Son zamanlarda, özellikle genç kuşağın tanışırken kullandığı “Ilgın ben.”, “Tolga
ben.”, “Esin ben.” vb. dil kirliliğine yol açan yanlış söylemlerin Türkçenin cümle yapısına
ciddi boyutlarda zarar verdiğini düşünmekteyiz. Bu nedenle çalışmamızda, cümlenin
kurucuları olan yüklemi ve özneyi konu edinip irdelemeyi amaçladık.
Türkçede, “özne + tümleç + yüklem” dizgisi içinde verilen cümlede, özne ve yüklemin
asıl unsurlar, tümleçlerin ise yardımcı unsurlar olduğu; asıl unsurların sonda, yardımcı
unsurların ise başta bulunduğu bilinir. Öznenin asıl unsur olup olmama konusunda farklı
yaklaşımlar olmakla birlikte her yüklemin bir edeni, eyleyeni olma zorunluluğunu, öznesiz
cümle olamayacağını, sözdiziminin temel özelliklerinden biri olarak benimsediğimizden
konuyu bu bağlamda değerlendireceğimizi belirtmekte yarar görüyoruz. 1
Ancak asıl unsur olan öznenin, yüklemin içinde bugün bir ekle temsil edilen gramer
öznesi olduğunu, sıralama içinde başta gösterilen öznenin ise sözlüksel özne olduğunu da
hatırlatmak gerekir. Çünkü hem “cümlenin kurucuları, asıl unsurlar özne ve yüklemdir”
diyeceğiz, hem de cümle dizgisini “özne + tümleç + yüklem” biçiminde verip, özneyi başa
alacağız.. Bu çelişkiyi aşmak, ancak sözlüksel özne ile gramer öznesi ayrımının yapılması ile
gerçekleşecektir. Asıl olan öznenin, yüklemin içinde bulunan ve bir ekle temsil edilen özne
oluşunun vurgulanması, öznenin yüzey yapıda yer almadığı cümleleri açıklamak için de
gereklidir. Çünkü üçüncü kişilerin dışında birinci ve ikinci kişiler özne olduğunda, öznenin
istenirse yüzey yapıya çıkarılmama durumu vardır. Hatta özel bir nedeni yoksa, birinci ve
ikinci kişiler, özne olduğunda cümleden atılırlar. Dilin emekten, zamandan tasarruf etmek
istemesi ve estetik değerlere olan düşkünlüğü, yani tekrarları sevmemesi buna yol açmaktadır.
Öyleyse bizim dilimizde ister eylem, ister ad cümlesi olsun, yüklem içinde özneyi
barındırmalıdır. Bu durum, Türkçenin yapısal özelliklerinden biridir. Ancak üçüncü tekil
kişilerde özne yüzey yapıya çıkmazsa da, varlığını derin yapıda sürdürmektedir.
Kimsiniz?,
İki haftadır hastayım.
Yarın Bursa’ya gideceğim,
Mahallenin delisi, duvara oturmuş-Ø,
Çocuklar, ikindiden beri uyuyorlar vb.
Örneklerde görüldüğü gibi ister bir işi, bir oluşu zamana ve kişiye bağlı olarak
gösteren eylemler olsun, ister yüklem görevini üstlenen ad gurubu dil birimleri olsun, tüm
yüklemler, hareketin öznesi olan bir kişi öğesini taşımak zorundadırlar.
Bizce, öznesiz cümle olup olmayacağı, öznenin asıl unsur olup olmayacağı
tartışmalarının temelinde sözlüksel özne ile gramer öznesi ayrımının yapılmayışı yatmaktadır.
Asıl unsur olan ve olmazsa olmaz denen özne, yüklemin içinde bir ekle temsil edilen gramer
öznesidir. Yoksa her cümle yüzey yapıda bir özne bulundurmak zorunda değildir. Doğal
olarak sözlüksel öznesi olmayan “Geçmiş olsun.”, “Hayırlı olsun”, “Ders çalışmalı.” vb. pek
çok cümleyle karşılaşırız. Bunları öznesiz cümle saymanın doğru olmadığını düşünmekteyiz..
3
Dilin bir dizge, bir sistem oluşu, dilin öğrenilmesi ile sistemin kavranmasını eş değer
kılmaktadır. Öyleyse bir dili konuşanlar, duygularını, düşüncelerini açıklarken sistemin
dışında kalmamalı, iletişim kurarken sistemin kurallarını işletmelidir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz “Ilgın ben.” türü söylemler, Eski Türkçede zamirlerin koşaç
olarak kullanımını düşündürmektedir. Tarihî metinler incelendiğinde, yalın haldeki kişi
zamirlerinin eylem çekiminde kişi işareti olarak kullanıldığı görülmektedir.
