayesini anlatarak, Zebani’nin kara çalıyı onları ayırmak için koyduğunu söyler. Perdeye içinde Leyla’nın babası ve annesinin olduğu bir kervan gelir. Hacıvat onlara bir ev bulur. Daha sonra Mecnun’un babası olan Halepli Haşim gelir. Hacıvat Leyla’nın anne ve babasının olduğu yere ergeç Mecnun’un da geleceğini söyler. Mecnun gelip Leyla’ya olan aşkını Hacıvat’a anlatır ve ondan yardım ister. Bu esnada bir aslan gelip Karagöz’ün köpeğini yutar. Leyla’nın babası kızını Mecnun’a istemeye gelen Hacıvat’ı kovar.



Hacivat, Karagöz‘ün ninesi olan Cazu’dan yardım ister. Cazu nine Leyla’nın babasına giderek eğer kızlarını Mecnun’a vermezlerse Leyla’nın öleceğini söyler. Bunun üzerine Leyla’nın babası kızını Mecnun’a vermek için üç şart koşar. Birincisi Mecnun çok sevdiği dişi ahuyu öldürecektir. İkincisi aslan ile boğuşup onu da öldürmesi. Üçüncüsü ise yedi başlı ejderhayı öldürmesi. Karagöz Mecnun’a bir bıçak verir. Mecnun kendi isteğiyle ahuyu öldürür. Daha sonra aslan ile ejderhayı da öldürür ve koşulları yerine getirmiş olur. Zebani iki sevgilinin kavuşmasını engellemek amacıyla araya yine kara çalı koyarsa da Mecnun bıçağı ile karaçalıyı kesip atar. Sevgililer birbirlerine kavuşurlar ve kervanla memleketlerine dönerler…










LEYLA ve MECNUN




Ey Rabbim! Aşk belasıyla beni tanıştır
Beni bir an bile olsa; aşk belasından ayırma!



Detlilerden yardımını uzak tutma.
Yani beni daha çok belalara müptela eyle!



Ben var oldukça, beladan, isteğimi uzaklaştırma!
Ben belayı isterim, çünkü bela da beni ister.



Sevgi belasıyla ağırbaşlılığımı gevşetme!
Ta ki dostlar beni kınayıp vefasız demesinler!



Gidip geldikçe, sevgilimin güzelliğini arttır,
Sevgilimin derdine beni daha çok mübtela et.



Ben nerede, mevki ve itibar kazanma nerede?
Bana yoksulluk ve yokluk ulaşma kabiliyeti ver



Senden ayrıyken, bedenimi öyle zayıf kıl ki,
Bahar yeli beni sana kavuştursun.



Fuzûlî’ nin nasibi gibi beni gururlandırıp,
Ey Rabbim, asla beni bana bağlı kılma!



Sonunda yar, ağlayıp inlememize acıdı ve
Bugün hüzünler evimize ayak bastı.



Gözyaşı yağmurum, demek, öyle tesir etti ki,
Gül bahçemizde taze bir gül dalı düşürdü.



Ah ateşinin bizi yaktığı,
Ayrılık gecesini aydınlatan meş’ aleden bellidir.



Eğer ağlayan gözümüzde uyku olsaydı,
Bu kavuşma uyku halinde görülen bir rüya demek mümkün olurdu.



Gördüğümüz bir hayal mi?
Yoksa sevgilinin yanımıza geleceği aklımıza bile gelmezdi.



Ey can ve gönül! Sevgili, misafirimiz oldu!
Neyimiz varsa, misafirimizin ayaklarına dökelim.



Ey Fuzûlî! Sevgilinin kasdı, canımızı almakmış.
Gel.. Güzel uğruna can vermeyi kendimize bir borç bilelim.



**
Fuzûli’ nin 1535′ te yazdığı
Leylâ ve Mecnûn adlı mesnevîsi

Wilhelm Radloff ve OnunTürkçemize Hizmeti

“Türk Dünyası’nı türlü yönlerden araştıran yabancı bilginler arasında müstesna bir yer tutan ve devir açan şahsiyetlerden biri de, hiç şüphesiz 81 yıllık uzun ömrünün (1837-1918) altmış yılını bu uğurda çalışmaya hasretmiş olan Alman asıllı Rus Türkoloğu Wilhelm Radloff’tur. 1813 Savaşları’na katılmış olan Prusya Ordusu yedek subaylarından ve Berlin şehri polis komiseri Wilhelm Radloff’un biricik oğlu olarak 5 Ocak (yeni takvime göre 17 Ocak) 1837’de Berlin’de doğmuştur.

İlk ve orta tahsilini aynı şehirde yaptıktan sonra, gelirleri mahdut olduğu halde çocuklarının ciddi bir tahsil görmesini isteyen ailesinin teşvikiyle 1854 yılının sonbaharında, Wilhelm henüz 17 yaşında iken Berlin Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne kaydolmuştur.

Lisede iken en çok Alman Edebiyatı ve klasik filoloji hocalarının derslerini sevmiş, bunlardan bilhassa klasik edebiyat öğretmeni ve iyi bir pedogog olan üniversite doçenti Benari’nin, Radloff’un yetişmesinde mühim rolü olmuştur.


Üniversite hayatının ilk aylarında manevi ilimlerin türlü dallarını denemiş, esas olarak önce ilahiyat tahsil etmek istemişse de, az zaman sonra fikrini değiştirerek filolojide karar kılmıştır. Tahsilinin büyük bir kısmını Berlin’da yapmış, iki sömestir Halle’de bulunmuş ve doktora sınavını da Jena’da vermiştir. (20 Mayıs 1858)...

Radloff mukayeseli dilbilgisini kuran ve bilhassa İndocermen dillerinin mukayeseli gramerini yazan F.Bopp’un son derslerini dinleyebilmiş, dilci ve filozof H.Steinthal’in derslerine devam etmiş Jena’da A.F.Pott’un takririlerini dinlemiştir. Bütün bu genel dersler meyanında Radloff Şark dillerini de merak ederek Berlin’da başlıca W.Schott’un talebesi olmuştur...

Radloff’un hocaları arasında W.von Humbold’un fikirlerini devam ettirenlerden A.F.Pott ile H. Steinthal’i görmekteyiz. Fakat bunların fikirleri de sonraları birbirinden ayrılmıştır...


..Radloff, üniversite tahsili esnasında H.Steinthal’den ziyade A.F.Pott’un fikirlerine bağlanarak, önümüzdeki eserinde dil hadiselerini halk psikolojisiyle değil de, insanların ferdi hususiyetleriyle açıklamaya çalışmıştır.

Radloff’u şark dillerine meraklandıran hocası, daha sonra A.Castren’den önce linguistik özelliklere dayanarak Türk, Mançu, Moğol, Fin ve kuzeydeki diğer diller arasındaki akrabalığı göstermeye çalışan Wilhelm Schott olmuştur.

Bunlara Abel Rėmusat gibi ‘Tatarische Sprachen’ adını veren ve sonra da ‘Hochaslatiscih Sprachen’ tabirini teklif eden W.Schott, 1836’da ifade ettiği gibi, yaptığı araştırmanın sağlam bir zemine dayanabilmesi için daha çok çok zamana ihtiyaç olacağını müdrikti.

Böylece Radloff, W.Schott’un tesiriyle Orta Asya ve Sibirya’nın az tanınmış dillerini kendisine çalışma sahası olarak almış, Türkçe ile birlikte Moğol, Mançu ve Çin dillerini öğrendiği gibi, İbrani, Arap ve Fars derslerine devam etmiştir. Radloff bunları içerisinde bilhassa Mançu Tunguz dilleri üzerinde durarak ilerideki araştırmalarını da bu konu üzerine yöneltmeyi düşünüyordu...

Jena Üniversitesi’ne sunduğu Über den Einfluss der Religion auf die Nationalitäten und Sprachen Hochasiens’ adlı teziyle 20 Mayıs 1858 tarihinde felsefe doktoru payesini kazanıp, halk mektebi öğretmenlerinden birinin kızı olan Pauline-Auguste Fromm ile nişanlandıktan sonra, aynı yıl hocası Wb.Schott’un tavsiye mektubu ile Petersburg’a hareket etti.


