Bayram Cigerli Blog

Bigger İnfo Center and Archive
  • Herşey Dahil Sadece 350 Tl'ye Web Site Sahibi Ol

    Hızlı ve kolay bir şekilde sende web site sahibi olmak istiyorsan tek yapman gereken sitenin aşağısında bulunan iletişim formu üzerinden gerekli bilgileri girmen. Hepsi bu kadar.

  • Web Siteye Reklam Ver

    Sende web sitemize reklam vermek veya ilan vermek istiyorsan. Tek yapman gereken sitenin en altında bulunan yere iletişim bilgilerini girmen yeterli olacaktır. Ekip arkadaşlarımız siziznle iletişime gececektir.

  • Web Sitemizin Yazarı Editörü OL

    Sende kalemine güveniyorsan web sitemizde bir şeyler paylaşmak yazmak istiyorsan siteinin en aşağısında bulunan iletişim formunu kullanarak bizimle iletişime gecebilirisni

AKARSU VE AKARSU ŞEKİLLERİ

ÜNİTE

AKARSU VE AKARSU ŞEKİLLERİ

HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

1. Akarsu, sel ve akan su kavramlarını araştırınız. Bunlar arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları öğreniniz.

2. Çevrenizde akarsu var mıdır? Dere, öz, çay, su, ırmak ve nehir kavramlarını araştırarak öğreniniz.

3. Türkiye’deki akarsular hangi denizlere dökülmektedir? Bir harita üzerinde inceleme yaparak öğreniniz.

4. Havza, açık havza ve kapalı havza kavramlarını araştırarak öğreniniz.

A. TÜRKİYENİN AKARSULARI

Türkiye akarsular bakımından şanslı bir ülkedir. Özellikle doğu ve güney komşularına göre zengin bir ülke sayılır. Akarsularımız uzunluk akıttıkları su miktarı (Debi), beslenme şekilleri ve su miktarının yıl içindeki değişimi (Rejim) bakımından farklı özellikler gösterir. Ancak Türkiye akarsuları bütünüyle düşünüldüğü zaman bazı ortak yönleri ortaya çıkar.

1. Akarsularımızın Genel Özellikleri

Türkiye akarsularının ortak özelliklerinin başında genellikle kısa boylu olmaları gelir. Kızılırmak, Yeşilırmak Fırat ve Dicle dışındaki akarsularımız kısa boyludur. Sınırlarımız içinde doğup ve kendi kıyılarımızdan denize dökülen en uzun akarsuyumuz olan Kızılırmak’ın boyu 1355 km’dir. Akarsularımızın boylarının kısa olmasının başlıca nedeni; ülkemizin bir yarımada olması ile Kuzey Anadolu dağları ve Toros dağlarının uzanış biçimidir. Bu dağlardan kaynaklanan ve denize dökülen akarsuların boyu çok kısadır. Çünkü bu dağlar, kıyıya çok yakın ve paralel olarak uzanmaktadır. Akarsularımızın bir başka ortak özelliği de hızlı akmalarıdır. Bunun başlıca nedeni, ülkemizde dağların fazla olması ve genellikle sıradağlar şeklinde uzanmasıdır. Bu akarsuların hızı da fazla olmaktadır.

Türkiye akarsularının pek çoğunun akıttığı su miktarı, mevsimlere göre önemli farklılıklar göstermektedir. Bu da ülkemizdeki farklı ilkim özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Genellikle yaz mevsiminde akarsularımızın akıttığı su azalır. Küçük akarsuların pek çoğu kurur.

İç Anadolu, Ege, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinin büyük kısmında durum böyledir. Buna karşılık ilkbahar ve kış mevsimlerinde akarsular birden canlanır ve bol su taşırlar. Çünkü bu mevsimlerde artan yağışlar ve eriyen kar suları akarsuları besler. Ancak Karadeniz Bölgesi’nin akarsularında durum farklıdır. Çünkü bu bölge ikliminin özelliği olarak, her mevsim yağış düşmekte ve akarsuları beslemektedir.

Akarsularımızın pek çoğu ülke sınırları içinden doğmakta ve kendi topraklarımızdan denize dökülmektedir. Fırat, Dicle, Aras, Kura ve Çoruh ırmakları ise topraklarımızdan doğdukları halde ülke dışından denizlere veya göle ulaşmaktadır. Meriç ve Asi ırmakları da ülkemiz dışından kaynaklarını alarak kıyılarımızdan denize dökülmektedir.

Resim 1: Yurdumuzdan bir akarsu görüntüsü

Akarsularımız genellikle açık havzaya sahiptir. Van gölü, Tuz gölü ve göller yöresi kapalı havzalarındaki küçük akarsular dışında kalanlar denizlere ulaşırlar. Yani açık havzaya sahiptirler.

Akıttıkları su miktarının yıl içinde değişmesi, sel olaylarının sıkça görülmesi, yatak eğimlerinin ve hızlarının fazla olması nedenleriyle, akarsularımızda ulaşım imkanları çok sınırlıdır.

2. Başlıca Akarsularımız

a. Karadeniz’e Dökülen Akarsular

Çoruh: Mescit dağlarından doğar. En önemli kolları Doğu Anadolu’dan gelen Oltu ve Tortum çaylarıdır. Bu ırmağın vadisi çok dar ve derindir. Çevresindeki dağlık alana göre 1000 metreden daha fazla gömülmüştür. Gürcistan topraklarında Batum’dan Karadenize dökülür.

Yeşilırmak: Bu ırmağın en uzun kolu olan Kelkit, Doğu Karadeniz’de Gümüşhane dağlarından doğar. Batıya doğru Kelkit oluğu boyunca akar. Erbaa Ovası’nı geçtikten sonra batıdan gelen Yeşilırmak kolu ile birleşir ve kuzeye yönelerek oluşturduğu Çarşamba Deltasından Karadeniz’e ulaşır.

Kızılırmak: Sınırlarımız içinde doğarak kendi topraklarımızdan denize dökülen en uzun akarsuyumuzdur. En uzun kolu, Sivas doğusundan ( Kızıldağ) kaynağını alır. İç Anadolu’da büyük bir yer çizer. Kırmızı renkli tortullar arasından geçerken suları kırmızımsı bir renk alır. Tuz gölünün kuzeyinde, kuzeye doğru yönelir. Delice, Devrez ve Gökırmak kollarını aldıktan sonra oluşturduğu Bafra Ovasından denize ulaşır. Üzerinde Hirfanlı ve Altunkaya baraj gölleri bulunur.

Resim 2: Kızılırmak’tan bir görünüş

Sakarya: Bu ırmak, Afyon kuzeyindeki Emir Dağından doğar. Batıdan Porsuk, doğudan da Ankara Çayı’nı alır. Batıya doğru büyük bir kavis çizdikten sonra kuzeye yönelir. Adapazarı Ovası2nı geçtikten sonra Karadeniz’e ulaşır. Üzerinde Hasan Polatkan ve Gökçekaya barajları kurulmuştur.

b. Marmara Denizine Dökülen Akarsular:

Bu akarsular Marmara denizine güneyden dökülürler. Güney Marmara bölümüyle İç Batı Anadolu’dan kaynaklanırlar. Kısa boylu olan bu akarsuların en önemlisi Susurluk Çayı’dır.

Susurluk: Simav Çayı adıyla, Simav yakınlarından doğar. Karacabey Ovasını geçtikten sonra Uludağ’dan kaynağını alan Nilüfer Çayı ile birleşir ve Susurluk olarak Marmara denizine ulaşır.

Susurluk Çayı’ndan başka güney Marmara bölümünden doğan bazı küçük çaylar da vardır. Bunların bazıları denize ulaşırken bazıları da göllerde son bulmaktadırlar.

c. Ege Denizine Dökülen Akarsular:

Ege denizine dökülen akarsular, Marmara ve Ege bölgesi toprakları üzerindedir. Bunların başlıcaları kuzeyden güneye doğru Meriç, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes ırmaklarıdır.

Meriç: Kaynağını Bulgaristan topraklarından alır. Edirne’de Tunca ile birleşir. Genel olarak kuzey – güney yönünde akarak Türkiye – Yunanistan sınırını oluşturur. Doğudan gelen Ergene Çayı’nı da aldıktan sonra Ege denizine ulaşır.

Gediz: İç Batı Anadolu Eşiğindeki Murat Dağından doğar. Çeşitli kolları aldıktan sonra Gediz grabenini takiben batı yönünde akar. Yakın bir zamana kadar İzmir Körfezinin iç kesimine dökülürken, yatağının değiştirilmesi sonucu, Menemen Ovası’nı geçtikten sonra Foça güneyinde denize ulaşmaktadır. Gediz ırmağı üzerinde Demirköprü Barajı bulunmaktadır.

Küçük Menderes: Bozdağlardan kaynağını alır. Birçok küçük kolla birleşerek Küçük Menderes Grabeni içinde büklümler yaparak akar. Kuşadası Körfezi’nin kuzeyinde Selçuk yakınlarında denize ulaşır.

Resim 3: Yurdumuzdan bir akarsu görüntüsü

Büyük Menderes: Önemli kaynaklarını İç Batı Anadolu, Göller yöresi ve Menteşe yöresinden alır. Ana akarsu aynı adı taşıyan graben içinde batı yönünde, menderesler yaparak akar ve denize dökülür. Bu akarsuyun üzerinde Adıgüzel ve Kemer barajları kurulmuştur.

d. Akdeniz’e Dökülen Akarsular:

Asi dışındaki Akdeniz’e dökülen akarsular, Toros dağlarından gelen sulardır. Bunların başlıcaları batıdan doğuya doğru şöyle sıralanır:

Aksu: Kaynağını Isparta yakınlarından alır. Karstik alanlarda genellikle kuzey – güney yönünde akarak Antalya Körfezi’ne dökülür.