Öz içi taşın tutmış teg biz (kendi iç(kuvvetler)i (ile) dış (topraklar)ı tutmuş gibiyiz)
Türk bodun tokurkak sen (Türk halkı, (sen) tok (gözlü ve) aksisin)
Bir todsar asçık ömez sen (bir doyarsan (tekrar) acıkacağını düşünmezsin)
Açsık tosık ömez sen (acıkırsan doyacağını düşünmezsin) Orhon Yazıtları
Yablak ol (kötüdür)
Ala atlıà yol tengri men (ala atlı yol tanrısıyım) Irk Bitig
Tört uluà çınlarta belgülüg idiş ol ( dört ulu çınlardan nişan veren bir kâsedir)
Biz dindar biz (biz dindarız) Turfan Metinleri
Andaà küçlüg men (öyle güçlüyüm)
Arıà dintar men (saf, temiz dindarım)
Kök buymul toàan úuş men (bir çeşit mavi doğan kuşuyum)
Edgü ol (iyidir)
Ötünür biz kün ay tengrike (güneş ve ay tanrılara rica ederiz) Mani metni
Yadınur men... yaşurmaz men baturmaz men…(yayarım; örtmem, kapatmam)
Tükel bilge biliglig ol (eksiksiz bilge bilgilidir) Altun Yaruk
Çanta içerig úodàu ol (çanta(yı) içeri bırakmak gerek)
Uluà bilge erenlerig ögirdür siz (büyük bilge insanları sevindirirsiniz)
Burkan Metinleri
4
Ahmet Cevat Emre, “Türkçede Cümle: II. İsim Cümleleri” adlı makalesinde, Türkçede
koşacın gelişimini verirken, “İsim cümlemizde eskiden koşaç (copule) olarak 3. kişi ol
zamirinin kullanıldığı görülmektedir. …… Irk Bitig isimli, eski Türk yazısıyla el yazması fal
kitabı 3. kişi ol zamirinin isim cümlelerinde koşaç olarak kullanıldığını gösteren misallerle
doludur. …….Yalnız ol 3. kişi zamiri değil, öbür zamirler de koşaç rolünü oynamışlardır.” 2
diyerek Irk Bitig, Turfan Metinleri ve Divan-ı Lügat-it Türk’ten örnekler verir. Zeynep
Korkmaz ise, “Eski Anadolu Türkçesindeki –van / -ven, -vuz / -vüz Şahıs ve Bildirme
Eklerinin Anadolu Ağızlarındaki Kalıntıları” adlı çalışmasında, “-ur / -ür, -ar / -er, -ır / -ir, -
yur / -yür; -yuk / -yük; -gay / -gey; -taçı / -teçi gibi sıfat fiil ekleriyle kurulan geniş, gelecek,
geçmiş zaman kiplerinde şahıs ve buna bağlı teklik, çokluk kavramı doğrudan doğruya şahıs
zamirleriyle karşılanmaktadır” 3 diyerek Eski Türkçe dönemi metinlerinde gördüğümüz bu
tür örneklerin, Karahanlı, Harezm, Kıpçak ve Çağatay dönemi metinlerinde izlenebildiğini
belirtmektedir.
Bu uraàut ersek ol (bu kadın erkek isteyicidir)
Evge barıàlı men (eve gitmek üzereyim) DLT
Uúuş körki til ol, bu til körki söz (aklın süsü dildir, dilin süsü söz)
Kişi körki yüz ol, bu yüz körki köz (kişinin süsü yüzdür, yüzün süsü de göz)
Sen kim bolur sen? (sen kimsin?)
Men kelmedim men (ben gelmedim)
Körmedin mü bu haúan yüzin? (görmedin mi hakanın yüzünü?) Kutadgu Bilig
Men za’ifa men (ben bir kadınım)
Biz mundın ögrenürlerdin miz (biz bundan öğrenenlerdeniz)
Sen kim sen? (sen kimsin?) Rabguzi- Kısasü’l-Enbiyâ
Ey abuşúa sen kim bolur sen? (ey ihtiyar sen kimsin?)
Kelür yıl Mekkeke kirgey miz (gelecek yıl Mekke’ye gireceğiz)
Men oúıàan ermes men (ben okuyamam) Nehcü’l-Ferâdis
Bil ki min barçaàa muşfiú dur min (bil ki, ben herkese aynı derecede şefkatliyim)
5
Didiler sin çaàatay ili sin (dediler ki sen Çağatay halkındansın) Şeybânî-nâme
Bu kullanımlar, eserlerde XIV. yüzyıla kadar görülse de, XI. yüzyıldan itibaren
yüklemden sonra gelen kişi işareti olarak kullanılan ve özne görevini üstlenen zamirin
ekleşmesiyle yeni biçimler kullanıma çıkmıştır. “XI. yüzyıldan bu yana metinlerde kimi
kiplerin çekiminde kişi zamirlerinden iyelik eklerine aktarılmış bulunan çekimlere
rastlanmaktadır. ” 4 diyen Korkmaz, yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmasında zamirlerin nasıl
ekleştiğini, eylem çekim eki haline geldiğini, hangi kiplerin iyelik menşeli ekler aldıklarını,
hangilerinin zamir menşeli eklerle çekimlendiklerini ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Kim çıúmasa mundaà úınlar úılàu-mız (kim çıkmazsa ona şöyle eziyet edeceğiz)
Rabguzi- Kısasü’l-Enbiyâ
Beyrek didükleri men-em (Beyrek dedikleri benim.)