1854’de Petersburg’da açılmış bulunan Vostoçnıy Fakültet’e (Şark Fakültesi’ne) Kazem-beg Şeyh Tantavi, İ.N Berezin, D.A.Chwolson, V.P Vasilyev ve Popov gibi tanınmış şahsiyetlerin de çağrılmış olması, Radloff’un Rusya’ya giderek doğu dillerini yerinde öğrenmek hususunu körükleyen hadiselerdendi.

Yakut dili gramerini yazan O.Böhtligk de o zaman Petersburg’da yaşıyordu. Bu sıralarda L.vonSchrenk idaresindeki sefer heyeti (1858) Amur civarında bulunuyor, fakat Radloff’un da iştirak etmek istediği F.B.Schmidt’in doğu seferi heyeti ise bir türlü harekete geçemiyordu.

Bunun üzerine Baron P.Meyendorff ve F.A.Schiefner gibi hamileri 1859 Mayısı’nda (tayin tarihi 14.Mayıs.1859) onu Batı Sibirya’da bulunan Barnaul şehrindeki yüksek madencilik mektebine (Barnaulskoye Visşoye Gornoye Uçilişçe) Almanca ve Latince öğretmeni olarak tayin ettirdiler.

İlk anlaşması beş yıl müddetle olup, maaşı senede 1000 ruble idi ve bundan başka, yazın yapacağı geziler için her yıl ayrıca 700 rublelik tahsisat ayrılmıştı.

İşte W.Radloff’un ilmi faaliyeti esas bundan sonra başlar. Barnaul’a gelirken henüz 22 yaşında olduğu halde, kafasında ne muazzam planlar taşıdığını sonraki senelerde yaptığı çalışmalarla ispat etti.

Radloff Sibirya’da 1859’dan 1871’e kadar 12 yıl kalmış, kışın öğretmenlik yapmış, yazları da dil, etnografya ve tarih malzemesi toplamak üzere Sibirya ve Türkistan’da yaşayan türlü Türk boyları arasında seyahat etmiştir.


Radloff bu zaman içinde (Kuznetsk havalisi madencilik müfettişi Freze’nin daveti üzerine 1859’da yaptığı ilk kısa gezi müstesna), ilk defa 1860 yazında ve son defa da 1870’de olmak üzere on defa seyahat etmiş, ancak 1864’de kesilen tahsisatı yeniden temin etmek maksadıyla Petersburg’a gitmek zorunda kaldığından gezisini tatbik edememiştir.

...Freze’nin daveti üzerine yaptığı kısa gezisinden Barnaul’a döndüğü zaman, tesadüfen orada bulunan Tomsk Valisi Ozerskiy’i ziyarete gelmiş olan Altay Türkleri mümessillerinden ibaret bir heyetle karşılaştı ve onun başkanından, kendisine söze usta birini öğretmen olarak göndermesini rica etti. Radloff, kısa zaman içinde gelen Yakob adlı bu öğretmenle bütün yaz ve kış çalışarak Altay ağzını öğrendi ve 1860’da başlayacak gezisine hazırlandı.


1860-1863 yılları yazında Altaylı, Soyon, Kazak-Kırgız, İli ve Abakan Türkleri’ni ziyaret ederek onların dilleri üzerine ve bundan başka Rus-Moğol ticareti hakkında da malzeme topladı. 1860 yazında Berlin’den yeni gelmiş olan karısının veöğretmen Yakob’un iştirakiyle yaptığı ilk gezi esnasında, 1843-1865 yıllarında misyoner Landışev ile tanışarak sonra onu kendisine öğretmen ve anmaraş edindi ve onun hayatını Proben der Volksliteratur’un 1.cildinde yayımlayarak ebedileştirdi.

1864’de tahsisatı yenilemek maksadıyla Petersburg’a gidince, P.Meyendorff ölmüş olduğundan başka hamiler aramak icabetti. Akademi üyesi Ber, onu saray nedimesi Fräulein Editha von Rahden’e takdim etmek suretiyle, bu yolda ona yeni imkanlar açtı. Radloff, E.von Rahden’in salonunda o zamanki Rusya’nın birçok münevver şahsiyetleriyle tanışmak fırsatına nail oldu. Saray nedimesi onu büyük prenses Elena Pavlovna’ya takdim etti, bu suretle tahsisat işi çabuk halledildi. Oradan Berlin ve Tirol’e seyahat ederek dinlendi ve yeni kuvvetle Barnaul’a döndü.

Radloff bu gezileri esnasında her şeyden evvel Türk boylarının dil ve halk edebiyatına ve bu meyanda halk bilgisi, arkeoloji, coğrafya, istatistik ve ekonomi sahasına ait malzeme topladı. Barnaul’da kaldığı müddet zarfında hepsi 20 adet eser neşretmekle beraber, ilk beş senede malzemesini tasnifle uğraştığından, bu müddet içinde yayınladıkları birkaç makale ile seyahati hakkındaki raporlara inhisar etmiştir. Proben der Volksliteratur der Turkischen Stämme ‘Türk boylarının halk edebiyatı denemeleri) gibi büyük eserleri ancak 1866’dan sonra çıkmaya başlamıştır (1.bölümün metin ve tercümesi 1866; 2. ve 3. bölümleri 1868 ve 1870). Bunlar ilim dünyasında geniş bir ilgiyle karşılanmış ve Dorpat Üniversitesi Radloff’a bu eserleri yüzünden fahri doktor ünvanını tevcih etmiştir. “Honoris causa pro maxima intelligentia orlentalium”.)

Radloff, 1871 yılının ilk aylarında Barnaul’dan ayrıldı ve yol üzerinde Kazan’dan geçerken birkaç gün tanınmış Rus misyoneri N.İ.İlminskiy’nin (1822-1891) evinde misafir kaldı. 15 yol Kazan ve Mısır medreselerinde tahsil etmiş olan ve Kazan’daki Rus İlahiyat Akademisi’nde profesörlük yapan İlminskiy, İdil boyu Türkleri’ni çok iyi tanıyor, bir yerliden farksız Türkçe konuşuyor ve buradaki Türk boyları arasında Hıristiyanlığı yaymak için canla başla çalışıyordu.

O zamanki Kazan Maarif Müdürü Şestakov, İlminskiy’nin evinde Radloff ile tanışarak, ona, İdil boyu Müslüman mektepleri müfettişliği vazifesini teklif etti. Bu iş, zorla Hıristiyanlaştırılmış Mazanlılar’a (Kreşinler’e) ait mektepleri idare eden İlminskiy’nin faaliyetine paralel bir çalışma teşkil edecekti.


Esas itibariyle bunu kabul eden Radloff, plan üzerinde etraflıca konuştuktan sonra Petersburg’a gitti. Şestakov da meseleyi Maarif Nazırı Graf D.A.Tolstoy’a (1823-1889) arz etti. Radloff, Prens Konstantin Nikolayeviç vasıtasıyla bu işin devlet şûrasında sıradışı görüşümesini teklif etti ve halk mektepleri üzerinde araştırma yapmak maksadıyla, Rus maarif nezaretinin emri altında tekrar Batı Avrupa’ya gitti. Radloff Berlin’de Rus maarif nazırı Tolstoy tarafından tertiplenen bir ziyafette, nazırın daveti üzerine, azınlık milletlerin mektepleri hakkında bir konuşma yaptı.

1872’de Müslüman mektepleri meselesi müspet olarak çözüldü ve böylece Radloff, Kazan bölgesi Tatar, Başkurt ve Kazak mektepleri müfettişliğine tayin edildi. O zaman Rusya’da Ruslar’dan başka milletlerin (Rus tabiriyle azınlık milletlerin) devlet tarafından idare edilen mektepleri yoktu. Türk-Tatar medreselerine, mahalli idare veya yerli zengin şahıslar tarafından bakılıyordu.

Misyoner mektepleri iç işleri vekaletine bağlı olup, maarif nazırlığı, ezilmiş milletlerin aydınlanma ve terbiyesine karşı cephe almıştı. Bundan başka, dini taassubun tesiri ve Ruslaşma korkusu yüzünden, Türk ahali kendisi de kısmen yeni usul mekteplere muhalif bulunuyordu. Bu yüzden Radloff, muallim mektepleri açmakla işe başladı. Kazan muallim mektebi ancak 12.Kasım.1876’da açılabildi.