Göksu: Taşeli Plâtosu’nun kuzeyinden kaynaklarını alır. İki büyük kolunu Mut yakınlarında aldıktan sonra oluşturduğu Silifke Ovası’ndan denize ulaşır. Göksu’nun vadisi kalker araziye çok yerde yüzlerce metre gömülmüştür. Yer yer kanyon vadiler oluşturmuştur. Akarsu bazen de karstik tünellerden geçer.

Seyhan: Zamantı Çayı adıyla Uzunyayla’dan doğar. Göksu kolu ile birleşerek Seyhan adını alır. Adana yakınlarında oluşturduğu Adana Ovası’na ulaşır. Burada büklümler yaparak Mersin Körfezi’ne dökülür. Bu ırmak üzerinde Seyhan barajı kurulmuştur.

Ceyhan: Elbistan havzasını kuşatan dağlardan kaynaklarını alır. Büyük bir yarma vadi ile Kahramanmaraş düzlüğüne ulaşır. Osmaniye yakınlarında Çukurova’ya girer. İskenderun Körfezi’nin batısında, Yumurtalık yakınlarında denize dökülür. Bu ırmak üzerinde Aslantaş ve Menzelet barajları vardır.

Asi: Lübnan’dan doğar. Kızıldeniz’den Kahramanmaraş’a kadar uzanan büyük bir grabeni kuzey kesimini takip ederek Antakya’nın doğusundan topraklarımıza girer. Amik Ovası’nın güneyinde bir yay çizerek tekrar güneye yönelir. Samanda yakınlarında Akdeniz’e ulaşır.

Resim 4: Asılı Vadi

e. Basra Körfezi’ne Dökülen Akarsular:

Fırat: Kaynağını topraklarımızdan alan ve sınırlarımız dışında denize dökülen en uzun akarsuyumuzdur. En önemli iki konu Karasu ve Murat’tır. Doğu Anadolu’daki dağlık yörelerden, çeşitli boğazlardan geçerek akan bu iki büyük kol Keban Barajı’nda birleşir. Daha sonra Malatya Havzası’ndan geçer. Güneydoğu tarafları Torosları boğazlarla geçtikten sonra Gaziantep – Şanlıurfa platolarını derin bir biçimde yararak sınırımızı terk eder ve Suriye’ye girer. Irak’ın güneyinde Basra Körfezi yakınlarında Dicle ile Şat-ül Arab’da birleşerek Basra Körfezi’ne dökülür. Üzerinde Atatürk, Karakaya ve Keban Barajları vardır.

Dicle: Güneydoğu Toroslardan geçen çok sayıdaki küçük kollarla beslenir. Cizre güneyinde Türkiye – Suriye sınırını oluşturduktan sonra Habur ( Hezil) Çayı ile birleşir ve Irak topraklarına girer. Daha sonra, Hakkari Bölümü’nden beslenen Zap suyu ile birleşir ve güneye doğru akar. Şat-ül Arab’da Fırat ile birleşerek Basra Körfezi’ne dökülür. Üzerinde başta Devegecidi barajı olmak üzere çok sayıda küçük baraj vardır.

f. Hazar Denizi’ne Dökülen Akarsular:

Bunlar topraklarımızdan çıkarak Azerbaycan’da birleşip Hazar gölüne dökülen Kura ve Aras ırmaklarıdır.

Kura: Kars yakınlarından kaynaklarını alır. Ardahan plâtosunu geçtikten sonra Gürcistan topraklarına girer. Daha sonra Azerbaycan topraklarına giren Kura, Aras ile birleşerek Hazar gölüne dökülür.

Aras: Erzurum’un güneyinde Bingöl dağlarından sonra büyük bir yay çizerek Ağrı Dağı’nın doğusundan Dilucu mevkiinde Türkiye – Ermenistan – Nahcivan – İran sınır kavşağından geçer. İran’ın kuzey sınırını oluşturduktan sonra Azerbaycan topraklarında Kura ile birleşerek Hazar gölüne dökülür.

3. Akarsu Havzalarımız:

Akarsularımızın çoğunun havzası açıktır. Yani bu akarsular, açık denizlere dökülmektedir. Bazı akarsularımız ise sularını açık denizlere ulaştıramamaktadırlar. İşte bunların havzaları kapalı havzalardır.

Kura ile Aras ırmakları Türkiye dışında bulunan Hazar gölü kapalı havzasına akarlar.

a. Türkiye’deki Kapalı Havzalar:

Konya Kapalı Havzası: Kuzeyden Obruk plâtosu, güneyden ise Toros dağlarının etekleriyle sınırlandırılmıştır. Doğu – batı yönünde uzanan büyük bir kapalı havzadır. Beyşehir Gölü ile Toroslardan ve Obruk Plâtosundan gelen sular, bu kapalı havzada toplanır. Ancak bu sular fazla değildir. Konya, Karapınar, Karaman ve Ereğli yakınlarında tuzlu bataklıklar ve geçici göller oluşmuştur. Onun için verimsiz düzlükler geniş alanlar kaplar.

Tuz Gölü Kapalı Havzası: Haymana Cihanbeyli ve Obruk plâtoları arasında yer alan tektonik bir çukurluktur. Gölün çevresinde tuzlu topraklar vardır. İçerisinde tuz gölünün de bulunduğu bu kapalı havzaya, çevreden çok küçük ve geçici akarsular su taşımaktadır. Bu sular çevre arazilerden çözdükleri tuzları, bünyelerine alarak göle taşırlar. Onun için göl suları çok tuzludur. Çözelti halinde bulunan tuzlar, şiddetli buharlaşma sonucu göl dibinde kristalleşerek tuz oluşturur.

Afyon Akarçay Kapalı Havzası: Sultan Dağlarının kuzeyinde yer alır. Çökme sonucu oluşan bu kapalı havzada Akşehir, Eber ve Karamut gölleri bulunur. Sultan dağlarında ve çevreden gelen küçük derelerin suları bu göllerde toplanır. Akşehir Gölü’nün suları, tuzlu olduğu için içme ve kullanmaya uygun değildir. Eber gölü sularını, daha çukurda olan Akşehir Gölü’ne boşaltır. Bunun için bu gölün suları tatlıdır.

Afyon Akarçay Havzası, tuz gölü ve Konya Havzası kadar kurak bir havza değildir.

Kırşehir’in doğusunda çok küçük bir kapalı havza olan Seyfe Gölü havzası bulunur.

Resim 5: Seyfe Gölü

b. Göller Yöresi Kapalı Havzaları:

Burdur Kapalı Havzası: Burdur Gölü’nün de içinde yer aldığı havzadır. Bu havza, kuzeydoğu –güneybatı yönünde uzanan tektonik bir çukurluktur. Havza, en çok güneyden beslenir. Ayrıca çevreden gelen bir çok küçük derelerde vardır.

Harita 1: Türkiye’nin akarsu havzaları

Acıgöl Kapalı Havzası: Merkezinde acı göl bulunur. Çevreden gelen küçük geçici sular hep bu göle dökülür. Beslenmesi zayıf, buna karşılık buharlaşma fazla olduğu için gölün suları acıdır.

Ayrıca bu iki kapalı havzanın güneyinde Salda, Çorak ve Kestel gölleri de çevrelerine göre küçük birer kapalı havza oluştururlar.

c.Van Gölü Kapalı Havzası: Yurdumuzun doğusunda bulunan büyük bir kapalı havzadır. Bu kapalı havzanın oluşumunu tektonik hareketler ve Nemrut Volkanı sağlamıştır. Havzanın en çukur yerini Van Gölü doldurmuştur. Bu havzanın etrafı, yüksek dağlarla çevrili durumdadır. Buralardan gelen sular Van Gölü’ne toplanır. Göl, en çok doğudan ve kuzeyden gelen derelerle beslenir.

Van Gölü’nün suları sodalıdır. Bu durum gölün kuzeyinde bulunan ve soda içeren volkanik kökenli kayalardan, sodanın sular tarafından çözülerek göle taşınmasının sonucudur.

4. Akarsularımızın Rejimleri:

Akarsu rejimi, akarsuların akıttığı su miktarının yıl içindeki değişmelerine ve beslenme şekillerini ifade eder. Bazı akarsuların yatağındaki su miktarı, yıl içinde belirgin bir azalma ve çoğalma göstermez. Sürekli yağışlarla beslenen Doğu Karadeniz Bölümü akarsuları böyledir. Bir kısım akarsularda ise akım yılın belirli aylarında düzenli olarak azalır ve çoğalır. Kurak dönemde sular iyice çekilir, hatta tamamen kururken, yağışlı dönemde yatak tamamen sularla dolar. Yurdumuzda bu tür akarsuların tipik örnekleri, Akdeniz ikliminin etkili olduğu yerlerde görülür. Bu özellikleri gösteren akarsuların rejimlerine düzenli rejim denir. Düzenli rejimli akarsularda her yılın akım grafiği bir birine çok benzer. Ancak bu rejimde de zaman zaman düzensizlikler görülür. Sağanak yağışlara ve hava sıcaklığındaki beklenmedik artışlara bağlı olarak ortaya çıkan kar erimeleri sonucu seller oluşmaktadır.

Bazı akarsuların yataklarındaki su miktarı ise yıl içinde belirsiz zamanlarda artar. Kurak bölgelerdeki akarsular böyledir. Çünkü buralardaki yağışlar çok düzensizdir. Bu bölgelerdeki akarsuların rejimlerine düzensiz rejim denir.