Banı Çiçegin dadısı-yam (Banu Çiçeğin dadısıyım) Dede Korkut Destanları
Ben-venin topraàıla su, sen güneş-sin (toprakla su benim, sen güneşsin, bunu bil)
Ben daúı revâ görmez-in ( ben de revâ görmem) Kelile ve Dimne
Örneklerden de görüldüğü gibi; Türkçe, ad cümlesindeki bir yüklemi oluşturmak için
önce yüklem adı dediğimiz bir adın üzerine ek eylemi getirir. Sonra da bunu, kip ve şahıs
zamirlerini / eklerini getirerek çekimli hale koyar. Bu yüklem, tamlayanları veya sıfatlarıyla
birlikte herhangi bir ad veya adın yerini tutabilecek bir öğe olabileceği gibi eylemden
yapılmış geçici ad ve sıfatlardan biri de olabilir. Bütün bu örnekler bize gösteriyor ki; ad ya
da eylem soylu hangi tür dil birimi olursa olsun, tüm yüklemler özneyi içinde barındırmak
zorundadırlar.
Bu bilgiler ışığında şimdi “Ilgın ben.” cümlesini değerlendirelim. Cümleyi;
yüklem özne
a. Ilgın-Ø ben.
“Yüklem + özne” dizgisinde devrik bir cümle olarak ele alalım. Ancak yüklemin
içinde bildirmenin birinci tekil kişisinin özneyi temsil eden ek olarak yer alması
gerekmektedir. Yani cümlenin, “Ilgınım ben.” biçiminde olması zorunludur.
özne yüklem
b. Ilgın ben-Ø.
6
“Özne + yüklem” dizgisinde kurallı bir cümle olarak ele aldığımızda da yine yüklemde
özne temsilcisinin bulunmadığını görmekteyiz. “Ilgın benim.” biçiminde olması gerekse de,
anlam olarak ilk kez karşılaşılan birine, “Ilgın başkası değil; benim.” anlamına gelecek bu
cümleyi söylemek dilin tutarlılık ilkesiyle bağdaşamayacağından a seçeneğinde verilen
çözümlemenin doğru olması gerekmektedir.
Efrasiyap Gemalmaz, derslerinde bu konudaki düşüncelerini şöyle özetlemektedir:
“Türkçe oldukça sentetik bir dil olma görünümüne sahiptir. Yani söz dizimini bir kavram
işaret düzeni üzerine kurma eğilimindedir. Ancak hemen her paradigmanın bir öğesinin boş
öğe olması, ifadede taraflarca bilinen öğelerin eksiltilmesi ile sağlanan ekonomi, dil
öğelerinin kullanılma sıklığına bağlı aşınmasıyla sağlanan ikinci bir ekonomiyle
desteklendiğinde Türkçe izini sürmekte zorlandığımız analitik yapıları önümüze koymaktadır.
Bütün bu durumları dikkate almayan dilbilgisi kitapları sadece şekle dayanarak adlandırma
yaptıkları için bugün dilimizi betimleme ve açıklama konusunda içinden çıkılması güç bir
kargaşayı yaşamak zorunda kalıyoruz.”
Ayrıca Eski Türkçedeki “Tensi men” (Tensiyim) (Irık Bitig / I-ı), “Tengri men”
(tanrıyım, majesteyim) (Turfan Metinleri / 276) kullanımını çağrıştırsa da, “Ilgın ben.”
söyleminde ben zamirinin koşaç olarak kullanımı bugün için söz konusu değildir. Ulusların
dili zaman içinde biçimsel değişikliklere uğrayabilirler. Art zamanlı çalışmalarda dildeki
değişimlerin zengin örneklerini görmekteyiz. Değişmelerin kimi nedenli, kimi de nedensizdir.
Kemal Eraslan, “Belli bir sebebe dayanmayan değişmeler Türk dilinin gelişmesini ve Türk dili
lehçe ve şivelerini belirleyen hadiselerdir.” 5 sözleriyle dildeki değişimlerin ne denli önemli
olduğuna dikkat çekmektedir. Türk dilinin temel yapısında dikkati çeken bir durum, ses
olaylarının sıklığı ve sistemli bir biçimde gerçekleşmesidir. Burada bizi ilgilendirenlerden
biri; kısalma, ya da ek düşümü diyebileceğimiz dil olayıdır. “Kısalma hâdisesi, kök, gövde ve
ek halindeki bir gramer birliğinde, belli sebeplere bağlı olarak veya olmayarak, ses veya ses
gruplarının düşmesi, erimesi veya kaynaşması ile o gramer birliğinin kısalmaya uğraması
hâdisesidir. Kısalma hâdisesini ek yığılması hâdisesinin paraleli olarak görmek mümkündür.”
6 diyen Kemal Eraslan, çalışmasında kısalma olayının en çok eklerde gerçekleştiğini ileri
sürer. “Ilgın ben.” söylemindeki durumu, kısalma olarak değil, ancak ek düşümü olarak
açıklayabiliriz. Çünkü kısalma geçmişte gerçekleşmiş, kişi zamiri eke dönüşmüştür. Şimdi
kısalan ek, düşüme uğramıştır.