Muallimlerin bir kısmı başta Ruslar’dan ibaretti. Önce muallim olarak Kazanlı Türkler’den ancak birkaç kişi celbedilebilmiştir ki, bunlar Veteriner Teregul (tabii ilimler için), Kazan Üniversitesi okutmanlarından Ahmer idi. Bundan başka Radloff meşhur Kazan tarihçisi Şehab ed-Din Mercanî ile de yakından tanışmış ve onun eserleri hakkında batı dünyasına bilgi vermiştir.

Mercanî, Kazan arkeoloji cemiyetine üye olan ilk imamdır ve sonraları Kazan’da Radloff tarafından açılan muallim mektebinde o da öğretmenlik yaparak İslam dini bilgisi ve tarih okutmuştur. Radloff, Kazan muallim mektebinde bilhassa tabii ilimler terdisatına önem veriyordu. İlk yıllarda buraya alınan talebeler çocuklardan değil de yetişmiş imam namzetlerinden ibaretti ve halkın şüphesini gidermek için, mektebe alınırken dini mevzulardan iyice imtihan ediliyorlardı.

Radloff, bu meyanda Müslüman kızları için de bir ilk mektep açmak istiyordu. Fakat önce hiçbir İslam kadını böyle bir mektepte muallimlik yapmayı kabul etmedi. Kızlar mektebi nihayet tahsilli bir kadının evinde açılabildiyse de, bu ilk deneme çok yaşamadı ve talebe azlığı sebep gösterilerek Rus Hükümeti tarafından kapattırıldı. (İlk senede 4 ikinci yıl 8 talebesi vardı.)

Radloff, eskimiş camilerin tamiri sırasında, Rus Hükümeti tarafından bu gibi camilerin yanında bir Rus mektebi açılmasının şart konmasına da şiddetle karşı geldi ve bu şartın, Rus mektebi yerine Müslüman mektebi açılması şeklinde değiştirilmesini talep etti. O, iki taraftan da engellerle karşılaşıyordu. Rus Hükümeti yerli halkın uyanmasını istemiyor, Müslüman ahali ise Radloff’a Rus misyoner teşkilatının bir mümessili olarak bakıyordu. Bazı mütaassıp Tatarlar’dan rüşvet alan Rus polisi, eski zihniyetli Müslümanlarla bir olarak Radloff’a karşı çalışıyordu.

Fakat bu gibi tatsız hadiseler geçici oldu. Birkaç yıl içinde İdil boyu Türkleri arasında ve az sonra Rusya içerisindeki bütün diğer Türk ülkelerinde de geniş bir medeni kalkınma gözüküyordu. Bu yolda her hareketin Radloff’un tesiriyle açıklanması doğru olmamakla beraber denebilir ki, onun tarafından girişilen faaliyet, Rusya içerisindeki Türk halklarının uyanma hareketini çabuklaştırmaya hiç şüphesiz yardım etmiştir. Türkler arasında basım ve kitabevleri, gazete ve mecmualar ve yayımlanan eserlerin sayısı gün geçtikçe arttı ve 1905’de geniş kalkınma halini aldı. Muallim birlikleri tedris usulü için yeni cereyanlar (usulü ceditçilik), Müslüman kadın birlikleri ve nihayet bütün bunların bir neticesi olarak muhtariyet veya Rusya’dan ayrılmak için tam istiklal hareketleri meydana geldi.

Radloff Kazan’da 1872’den 1884’e kadar 12 yıl kaldı ve bu esnada bilhassa pedagoji, felsefe ve genel linguistik problemleriyle uğraştı. Bu zaman içinde irili ufaklı 11 kadar eser yayımladı ki, en mühimleri şunlardı: Uçebnik nemetskago yazıyka (Almanca derslik), “Proben der Volksliteratur”un 4.bölümü (metin ve tercüme), “Bilik” (Kazan lehçesinde okuma kitabı), “Grammatika russkago yazıyka” (Tatarlar için Rusça gramer), “Phonetik der nördlichen Türk-Sprachen” v.s. Bu meyanda “Aus Sibirien” adlı eserini tab’a hazırladı ve Koman dili üzerine de bir makale yazdı.

Radloff Petersburg’ta

1881’de Berlin’de toplanan müsteşrikler kongresine iştirak ettikten sonra Radloff 1884’de Kazan’daki vazifesinden ayrıldı ve 47 yaşında iken 25 yıllık bir ilmi çalışmasına istinaden Petersburg İlimler Akademisi’nin ‘Tarih ve Eski Eserler’ kısmına üye seçildi ve oraya gidip yerleşti. Bu suretle kendisini büsbütün ilme vermek imkanını kazanmış oldu.

Aynı yıl ‘Kudatku Bilik’ (Kutadgu Bilig)’in nüshasını tetkik etmek üzere Viyana’ya, 1886’da Kırım’a, 1887’de Batı Karamları’na seyahat etti, 1891’de Petersburg Akademisi tarafından Orhon Bölgesi’nin arkeolojik tetkiki için tertiplenen heyetin başında bulundu, 1898’de yine aynı müessese tarafından tertiplenen bir heyetle Turfan’a ve 1907’de etnografya müzelerini tetkik etmek amacıyla Batı Avrupa’ya gitti.

Roma’da toplanan 12. Milletlerarası Şarkiyatçılar Kongresi’nde (1899) Radloff’un teklifiyle, merkezi Petersburg’da olmak üzere ‘Assosiation Internationale pour I’exploration archėologique et linguistique de I’Asie Centrale et de I’Extrėme Orient’ adı altında bir cemiyetin kurulmasına karar verildi ve bu iş Hamburg’da toplanan 13.. kongrede (1902) tekrar konuşularak tasdik edildi.

Radloff, Rus akademisindeki çalışmasıyla aynı zamanda daha şu vazifeleri de görüyordu: a) Rus arkeoloji cemiyetinin şarkiyat bölümü neşriyatının (Trudıy Vostoçn. Otdeleniya Imp. Russk, Arch. Obşçestva) tahrir heyetinde azalık, b) Yine aynı müessesenin etnografya bölümünde azalık, c) Sibirya’yı araştırma cemiyeti başkanlığı, d) Petersburg’da yapılacak Budist mabedi inşa komisyonu başkanlığı ve e) 20 Ocak 1894’de ölen Schrenk’in yerine 16 Mart 1894’den başlayarak akademinin etnografya müzesi müdürlüğü.

Radloff’un Petersburg’da yayımlanan eserlerinin sayısı 100’e yakındır. O burada çalışmasını modern ağızlara tahsis ettirmeyip, orta devir Türkçesi ile eski Türkçe üzerinde de büyük işler başarmıştır.

Modern lehçelerle ilgili en mühim eseri olan ‘Proben der Volksliteratur...’un son 10 cildi, Petersburg’da bulunduğu zaman yayımlanmıştır. 1859’da Barnaul’a yerleşerek metin toplamayabaşladığı zaman, ikinci büyük eseri olan ‘Versuch Wörterbuches der Türk Dialecte (Türk ağızları için sözlük denemesi)nin planını da kurmuştu. Fakat bunun ikide bir eklemelerle tamamlanması icabettiğinden, ilk fasikülü çıkıncaya kadar (1888) aradan 29 yıl geçti. Nihayet bu lûgat, her altı fasikülü bir cilt teşkil etmek üzere 26 fasikül ve 4 cilt halinde (hepsi 8161 sütun +256 sayfa) 1911’de tamamlanabildi.

1887’de ‘Das Türkische Sprachmaterial des Codex Comanicus’u ve 1890, 91, 1900, 1910 yıllarında 4 cilt halinde ‘Kudatku Bilik’in metin ve tercümesini neşretti. Bundan başka Anadolu’daki Selçuk metinleriyle de ilgileniyordu.

Onun eski Türkçe üzerindeki çalışma ve eserlerine gelince, bu mesele başlıbaşına bir tarihtir. Çin kaynaklarıyla Alâ ed-Din Cüveynî gibi bazı İslam yazarları istisna edilirse, Avrupalılar, eski Türk yazıtlarının ancak 18.yüzyılın ikinci yarısında farkına varmışlardır. Bunlardan ilk bahseden kimseler Hollandalı N.C.Wiytsen, (1641-1717) Çar 1.Petro (1672-1725) zamanında yaşamış S.U.Remezov adlı bir Rus memuru ve Poltava Savaşı’nda (1709) Ruslar’a esir düşerek Sibirya’ya sürülen İsveçli subaylardan Strahlenberg (1726-1730) olmuştur...