Akarsular genellikle yağmur, kar, buz ve kaynak sularıyla, bazı akarsularda göl sularıyla beslenir. Bunlardan sadece bir tanesi ile beslenen akarsulara sade rejimli akarsular denir. Ancak sade rejimli akarsular çok azdır. Ülkemizdeki akarsular genellikle hem yağmur hem kaynak hem de kar ve buz suları ile beslenir. Bu akarsuların rejimine de karma rejim denir.

Harita 2: Türkiye’nin başlıca baraj gölleri, gölleri ve akarsu ağı

5. Türkiye’deki Sade Ve Karma Rejimli Akarsular:

a.Yağmur Suları ile Beslenen Akarsular:

Ülkemizdeki akarsuların bir kısmı yağmur suları ile beslenir. Genellikle Akdeniz iklimi özelliklerinin etkili olduğu yörelerimizde, yaz kuraklarının etkisi akarsulara doğrudan yansımaktadır. Bu nedenle yaz aylarında bu akarsularımızın yataklarındaki sular ya çok azalmakta ya da tamamen kurumaktadır. Kasım ayından sonra su miktarında hızlı bir artış görür. Ocak, şubat ve mart aylarında akarsuların debisi en yüksek değerine ulaşır.

Grafik 1: Ceyhan ırmağının yıllık akım grafiği

Ege Bölgesi’ndeki akarsular ve Akdeniz Bölgesi’nde karstik kaynaklarla beslenmeyen akarsular bu rejime sahiptir. İç Anadolu Bölgesi’ndeki akarsularımız da yağmur sularıyla beslenen akarsulardır. Buralar da az da olsa, kar suları akarsuların beslenmesine katkıda bulunmaktadır.

b. Kar ve Buz Suları ile Beslenen Akarsular:

Bu akarsular, yüksek dağlardan beslenirler. Buralarda bulunan kar ve buzlar, sıcak aylarda eriyerek akarsulara karışır. Bunun sonucu olarak Türkiye’de ilkbahar aylarında ve yaz başlarında akarsuların debisi en yüksek değerine ulaşır.

Türkiye’de kar ve buz sularıyla beslenen akarsular, Doğu Karadeniz bölümünden, Hakkari bölümünden ve Doğu Anadolu’nun yüksek dağlarından beslenen akarsular.

c.Kaynak Sularıyla Beslenen Akarsular:

Türkiye’de kaynak sularıyla beslenen akarsular, genellikle küçük akarsulardır. Manavgat Çayı buna güzel bir örnektir. Bu çay, Toros dağlarından doğan karstik kaynaklarla beslenir.

Bir kısım akarsularımızın bazı kolları da kaynak suları ile beslenmektedir. Bu kaynaklar genellikle karstik kökenlidir. Fırat’ın bir kolu olan Sultan suyu, bir karstik kaynaktan beslenmektedir.

d.Çölden Çıkan Akarsular:

Bazı akarsularımız kaynaklarını göllerden alırlar. Göl sularını boşalttıkları için bu akarsulara göl ayağı (gideğen) da denilmektedir. Bunlar küçük akarsulardır. Yağışlı dönemde gölün suları yükseldiği zaman bu akarsular canlanır. Göl suyu seviyesi düştüğü zaman ise akarsular kurumaktadır. Onun için bunların çoğu geçici akarsulardır. Bu akarsuların başında Çarşamba suyu gelir. Beyşehir Gölü’nün sularını Konya Ovası’na akıtır.

Eğridir Gölü’nden çıkan Kovada suyu, güneye doğru akarak Kovada gölüne dökülür.

Göllerden kaynaklanan akarsulardan başka, bataklıklardan çıkan akarsular da vardır.

Grafik 2: Kızılırmak’ın yıllık akım grafiği

e. Karma Rejimli Akarsular:

Ülkemizde kısa mesafelerde iklim özellikleri değişmektedir. Bu nedenle uzun boylu akarsularımızın yukarı ve aşağı çığırları farklı iklim bölgelerinde bulunmaktadır. Ayrıca aynı akarsuyun değişik kolları değişik şekillerde beslenebilmektedir. Fırat ırmağının kollarından Sultan suyu, bir karstik kaynaktan beslenirken diğer büyük kolları yüksek dağlardan eriyen kar ve buz sularıyla beslenmektedir. Aynı zamanda yağmurlar da bu ırmağı önemli ölçüde güçlendirmektedir. Bunlardan anlaşılacağı gibi, ülkemizde büyük akarsular karma rejimlidir. Karma rejimli akarsular, bir yandan yağmur sularıyla beslenirken diğer yandan da eriyen kar, buz suları ve kaynak sularıyla güçlenen akarsulardır. Kızılırmak, Yeşilırmak ve Fırat bunların başında gelir.

6. Türkiye’de Akarsuların Oluşturduğu Şekiller:

Akarsular yeryüzünün şekillenmesinde en etkili olan dış kuvvetlerdir. Çünkü, kutup bölgeleri, çöller ve dağların yüksek kısımları dışında kalan yerlerde akarsular etkilidir. Sahip olduğu konum, iklim ve topoğrafya özelliklerinden dolayı Türkiye de akarsuların etkili olduğu ülkeler arasındadır.

Türkiye’deki akarsu sistemi Üçüncü Jeolojik Zaman’ın sonunda, orojenik hareketlerin bitmesiyle oluşmaya başlamıştır. Daha sonraki epirojenik hareketler sonucu meydana gelen yükselmeye bağlı olarak akarsular, vadilerine iyice gömülmüşlerdir. iç kuvvetlerin hazırlamış olduğu ana yer şekilleri akarsular tarafından işlenmekte ve değiştirilmektedir. Böylece akarsu sistemi de gelişerek bugünkü şeklini almıştır. Yeryüzünün ve Türkiye’nin şekillenmesini sağlayan akarsular şekillerini iki yolla oluştururlar.

B. AŞINDIRMA ve BİRİKTİRME

Akarsu aşındırmasının bağlı olduğu etkenler; suyun miktarı, yatak eğimi, akarsuyun hızı taşıdığı yük miktarı taş ve tabakaların özellikleri gibi faktörlerdir.

Akarsuların aşındırması; su kütlesinin yatak kenarlarına çarpması, içlerindeki kum ve çakılların çarpması ve suyun çözmesi sonucu meydana gelir.

Resim 6: Kanyon Vadi

1.Aşındırma Şekilleri:

Türkiye’de akarsu aşındırmasının etkili olmasını başta gelen nedeni, yüksek dağların fazlalığıdır. Çevrelerine göre çok yüksek olan Kuzey Anadolu Dağları ve Toros Dağlarından kaynaklanan akarsular, hızla akarlar. Onun için de aşındırma güçleri fazladır.

Şekil 1: Kertik vadi (A) ve Tabanlı vadi (B)

Türkiye’de akarsuların aşındırmayla oluşturdukları şekillerin başında vadiler gelir. Vadiler, akarsuların içinde aktığı uzun çukurluklardır. Vadiler, akarsuların yaptığı aşındırmayla yanlamasına, derinlemesine gelişir. Diğer yandan da geriye aşındırma sonucu boylarını uzatırlar.

Resim 7: Yarma Vadi

Akarsuların derine aşındırması, döküldükleri deniz veya gölün seviyesine kadar devam eder. Akarsular bu seviyeye göre yapabilecekleri aşındırmayla vadilerine enine, derinlemesine ve boyuna uzatırlar.

Yamaçlardaki vadiler, tabansız vadilerdir. Bunlara kertik vadi ya da “V” denir.

Dik yamaçlarda eğim fazla olduğu için hızla akar. Onun için aşındırma güçleri fazladır. Bu vadiler büklüm yapmadan uzanır. Enini aşındırmadan çok derine aşındırma etkilidir. Onun için yamaçlar diktir. Doğu Karadeniz Dağlarının kuzeye bakam yamaçlarındaki sıka boylu vadiler böyledir.

Düz yerlerdeki akarsu vadileri, geniş tabanlıdır. Böyle vadiler içinde akarsular büklümler yaparak akar. Bu vadiler de derine aşındırma yavaşlamış enine aşındırma devam etmektedir. Geniş vadi tabanı içerisinde akarsa yayvan bir yatak içinde akar. Tabanlı vadilerin yamaçları yatıktır. Düzlüğe ulaştıkları yerlerdeki vadilerde geniş tabanlıdır.

Türkiye’de akarsuların oluşturduğu başka bir vadi biçimi de boğazlar akarsuların sert kütle içinde açmış oldukları dar ver derin vadilerdir. Akarsular sert kütleleri adeta yararak geçmişlerdir. Bu yüzden bu boğazlara yarma vadiler denir.

Yatay tabakalı arazi içine oyulmuş bulunan boğazlara kanyon vadi denir. Türkiye’de bu tip vadilere Torosların yatay tabakalı kalkerleri içerisinde rastlanır.

Türkiye’deki bir başka akarsu aşındırması da dev kazanıdır. Bunlar akarsu yatakları içinde çağlayan ve çavlanlarda suyun düştüğü yerde oluşan çukurluklardır. Buralarda biriken sular küçük göller oluşturmuştur. Akdeniz Bölgesi’nde Düden ve Manavgat akarsularında tipik örnekleri vardır.

Resim 8: Kızılırmak’ın yaptığı mendereslerden birtanesi

Bazı akarsular geniş vadi tabanlarında büklümler yaparak akar. Bunlara Menderes denir. Mendereslerin oluştuğu yerde vadi tabanının eğimi çok azdır. Eğer Menderesler vadi tabanına gömülmüş ise bunlar gömük menderes olarak isimlendirilir.

Akarsularla birlikte yağmur, selcik ve sel sularının meydana getirdikleri başka bir aşınım şeklide peri bacalarıdır. Bunlar, volkan tüfleri içinde oluşmuş çok özel şekillerdir. Aynı arazide rüzgar aşındırmasının da etkisi ile mantar kaya (şeytan masası) gibi şekiller oluşur.