7
Tarihî lehçeleri ve günümüz lehçelerini dikkate aldığımızda Türkçenin ne zamanı ne
de kişiyi bir ekle göstermek zorunda olmadığı görülür. “Ben yarın git.”, “Sen şimdi iyi.”,
“Onlar iki saat sonra gel.”, “Biz sizi karşılamak gerek mi?” cümleleri uygun durum ve
bağlam içinde belki anlaşılır ifadeler oluşturur. Zamanın ve kişinin yüklem sonunda
işaretlenerek genel olarak tekrarlanması ve daha sonra bunlarla ilgili özel yapıların cümle
içinde gerektiğinde silinebileceklerinin kavranması, değişimin sonucudur. Ancak bugün
Türkiye Türkçesinde yüklem olmanın koşulları oturmuş ve kurallarla belirlenmiştir. Burada
olduğu gibi Türkçenin temel yapısal özelliklerinden birinin Eski Türkçedeki kullanıma
benziyor diye doğru sayılması mümkün olamaz. Dolaysıyla biçimsel olarak benzeşse de, bu
iki söylemi aynı kefeye koymak olası değildir. Bu da “Ilgın ben.” söyleminin kabul görmesi
düşünülmeyecek eksik bir yapı olduğunu göstermektedir. Üçüncü kişi dışında kalan birinci ve
ikinci teklik / çokluk kişilerin özne olduğu cümlelerde, yüklem mutlaka özne işaretini yüzey
yapıya çıkarmalıdır.
Konuşma dili, yazı diline göre daha ayrıcalıklıdır. Konuşurken sınama ve yanılma
hakkımız her zaman vardır. Ne ek, ne edat, ne ad, ne sıfat düşünürüz. Nelerin eksiltilendiğini,
nelerden niçin ekonomiye gidildiğini iyi hissetmek anlamak için yeterlidir. Yine de konuşma
dilinde de olsa, bu temel kurala uyulmadığı durumlarda, “Siz nerede, biz orada”, “Ne sen
söyle, ne ben” gibi yanlış kullanımlar, dilin kirlenmesine yol açtığı gibi örnekseme yoluyla
başka yanlışların da dile dolmasına neden olmaktadır. Doğrusu; “Siz neredeyseniz, biz
oradayız”, “Ne sen söyle, ne ben söyleyeyim” olan bu tür söylemleri yaygınlaştırarak
yanlışların önüne geçmezsek, dil yanlışları her geçen gün biraz daha artarak kullananları
huzursuz edecek boyutlara ulaşır. Gerek dili kullananlar, gerek öğretenler dilin yapısal
özelliklerini dil adını verdiğimiz sistemin içinde sistem anlayışıyla bağlantılı olarak işletmek
zorundadır. Bu tür bozuk yapıların kullanımda kendine yer edinmesinin temel nedenlerinden
biri yabancı dillerin etkisi olsa gerek. Özellikle dublajda yapılan çeviriler, televizyon
kanalıyla dile girmekte ve yine televizyonun tartışmasız kabul edilen gücüyle
yaygınlaşmaktadır. İngilizcede "I'm Ilgın" ya da “This is Ilgın" cümlelerinin çevirisi olarak
bize “Ilgın ben.” biçiminde yerleşen bu bozuk söylemden en kısa zamanda kurtulmak
zorundayız.
Locke, “İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme” adlı eserinde konunun önemini şöyle
vurgulamıştır: “Dilin kötü kullanımındaki bu uygunsuzluğun sıkıntısını insanlar kendi kişisel
düşüncelerinde yaşarlar, ama bunun çok daha açık seçik olan sonucu ise konuşma, söylem,
8
tartışma içindeki düzensizliklerdir. İnsanlar buluşlarını, muhakemelerine ve bilgilerini
birbirlerine koca bir kanal olan dil ile aktarırlar. Bunu kötü kullanan kimse, nesnelerin kendi
içinde olan bilgi pınarlarını bozmasa da gücünün el verdiği kadar, insanoğlunun yararına ve
genel kullanıma hizmet eden dağıtım ağının borularını tıkar ya da kırar.” 7 Biz de, iletişim
ağının tıkanmaması, kırılmaması adına ana dilimizin etkin ve yetkin bir biçimde
kullanılmasına özen göstermeliyiz.
1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Özmen; Özne Üzerine Düşünceler, (V. Uluslar arası Türk Dili Kurultayında
sunulan bildiri)
2 Ahmet Cevat Emre, Türkçede Cümle: II. İsim Cümlesi, Belleten 1955 s. 23-58
3 Zeynep Korkmaz, Eski Anadolu Türkçesindeki –van / -ven, -vuz / -vüz Şahıs ve Bildirme Eklerinin Anadolu
Ağızlarındaki Kalıntıları, TDAY-Belleten 1964, s. 44
4 age. s. 46 vd.