Radloff’un henüz okunmamış olan bu yazıtları araştırmak maksadıyla 1891’de Petersburg Akademisi tarafından tertiplenen bir sefer heyetinin başında Orhon Bölgesi’ne gitti. Bu heyette ondan başka Sçegolev, Klementz, Dubin Yadrintsev ve Levin gibi bilginler de vardı. Radloff önce bu gezi hakkında bir önhaber (...1892-93) yayımlandı ve toplanan mazemeyi iki seri halinde neşre başladı...

... Yenisey ve Orhon yazıtları hakkındaki Fin neşriyatına (1889-1892) ve Radloff tarafından yayımlanan atlasa dayanarak (1892, 93, 96, 99), Danimarkalı dil bilgini Vilhelm Thomsen de, Radloff ile yarış halinde bu yazıtların alfabesini çözmek için çalışıyordu. Thomsen 25 Kasım 1893 tarihinde eski Türk yazıtlarında kullanılan alfabenin sırlarını tamamıyla çözmeye muvaffak oldu ve araştırmalarının neticesini bir mektupla Radloff’a bildirdi. Bu keşifle ilgili Dėchiffrement de In******ions de I’Orkhon et de I’Iėnissėi, 1894 adlı 15 sayfalık broşürünü 15 Aralık 1893’te Danimarka Akademisi’ne sundu ve çözümünü gösteren bir listeyi Radloff’a da yolladı.

Bu sırada Radloff da 11 kadar işareti çözmüş olmakla beraber, bütün metni ancak 1894’da Thomsen’in anahtarını kullanmak suretiyle okuyabildi ve ilk denemesini Die alt-türkischen Inschriften der Mongolei I.Das Denkmal zu Ehren des Pirnzen Kül Tegin adı altında 1894 kasımında 35 sayfalık bir broşür halinde ancak 50 nüsha bastırarak meslektaşları arasında dağıttı.

Kısa zaman içerisinde üç fasikül halinde (Mart 1894, Mayıs 1894, Ekim 1895) Koşo Tsaydam yazıtlarını da neşretti ve bunları sonradan bir cilt halinde birleştirerek tekrar yayımladı. 1897’de bu eserlerin ‘Neue Folge’ (yeni serisi) aynı yılın aralığında Radloff ve Melioranskiy tarafından hazırlanmış Rusça tercümesi ve nihayet 1899 martında Tonyukuk yazıtlarının Zweite Folge (ikinci serisi) neşredildi.

Radloff, Uygurca el yazma metinler üzerinde ancak 1898’den sonra çalışmaya başladı. Bir yıl sonra Altuigursche Sprachproben aus Turfan, 1906’da A.Grünwedel’in seferinde bulunan Uygurca metinler ile Ein uigurischer Text aus dem XII. Jh., 1909’da Cuastuanit, Buss gebet der Manichäer 1909-1912’de altı kitap halinde Alttürkische Studien ile Uygurskie Fragmenti 1911’de Kuan-şi-im Pusar ve 1913’de Suvarnaprabbasa’nın metnini neşretti, Radloff’un ölümünden sonra Malov 1928’de Uigursche Sprachdenkmäler adı altında bir cilt halinde diğer metinleri ve 1930 yılında Suvarnaprabbasa’nın yine Radloff tarafından yapılmış olan tarcümesini yayımladı...

... Fakat onun hususi hayatı hakkında kaynaklardan pek çok bilgi edinmek mümkün değildir. Şternberg’in makalesinden öğrendiğimize göre, Almanya’daki 1848 isyanları küzüklüğünde Radloff’a büyük tesir yapmıştır. Radloff, hayatı müddetince filoloji ile birlikte bilhassa felsefe ve kalisek edebiyatı da sevmiştir.

Halen Seattle’de bulunan Prof. Dr. N.Pope’nin bana yazdığına nazaran, Radloff’un ölümünden sonra karısı Berlin’e dönmüş ve birkaç yıl sonra aynı şehirde ölmüş, biricik oğulları Aleksander ise 1930 sıralarında Paris’te mide kanserinden vefat etmiştir. Ayrıca Radloff’un iki kız çocuğu vardı.

Friedrich Wilhelm Radloff kendisi 29 Nisan (yeni takvime göre 12 Mayıs) 1918 günü Petersurg’da hayata gözlerini kapamıştır.

Radloff’un ölümünden sonra kurulan Dadlovdkiy krujok (Radloff Birliği) Barthold’un reisliği altında her ay toplanarak yıllarca ilim çalışmasını devam ettirmiştir. 1930 yılında Barthold’un ölümünden sonra bu işi A.Nsamoyloviç idare etmiş, fakat 1937’de bu birlik dağıtılarak Samoyloviç öldürülmüş ve Radloff’un da Alman casusu olduğu ileri sürülerek adının eserlerde anılması yasak edilmiştir. Son yıllarda onun adı (1953) ilmi eserlerde yine gözükmeye başlamıştır.

(W.Radloff, Sibirya’dan 1.Cilt, XIII-XXVII)

Cengiz DAĞCI kimdir?

Kırım Türklerinden edebiyatçı Cengiz Dağcı, 9 Mart 1919'da o zamanki Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Kırım Muhtar Cumhuriyeti adıyla geçen Gurzuf kasabasında doğmuştur. Aile kısa bir süre önce Kızıltaş köyüne taşındığından ,Dağcı'nın çocukluk hatıralarıyla, daha sonra edebi eserlerinin sosyal zemini teşkilindeki tesirinden olmalı ki o, kendini hep Kızıltaş'lı olarak kabul etmiştir. Babası önceleri çiftçilikle uğraşan , devrimden sonra Belediyede çalışan Emir Hüseyin Dağcı, annesi "Emir Saliler" sülalesinden Fatma Hanım'dır.

Cengiz Dağcı, İlk edebi zevkini, amcası Seyit Ömer Dağcı'nın aile içinde Ömer Seyfettin'den okuduğu hikayelerden alır. Sovyet rejiminin ilk yılları sayılan 1920'lerde uygulamaya konan(NEP) Yeni Ekonomik Politika çevresinde nisbeten problemsiz geçen yılların ardından, 1928'de başlayan Kırım'ın Ruslaştırılması ve Türklerden arındırılması politikası takib eder. Toplu Yahudi yerleşimine açılıp, özel mülkiyetin tamamen yasaklandığı bu politika sonucunda, Kırım Türkleri, Kırım'dan yıldırma taktiğiyle boşaltılmaya başlar ve aile 1931 kışında ilk defa baba Seyit Ömer Dağcı'nın bilinmeyen bir sebeple Rus askerler tarafından tutuklanışına şahit olur.

1932'de babanın hapishaneden çıkmasıyla Akmescit'e taşınan Dağcı ailesinde, Cengiz Dağcı'nın 12. Numune Mektebinde okul ve eğitim hayatı başlar. Ortaokul yıllarında yoğun bir okuma faaliyetine girişen Cengiz Dağcı'nın Abdullah Tobay (Kazan Türk Şairi) , Bekir Çobanzade, A. Bhok, Puşkin gibi şairleri okurken görürüz.

İlk eseri mahsullerini ( Kartanay ve Eçkisi, Gül ile Bülbül, Çadırdağı manzumeleri) Gençlik Dergisinde yazıp , ardından Kırım-Tatar Yazarlar Birliği'nin yayın organı olan"Edebiyat Mecmuası"na geçer, Edebiyata şiirle başlayan Cengiz Dağcı, çocukluktan gençliğe atladığı çağlarda, bir yandan çalışıp, bir yandan şiirle meşgul olurken 1938'de Akmescit'te Orta Okulu bitirip aynı yıl Kırım Pedagoji Enstitüsü'nün Tarih bölümüne kaydolur.

Pedagoji Enstitüsü'nde Dağcı'dan başka Göseve'den gelen bir genç daha vardır, bu gencin gayesi enstitüyü bitirdikten sonra, tarih sahasında doktora yapıp, Kırım Hanlıklar devrinin tarihini yazmaktır. Bu genç sayesinde Tarih'e ilgi duymaya başlayan Dağcı, bu yılların birikimiyle daha sonra "Genç Temuçin" adlı eserini kaleme alacaktır.