Peri bacaları, vadi ve plato yamaçlarında yağmur, selcik ve sel sularının oluşturduğu yarıntılar arasında meydana gelen piramit şeklindeki oluşuklardır. Bunların bazıların tepesinde sert bir tabaka kalıntısı bulunmaktadır. Örnek Ürgüp – Göreme – Nevşehir çevresinde peri bacısı örnekleri vardır.

Resim 9: Peri bacaları

Peneplenler, başta akarsular olmak üzere rüzgar erozyonu ve yüzeysel erozyonun da etkisi ile meydana gelir. Tam olarak oluşabilmesi için çok uzun bir süre yer kabuğu hareketlerinin olmaması gerekir.

2. Biriktirme Şekilleri:

Akarsuların oluşturdukları şekillerin bir kısmı da onların taşıdıkları malzemeyi biriktirmeleri sonucu oluşur. Bunların başında birikinti konileri gelir.

Birikinti konileri akarsuların taşıma güçlerinin iyice azaldığı yerlerde oluşur. Dik yamaçlar boyunca akarsular hızlı akar. Bu suların aşındırma ve taşıma güçleri de fazladır. Ancak akarsular birden düzlüğe ulaştıkları zaman hızları ve alüvyon taşıma güçleri azalır. Bunun sonucu akarsular yamaçlardan taşıdıkları alüvyonları düz yerlerde biriktirirler. Birikinti konilerini daha yayvan olanlarına da birikinti yelpazeleri denir.

Bir başka birikinti şekli ise deltalardır. Bunlar akarsuların taşıdıkları alüvyonların deniz veya göl kıyılarında birikmeleri sonucunda olur. Deltaların oluşabilmesi için gel – git olayları, deniz akıntıları ve dalgaların güçlü olmaması gerekir. Aksi halde akarsuların kıyıya getirdiği alüvyonlar, bu hareketler sonucu deniz açıklarına taşınır ve delta oluşamaz.

Şekil 2: Birikinti konisi

Örnek: Bafra, Çarşamba, Silifke ve Çukurova

Akarsu yataklarında meydana gelen kum adaları da birikinti şeklidir. Bunlar, kurak mevsimde akarsu yataklarında suların azalması sonucu oluşan geçici şekillerdir.

Akarsular tarafından oluşturulan sekiler, önce biriktirilen alüvyonların daha sonra aşındırılmasıyla olur. Aşındırma sonucu bazen alüvyonların altındaki ana kaya da kazılır. Sekiler, önceki vadi tabanlarının akarsularla yeniden kazılması sonucu yüksekte kalmış düzlüklerdir. Akarsu yataklarının kenarlarında basamaklar şeklinde bulunurlar.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Akarsular bakımında bölgelerimiz arasındaki önemli farklılıklar hangi nedenlerden kaynaklanmaktadır?

2. Akarsularımızın ülke ekonomisine katkıları nelerdir?

3. Ülkemizdeki akarsuların ortak özellikleri nelerdir?

4. Türkiye’de hangi kapalı havzalar vardır? Kapalı havzaların oluşumundaki etkenler nelerdir?

5. Akarsu vadisinin boyu neden geriye doğru uzar? Araştırınız.

SÖZLÜK

A

Açık havza : Sularını denize ulaştırabilen alan.

Akarsu : Kaynak ve yağmur sularıyla ya da eriyen kar ve buzul sularıyla beslenen, belirli bir yatak boyunca, uzun süre akan sular.

Akarsu ağı : Bir akarsuyun, kollarıyla birlikte kendi havzası içinde oluşturduğu sistem.

Akarsu çığırı : Akarsuyun kaynağıyla ağzı arasında takip ettiği yol.

Akarsu rejimi :Akarsuyun yatağından akıtmış olduğu su miktarının yıl içerisinde göstermiş olduğu değişiklikler.

Akım : (Debi) Bir akarsu yatağının belirli bir kesitinde akıtmış olduğu su miktarı.

Alüvyon : Akarsular tarafından taşınarak düz yerlere biriktirilen çakıl, kum, mil ve kilden oluşan materyalin genel adı.

B

Baraj : Gerisinde su biriktirmek amacıyla akarsu vadisinin uygun yerine yapılan toprak, taş veya beton sırt.

Birikinti Konisi : Akarsuların taşıdıkları alüvyonları yamacın bitip düzlüğün başladığı yerde biriktirmesiyle oluşan şekil.

D

Debi : Akım

Drenaj : Taban suyunun yüksek olduğu yerlerde fazla suların açılan kanallarla havza.

H

Havza : Akarsuların su toplama alanları.

P

Peneplen : Yontuk düz.

Şelale : Şavlan

T

Taşkın : Sağanak yağışlar ve ani kar erimeleri sonucu akarsu ve sel yatağına sığmayan fazla suların çevre arazilere yayılması.

KAYNAKÇA

İZBIRAK, R., Sular Coğrafyası, Ankara 1987

ATALAY, İ., Türkiye Coğrafyası, Ankara 1989

ŞAHİN, C., Coğrafya I, İstanbul 1990

ERİNÇ, S. , Jeomorfoloji I, İstanbul 1982

akar sularda aşındırma

AKARSULARDA AŞINDIRMA

· Kimyasal aşındırma: Akarsuyun geçtiği yerlerdeki kolay eriyebilen kayaları eriterek beraberinde taşıması olayıdır.

· Mekanik aşındırma: Akarsuların aşındırması daha çok mekanik yolla gerçekleşir.

Mekanik Aşındırmada Etkili Olan Faktörler

· Akarsu yatak eğiminin ve akış hızının fazla olması,

· Akarsuyun akımının yüksek olması,

· Akarsuyun yük miktarının fazla olması,

· Akarsuyu yatağı çevresindeki bitki örtüsünün cılız olması,

· Akarsu yatağındaki kayaların kolay aşınabilir olması mekanik aşındırmayı artırır.

*Akarsular aşındırma faaliyetini daha çok ağızdan kaynağa doğru geri aşındırma şeklinde gerçekleştirir.

*Denize dökülen bir akarsu yatağını en son deniz seviyesine kadar aşındırır. Buna taban seviyesi (genel kaide seviyesi) denir. Göle dökülen akarsu da yatağını en son göl seviyesine kadar yapar. Buna da yerel kaide seviyesi denir.

Denge Profili: Akarsuların yatağını ağızdan kaynağa doğru geri aşındırarak düzleştirmesiyle oluşan iç bükey eğriye denir. Türkiye akarsuları denge profiline ulaşmamışlardır. Sebebi : Türkiye’nin bugünkü yer şekillerinin yakın bir dönemde oluşmuş olmasıdır.

Denge Profiline Kavuşan Akarsuyun Özellikleri

Yatak eğimi azdır.

Akış hızı ve enerji potansiyeli azdır.

Aşındırma gücü azalmıştır.

Taşımacılığa elverişlidir.

AŞINDIRMA ŞEKİLLERİ

VADİ

Akarsuların aşındırarak içinde aktığı , sürekli inişi olan yatağına denir.

Vadi Tipleri

ÇENTİK VADİ ("V" BİÇİMLİ)

Akarsu yatak eğiminin fazla olduğu alanlarda derine aşındırmanın etkisiyle oluşurlar. Türkiye'de en fazla görülen vadi şeklidir.

BOĞAZ (YARMA)VADİ

Akarsular tarafından dağların enine yarılması sonucu oluşan ve profilleri “u” harfine benzeyen vadilerdir. Türkiye’de en fazla Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde görülür. Kıyı ile iç kesim arasında önemli geçit yollarıdır.

KANYON VADİ

Daha çok karstik arazilerde oluşan derin ve dik yamaçlı vadilerdir. Boğaz vadilere benzerler. Ör: Göksu vadisi ve Köprülü kanyonu. Dünyanın en büyük kanyonu A.B.D’de Colorado( Büyük Kanyon) kanyonudur.

TABANLI VADİ

Akarsu yatak eğiminin az olduğu alanlarda yana aşındırmanın etkisiyle oluşur.Ör: Ege Bölgesi akarsu vadilerinde olduğu gibi.

MENDERES (BÜKLÜM)

Akarsu yatak eğiminin az olduğu alanlarda , akarsuyun büklümler yaparak akması sonucu oluşurlar.

Menderesler oluşturan bir akarsuyun özellikleri

Yatak eğimi azdır.

Akış hızı azdır.

Aşındırma gücü azalmıştır.

Akarsuyun uzunluğu artmıştır.

Sık sık yatak değiştirir.

Hem aşındırma, hem de biriktirme yapar.

*Akarsularda menderes olayı en fazla Ege Bölgesi'nde görülür.

PERİBACALARI

Volkanik arazilerde ( kalın tüflü arazilerde) sel aşındırması sonucu oluşur. Kalın tüf örtüsü içindeki kayalar, yüzeyi kaplayarak akan sel sularının aşındırıcı etkisine karşı altlarındaki tabakaları korurlar. Zamanla çevresine göre aşınmamış yer şekilleri oluşur. Bunlara peribacaları denir. Ör: En yaygın olarak İç Anadolu Bölgesi'nde , Orta Kızılırmak Bölümünde Nevşehir (Ürgüp, Göreme, Avanos) çevresinde görülür. Peribacalarının oluşmasında rüzgarların etkisi dolaylıdır.KIRGIBAYIR(Badlan Kötü arazi)

ds:

Eğimin fazla , bitki örtüsünün seyrek olduğu milli, tüflü arazilerde sel sularının araziyi çok sık bir şekilde yarması ile oluşan yer şekilleridir. En fazla İç Anadolu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinde görülür. Bu tür arazilerde tarım yapma imkanı yoktur.