5 Kemal Eraslan, Türkçede Kısalma Hâdisesi, Uluslar arası Türk Dili Kongresi 1992, s. 39
6 age. s. 39-40
7 John Locke, Essay Concerning Human Understanding, III. Kitap, 11. Bölüm, 5. Kısım
ben.”, “Esin ben.” vb. dil kirliliğine yol açan yanlış söylemlerin Türkçenin cümle yapısına
ciddi boyutlarda zarar verdiğini düşünmekteyiz. Bu nedenle çalışmamızda, cümlenin
kurucuları olan yüklemi ve özneyi konu edinip irdelemeyi amaçladık.
Türkçede, “özne + tümleç + yüklem” dizgisi içinde verilen cümlede, özne ve yüklemin
asıl unsurlar, tümleçlerin ise yardımcı unsurlar olduğu; asıl unsurların sonda, yardımcı
unsurların ise başta bulunduğu bilinir. Öznenin asıl unsur olup olmama konusunda farklı
yaklaşımlar olmakla birlikte her yüklemin bir edeni, eyleyeni olma zorunluluğunu, öznesiz
cümle olamayacağını, sözdiziminin temel özelliklerinden biri olarak benimsediğimizden
konuyu bu bağlamda değerlendireceğimizi belirtmekte yarar görüyoruz. 1
Ancak asıl unsur olan öznenin, yüklemin içinde bugün bir ekle temsil edilen gramer
öznesi olduğunu, sıralama içinde başta gösterilen öznenin ise sözlüksel özne olduğunu da
hatırlatmak gerekir. Çünkü hem “cümlenin kurucuları, asıl unsurlar özne ve yüklemdir”
diyeceğiz, hem de cümle dizgisini “özne + tümleç + yüklem” biçiminde verip, özneyi başa
alacağız.. Bu çelişkiyi aşmak, ancak sözlüksel özne ile gramer öznesi ayrımının yapılması ile
gerçekleşecektir. Asıl olan öznenin, yüklemin içinde bulunan ve bir ekle temsil edilen özne
oluşunun vurgulanması, öznenin yüzey yapıda yer almadığı cümleleri açıklamak için de
gereklidir. Çünkü üçüncü kişilerin dışında birinci ve ikinci kişiler özne olduğunda, öznenin
istenirse yüzey yapıya çıkarılmama durumu vardır. Hatta özel bir nedeni yoksa, birinci ve
ikinci kişiler, özne olduğunda cümleden atılırlar. Dilin emekten, zamandan tasarruf etmek
istemesi ve estetik değerlere olan düşkünlüğü, yani tekrarları sevmemesi buna yol açmaktadır.
Öyleyse bizim dilimizde ister eylem, ister ad cümlesi olsun, yüklem içinde özneyi
barındırmalıdır. Bu durum, Türkçenin yapısal özelliklerinden biridir. Ancak üçüncü tekil
kişilerde özne yüzey yapıya çıkmazsa da, varlığını derin yapıda sürdürmektedir.
Kimsiniz?,
İki haftadır hastayım.
Yarın Bursa’ya gideceğim,
Mahallenin delisi, duvara oturmuş-Ø,
Çocuklar, ikindiden beri uyuyorlar vb.
Örneklerde görüldüğü gibi ister bir işi, bir oluşu zamana ve kişiye bağlı olarak
gösteren eylemler olsun, ister yüklem görevini üstlenen ad gurubu dil birimleri olsun, tüm
yüklemler, hareketin öznesi olan bir kişi öğesini taşımak zorundadırlar.
Bizce, öznesiz cümle olup olmayacağı, öznenin asıl unsur olup olmayacağı
tartışmalarının temelinde sözlüksel özne ile gramer öznesi ayrımının yapılmayışı yatmaktadır.
Asıl unsur olan ve olmazsa olmaz denen özne, yüklemin içinde bir ekle temsil edilen gramer
öznesidir. Yoksa her cümle yüzey yapıda bir özne bulundurmak zorunda değildir. Doğal
olarak sözlüksel öznesi olmayan “Geçmiş olsun.”, “Hayırlı olsun”, “Ders çalışmalı.” vb. pek
çok cümleyle karşılaşırız. Bunları öznesiz cümle saymanın doğru olmadığını düşünmekteyiz..
3
Dilin bir dizge, bir sistem oluşu, dilin öğrenilmesi ile sistemin kavranmasını eş değer
kılmaktadır. Öyleyse bir dili konuşanlar, duygularını, düşüncelerini açıklarken sistemin
dışında kalmamalı, iletişim kurarken sistemin kurallarını işletmelidir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz “Ilgın ben.” türü söylemler, Eski Türkçede zamirlerin koşaç
olarak kullanımını düşündürmektedir. Tarihî metinler incelendiğinde, yalın haldeki kişi
zamirlerinin eylem çekiminde kişi işareti olarak kullanıldığı görülmektedir.