1938-1940 yıllarında iki yıl Pedogoji enstitüsünde eğitim gören Dağcı, 2. Dünya Harbi'nin başlayıp, askere alınmasıyla eğitim son bulacak, savaşa katılmak için cepheye gidecektir. Kırım'dan trenle odesa'ya gelen Dağcı, Odesa Askeri Okulu'nda kısa süren bir eğitimin ardından Tank Teğmeni olarar mezun olmuş, hemen aralarına gönderildiği Ukrayna cephesinde, Almanlarla-Kızılordu arasında cereyan eden savaşta 1941 Ağustosu'nda Almanlara esir düşmüştür. Hayatının üç-dört yılını,açlık, susuzluk ve soğuktan dolayı binlerce insanın öldüğü Kiravograd, oradan da Uman esir kampında geçiren Dağcı, savaşın seyrinin değişmeye başladığı 1942 yılında Alman Genelkurmay Doğu Dairesinin, gayri Rus halklarından Rus kızılordusuna karşı savaştırmak için lejyoner birlikleri kurma projesi çerçevesinde, Türkistan lejyonuna katılmıştır. Ne varki bu çabalar sonucu değiştirmeyecek, Alman ordularının, Kızılordu karşısında ünlü Stalingrad bozgununda, Dağcı yakalanacak ve Polonya'ya geçecektir. Tedavi için hastahanede yatarken, daha sonra eşi olacak olan ve hayatını değiştirecek olan hemşire Regina B. Klezesko ile tanışmaları bu yıllara rastlar.

1943-1946 yılları arasında muhtemelen hem kızılordu, hem de Almanlara karşı çete harbi veren Polonyalı vatanseverler saflarında çarpıştığı farzedilen( Kendisi bu yıllar hakkında bilgi vermiyor) Doğu, 1945'de evlendiği eşiyle birlikte önce Berlin'e, ardından 1946'da Londra'ya geçerek iltica eder. Artık bir ömür boyu yaşayacağı İngiltere hayatı başlamıştır. Savaş yıllarının bütün yıkık döküklüğü ve mahrumiyeti içinde kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan Dağcı bir yandan geçim derdiyle uğraşırken, öte yandan da, Türk Edebiyatına kazandıracağı eserleriyle, Kırım Türklerinin, Türkistan Türklerinin Rus zulmü karşısındaki trajedilerini ölümsüzleştirecektir.

Bütün eserlerini Türkçe yazıp, Türkçe yayınlanan eserleri bazı talihsizlikler sebebiyle İngilizce'ye tercüme edilmiş ancak "onlarda insandı" romanının on sayfalık bir kısmının İngilizce yayınlanması Londra edebiyat mahvellerinde derin yankı bularak , Index dergisi yaptığı yorumunda Dağcı'yı "Dağcı en az Soljenitsin kadar büyük bir romancı olarak" tanıtmakla yetinmiştir.

Şiirle başlağıdı hayatına bir ara, (1939) gazeteciliği de ekleyen Dağcı, "Komsomolets" gazetesinde muhabir ve mülakatçı olarak çalışmış, ancak komsomol üyesi olmadığından dolayı, işine son verileceğinin söylenmesiyle Komsomol üyesi olacaktır. Komsomolets gazetesinde kendi şiirlerinin yanında, Kırım halk şiirlerini ve Kırım folkloruna ait kültürel ürünleri tanıtma ve yayımlama imkânı bulur.

1946'da geçip yerleştiği Londra'da eşi Regna hanımdan Arzu adında bir kızı olan(geçtiğimiz yıllarda eşi vefat etmiştir.) halen hayatını Londra'da devam ettirmektedir.


Cengiz Dağcı'nın memleketimizde yayınlanmış eserlerinin başlıcaları şunlardır:
Genç Temuçin, Onlarda İnsandı, Ölüm ve Korku Günleri, O Topraklar Bizimdi, Dönüş, Badem Dalına Asılı Bebekler, Üşüyen Sokak, Anneme Mektuplar, Benim Gibi Biri, (Hatıraları) Yansılar(1,2,3,,4), Ben ve İçimdeki Ben(Yansılar/5)

Kırgız halkı Aytmatov için gözyaşı döküyor

Kırgız halkı, Almanya'da geçtiğimiz Salı günü hayatını kaybeden dünyaca ünlü yazar Cengiz Aytmatov için gözyaşı döküyor.

Dün akşam saatlerinde naaşı Almanya'dan getirilen Aytmatov için evinin bahçesinde kurulan çadırda yakınları taziye kabulüne başladı. Çadırın etrafına toplanan Kırgız halkının topluca ağlaması yazarın ülkede ne kadar sevildiği şeklinde yorumlandı. Kırgızistan Başbakan Birinci Yardımcısı İskenderbek Aydaraliyev'in başkanlığında oluşturulan cenaze organizasyonu yarınki resmi tören için hazırlıklarını tamamladı.


Cengiz Aytmatov için resmi cenaze töreni 14 Haziran'da Milli Filarmonya'da yapılacak. Kırgız yazarın cenaze namazı ise Ala-Too Meydanı'na kılınacak. Cengiz Aytmatov Bişkek yakınlarındaki Çon-Arık köyündeki ''Ata-Beyit'' anıt mezarında, babası Torekul Aytmatov'un yanına gömülecek.

ANA BABALARA ÖSS TAKTİKLERİ

Her ana baba çocuğunun hem okul hayatında hem de hayat okulunda başarılı olmasını ister. Onun daha mutlu, daha zengin, daha şöhretli bir insan olmasını ister. Onun hakkında herkesin övgü dolu sözler söylemesini ister.
Bir genç için kariyerin başlangıç noktası olarak ÖSS görülür.

ÖSS’yi kazanan bir öğrenci kariyerinin o zorlu yoluna artık giriş yapacaktır. Ancak ÖSS kapısından içeri girmek zannedildiği kadar kolay değildir.

KİGEM.COM olarak, okul hayatının ÖSS barajında başarılı olmanın yolları konusunda öğrencileri bilgilendirdik ve bilgilendirmeye de devam edeceğiz.

Bu yazımda ise öğrencilere değil, ana-babalara çocuklarının ÖSS’de başarılı olmalarını sağlayacak ÖSS taktiklerini vereceğim. Bu bilgiyi verme nedenimi iki başlık altında toplayabilirim:

1. ÖSS’yi kazanmak büyük bir çoğunlukla öğrenciye bağlı olabilir ancak tek taraf öğrenci değildir. Bu sınavın kazanılmasında aileye, hatta çevreye de önemli sorumluluklar düşmektedir.
2. Aileler çocuklarının başarılı olmasını istiyorlarsa, kariyerin ilk basamağı olan ÖSS’yi kazanabilmeleri için bazı fedakarlıklarda bulunmalıdır. Ana-babalar bunun içinde “Ana Babalar İçin ÖSS Taktiklerini” öğrenmelidir. Öğrenciye sadece harçlık vererek, maddi doyumunu sağlayarak başarılı olmasını sağlayamazsınız.
ANA-BABLARIN BİLMESİ VE UYGULAMASI GEREKEN ÖSS TAKTİKLERİ NELERDİR ?
1. Evde Uygun Bir Çalışma Ortamını Hazırlayın:
Çocuğunuzun evde rahatça ders çalışabilmesi için ona bir oda veya sessiz bir yer ayarlayın. Rahatça ders çalışabilmesi için maddi imkanlarda yeterliyse ÖSS’ye özel masa, sandalye, masa lambası alın. Yenilik onu motive edecektir. Çalışma odası çok sıcak ve çok soğuk olmasın.

İyi havalandırılmış ve sessiz olsun. Ders çalıştığı masada ona içecek veya yiyecek vermeyin. Bu işleri yemek masasında yapmasını sağlayın. Ders çalışmasını baltalayan kardeş terörüne engel olmaya çalışın. Onun düzenli ve sağlıklı beslenmesine özen gösterin.