DEV KAZANI

Akarsuların şelale şeklinde aktığı yerlerde, suların düşme alanında aşındırma ile oluşan çukurluklara denir. Ör: Manavgat, Kurşunlu, Düden şelalelerinde olduğu gibi.

PENEPLEN (Yontuk düz)

Yer şekillerinin deniz seviyesine kadar aşındırılması ile ortaya çıkan hafif dalgalı düzlüklerdir. Türkiye’de ova ve platoların yüksekte kalmasının sebebi: III. zaman sonlarında peneplen haline gelen yerlerin tekrar yükselmiş olmasıdır.

PLATO

Akarsular tarafından derince yarılmış yüksek düzlüklere denir. En fazla İç Anadolu Bölgesinde görülür.

İç Anadolu Bölgesi: Haymana, Cihanbeyli, Obruk, Bozok, Uzun yayla.

Akdeniz Bölgesi: Taşeli ve Teke platoları (Karstik arazi üzerinde oluşmuşlardır.)

G.Doğu Anadolu Bölgesi: G. Antep ve Ş.Urfa platoları

Doğu Anadolu Bölgesi: Erzurum-Kars platoları (Volkanik arazi üzerinde oluşmuşlardır.)

Ege Bölgesi:Yazılı kaya platosu (bir kısmı İç Anadolu Bölgesi'nde yer alır.)

Marmara Bölgesi: Çatalca-Kocaeli Platolar

AŞINIM İZLERİ
1. Toprak renginin açıklığı, çeşitliliği ve dalgalılığı.
2. Bitki örtüsündeki zayıflamalar boşluklar.
3. Pulluk izini andıran aşındırma izleri.
4. Keskin kenarlı yarıntılar.
5. Etek ve aşağı derelerde kum çakıl ve yığılmaları.
6. Gölet, göl ve baraj gibi su toplama rezervuarlarının kil, mil ve molozla dolu olması.
7. Akan suların bulanıklığı vs.

ÜLKEMİZDE AŞINIM

Ülkemizin her bölgesi değişik derecelerde su aşınımı etkisindedir. Rüzgar aşınımı ise genellikle Orta Anadolu'nun güney kesimlerinde, Iğdır'da, Menemen'de ve bazı kumlu kıyı kesimlerinde yer yer etkilidir. Yapılan bazı araştırma sonuçlarına göre, ülkemiz kara yüzeyinin % 85'i ile işlenen tarım alanlarımızın % 73'ünün yoğun erozyon tehdidi altında olduğu ortaya çıkmıştır. Durum böyleyken sınıf olarak tarıma uygun olmadığı halde VI. ve VII. Sınıf 6 milyon hektar alan işlemeli tarım arazisi olarak yeteneğine uygun olmayan şekilde kullanılmaktadır. Bu alanların orman, çayır -mera gibi sürekli örtülü alana dönüştürülmesi gerekir. Keza aynı şekilde çayır, otlak, orman, çalılık gibi örtüyle kaplı işlemeli tarıma uygun I., II., III. ve IV sınıf araziler de vardır. Demek ki arazileri yeteneğine uygun kullanma da koruma önlemleri arasında önemli bir yere sahiptir.

Bu gidişle topraklarımız gittikçe verimsizleşecek, ekilebilen tarım alanlarımız, otlatılacak meralarımız daralacak ve tarım ürünleri ülkeye yeterli olmaktan çıkacaktır.

SU TOPLAMA HAVZALARINDA EROZYON VE SEDİMANTASYON SORUNU

Havza: Kısa bir tabirle dağ ve tepelerle sınırlanmış suları aynı denize, göle, gölete veya baraja akan kara parçasıdır. Yukarıda sayılan erozyon yaratıcı etkilerden dolayı, özellikle yoğun yağışlardan sonra toprağa sızamayan su yüzey akışına geçer. Arazinin çıplak olması, eğim, bilinçsiz insan faaliyetleri vb faktörler de buna eklenince su debisi kontrolsüz olarak artar. Bu arada sürükleme gücü de kazanarak kum kil mil taş gibi materyali de beraberlerinde taşıyarak havza sularının döküldüğü deniz, göl, gölet ve barajlara taşırlar.

Yapılan araştırmalar sonucunda; Çubuk-1 barajının 54 yılda % 70; Seyhan barajının 37 yılda % 40; Kartalkaya barajının 25 yılda % 30; Altınapa göletinin 18 yılda % 30 ve örneğimizdeki Güvenç göletinin su toplama rezervuarının 8 yılda % 30 oranında dolduğu yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrıca elimizde net bir veri olmamasına rağmen Keban barajı gölü hacminin önemli bir kısmının sedimantasyonla dolduğu bilinmektedir. Binlerce yılda meydana gelen tarımın, yaşamın altyapısı her şeyi topraklarımız erozyonla yerinden olmakta akarsularla ya yurtdışına çıkmakta ya da deniz göl, gölet ve barajlara akmaktadır. Barajlar ki özellikle GAP'ın tarihçesine baktığımızda bunun mühendislerimizin 200 yıllık bir rüyası olduğunu görürüz. Bu rüya ki bunun gerçekleşmesi çok büyük maddi ve manevi bir bedel ödememiz pahasına gerçekleşmiştir. Ama gelin görün ki bu tesisler erozyon ve bunun neticesi sediment taşınımı sonucunda dolarak işlev göremez hale gelmektedir. Ülkemizde yıllık erozyon sonucu taşınan 500 milyon m3'lük sedimentin 108 milyon m3' ünün GAP bölgesindeki barajlara aktığı hesaplanmıştır.

Bir ülkenin gölet ya da baraj yapması için maddi imkanlarının çok fazla olması bile tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Bu tür bir tesis için öncelikle depolamaya uygun topoğrafik yapı, jeolojik yönden geçirimsiz zemini elverişli iklim yönünden yağışı ve akışı yeterli havzaya sahip yerlerin olması gerekmektedir. Eğer bugün mevcut rezervuarlarımız dolarsa 50 -100 yıl sonra 10'larca barajı yapabilecek maddi imkana sahip olmamızın pek fazla anlamı olmayacaktır. Baraj gölet yapacak topoğrafya bulamayacağız. Yani kuraklık bir afet, ama bilinçsiz arazi kullanımı ile yağışlar sonucu meydana gelen erozyonla topraklarımızın akıp gitmesi su rezervuarlarımızın dolması da ayrı bir afet... Yani baraj ve gölet yapımın bundan böyle havza koruma yönünden diğer yapım faktörleriyle birlikte ciddi olarak ele alınması, havza koruma yönünden sorun arz eden yerlerde bu tür inşaatların havza koruma önlemleri alınıncaya kadar ertelenmesi doğru bir yaklaşım şekli olacaktır. Demek ki havza ıslahı havza sularının kullanımı ile paralel götürülmesi gereken bir konudur.

AŞINIMIN ÖNLENMESİ

Çare : Öncelikle tarım arazisi olsun, mera olsun, orman olsun her arazi yeteneğine uygun kullanılmalıdır. Çok dik sarp, eğimli araziler mera veya orman örtüsüne ayrılmalıdır. Daha düz ve düze yakın meyilli arazilerde kontur sürüm ve eğime dik şeritsel ekim şeklinde tekniğine uygun tarım yapılmalıdır. Ayrıca toprak üzerinde kalan anız ve organik bitki kalıntıları kesinlikle yakılmamalı hafifçe toprağa karıştırılarak yüzeyde bırakılmalıdır. Bu şekilde toprak gevşek yapısıyla suyu emer hem de toprak erozyonu etkili şekilde engellenir. Bu tür yerlerde çapa bitkileri mutlaka münavebeyle ekilmelidir. Meralarda otlatma yıl içinde belirli sürelerde planlı olarak yapılmalı ot örtüsünün belirli bir yüksekliğin altına inmesine izin verilmemeli ayrıca mera ıslahına yönelik çalışmalar yapılmalıdır

.

Sekileme

İşlemeli tarım altındaki orta eğimli araziler basamaklar halinde sekilenerek, yüzey akışıyla toprak ve su kaybı önlenir. Sekiler,

a) Tarla sekileri,
b) Basamak sekiler,
c) Hendek sekiler,
d) Cep sekiler gibi değişik şekillerde yapılabilir.

Eşik ve düşüler

Yarıntı ve derelerin önü taş, çalı , beton, betonarme, kargir eşik ve düşü yapıları ile kesilerek dere meyli de düşürülerek suyun akış enerjisinin azaltılmasıyla yatak aşındırması önlenebilir. Burada öncelikle çiftçilerimizin hemen mahallinden kolayca temin edebileceği çalı ve ağaç kazıklarla boş zamanlarını değerlendirerek bu tür eşikleri inşa etmesi pratik bir yaklaşım şekli

olacaktır

.


Günümüzde dünyada da yaygın olarak kullanılan yeni bir teknik olarak Gabyoni (Fildöfer) kafeslerle havza koruma yapıları inşa edilmektedir. Burada çürümeye karşı koruma altına alınmış galvaniz kaplı yumuşak çelik teller, özel makinelerle altıgen gözlü çift büküm olarak örülüp dikdörtgen kafes olarak yapılmakta, bunlar yanyana ve üstüste konarak beton ya da kargir benzeri yapılar elde edilmektedir. Fildöfer kafeslerle yapılan inşaatlar beton yapılara kıyasla oldukça esnek bir yapıya sahip olmaları nedeniyle dere zeminlerindeki oyulma, oturma ve çökmelerde beton gibi rijit bir yapıya sahip olmadıkları için esnemekte , ayrıca içi taşla dolu olduğu için araları doğal malzemeler olan mil, silt, bitki ile dolarak doğal olarak yeşermekte tabiatla ve tam bir bütünleşme sağlanmaktadır. Taşların arasına dolan mil ve silt yüzyıllar boyunca kumtaşına dönüşerek yapıya sonsuza kadar dayanıklılık sağlamaktadır. Daha sonraki yıllarda bu tip yapılar rekreasyon amaçlı olarak da çok güzel bir görünüm sağlamakla, yararı daha çok artmaktadır.