Öz içi taşın tutmış teg biz (kendi iç(kuvvetler)i (ile) dış (topraklar)ı tutmuş gibiyiz)
Türk bodun tokurkak sen (Türk halkı, (sen) tok (gözlü ve) aksisin)
Bir todsar asçık ömez sen (bir doyarsan (tekrar) acıkacağını düşünmezsin)
Açsık tosık ömez sen (acıkırsan doyacağını düşünmezsin) Orhon Yazıtları
Yablak ol (kötüdür)
Ala atlıà yol tengri men (ala atlı yol tanrısıyım) Irk Bitig
Tört uluà çınlarta belgülüg idiş ol ( dört ulu çınlardan nişan veren bir kâsedir)
Biz dindar biz (biz dindarız) Turfan Metinleri
Andaà küçlüg men (öyle güçlüyüm)
Arıà dintar men (saf, temiz dindarım)
Kök buymul toàan úuş men (bir çeşit mavi doğan kuşuyum)
Edgü ol (iyidir)
Ötünür biz kün ay tengrike (güneş ve ay tanrılara rica ederiz) Mani metni
Yadınur men... yaşurmaz men baturmaz men…(yayarım; örtmem, kapatmam)
Tükel bilge biliglig ol (eksiksiz bilge bilgilidir) Altun Yaruk
Çanta içerig úodàu ol (çanta(yı) içeri bırakmak gerek)
Uluà bilge erenlerig ögirdür siz (büyük bilge insanları sevindirirsiniz)
Burkan Metinleri
4
Ahmet Cevat Emre, “Türkçede Cümle: II. İsim Cümleleri” adlı makalesinde, Türkçede
koşacın gelişimini verirken, “İsim cümlemizde eskiden koşaç (copule) olarak 3. kişi ol
zamirinin kullanıldığı görülmektedir. …… Irk Bitig isimli, eski Türk yazısıyla el yazması fal
kitabı 3. kişi ol zamirinin isim cümlelerinde koşaç olarak kullanıldığını gösteren misallerle
doludur. …….Yalnız ol 3. kişi zamiri değil, öbür zamirler de koşaç rolünü oynamışlardır.” 2
diyerek Irk Bitig, Turfan Metinleri ve Divan-ı Lügat-it Türk’ten örnekler verir. Zeynep
Korkmaz ise, “Eski Anadolu Türkçesindeki –van / -ven, -vuz / -vüz Şahıs ve Bildirme
Eklerinin Anadolu Ağızlarındaki Kalıntıları” adlı çalışmasında, “-ur / -ür, -ar / -er, -ır / -ir, -
yur / -yür; -yuk / -yük; -gay / -gey; -taçı / -teçi gibi sıfat fiil ekleriyle kurulan geniş, gelecek,
geçmiş zaman kiplerinde şahıs ve buna bağlı teklik, çokluk kavramı doğrudan doğruya şahıs
zamirleriyle karşılanmaktadır” 3 diyerek Eski Türkçe dönemi metinlerinde gördüğümüz bu
tür örneklerin, Karahanlı, Harezm, Kıpçak ve Çağatay dönemi metinlerinde izlenebildiğini
belirtmektedir.
Bu uraàut ersek ol (bu kadın erkek isteyicidir)
Evge barıàlı men (eve gitmek üzereyim) DLT
Uúuş körki til ol, bu til körki söz (aklın süsü dildir, dilin süsü söz)
Kişi körki yüz ol, bu yüz körki köz (kişinin süsü yüzdür, yüzün süsü de göz)
Sen kim bolur sen? (sen kimsin?)
Men kelmedim men (ben gelmedim)
Körmedin mü bu haúan yüzin? (görmedin mi hakanın yüzünü?) Kutadgu Bilig
Men za’ifa men (ben bir kadınım)
Biz mundın ögrenürlerdin miz (biz bundan öğrenenlerdeniz)
Sen kim sen? (sen kimsin?) Rabguzi- Kısasü’l-Enbiyâ
Ey abuşúa sen kim bolur sen? (ey ihtiyar sen kimsin?)
Kelür yıl Mekkeke kirgey miz (gelecek yıl Mekke’ye gireceğiz)
Men oúıàan ermes men (ben okuyamam) Nehcü’l-Ferâdis
Bil ki min barçaàa muşfiú dur min (bil ki, ben herkese aynı derecede şefkatliyim)
5
Didiler sin çaàatay ili sin (dediler ki sen Çağatay halkındansın) Şeybânî-nâme
Bu kullanımlar, eserlerde XIV. yüzyıla kadar görülse de, XI. yüzyıldan itibaren
yüklemden sonra gelen kişi işareti olarak kullanılan ve özne görevini üstlenen zamirin
ekleşmesiyle yeni biçimler kullanıma çıkmıştır. “XI. yüzyıldan bu yana metinlerde kimi
kiplerin çekiminde kişi zamirlerinden iyelik eklerine aktarılmış bulunan çekimlere
rastlanmaktadır. ” 4 diyen Korkmaz, yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmasında zamirlerin nasıl
ekleştiğini, eylem çekim eki haline geldiğini, hangi kiplerin iyelik menşeli ekler aldıklarını,
hangilerinin zamir menşeli eklerle çekimlendiklerini ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Kim çıúmasa mundaà úınlar úılàu-mız (kim çıkmazsa ona şöyle eziyet edeceğiz)
Rabguzi- Kısasü’l-Enbiyâ
Beyrek didükleri men-em (Beyrek dedikleri benim.)