2. Okul Veya Dershane İsteklerini Yerine Getirmeye Çalışın:
Okulun veya dershanenin istekleri size zor geliyorsa , çocuğunuzu bu yönde aracı olarak kullanmayın. Bu durumlardan onun yanında kesinlikle yakınmayın. Moral ve motivasyonunu bozarsınız.

Okul veya dershaneyle işbirliği içerisine girerek kendi çocuğunuza ve dolayısıyla tüm çocuklara uygun bir ders ortamı sağlamaya çalışın. Çocuğunuzun giyim ve harçlığını arkadaşlarınınkinden daha aşağı bir seviyeye düşürmeyin. Ama çok fazla harçlık vererek, atari, internet, kahvehane gibi zaman öldürücü yerlere yönelmesinin yolunu da açmayın. Öğretmenleriyle sıkı bir diyalog içerisine girerek “nasıl başarılı olabileceğinin ?” cevabını aramaya çalışın.

3. Çocuğunuzun Kaygısını Artırmayın:
ÖSS’ye girecek bir öğrenci iki tür kaygı yaşar. Bunlardan birisinin nedenleri doğaldır. Çünkü genç hayatının akışını etkileyecek, hayatının kırılma noktalarından biri olacak bir sınava hazırlanmaktadır. Ancak ikinci sebebi doğal değil, zihinseldir. “Anne,babama sınavı kazanamazsam ne diyeceğim ?”, “anne,babam çok masraf yaptı kazanamazsam onların yüzüne nasıl bakacağım ?” vb. gibi düşünceler ÖSS sınavına hazırlanan gencin kaygı seviyesinin tavan yapmasına neden olur.

Ailenin gençten sürekli bir beklenti içerisinde olması ve onu başkalarıyla kıyaslanması onun kaygı seviyeni artırmaktan başka hiçbir şeye neden olmaz. Çocuğun ders çalışması için aileler tarafından masumane olarak söylenen ;”bu kadar çalışmayla kazanamazsın...”, “bu kafayla gidersen zor kazanırsın.”,” dayının oğlu tıpı kazandı, sende bizi aman mahcup etme” gibi sözler genci teşvik etme yerine, yüksek bir kaygı içerisine girmesine ve adeta “çocuğun bloke” olmasına neden olur. Bu nedenle çocuğunuzun kaygı seviyesini artırıcı sözlerden ve davranışlardan sakının.

4. Cocuğunuzun Sınırlarını Zorlamayın:
Çoğu anne baba kendi özlemlerini, çocuklarının yakalamasını isterler. Çocuğunuzun eğer ilgi, yetenek ve azmi varsa belirli bir noktaya gelebilir. Ancak tüm çabasına rağmen sizin beklentilerinize uygun bir yere puanı yetmiyorsa onu zorlamayın. Çünkü her insanın kapasitesi yani sınırları bellidir.

O kesinlikle geri zekalı, aptal değildir. Çocuğunuzun kapasitesinin üstüne çıkmasını istemeniz onda başarısızlıktan başka hiçbir şeye neden olmaz. Şunu asla unutmayın çocuğunuzun belki sayısal zekası düşük olabilir, ama belki de sanatsal zekası yüksektir. Her çocuk bir bireydir. Ve bu bireylerin özellikleri farklıdır. O kesinlikle siz değildir. Onu o olarak kabul edin. Çocuğa yapılabilecek en büyük iyilik budur.

5. Sınavda Başarılı Olamazsa Yaşayacaklarını Cezaymış Gibi Göstermeyin:

Çocuğunuza ÖSS sınavını kazanamadığı taktirde oluşabilecekmiş gibi olumsuz bir “zihinsel çevre” çizmeyin. “Sınavı kazanamazsan askere gidersin o zaman gününü görürüsün”, “sınavı kazanamazsan seninle hiçbir kız evlenmez”, “eğer burayı kazanmayıp şu bölümü kazanırsan senden hiçbir halt olmaz” vb. cümleler onun askerliği, evliliği veya kazandığı başka bir fakültede okumayı sevmemesine neden olabilir. Hatta bu tür aile yaklaşımları çocuğun ailesini, hayatını ve yapacağı işi sevmesini engeller. En önemlisi de kendisine olan güvenini yitirmesine neden olur.

6. Sınavın Bir Araç Olduğunu Unutmayın:
Çocuğunuzun ÖSS sınavını kazanması uğruna, onunla aranızdaki sevginin ve saygının azalmasına neden olmayın. Sınavı kazanmak adına ailenin yaptığı davranışlar, sarf ettiği sözler çocuğun evden, aileden soğumasına ve hatta uzaklaşmasına neden olabilir. Şunu asla unutmayın sınav başarıya giden bir yoldur. Ancak tek yol değildir. Bir sınav uğruna çocuğunuzu kaybetmeyi ister misiniz ?

7. Kimse Kimseye Hayat Okulunu Öğretemez:

Ana-babalar çocuklarının hatalara düşmesini istemezler. Bu nedenle de onlara bazen de baskıyla da olsa düşebilecekleri hatalar konusunda sık sık ve ses tonu ayarsız bir şekilde nasihatler verirler. Aileler şunu asla unutmamalıdır; Çocuklar nasihatlere kapalıdır. Nasihat vereceğinize siz ona bir model olun.

Çocuğunuzun sigara içmesini istemiyorsanız ama siz onun yanında sık sık sigara içiyorsanız bu ona hiçte inandırıcı gelmez. Ona doğru ses tonu ve yaklaşım tarzıyla yol gösterin, mutlaka bu yoldan gideceksin diye zorlamayın. Siz ona ÖSS’yi mutlaka kazandıracak yolu veremezsiniz.

Hatalar gencin dünyayı ve bu dünyada kendi sınırlarının gücünü tanımasında oldukça önemlidir. Ancak aile zamanı geldiğinde izleme ve koruma görevinden de asla vazgeçmemelidir. Eğer siz üniversiteyi okumuşsanız ama çocuğunuz okumak istemiyorsa onu fazla zorlamayın. Onu olgun ve kararlarını verebilecek bir insan olarak görün.

8. Ailede Mutlu ve Sevgi Dolu Bir Ortam Oluşturun
Çocuklarınızın yanında asla kavga etmeyin. Aile içi huzursuzluk çocuğun ders çalışma azmini ve başarı motivasyonunu düşürür. Ailedeki anlaşmazlıklar, kavgalar ve sevgisiz ortam çorak bir toprakta yetişen ağaca benzer. Bu ağacın meyvesi ya tatsızdır, ya yenemez haldedir, yada tam anlamıyla gelişimini tamamlamamıştır. Çocuklarınız da sizin meyvelerinizdir.

Aile ortamı ise çocuğun yetiştiği topraktır. Bu toprağın suya değil sevgiye ihtiyacı vardır.
Sözlerime şu cümleyle son vermek istiyorum : “Kendi varlıklarından memnun olan gençler, iyi sonuçlara ulaşırlar ve başarılı olurlar.” ÖSS başarısı içinde bu geçerlidir. Çocuklarınız kendi varlıklarından memnun mu ? Eğer buna evet cevabını verebiliyorsanız ÖSS taktiği adına önemli bir adım atmış sayılırsınız ...

ÖSS BİRİNCİLERİNİN TAKTİKLERİ

ÖSS uzun ve zor bir maraton. Artık hazırlıklar ilkokul seviyesinde başlıyor. 2006’nın ÖSS şampiyonlarına başarının sırrını sorduk. Eminiz ki onların hikayeleri birçok öğrenciye rehber olacaktır.
‘Hiç kimse, başarı merdivenlerini elleri ceplerinde tırmanmamıştır.’ Konfiçyüs’ün bu sözünü en iyi doğrulayan kişilerin başında şüphesiz, geçen yıl üniversite sınavında dereceye girmiş öğrenciler bulunur. ÖSS şampiyonlarının başarıdaki ortak noktası; sınava hazırlanmaya lise 1’den itibaren başlamaları ve yaz tatillerinde az da olsa düzenli çalışmaya özen göstermeleri olarak özetlenebilir. Sistemin değişmesi, sınava hazırlanmaya önceden başlayan öğrenciler için bir avantaj teşkil ediyor. Okulda gördüğü dersleri günü gününe çalışan öğrenciler ÖSS’ye hazırlanırken, bu konuları tekrar ederek pekiştiriyor.