Toprak : Kayaların ve canlı artıklarının aşınması ve bozulmasının ürünü olan, içinde mikroorganizmaları barındıran canlı bir yapı ve üzerinde her türlü üretim ve faaliyetin gerçekleşmesinde ihtiyaç duyulan, ancak üretiminde hiç kimsenin katkısı olmayan yaşamın ve tabii ekolojinin olmazsa olmaz bir parçasıdır.

Erozyon : Toprak zerrelerinin su, rüzgar, yerçekimi veya canlı hareketleri ile yerlerinden koparılıp taşınması ve başka yerlerde yığılması olayıdır.

Toprak ve suyun birlikteliğinin güzel evladı bitki; ama toprak ana ne zaman evladı olan bitkiden ayrı kalsa gariptir, artık küstür buralarda duramaz. İlk imkanda yer değiştirmek ister, bu defa yerçekiminin dayanılmaz cazibesine dayanamaz, alır başını gider.

Aslında erozyon doğal yaşamın tabii bir parçasıdır. Doğal denge içinde doğal bitki örtüsü altındaki bu aşınım dünyanın kuruluşundan beri vardır ve devam etmektedir. Yeni üst toprak oluşumunu da sağlayan bu olay doğal dengenin korunması açısından yararlı olup, doğal veya jeolojik erozyon olarak bilinir. Öyle olmasaydı bugünkü Nil vadisi, Gediz, Çukurova, Aksu, Çarşamba, Bafra, Mezopotamya ovaları var olur muydu?

130 milyon km2 'yi kaplayan Avrasya, Afrika, Amerika ve Avustralya'da ortalama erozyonun km2 ' de 135 ton olduğu hesaplanmıştır. Bu miktar yeryüzünün her 22000 yılda 1m alçalmasına tekabül eder. Bu gidişle kıtalar 20 milyon yıldan az bir süre sonra deniz yüzeyine inecek kadar aşınacak demektir. Bu sürede jeolojik zaman yönünden oldukça kısa sayılır. Burada sorunun asıl kaynağı insan etkisiyle yaratılan hızlandırılmış aşınımdır. Doğal örtünün açıldığı zayıflatıldığı, yanlış toprak işleme, ormanların kesilmesi, yakılması, meraların aşırı otlatılması, yok edilmesi insanların yarattığı başlıca olumsuz etkiler olarak sayılabilir. Aşınım, aşındırıcı güce göre ikiye ayrılır; Su aşınımı ve rüzgar aşınımı

Su aşınımı yağmurun ve toprak yüzeyinden akan suyun neden olduğu aşınımdır ve 6 türlü olur.

Yağmur Damlası Aşınımı: Damlalar toprak zerrelerini koparır sıçratır.
Yüzey Aşınımı: İnce katlar halinde bütün yüzeyin aşınmasıdır.
Parmak (Oluk) Aşınımı: Eğim aşağı akan küçük akışlar toprağı aşındırarak, pulluk gibi izler açar.
Yatak ve Kıyı Aşındırması: Sulu ve kuru derelerin yaptığı aşındırmadır.
Kaymalar: Derin toprak kütlelerinin eğim aşağı kaymasıdır.

Rüzgar aşınımı toprakların rüzgarla savrularak uzaklara taşınmasıdır. Genellikle çok kurak bölgelerde olur. Örneğin, Büyük Sahra çölünden kalkan kumulların ülkemizin güney bölgelerine yağması sıklıkla rastlanan bir durumdur. Ülkemizde Konya Karapınar ve Iğdır'da rüzgar erozyonunun etkilediği yaklaşık 300.000 ha arazi yer almaktadır.

AŞINIM ETKENLERİ

Aşınım bitki örtüsü, eğim, iklim ve toprak etkenlerine göre yavaş veya hızlı olabilir. Bu dört etken doğal olarak bir anlaşma ve dengeleşim içindedir. Belirli iklim ve toprak koşullarında toprak içinde ve üzerinde bir bitki örtüsü oluşur. Bu örtü toprağı aşınımdan korur. Fakat insan ve hayvanların ortama gelmesiyle bitki örtüsü yakma, açma, aşırı otlatma gibi etkilerle yok olur ve aşınım hızlanır. Bu dört etkeni kısaca incelersek;

1. Bitki Örtüsü: Yağışı tutarak yüzey akışının hızını keserek veya azaltarak kökleri yardımıyla toprağın porozitesini artırarak, terleme yoluyla su kaybederek, topraktaki su miktarını azaltarak, toprağın aşınımını ve taşınımını engeller.
2. Eğim: Dik ve uzun eğimlerde daha çok aşınım olur.
3. İklim: Kuraklık, rüzgar hızının etkisi ve yağışın mevsim dağılışı itibariyle dengesiz olduğu hallerde daha çok aşınım olur.
4. Toprak: Toprağın bünyesi, yapısı, derinliği, geçirgenliği, humusluluğu gibi özellikleri aşınımda etkilidir.

AK ZAMBAKLAR ÜLKESİ FİNLANDİYA'DA

KİTABIN ADI

Ak Zambaklar Ülkesi Finlandiya’da

KİTABIN YAZARI

Grigoriy PETROV

ÇEVİREN

Hasip Ahmet AYTUNA

YAYINEVİ VE ADRESİ

İnkılap Kitabevi / İSTANBUL

BASIM TARİHİ

1994

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Politika-Sosyal Ve Ekonomik Koşullarin Ve Önemli Kişiliklerin Bir Ulusun Gelişmesine Ve İlerlemesine Yön Verişini Anlatmak

KİTABIN ÖZETİ :

1. Tarihin Verdiği Dersler :

Altyapısı eskimiş ulusların bir zamanların çok güçlü kuruluşları olan örgütleri, düzenleri ve hatta yönetim şekilleri, her nasılsa zamanımıza kadar sürüp gelebilmiştir. Bugün yeterlilik ve geçerlilik değerlerini kaybetmişler ve günlük ihtiyaçları karşılayamaz duruma gelmişlerdir.

2. Kahramanlar ve Ulus :

Devletlerin güçleri ve güçsüzlükleri, ulusların toplu halde gelişmeleri veya çözülüp dağılmaları her zaman ve yalnız onları yönetenlerin değerli veya değersiz ya da erkli veya erksiz olmalarından ileri gelmez. Yöneticiler iyi veya kötü, kahraman veya korkak, ya da hain olabilirler. Fakat her biri kendi ulusunun eseridir. Onlar ulusal ruhun birer kopyasıdırlar. Halk yığınlarının yarattığı kişilerdir ve kendi uluslarına benzerler. Bu yakınlık “Her ulus layık olduğu devlet şekli ile ve hakettiği yönetimle yönetilir”. özdeyişiyle pekiştirilmiştir.

3. Suomi’nin Tarihi :

Fin ulusunun hayatında ve tarihinde çok önemli yer tutmuş olan ilginç iki özelliği bulunmaktadır. Bunların birincisi; Finlilerin 1917 Rus devrimine kadar tarihleri boyunca bağımsız bir ulus ve devlet hayatı yaşamamış olmalarıdır. İkincisi; Fin tarihlilerin boyunca, başlı başına büyük güç sayılacak ve kendilerine önderlik yapacak değerde büyük adamlar yetiştirmemiş olmalarıdır. Finlilerin, görünen ve bilinen yüksek kültürleri, tek tek büyük kişilerin eseri değil; Fin halkının bir bütün olarak, birlikte yarattığı ortak bir eser olmuştur.

4. Snelman Kimdir? :

Snelman, yeniden doğmakta olan genç Fin aydınlarının en gözde temsilcilerinden biridir. Snelman, her şeyden çok, bir halk öğretmeni ve Finlilerin ulusal kültürlerinin yaratıcısı olmakla ün yapmıştır. Grigoriy Petrov, Snelman’ı, binlerce göller ve bataklıklar ülkesi Finlandiya’yı “Akzambaklar Ülkesi”ne dönüştüren ve yepyeni bir Finlandiya yaratan lider olarak tanımlamaktadır. Snelman’ın istekleri doğrultusunda genç Fin öğretmenler, din adamları, avukat ve memurlar harekete geçmişler; halk yığınlarının eğitimi, okur yazarlığı, aydınlatılması ve uyarılması için bir seferberlik başlatılması gereğini insanlar arasında yaymaya başlamışlardır.

5. Kilise ve Halk :

Kilise papazları kiliselerinde cemaatlerine yeni ve daha başka bir dil ile konuşarak yeni konular etrafında konferanslar vermeye başlamışlardır. Gençler ve çocuklarla da ayrı ayrı toplantılar yapmışlar, bunu yaparken de aklı, ilmi ve hayatın gereklerinden olan neşe ve eğlenceyi uluorta eleştirip lanetlemeden yapmışlardır. Tersine, onları ilgilendikleri herşeye, her zaman ruhlarının çocukça temizliği ve gençliğin ideallerinin ateşi ile, fakat akıllı bir şekilde eğilmeye davet etmişlerdir. Bütün bu çalışmalar halkı uyarmış, harekete geçirmiştir. Toplumu iyiye ve iyiliğe doğru yöneltmiş, birçok insanın gönlünü ferahlatmış ve dünyaya daha güleç bakmalarını sağlamıştır.