Banı Çiçegin dadısı-yam (Banu Çiçeğin dadısıyım) Dede Korkut Destanları
Ben-venin topraàıla su, sen güneş-sin (toprakla su benim, sen güneşsin, bunu bil)
Ben daúı revâ görmez-in ( ben de revâ görmem) Kelile ve Dimne
Örneklerden de görüldüğü gibi; Türkçe, ad cümlesindeki bir yüklemi oluşturmak için
önce yüklem adı dediğimiz bir adın üzerine ek eylemi getirir. Sonra da bunu, kip ve şahıs
zamirlerini / eklerini getirerek çekimli hale koyar. Bu yüklem, tamlayanları veya sıfatlarıyla
birlikte herhangi bir ad veya adın yerini tutabilecek bir öğe olabileceği gibi eylemden
yapılmış geçici ad ve sıfatlardan biri de olabilir. Bütün bu örnekler bize gösteriyor ki; ad ya
da eylem soylu hangi tür dil birimi olursa olsun, tüm yüklemler özneyi içinde barındırmak
zorundadırlar.
Bu bilgiler ışığında şimdi “Ilgın ben.” cümlesini değerlendirelim. Cümleyi;
yüklem özne
a. Ilgın-Ø ben.
“Yüklem + özne” dizgisinde devrik bir cümle olarak ele alalım. Ancak yüklemin
içinde bildirmenin birinci tekil kişisinin özneyi temsil eden ek olarak yer alması
gerekmektedir. Yani cümlenin, “Ilgınım ben.” biçiminde olması zorunludur.
özne yüklem
b. Ilgın ben-Ø.
6
“Özne + yüklem” dizgisinde kurallı bir cümle olarak ele aldığımızda da yine yüklemde
özne temsilcisinin bulunmadığını görmekteyiz. “Ilgın benim.” biçiminde olması gerekse de,
anlam olarak ilk kez karşılaşılan birine, “Ilgın başkası değil; benim.” anlamına gelecek bu
cümleyi söylemek dilin tutarlılık ilkesiyle bağdaşamayacağından a seçeneğinde verilen
çözümlemenin doğru olması gerekmektedir.
Efrasiyap Gemalmaz, derslerinde bu konudaki düşüncelerini şöyle özetlemektedir:
“Türkçe oldukça sentetik bir dil olma görünümüne sahiptir. Yani söz dizimini bir kavram
işaret düzeni üzerine kurma eğilimindedir. Ancak hemen her paradigmanın bir öğesinin boş
öğe olması, ifadede taraflarca bilinen öğelerin eksiltilmesi ile sağlanan ekonomi, dil
öğelerinin kullanılma sıklığına bağlı aşınmasıyla sağlanan ikinci bir ekonomiyle
desteklendiğinde Türkçe izini sürmekte zorlandığımız analitik yapıları önümüze koymaktadır.
Bütün bu durumları dikkate almayan dilbilgisi kitapları sadece şekle dayanarak adlandırma
yaptıkları için bugün dilimizi betimleme ve açıklama konusunda içinden çıkılması güç bir
kargaşayı yaşamak zorunda kalıyoruz.”
Ayrıca Eski Türkçedeki “Tensi men” (Tensiyim) (Irık Bitig / I-ı), “Tengri men”
(tanrıyım, majesteyim) (Turfan Metinleri / 276) kullanımını çağrıştırsa da, “Ilgın ben.”
söyleminde ben zamirinin koşaç olarak kullanımı bugün için söz konusu değildir. Ulusların
dili zaman içinde biçimsel değişikliklere uğrayabilirler. Art zamanlı çalışmalarda dildeki
değişimlerin zengin örneklerini görmekteyiz. Değişmelerin kimi nedenli, kimi de nedensizdir.
Kemal Eraslan, “Belli bir sebebe dayanmayan değişmeler Türk dilinin gelişmesini ve Türk dili
lehçe ve şivelerini belirleyen hadiselerdir.” 5 sözleriyle dildeki değişimlerin ne denli önemli
olduğuna dikkat çekmektedir. Türk dilinin temel yapısında dikkati çeken bir durum, ses
olaylarının sıklığı ve sistemli bir biçimde gerçekleşmesidir. Burada bizi ilgilendirenlerden
biri; kısalma, ya da ek düşümü diyebileceğimiz dil olayıdır. “Kısalma hâdisesi, kök, gövde ve
ek halindeki bir gramer birliğinde, belli sebeplere bağlı olarak veya olmayarak, ses veya ses
gruplarının düşmesi, erimesi veya kaynaşması ile o gramer birliğinin kısalmaya uğraması
hâdisesidir. Kısalma hâdisesini ek yığılması hâdisesinin paraleli olarak görmek mümkündür.”
6 diyen Kemal Eraslan, çalışmasında kısalma olayının en çok eklerde gerçekleştiğini ileri
sürer. “Ilgın ben.” söylemindeki durumu, kısalma olarak değil, ancak ek düşümü olarak
açıklayabiliriz. Çünkü kısalma geçmişte gerçekleşmiş, kişi zamiri eke dönüşmüştür. Şimdi
kısalan ek, düşüme uğramıştır.