Şu günlerde yüzbinlerce öğrenci seneye bir üniversite anfisinde oturabilmek ve geleceği adına iyi bir eğitime kavuşabilmek için hayaller kuruyor. Eğer hayallerinizi gerçeğin kendisiyle yüz yüze getirmezseniz o pembe hayallerin kara bir kâbusa dönüşmesini engelleyemezsiniz. O halde tecrübelere kulak vermeli, bu yollardan geçmiş insanları dikkatle dinlemeli. Ailem dergisi olarak öğrencilere çok sıcak tecrübeler sunmak için geçen yılın ÖSS’de dereceye girmiş öğrencilerini sizlerle bir kez daha buluşturmayı düşündük. Burak Eryiğit (Söz-2 puan türünde birinci), Mert İlker Hayıroğlu (Eşit ağırlık-2 puan türünde beşinci), Ahmet Celiloğlu (Söz-2 puan türünde dördüncü), Furkan Sakar (Söz-1 puan türünde üçüncü), Yusuf Akbulut (Söz-2 puan türünde beşinci) tecrübelerini sizler için anlattı.

1. Düzenli ve planlı çalışma başarıya ulaştırır

Furkan Sakar, lise 1’in başında çalışmaya başladığını ve okuldan eve geldiğinde her gün dört saat çalıştığını söylüyor. “Fırsat buldukça okulda test çözüyordum. Lise 1 ve 2’nci sınıfın yazında okulda gördüğüm konuları içeren kitapları bitirdim. Lise 3. sınıfta tempom yoğunlaştı.” diyen Sakar, şubat tatili gibi okulun olmadığı zamanları bir fırsat olarak değerlendirip, daha yoğun çalıştığını anlatıyor. Furkan bu arada okuldaki sınavlara da önem verdiğini ve ortaöğretim notunu da yüksek tutmaya çalıştığını anlatıyor. Okul sınavlarına çalıştıktan sonra o konularla ilgili test çözülmesi ise Furkan’ın tavsiyelerinden.


2. Hedef belirlemek motivasyonu artırıyor

Bu yoğun tempo içerisinde motivasyonlarını dengede tutmalarının tek bir formülü var: Kısa ve uzun vadeli hedeflere sahip olmaları. Mert İlker Hayıroğlu, bu durumu, “Motivasyonumu koruyabilmek için hep bir sonraki deneme sınavına yönelik çalışırdım. Hedef belirlerdim.” şeklinde özetliyor.


3. TV ve bilgisayar, ders çalışmayı engeller

Ders çalışmayı, televizyon ve bilgisayarla vakit geçirmeye tercih etmeleri, başarıya ulaştıran bir diğer faktör. Burak Eryiğit, televizyon izlemeye sekizinci sınıftayken sınır koyduğunu ve bu sınırı aşmamaya özen gösterdiğini vurguluyor.


4. Düzenli hayat ve uyku çok önemli

Sınava hazırlanırken düzenli bir yaşam sürdürmeye dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen Ahmet Celiloğlu, uyku bozuklukları ve düzensizlikler, bilgisayar ve televizyon gibi ilgiyi dağıtacak unsurları başarısızlığın temel nedenleri olarak özetliyor. Sınava hazırlandığı dönemde 6-7 saatlik düzenli uyumaya dikkat ettiğini vurguluyor.


5. Özel taktikler her zaman işe yarar

Burak Eryiğit, “Sınava en iyi olduğum dersten başladım. Saatimi çıkartıp, masaya koydum. Hangi derse ne kadar vakit ayıracağımı sınavdan önce girdiğim denemelerde tespit etmiştim. Herhangi bir testte süreyi daha az kullanırsam, not alır, başka bir testte bu süreyi değerlendirirdim. Sorular beni oyalar ve süreyi fazla kullanırsam, yine not alır, diğer testte hızlanırdım. Adaylar alternatif üretebilmeli ve sınavda uygulayacakları taktikleri deneme sınavlarında belirlemelidir.” diye konuşuyor.


6. Bedeninizden çok zihninizi dinlendirin

Dinlenme vakitlerini verimli bir şekilde geçirmeleri, bu vakitlerde bedenlerinden çok zihinlerini dinlendirmeye dikkat etmeleri şampiyonların bir başka ortak noktası. Yusuf Akbulut, dinlenme vakitlerini nasıl geçirdiğini şu cümlelerle özetliyor: “Arkadaşlarla rahatlatıcı sohbetler yapardık.”

Burak Eryiğit, güncellenen bilgilerin hatırlanacağına dikkat çekiyor ve devam ediyor: “Dinlenirken yaptığımız sohbetlerde, edebiyat dersindeki eserleri ve yazarlarını birbirimize sorardık. Böylece hem ders eğlenceli hale gelirdi hem de tekrar ettiğimiz için unutmazdık.”


7. Başarının formülü yüzyıllardır aynı

Şampiyonlara ‘başarının formülü nedir?’ diye sorduğumuzda Burak Eryiğit, “Başarı konusunda hep aynı şeyler söylendi; çünkü başarının çalışmak dışında bir formülü yok.” şeklinde cevap veriyor.

Furkan Sakar, başarının formülünü düzenli ve disiplinli çalışma, dershaneye giderek bir uzmandan destek alma ve kötü alışkanlıkların terk edilmesi olarak özetliyor.

Mert İlker Hayıroğlu’na göre, başarılı olmada düzenli çalışmanın yanında dikkat ve diğer adaylarla rekabet önemli bir rol oynuyor.

Ahmet Celiloğlu ve Yusuf Akbulut, başarı konusunda aynı formülü vurguluyor: “Düzenli çalışma, ümitvar olma, iyi bir arkadaş ve aile ortamı, başarının olmazsa olmazları.”


8. Heyecan normal; ama aşırı kaygı yanlışı artırır

Yüksek derecede kaygı taşıyan adaylar, sınavda bildikleri sorularda bile yanlış yapabiliyorlar.

Kaygıyı doğal bir süreç olarak gören Burak Eryiğit, sözlerine şöyle devam ediyor: “Heyecan mutlaka olur. Önemli olan heyecanı ne kadar hızlı atabildiğinizdir. Deneme sınavlarına ÖSS’ye giriyormuş gibi girer ve yapmanız gerekenleri yaptığınıza inanırsanız, heyecanı üzerinizden daha çabuk atarsınız.”

Yusuf Akbulut; ilk 15 dakikada heyecanlandığını; ama daha sonra heyecanını yendiğini söylüyor.

Furkan Sakar’ın matematikteki bir soruyu bölme işlemini yapmayı unuttuğu için kaçırdığını anlatması; heyecanın tüm adaylar için doğal bir durum olduğunu, konuları bilen öğrencilerin heyecandan kaynaklanan hataları daha az yaptığını gösteriyor.


9. Denemeler, gerçek sınava hazırlar

Mert İlker Hayıroğlu: “Sınava girdiğimde içim rahattı. Çünkü elimden geleni yapmıştım. Bu nedenle kaygım orta düzeydeydi. Soruları çözerken her şıkka değer verirdim.”

Furkan Sakar: “Deneme sınavlarında farklı taktikler kullanarak, en doğru taktiği belirledim. Yapamadığım sorulara takılmayarak, boş bırakıyor, sonra dönüp bakıyordum. Sınavı alıştığım şekilde çözdüm. Farklı taktik denemedim.”

Yusuf Akbulut: “Deneme sınavlarını ÖSS’ye basamak olarak görüyor, sınav sonunda eksiklerimi tespit ederek, yeni taktikler geliştiriyordum.”

Ahmet Celiloğlu: “Sınavda amacım çözebildiğim en fazla soruyu çözmekti. Bu nedenle yıl içinde deneme sınavlarından erken çıkmayarak, tüm vaktimi değerlendirirdim.

Sözel ve sayısal derslere farklı tekniklerle çalıştığını vurgulayan Burak Eryiğit, sözel derslerde belli aralıklarla konu tekrarı yapmaya özen gösterdiğini, sayısal derslerde ise daha çok soru çözmeye yöneldiğini belirtiyor. Ahmet Celiloğlu, sözel dersleri tarihsel bağlamı içinde öğrenmenin unutmayı azalttığını vurguluyor.