6. Memurlar-Eğitimciler :

Snelman’ın halka karşı yaptığı konuşmalar halkın kendi memurlarına karşı daha çok güven beslemesini sağlamıştır. Dinç, zihin ve ruhca gelişmiş, ahlakça üstün yeni genç memurlar devlet kuruluşlarında görev almaya başlamışlardır. Bu sayede Finlandiya örnek gösterilmeye layık bir kalkınma aşamasına erişmiştir. Halk da bu yeni kuşak memurlarıyla pek haklı olarak övünmeye başlamıştır.

7. Halk Okulu Kışla :

İsveç yönetimi altında iken Fin kışlası bütünü ile en kaba, en çirkin küfürlerle dolup taşardı. Erler, subaylar ve hatta generaller küfrederlerdi. Anaya, babaya ve hatta Tanrı’ya küfretmekten çekinmezlerdi. Finli genç subaylar bu döneme kötü davranışlara son vermişler; kışlaya vücut, söz ve ahlak temizliğini getirmişlerdir. Erlere sabah, akşam ve her yemekten önce ve sonra el yıkamayı, yüz ve diş temizliğini öğretmişlerdir. Okuma-yazması kıt olanları okur-yazarlıkta ilerletmek ve bilgice yetiştirmek için gece dersleri, karşılıklı konuşma ve tartışma saatleri düzenlemişlerdir.

8. Futbol :

Snelman ve arkadaşları gençlerin körpecik fakat dinç ve güçlü dimağlarını geliştirecek çalışmaları bir yana iterek, sadece futbola kendilerini bu derecede tutku ile kaptırmış olmalarını asla uygun bulmamışlar; bu gidişi, bütün gençliğin zihinsel ve ruhsal yönlerden yoksun, bomboş ve çırılçıplak durumda bulunması şeklinde yorumlamışlardır.

9. Analar, Babalar ve Çocuklar :

Snelman ve arkadaşları, Finlandiya’nın geleceğe yönelmiş kalkınmasıyla ilgili bütün ümitlerini Fin gençlerinin akıllıca eğitimi konusuna bağlamışlardı. Gençlik, onların çok sevdiği ve aynı zamanda üzerinde duyarlılıkla durduğu bir konuydu. Bu nedenle Snelman; dosdoğru konuşur, gençleri uygunsuz davranışlarından dolayı yüzlerine karşı azarlamaktan çekinmezdi. Ama yaşlılar önünde gençler eleştirilirken moralce bozuldukları; bu sebeple gençlerden hiçbir iyi hareket ve tutum beklenemeyeceği iddia edilirken, Snelman gençleri daima savunurdu.

10. Karokep (bir kişiliğin dramı) :

Yarvinen ve Karokep aynı ulusun ve aynı çağın çocuklarıdır. Bu; çocukluklardan iyi koşullar içinde ve elverişli etkiler altında kaldıkları gibi, kötü koşullar altında da yaşayarak ve çoğu kez ezilerek büyüyenler vardır. Yarvinen karşılaştığı çeşitli zorlukları yenebilmiş ve günün birinde herkesin sevdiği, saydığı ve değer verdiği bir kişi olmuştur. Çocukluk arkadaşı Yohan Karokep ise gençlik yıllarında hırsızlık ve soygunculuk yapmış ve daha sonra da istemeyerek katil olmuştur ki, bu O’nun kendi suçundan ziyade kötü talihinin onu zorla ittiği kötü bir sondur. Bu iki arkadaş bir madalyonun iki yüzü gibidirler.

11. Aydınlar ve Halk :

Yazara göre; yüksek okullarda, gerçek anlamda öğrenim ve öğretim; bu okullardan alınan diplomalardan daha üstün değerler taşımaktadır. Yüksek öğrenim kurumlarının gerçek ödevi ve görevi diploma vermek değil; gittikleri yerlerde ve tuttukları işlerde işlerini ve etraflarını gerçek anlamdaki bilgileri ile aydınlatacak, güçlü ışık saçıcılar yetiştirmektir. Bu kimseler yalnız kendi uluslarının değil; yeryüzünün ve insanların da aydınlanmasına yardım edecek güçlü ışık üreteçleri, güçlü moral ve ruhsal ışık santralleri olacaktır. Yazara göre bu söyledikleri gerçekleşirse Karokep’in başına gelenlere benzer olaylar gerçekleşmeyecek ve sadece bir iz olarak kalacaktır.

12. Yarvinen, Okunen ve Tomas Gulbe Nasıl Kral Oldular ? :

Yarvinen ilk önce şekerleme ve simit satarak işe başlamış daha sonra arıcılıkla ilglilenmiştir. Yalnız çocukların değil, az kazançlı işçilerin ve fakir köylülerin de rahatlıkla satın alabilecekleri ürünleri fiyatla satarak kısa bir süre sonra büyük kazançlar elde etmiş ve uygun “Tatlıcılar Kralı” olmuştur.

Okunen önce ayakkabı yapım atölyesine girmiş, burada tecrübe kazanarak zamanla usta olarak yetişmiştir. Daha sonra gitmiş olduğu Paris’ten Finlandiya’ya dönerek yüksek tahsil görmüş ve iki oğluyla büyük bir mağazalar zinciri kurmuştur.

Tomas Gulbe ise köyleri dolaşarak yumurta toplamakla işe başlamıştır. Gittiği köylerden yumurta toplayarak, yerlerine küçük manifatura malları vermiş ve yumurtaları istifleyerek yabancı ülkelerdeki tüccarlara göndermiştir. Bu işi kısa zamanda büyütmüş, ve on yıl sonra Finlandiya’da ünlü bir yumurta kralı olmuştur.

13. Köylüler, İşçiler, Küçük Zanaatkarlar :

Snelman; henüz çocukluk ve okul çağlarında iken dünyada ve uluslar arasında gelip geçen ve her biri ağır suç sayılacak nitelikteki kıyasıya boğuşmalardan ve kendi deyimine göre insanlar arasında, uşak ve kölelik anlayışı ile yürütülen alçakça davranışlardan ve özellikle, saray entrikalarından nefret eder; bu işlere adları karışanlara karşı derin bir kin duyardı.

14. Hastalarını İyileştiren Hekim :

“Bir Köy Hekiminin Anıları” adındaki bir kitabın yazarı bu kitabında, görev aldığı ilk günden başlayarak kendi hayat hikayesini ve sıra ile; küçük bir ilçede oturan bir ayakkabı onarıcısının oğlu olduğunu, Tıp Fakültesini nasıl bitirdiğini her yeni göreve ne gibi parlak, planlar ve ümitlerle başladığı halde şansının hiçbir işte kendisine güleryüz göstermediğini, çocukluk ve gençlik yıllarının da hep sürekli yoksunluklar ve ihtiyaçlar içinde geçtiğini, fakat hayatın yalnız kendisine değil pek çok kimseye de gülmediğini görerek her gün biraz daha artan derin üzüntülere kendini kaptırdığını anlatmaktadır.

15. Piskopos Makdonald :

Piskopos Makdonald; Finlandiya’da yaşayan ve koyu aristokrat olan İsveçli bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmişti. Yayınladığı kitap, Fin din adamlarının çalışmaları ve Fin ulusunun ruhsal gelişmesi üzerinde büyük bir devrim yapmıştır. Soylu bir aileden gelen ve Graf ünvanını taşıyan Makdonaldlar; Finlandiya’da koyu dindar ve gerçek din adamları olmakla ün yapmışlardı. Yıllar boyunca Makdonald soyundan gelen kişiler arasından birisinin mutlaka din adamı olması bir gelenek halini almıştı. Makdonald’lardan gelme her din adamı; Şötlandiya’da kiliseye hep canla başla hizmet etmişlerdir. Bu aydın rahipler, ülkede Katolik kilisesinden olan din adamlarının halkta gördükleri hoşgörüyü eleştirirler, halkı aydınlatma görevlerini ihmal eden bu kişilerle uğraşırlar; onları, ulusun asalakları ve kilisenin tembel uşakları ve din sömürücüleri olmakla suçlarlardı. Reform yanlısı aydın kişilerle ve bilginlerle yakınlık kurarlar, kilise öğretilerinin hurafelerden ayıklanıp temizlenmesini; kilisenin, gerçek hayat koşullarıyla ilgili olmayan tutucu öğretilerinin düzeltilmesini ve sağlam temeller üzerine nasıl oturtulacağı gibi konular üzerinde tartışmalar sürdürürlerdi.

16. Sonsuz Uğraşı (Papaz Makdonald Efsanesi) :

L. Makdonald, kitabını, aşağıdaki güzel efsane ile bitirmektedir. İki ruh karşılaşmış. Bunların biri kötü ruh; yani ölümün, kötülüğün, zorbalığın ve yalancılığın ruhu imiş. Öteki ise; gerçeğin, gerçekliğin, iyinin ve iyiliğin, sevincin ve yaşamın ruhu. Kara ruh derin derin nefesler alarak yeryüzünün bütün havasını kendi içine çekmek ve sonra bu havayı üfleyerek yeryüzünün bütün ateşlerini ve ışıklarını söndürmek ve aydın ruhu da yere sermek istemiş. Kendini zorlamış, bu zorlama nedeniyle yüzü kıpkırmızı olmuş, bir tulum gibi şişmiş ve yere yığılıp nefes alamaz olmuş. Bütün gücünü böylece kaybetmiş. Sadece ince bir fısıltı halinde: ”Hakkın varmış! Ama, bizim seninle savaşımız bitmemiştir. Bitmez de! Seninle ben; bir gün, elbette gene karşılaşacağız!” diyebilmiş ve susmuş! Bundan sonra, aydın ru-hun ateşleri, meşaleleri yanmaya, parıldamaya ve etrafı aydınlatmaya devam ederken, gökyüzü, gitgide aydınlanarak pembeleşmiş. Bir ateş koru gibi, kıpkırmızı bir hale gelmiş. Daha sonra da bu kırmızılık, yavaş yavaş değişerek parlak bir altın rengini andırmış. Tertemiz ve bulutsuz göklerde güneş yükselmeye başlamış.