7
Tarihî lehçeleri ve günümüz lehçelerini dikkate aldığımızda Türkçenin ne zamanı ne
de kişiyi bir ekle göstermek zorunda olmadığı görülür. “Ben yarın git.”, “Sen şimdi iyi.”,
“Onlar iki saat sonra gel.”, “Biz sizi karşılamak gerek mi?” cümleleri uygun durum ve
bağlam içinde belki anlaşılır ifadeler oluşturur. Zamanın ve kişinin yüklem sonunda
işaretlenerek genel olarak tekrarlanması ve daha sonra bunlarla ilgili özel yapıların cümle
içinde gerektiğinde silinebileceklerinin kavranması, değişimin sonucudur. Ancak bugün
Türkiye Türkçesinde yüklem olmanın koşulları oturmuş ve kurallarla belirlenmiştir. Burada
olduğu gibi Türkçenin temel yapısal özelliklerinden birinin Eski Türkçedeki kullanıma
benziyor diye doğru sayılması mümkün olamaz. Dolaysıyla biçimsel olarak benzeşse de, bu
iki söylemi aynı kefeye koymak olası değildir. Bu da “Ilgın ben.” söyleminin kabul görmesi
düşünülmeyecek eksik bir yapı olduğunu göstermektedir. Üçüncü kişi dışında kalan birinci ve
ikinci teklik / çokluk kişilerin özne olduğu cümlelerde, yüklem mutlaka özne işaretini yüzey
yapıya çıkarmalıdır.
Konuşma dili, yazı diline göre daha ayrıcalıklıdır. Konuşurken sınama ve yanılma
hakkımız her zaman vardır. Ne ek, ne edat, ne ad, ne sıfat düşünürüz. Nelerin eksiltilendiğini,
nelerden niçin ekonomiye gidildiğini iyi hissetmek anlamak için yeterlidir. Yine de konuşma
dilinde de olsa, bu temel kurala uyulmadığı durumlarda, “Siz nerede, biz orada”, “Ne sen
söyle, ne ben” gibi yanlış kullanımlar, dilin kirlenmesine yol açtığı gibi örnekseme yoluyla
başka yanlışların da dile dolmasına neden olmaktadır. Doğrusu; “Siz neredeyseniz, biz
oradayız”, “Ne sen söyle, ne ben söyleyeyim” olan bu tür söylemleri yaygınlaştırarak
yanlışların önüne geçmezsek, dil yanlışları her geçen gün biraz daha artarak kullananları
huzursuz edecek boyutlara ulaşır. Gerek dili kullananlar, gerek öğretenler dilin yapısal
özelliklerini dil adını verdiğimiz sistemin içinde sistem anlayışıyla bağlantılı olarak işletmek
zorundadır. Bu tür bozuk yapıların kullanımda kendine yer edinmesinin temel nedenlerinden
biri yabancı dillerin etkisi olsa gerek. Özellikle dublajda yapılan çeviriler, televizyon
kanalıyla dile girmekte ve yine televizyonun tartışmasız kabul edilen gücüyle
yaygınlaşmaktadır. İngilizcede "I'm Ilgın" ya da “This is Ilgın" cümlelerinin çevirisi olarak
bize “Ilgın ben.” biçiminde yerleşen bu bozuk söylemden en kısa zamanda kurtulmak
zorundayız.
Locke, “İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme” adlı eserinde konunun önemini şöyle
vurgulamıştır: “Dilin kötü kullanımındaki bu uygunsuzluğun sıkıntısını insanlar kendi kişisel
düşüncelerinde yaşarlar, ama bunun çok daha açık seçik olan sonucu ise konuşma, söylem,
8
tartışma içindeki düzensizliklerdir. İnsanlar buluşlarını, muhakemelerine ve bilgilerini
birbirlerine koca bir kanal olan dil ile aktarırlar. Bunu kötü kullanan kimse, nesnelerin kendi
içinde olan bilgi pınarlarını bozmasa da gücünün el verdiği kadar, insanoğlunun yararına ve
genel kullanıma hizmet eden dağıtım ağının borularını tıkar ya da kırar.” 7 Biz de, iletişim
ağının tıkanmaması, kırılmaması adına ana dilimizin etkin ve yetkin bir biçimde
kullanılmasına özen göstermeliyiz.
1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Özmen; Özne Üzerine Düşünceler, (V. Uluslar arası Türk Dili Kurultayında
sunulan bildiri)
2 Ahmet Cevat Emre, Türkçede Cümle: II. İsim Cümlesi, Belleten 1955 s. 23-58
3 Zeynep Korkmaz, Eski Anadolu Türkçesindeki –van / -ven, -vuz / -vüz Şahıs ve Bildirme Eklerinin Anadolu
Ağızlarındaki Kalıntıları, TDAY-Belleten 1964, s. 44
4 age. s. 46 vd.
5 Kemal Eraslan, Türkçede Kısalma Hâdisesi, Uluslar arası Türk Dili Kongresi 1992, s. 39
6 age. s. 39-40
7 John Locke, Essay Concerning Human Understanding, III. Kitap, 11. Bölüm, 5. Kısım