10. Başarı için fedakârlık şart


Furkan Sakar, bilgisayara meraklı olduğunu; ancak sınava hazırlanırken yalnızca bilgisayar oyunlarını biriktirdiğini anlatıyor. Sınavdan sonra onlarla oynayacağını düşünerek teselli olduğunu söylüyor. Bu fedakârlığı onun, Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği’ne girmesini sağlamış.


11. Not tutmak, bilgilerin kalıcılığını artırıyor

Başarılı olmasında not tutmasının önemli bir rolü olduğunu söyleyen Furkan Sakar ve konu anlatımlarına özel bir önem vererek, çözümlü sorularada çalıştığını vurgulayan Yusuf Akbulut’un görüşleri birbirini destekler nitelikte.

Mert İlker Hayıroğlu’nun adaylara tavsiyeleri: “Ellerinden geleni yapsınlar. Sınava vicdanları rahat girsinler. Özellikle lise bir ve lise ikinci sınıftaki adaylar, dersleri ne kadar öğrenirsek kar diye düşünsünler.” şeklinde.


12. Ümitsizliğe düşmeyin, aradaki farkı kapatabilirsiniz

Yusuf Akbulut bu konuda, “Henüz vakit var. Çözdükleri sorular iyi nitelikte olursa, verimleri artar. Soru sayısının yanı sıra kaynakların niteliği önemli.” diyor. Ahmet Celiloğlu, adayların sınavlarda çözemedikleri sorulara geniş kapsamlı bakarak konuya çalıştıklarında başarılı olacakları kanaatinde. Burak Eryiğit, çalışmaya geç başlayan adayların temposunu yüksek tutarak aradaki farkı kapatabileceklerini ifade ediyor. Furkan Sakar, adaylara bundan sonra kalan süreyi çalışarak ve test çözerek geçirmelerini tavsiye ediyor. Adayların vakit ayıramadıkları hobilerine, sınavdan sonra vakit ayırabileceklerini vurguluyor.


13. Sınavı kazanmadan tercih yapamayacağınızı unutmayın

Şampiyonlar tercihlerini yıl içinde düşünerek vakit kaybetmediklerini, hedeflerini belirledikten sonra ellerinden geleni yapmak için gayret sarf ettiklerini söylüyorlar. Yusuf Akbulut, “Sınavdaki derecesinden çok her üniversiteyi ve her bölümü yazabilecek olmama sevindim.” diyor

--------------------------------------------------------------------------------

mehmetakifm04-28-2007, 09:29 PM
ÖSS şampiyonlarının sınava hazırlanırken yaşadıkları olaylar


BURAK ERYİĞİT:
Uykum geldiğinde rakiplerimi hatırlardım

Lise üçüncü sınıfın başında, bir deneme sınavında süreyi iyi kullanamadım. Geometride bir soruda takıldım, yapamadığım halde soruyu atlayamadım. Soruyu çözdüğümde sınavın bitimine beş dakika kalmıştı. Bu tecrübeyi bir uyarı olarak zihnime yazdım, bir daha takılmadım. Sınava hazırlanırken uykum geldiğinde ya da çalışmak istemediğimde, rakiplerimi hatırlar ve bu isteğimden vazgeçerdim.
(Söz-2 puan türünde birinci)
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fak. (İngilizce)

***

FURKAN SAKAR:
ÖSYM bahanelere değil, puanlara bakıyor

Sınav sırasında, heyecanlanan bir aday bağırdı. O anda ÖSYM’nin bizim bahanelerimize değil, puanlarımıza bakacağını düşündüm. Sınava hazırlık sürecinde; bol bol deneme sınavı çözmemin başarımdaki etkisi de yadsınamaz. Bu nedenle periyodik sesler dışında dikkatim dağılmadı.
(Söz-1 puan türünde üçüncü)
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği (İngilizce)

***

AHMET CELİLOĞLU
Düzenli çalışmam önemliydi

ODTÜ işletmeyi bırakarak, yeniden sınava girdim. Sınav sisteminin değişmesi, liseden itibaren düzenli çalışan adayların derece yapmasına imkân sağladı.
(Söz-2 puan türünde dördüncü)
Sabancı Ünv. Politik Sosyal Bilimler (İngilizce)

***

YUSUF AKBULUT:
Şakalaşırken ne olduğunu öğrendim

Sınava çalışmayı iki gün önce bıraktım. Arkadaşlarla şakalaşırken, bir arkadaş diğerine ‘pragmatik’ dedi. Kelimenin anlamını bilmiyordum. Kullanan arkadaşa sorduğumda ‘faydacı’ anlamına geldiğini söyledi. Sınavda felsefe testinde, bu kelimenin anlamına dair bir soru çıktı.
(Söz-2 puan türünde beşinci)
Boğaziçi Ünv. Siyasal Bilgiler ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce)


***

MERT İLKER HAYIROĞLU:İrademi kullandım, bilgisayarı odamdan çıkardım

Lise son sınıftayken, odamdaki bilgisayarı söktüm. Odamda durduğu sürece, bilgisayarı kullanmak istiyordum. İrademi kullandım ve odamda çalışmamı engelleyecek hiçbir unsur bırakmadım.
(Eşit ağırlık-2 puan türünde beşinci)
Hacettepe TMert İlker Hayıroğlu’nun babası Hasan Ali Hayıroğlu; çocuklarının çalışma alışkanlığı kazanmasında, evdeki düzenin etkili olduğunu vurguluyor. Uyku, yemek ve sosyal faaliyetlerin evde belirli saatlerde gerçekleştirildiğinin altını çiziyor. Çocuklarının fikirlerine saygı göstererek, ortak paydalar bulduklarını ifade ediyor.

Ailelerin en büyük hatasının, çocuklarının sorunlarıyla ilgilenmeme olduğunu söylüyor. Sıkı kontrol ve hoşgörünün çocuk eğitiminde önemli olduğunu söylüyor.

Mert İlker Hayıroğlu’nun annesi Sibel Hanım ise; oğlunun eğitim hayatı boyunca öğretmenleriyle sürekli irtibat halinde bulunduğunu, arkadaş çevresine dikkat ettiğini ifade ediyor. Okuldan eve geldiğinde evde bulunmaya özen gösterdiğini söylüyor.

Hayıroğlu’nun anne ve babası; çocuklarının, kötü alışkanlıklara yönelmemesi için spora yönlendirdiklerini, mevcut enerjisini bu yolla değerlendirdiklerini söylüyor.

Furkan Sakar’ın annesi Pervin Hanım, oğlunun sınava hazırlandığı dönem boyunca misafirlikler ve gece gezmelerinden vazgeçtiklerini anlatıyor.

Baba Fikret Sakar; çocuklarından bağımsız, kendilerine ait bir hayat yaşamadıklarını, birçok konuda fedakârlıkta bulunduklarını dile getiriyor.ıp Fakültesi (İngilizce)

Devlet Tiyatroları Türkiye’yi dolaşacak


Devlet Tiyatroları, “Hiçbir Yeri Unutmadık” sloganı ile yaz sezonunda, 29 değişik oyunuyla, 81 il, 196 ilçe ve 10 köye turne düzenleyecek.

Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürü Velettin Birsöz, yaptığı yazılı açıklamada, Devlet Tiyatroları’nın, “Hiçbir Yeri Unutmadık” projesinin amacının, Türk Tiyatro Sanatı’nın gelişmesini, ilerlemesini, yaygınlaştırılmasını sağlamak, halkın dil ve kültür eğitimini, yurt sevgisini, görsel ve bilimsel olarak yükseltmek olduğunu belirtti.

Birsöz, yurt içinde ve yurt dışında festival ve turneler düzenleyerek kültür faaliyetlerini dünya çapında yaygınlaştırmak amacıyla kurulan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün proje kapsamında yaz sezonu boyunca 81 il, 196 ilçe ve 10 köyde 29 değişik oyun sahneleyeceğini kaydetti.

Turne programı çerçevesinde Ankara Devlet Tiyatrosunca hazırlanan “Yunus Dürür Benim Adım” adlı tiyatro oyununun Nevşehir’de 10 Haziranda Nevşehir Belediyesi Kapadokya Kültür ve Sanat Merkezi’nde sahneleneceğini ifade eden Birsöz, tiyatro gösterisi için biletlerin 4 YTL’den satılacağını bildirdi.