17. Efsanenin Anlamı :

Luka Makdonald, bu efsanenin taşıdığı anlamı şöyle açıklamaktadır:

“Ne yazık ki, insan hayatı ve bu hayatın düzeni, çok kere insanların ne olduklarını iyice belirleyemedikleri kapkara ve yıkıcı çeşitli güçlerle savaşmak zorunda kalmaları gibi nedenler yüzünden, hemen daima hem güçleşmekte ve hem de çok karmaşık bir problem haline gelmektedir. Büyük işler peşinde koşan insanlar, sempati ile karşılanmaktadırlar”.

Makdonald’a göre, bugün bile, iyi ve büyük, genel ve ulusal her işte, politikada, basında ve kamusal işlerde çoklukla vicdan korkusu, utanma duygusu olmayanlar, yeteneksiz demagoglar, şöhret düşkünleri, açgözlüler ve her alanda deneyimsiz kimseler hep öne geçmekte ve her şeye burunlarını sokmaktadırlar. Politikayı, hayata ve topluma çekidüzen vericiliği ve liderliği; bir ayrıcalık sağlamak, bir basamak yapmak isteyenler ve hatta; kirli, namus ve ahlaka zıt yollarla zenginliklere veya kişisel yükselmelere erişmek için etkili birer araç gibi kullanan yalancı kahramanlara çok rastlanmaktadır.

SONUÇ :

1. KİTABIN ANAFİKRİ :

Bir toplum içinde varolan ve kahraman olarak belirip sivrilen kişilerin hangi koşullar altında bir ulusun ilerlemesine, gelişmesine ve bir kahraman ulus olmasına nasıl yardım ettikleri ve neler yaptıkları.

2. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :

Kitap; politika, sosyal ve ekonomik koşullar dikkate alınarak yazılmıştır.

3. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Kitap bir milletin uyanışını anlatmaktadır. Lider, yönetici ve eğitimciler tarafından okunabilir

AFRİKA KITASI VE ÖZELLİKLERİ

AFRİKA KITASI VE ÖZELLİKLERİ

Eski dünya karalarından birisi olan Afrika, 30 218 000 km² yüz ölçümü ile kıtalar arasında Asya ve Amerika'nın ardından üçüncü sırada gelir.

Afrika adı, Kartaca'ya ilk defa ayak basan Romalılarca "Afri" veya "Africani" denilen oymakların adından esinlenerek verilmiştir. Afrika adı bu ülkeye "Pön" savaşları sırasında verilmiştir. O zamana kadar Yunanlı yazarlar bu kıtaya "Libya" yani "Lebular Diyarı" derlerdi. Fakat MS I yy sonlarında bu isim bütün kıta için kullanılmaya başlandı. Afrika terimi daha sonra Arapça'ya "İfrikaya" şeklinde geçmiştir.

Afrika kuzey-güney doğrultusunda Tunus'taki Beyaz Burun (37° 22' 20'' K Paraleli) ile Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki Ahulhas Burnu (34° 50'28'' G Paraleli) arasında 8 025 km boyunda, doğu batı doğrultusunda ise; Somali'deki Ras Hafun Burnu (51° 25' 27'' D Meridyeni) ile Senegal'deki Yeşil Burun (17° 31' 17'' B Meridyeni) arasında 7 416 km genişliğindedir.

Afrika kuzeyden Akdeniz ile sınırlanırken kuzeydoğuda Süveyş kanalı ile Asya'dan ayrılır. Kıta doğuda Kızıldeniz ve Hint Okyanusu ile komşudur. Babülmendep Boğazı Arap Yarımadasına 18 km yaklaşır. Kıtanın güneyi yine Hint Okyanusu, batısı Atlas Okyanusu ile çevrilidir. Kıta kuzeybatıda Avrupa'dan 14 km genişliğindeki Cebeli Tarık Boğazı ile ayrılır.

Kıtanın bazı ülkelerinde yoksulluk, şiddet ve kirlilikle özdeşleştirilen petrol üretimi Batı Afrika’da on yıl içinde iki katına çıkabilir. Peki bu ek gelir nerede kullanılacak? Yozlaşmış zenginlerin cepleri mi dolacak yoksa milyonların yaşamı mı iyileştirilecek?

İki küçük uçak ve sarsılmaz bir kararlılıkla yola çıkan kâşif ve doğa korumacı J. Michael Fay, 40.000 litre benzin ve 21 ülkenin ardından elde ettiği 92.000 fotoğrafla, insanoğlunun Afrika kıtasında bıraktığı izleri belgeledi

Sahra-altı Afrika’da AIDS’e bağlı hastalıklarla bir yılda 2,3 milyon kişi yaşamını yitiriyor. HIV pozitif olanların sayısının 26 milyona ulaştığı bölgede bir günde AIDS’e yakalananların sayısı 8500. Sahra altı Afrika’da anti-retroviral ilaç kullanımı gelecek için umutları artırırken, çağın vebasına yönelik toplumsal önyargıların yıkılması için de savaş veriliyor

Ağrı - Ağrı Dağı

Ağrı - Ağrı Dağı

Türkiye'nin en büyük dağı olan Ağrı Dağı jeolojik konumu ve Büyük Tufandan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevi özelliği olan bir dağdır. Kutsal kitaplarda da adı geçen Ağrı Dağının farklı dillerde bir çok ismi vardır. Başlıcaları, Ararat, Kuh - i Nuh, Cebel ül Haristir.

Marco Polonun hiç bir zaman çıkılamayacak dediği Dağa ilk tırmanışı, kayıtlara göre 9 Ekim 1829 yılında Prof. Frederik Von Parat tarafından gerçekleştirildi. İkinci kış tırmanışı ise ilk tırmanıştan çok sonra 21 Şubat 1970' de Dağcılık Federasyonu eski başkanlarından Dr. Bozkurt Ergör tarafından gerçekleştirildi. 1980'li yıllarda binlerce dağcı Ağrı Dağını ziyaret etti. Ağrıya tırmanışa 1990 yılında yasaklandı.1998 de Dağcılık Federasyonunun bir grup dağcıya izin vermesiyle bu yasak kaldırıldı.

Yükseklik

5165 m.

Konumu

Doğu Anadolu'da İran sınırları yakınında yükselir. (Aras-Murat Nehirleri arası)

Tırmanış Zamanı

Tırmanışlar İçin En Uygun Zaman Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarıdır. Kış tırmanışları zorlu ancak zevklidir.

Özellikleri

Ağrı dağı(5165 m.), Anadolu Yarımadası ve Avrupa'nın en yüksek doruğudur. 4000 metreye kadar bazalt daha sonra sonraki yükseklikte andezit lavlarından oluşarak volkanik bir dağ özellikleri gösterir. Dağın doruğunda bir örtü buzulu vardır. Doğu yüzünde Serdarbulak yaylası ve 3896 m. yükseklikteki Küçük Ağrı Dağı yer alır. Ağrı dağı yüksekliği, buzulları, insanları, değişik yapısal görünümleri, kar sınırına kadar kaplı otlukları ve dağ çayırları ile ilginç ve çekici bir görünüme sahiptir.

Ulaşım ve Konaklama

Trabzon-Erzurum-Tahran Uluslararası kara yolları Ağrı eteklerini dolanarak İran'a uzanır. Ankara-Erzurum arasında düzenli olarak hava, demir ve karayolu bağlantısı mevcuttur.

Dağa en yakın merkez Doğubeyazıt'tır. Buraya Ağrı ve Erzurum'dan ulaşmak mümkündür. Kent ve çevresinde konaklama ve lokanta tesisleri vardır.

Tırmanışlar

Malzemeler

Krampon, İp (11 mm), Buz Kazması, Emniyet Malzemeleri (Perlon, Buz Burgusu vb)

Yaz çıkışlarında

(-5, -10 ºC'ye) dayanaklı uyku tulumu, anorak, rüzgarlık, diğer kamp malzemeleri ile gerekli ihtiyaçlar, Dağcıların çıkışları izne tabi olan Ağrı ve Küçük Ağrı dağlarına tırmanışlarında şu noktalarından hareket etmeleri zorunludur.

* Ağrı dağına çıkışlar Doğubeyazıt - Topçatan köyü - Eli Çiftliği güzergahından olmak şartıyla yalnızca dağın Doğubeyazıt sınırları içinde kalan cephesinden yapılmaktadır.

* Küçük Ağrı Dağına ise yalnızca kuzeybatı güzergahından çıkış yapılmaktadır. Ağrı Dağı doruğuna tırmanmak için haberleşme, taşıma güvenlik ve tırmanma açısından en rahat ve sık kullanılan rota güney rotasıdır.

* Doğubeyazıt'ta konaklayan dağcılar tırmanış için gerekli hazırlıkları burada tamamlayarak oto mobil ile Eli köyüne ulaşırlar. Burada su ikmali yapıldıktan sonra 7-8 saatlik bir yürüyüşle 2800 m. yükseklikteki ilk kamp yerine varılır ve burada geceleme yapılır. 2. gün 4-6 saatlik bir tırmanışla 4200 m. dolaylarında ikinci kamp yerine ulaşılır. Doruk tırmanışı için krampon, buz kayması ve ip alınması zorunludur. 8-10 saatlik tırmanışla doruğa ulaşılır ve birinci kamp yeri olan 2800 m. ye dönüş yapılır.